19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EKİM 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Hır Çıkarma Yöntemleri YİRMİBİRİNCİ yüzyılın etik ve teknoloji ortamında herhangi bir amaca varmak için her şey “mubah ve mümkün”dür. Kısaca özetlemek gerekirse, amaç örneğin devletler arası ilişkilerde hır çıkarmak, taraflardan birini kötülemek ve suçlamak ya da bir ilişkiyi bozmak gibi bir şey olabilir. Etik ortamda da, eğer felsefe, din, ahlak açısından yalan söylemeye, gerçeği yadsımaya ve insanları rastgele hedef göstermeye yatkınsanız, bu yüzyılda istediğinizi söyler, istediğinizi yapar, işinize gelen her yolu kullanır, şantaja ya da ve işkenceye başvurabilir, kısacası her türlü ahlaksızlığı yapabilirsiniz. Yüzyılın teknolojisine gelince, orası tam bir olanaklar ummanıdır. Sahte belgeden, ses taklidi elektronik kayda, uyduruk görüntüler, sahneler, film çekimleri falan yaratmaktan başlayıp istenen sesleri çıkartmaya varıncaya kadar her şeyi başarmak elinizdedir. Dolayısıyla, daha fazla saymaya gerek yok, devletