22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 EKİM 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 17 ALTIN PORTAKAL’DAN 6 ÖDÜLLE DÖNEN ‘GÜZELLİĞİN ON PAR’ ETMEZ’İN ULUSAL YARIŞMADA YER ALMASINA İTİRAZ Sevil Demirci (Yapımcı – Yeni Sinemacılar) nemli iki uluslararası festival de, Karlovy Vary ve Montreal’de Avusturya yapımı olarak yarışan, Avusturya Film Enstitüsü’nde de Avusturya filmi olarak yer alan filmin kimliği artık belirlenmiştir. Antalya Film Festivali Ulusal Yarışma’ya Türkiye’den ortak yapım şirketi varsa başvuru yapabilir. Ortak yapım şirketinin ortaklığı yeterli değilse, teknik puanlamaya bakılarak değerlendirilir. Yanıtını beklediğim soru: Türkiye’den festivale hangi şirket başvurdu, filmin ortak yapım şirketi mi? Film, AvusturyaTürkiye ortak yapımı ise neden daha önce beyan edilmedi? 1997’de “Yara” filmiyle bu tartışma başladı, ama 2012’de hâlâ çözülemedi. Festival direktörü de yeteri kadar önemsememiş ki, yine tartışıyoruz. Bu sorunu çözemezsek 2013’te Türkiye’nin Oscar adayını belirlerken yine tartışılacak. Antalya Film Festivali direktörü ile tanışan oldu mu acaba? Hüseyin Tabak Ö ‘Sorun yeni değil’ AYŞEGÜL ÖZBEK Köşeden Köşeye... İçinde köşe geçen çok şiir, roman var, Salah Birsel’in “Dört Köşeli Üçgen”i, Sezai Karakoç’un “Saçlarını kimler için bölük bölük yapmışsın/ saçlarını ruhumun evliyalarınca örülen” dizeleriyle başlayan “Köşe” şiiri. Üçüncü bölümü de “Sen geldin benim deli köşemde durdun” dizesiyle başlayan, olağanüstü bir şiirdir. Bir köşe seçkisi yapmaya kalksak, herhalde başka köşeleri de ödünç almamız gerekir. Memlekete köşe yetmez, “köşe” olanlardan tutun, köşeli ve bölmeli kafalara, köşeye sıkıştırmaya yemin etmişlerden kenarından köşesinden nemalanmaya çalışanlara, neredeyse hepimizin iyi günlerde kötü günlerde gerekir diye bulundurduğu bir köşesi var. Orhan Gencebay’ın bu konuda “kıssadan hisseli” bir şarkısını duymadım, kendisinden bağışlanmamızı dileyerek, “Köşesiz kul olmaz/ köşemle sev beni” dersek, umarım bir “hata” yapmış olmayız. Ne yana dönsek bir köşeye çarpıyoruz, yok canım, taşın gelip bize çarpması şart değil, memlekette bunca köşe varken, bizim gidip kafamızı çarpmamız daha olası. Olası olası da köşe olası. Öyleyse kendimize köşelerden köşe beğenmeye bile gerek yok. İşte burnunun dikine gidenler için Suriye köşesi. Lisede coğrafya sınavında haritasını çizerken, şehirlerini “uyaklı” olarak ezberlediğim ülke: “Şam, Hama, Humus, Lazkiye, Manyas, Tartus, yukarda da Halep var.” O olmazsa Arap “Baharı”, sonbahar olacak kaygısıyla mı ne, “güzel ve yalnız ülkem”de de bir telaş, pürtelaş! Kendi halinde gidenler için, aman dikkat, dank! Alevi köşesi. Son yıllarda dini konulardan yargıya, Suriye’den demokrasiye, siyasete kadar her şey Sünni Alevi ekseninde ya da ikileminde konuşulur, yazılır oldu. Böylece ne gideceği ne de özlediği başka bir ülkesi olan Alevilere ufak ufak “İthaka”nın yolu gösterilmeye başlandı. Bu kadar Aleviyi nereye göndereceksiniz, hani eskiden olsa Suriye’ye filan giderdik de, şimdi gidecek yerimiz de kalmadı! “Arap Baharı” Anadolu Aleviliği için “Alevi Sonbaharı” mı olacak yoksa? Gezip görerek gidenler içinse gazete köşeleri var! Aman onlarla çarpışmamak için yolunuzu değiştirin! Kendinizi birdenbire şişkin mi şişkin “ego”ların, pişkin mi pişkin “muhteris”lerin ortasında bulursunuz. O yapışkan dillerinden, suçlayıcı cümlelerinden, iliştirilmiş fikirlerinden ve savaş çığırtkanlığı için açtıkları ağızlarından nasibinizi alırsınız! Derken, küt, kuyunun, yanlış söyledim, köşenin dibine gelmişiz! ? Filmin Avusturya yapımı olduğuna, dolayısıyla ulusal yarışmada yer almaması gerektiğine dair iddialara yönetmen Hüseyin Tabak ‘yapımcısı benim’ diye yanıt veriyor. Yapımcı Sevil Demirci ise Bu tartışma 1997’de ‘Yara’ filmiyle başladı, ama 2012’de hâlâ çözülemedi. Festival direktörü de yeteri kadar önemsememiş ki, yine tartışıyoruz” diyor. Mine Kırıkkanat (Jüri üyesi) apımların hangi milletten olduğuyla ilgilenmiyoruz jüri olarak. Yönetmeliğe göre yönetmenin TC pasaportu, nüfus kaydı var mı ona bakıyoruz. Bu filmde de o yerine getirilmişti. Türk vatandaşı ya da çifte vatandaşlık da olabilir. Türkiye Cumhuriyeti yasaları çifte vatandaşlığı kabul ediyor. Ayrıca İçişleri Bakanlığı‘ndan onaylı çifte vatandaş belgesi olması gerekiyor. Avrupa’da dört buçuk milyon çifte vatandaş yaşıyor. Bizim için ölçüler evrenseldir. Etnik veya milli kimlik önemli değil, yapılan işin kalitesi önemli. Y 49. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Film dahil toplam altı ödülün sahibi olan “Güzelliğin On Par’ Etmez” filminin Avusturya yapımı olduğuna, dolayısıyla Ulusal Yarışma’da yer almasının yönetmeliğe aykırı olduğuna dair sesler yükseliyor. Yönetmen Hüseyin Tabak ise filmin yapımcısının kendisi olduğunu, ancak prodüksiyon masrafları artınca Avusturyalı bir yapımcının ortak olduğunu belirtiyor. Tabak “Altın Portakal’a TC kimlik numaramla katıldım. Asıl tuhaf olan, bir haftalık festival süresince kimse gelip de bana bu konu hakkında tek bir soru sormadı. Şimdi ödül alınca bu konu konuşulmaya başladı. Gerçekten anlamak güç” diyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ise filmin Avusturya filmi olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Tartışmanın ekseninde ise filmin Avusturya Film Komisyonu’nda yapımcılarının Danny Krausz ve Kurt Stocker, yapım şirketinin de Avusturyalı Dor Film olarak görünmesi yer alıyor. Yönetmen Tabak da filmin yarıştığı Karlovy Vary Festivali’nde Alman yönetmen olarak geçiyor. Hüseyin Tabak şöyle devam ediyor: “Avusturya Film Komisyonu sitesinde ne yazdığını bilmiyorum. Ama bir yanlışlık olmalı ve bunu arayıp düzelteceğim. Ben bunları kontrol edemem ki. Ben Kürt, Türk ve Almanım. Bazen biyografiye hepsini sığdıramazsınız. Bakanlık da Avusturya vatandaşı olduğumu söylemiş, benim Avusturya’dan vatandaşlığım yok. Bu ödülle borçlarımı kapatmayı düşünüyorum. Çoğu da film ekibi ve Aldulkadir’e gidecek.” Antalya Kültür Sanat Vakfı’ndan (AKSAV) yapılan açıklamada ise her festivaldeki yarışma kurallarının farklı olduğu belirtilerek yarışmaya başvuran filmlerin yapımcılarından herhangi birinin Türk vatandaşı olması kaydıyla ortak yapımların ulusal yarışmaya kabul edildiği söyleniyor. Açıklamada, ayrıca “Hüseyin Tabak’ın ortaklıktaki payının yüzde 51’in altında olması durumunda bile; yönetmeni, senaristi, başrol oyuncuları ve karakter oyuncusunun Türk vatandaşı; orijinal çekim dilinin Türkçe olması nedeniyle puanlamada 15 puan aldığı; dolayısıyla ulusal yarışmaya katılmaya yetkin bir film sayıldığı” belirtiliyor. Ancak Antalya’da geçen yıllarda Yılmaz Arslan’ın “Yara” ve Ben Hopkins’in “Pazar” filmlerinde yaşanan benzer tartışmaların da gösterdiği gibi, önemli olanın filmin yerli mi, yabancı mı olduğu değil, bu sorunun tartışılmadığı takdirde sektöre getireceği olumsuzluklar olduğu vurgulanıyor. Örneğin Tabak’ın filminin Türkiye’de gösterime girmesi, gelecek yılki Oscar adayımız olma ihtimalini de beraberinde getiriyor. Bu durum akla “Avusturya filmi olarak mı, yoksa Türkiye filmi olarak mı Oscar’a gidecek” sorusunu getiriyor. AKSAV’dan açıklama: Antalya Altın Portakal Film Festivali, yarışmaya başvuran filmlerin yapımcılarından herhangi birinin Türk vatandaşı olması kaydıyla ortak yapımları ulusal yarışmaya kabul etmektedir. Yapımcılardan birisi Türk vatandaşı değil ise, bu kez filmi meydana getiren sanatsal figürlere bakılmaktadır. Yönetmen, senarist, görüntü yönetmeni, müzik, dil, oyuncu vb. figürlerden TC vatandaşı olanlar belli puanlarla puanlanmaktadır. Bu puanların 14’ü bulması halinde film, yarışmaya kabul edilmektedir. Yönetmelik maddesinde yer alan ulusal film teknik ve sanatsal katkı ölçüm puanları ise şöyle: Yönetmen 3, senarist 3, özgün müzik bestecisi 1, başrol oyuncusu 3, ikinci başrol oyuncusu 2, karakter oyuncusu 1, sanat yönetmeni 1, görüntü yönetmeni 1, kurgucu 1, ses mühendisi 1, Türkiye’de çekilen mekan yoğunluğu 1, laboratuvar 1, orijinal çekim dilinin Türkçe olması 3. Onun yeri sahne George Michael geçirdiği ağır akciğer enfeksiyonunun ardından ‘Symphonica’ turnesi kapsamında Manchester’daydı ZÜLAL KALKANDELEN ? Konser boyunca sahnede iki ayrı George Michael vardı. Dinleyicisini hem dans ettiren hem de yoğun duygular yaşatan müzisyen, kapanış şarkısı ‘Freedom’ı söylerken on binlerce insanın ‘özgürlük’ diye bağırarak dans etmesi görülecek sahneydi. George Michael, kısa zamanda tamamen iyileşir umarım. Çok açık ki onun yeri sahne. The Police’ den “Roxanne”, Terence Trent D’Arby’den “Let Her Down Easy”, New Order’dan “True Faith”, Ian Brown’dan “F.E.A.R.” gecenin diğer ilginç cover şarkılarıydı. Kendi solo albümlerinden “John and Elvis are Dead”, “Through”, “Kissing a Fool”, “Praying for Time” ve “Feeling Good”u söylerken, eşcinsellik, din baskısı, bağımlılık, aşk gibi konularda kısa yorumlarda bulundu. İki saatlik konserde sound açısından tek uyumsuz kalan şarkı Rihanna’nın “Russian Roulette”i oldu. Salondaki çoğu dinleyicinin dans ettiğini görünce “George Michael’ın insanları dans ettirmek için Rihanna’ya ihtiyacı yok” dedim ama neyse ki kapanışı kendi şarkısı “Freedom”la yaptı. On binlerce insanın ayağa kalkıp “Özgürlük!” diye bağırarak dans etmesi görülecek sahneydi. George Michael, kısa zamanda tamamen iyileşir umarım. Çok açık ki onun yeri sahne. (www.zulalkalkandelen.com) MANCHESTER Geçen günlerde çok yetenekli bir ismi, George Michael’ı ilk kez canlı dinleme olanağı buldum. 80’li yıllarda pop müzik ikilisi Wham! ile hayatımıza giren bu ünlü müzisyen, çalkantılı özel hayatına karşın, sadece ayakta kalmayı başarmakla yetinmedi, aldığı ödüller ve gördüğü ilgiyle de hâlâ müzik dünyasının en büyüklerinden biri olduğunu kanıtladı. Geçen yıldan bu yana 41 kişilik orkestra eşliğinde sürdürdüğü “Symphonica” turnesi kapsamında Manchester’a da uğradı George Michael. Bir süre önce ağır bir akciğer enfeksiyonuna yakalanan sanatçı, tedavi gördükten sonra yeniden turnesine devam etme kararı almıştı. Ancak tedavi sürecinin ardından bu defa psikolojik travma sorunu baş gösterince, Avustralya turnesini iptal etti. Görünen o ki, İngiltere’deki konserlerinin ardından tekrar tedaviye dönecek. Manchester’daki konser bu nedenle ayrıca önemliydi. Bu bilgilere önceden sahip olmasaydım ve bunlar bana MEN Arena’daki konserden sonra anlatılsaydı şaşırırdım. Çünkü sahnede izlediğim müzisyen, son derece rahat ve neşeliydi. Konser başlamadan 5 dakika öncesinde sahne arkasında neler oldu bilemem elbette, ama dinleyici açısından çok keyifli bir konserdi. Her şeyden önce George Michael’ın sesini 80’lerin en ünlü hitlerinden Wham!’in “Careless Whisper” adlı şarkısında nasıl hatırlıyorsanız, aradan geçen yaklaşık 30 yıl sonra o ses aynı güzellikte. Konser boyunca sahnede iki ayrı George Michael vardı. Birisi bir bar sandalyesinin üzerine oturup loş bir ışıkta 1940’larda, 50’lerde Bing Crosby ya da Billie Holiday’in meşhur ettiği şarkıları caz yorumcusu havasında söyleyen George Michael; diğeri Rufus Wainwright ve Rihanna gibi bugünün ünlü isimlerinin şarkılarını kendine özgü yorumla dans eşliğinde sunan George Michael. Kanımca o, ikisini de üzerinde ustalıkla taşıyor; dinleyicisini hem dans ettiriyor hem de yoğun duygu lar yaşatıyor. Bu özelliğinin en bariz şekilde ortaya çıktığı şarkı, ilk kez 1957’de Johnny Mathis’in sesinden duyulan efsane şarkı “Wild Is the Wind” cover’ı oldu. David Bowie ve Nina Simone tarafından da mükemmel yorumlanan bu şarkıya kendi kişiliğini çok çarpıcı bir şekilde yansıttı George Michael. Şarkının ilk yarısını alışılagelen hafif melankolik bir tonda söylerken, ikinci yarısında birden tamamen farklı bir havaya bürünüp enerjik bir pop versiyonuna geçti. Böylece hayatımda ilk kez bu iç burkan şarkıda insanların dans ettiğine tanık oldum. ‘BRAND IT!’ SERGİSİ 30 EKİM’E KADAR RH +ARTGALLERY’DE Sanatın ticarileşmesine tepki İstanbul Haber Servisi Sanatın ticarileştirilmesi ile sanatçının markalaştırılmasına tepki olarak, 66 sanatçının katıldığı “Brand It!” sergisi, rh +artgallery’de açıldı. Aralarında Devrim Erbil, Ramiz Aydın, Cihat Aral, Yücel Dönmez, Ahmet Yeşil, Bedri Baykam ve Ahmet Özel’in bulunduğu sergide, eserlerin bir bölümü kavramsal ve işlevsel bir plato üzerine yerleştirildi. Diğer eserler ise normal sergileme yöntemiyle izleyiciye sunuldu. Sergideki bütün eserler, görülmesini engellememek için saydam bir ambalajla paketlenirken, paketlenen eserlere sanatçısı tarafından bir veya iki kelimeden oluşan etiketler konuldu. Sergide yer alan tüm eserlere sanatın ticarileştirilmesine eylemsel bir tepki olarak küsürlü/ indirimli fiyat uygulandı. Sanatçıların kabul ettiği tepki metninde ise “Hedef kitlesine ulaşamadan aksettiği somut malzemenin kalitesi, metresi ve coğrafi konumu üzerinden fiyatlandırılıp nihayetindeyse yığınlar halinde karanlık depolarda hapsedilen ‘düşünce’nin üzerindeki bu görünmez etiketleri, görünür kılabilmek adına farklı disiplinlerden sanatçıların katılımıyla etiketlenip markalaşmak üzere raflardaki yerimizi alıyoruz.” “Brand It!” sergisi, 30 Ekim’e dek izlenebilir. Yaşayan bir ressamın eserine rekor fiyat ? Kültür Servisi Alman ressam Gerhard Richter’e ait bir yağlıboya tablo, 34.2 milyon dolara (yaklaşık 62 milyon TL) satılarak, yaşayan bir ressama ait bir eser için verilmiş en yüksek fiyat rekorunu kırdı. Sanatçının 1994 tarihli “Soyut Resim” adlı tablosunun, Sotheby’s’de yapılan açık artırmada verilen rakamın yarısı kadar bir fiyata satılması bekleniyordu. Tablo, müzisyen Eric Clapton’ın koleksiyonunda bulunuyordu. Halen Almanya’nın Köln kentinde yaşayan 80 yaşındaki Richter, yaşayan en büyük ressamlardan biri olarak kabul ediliyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle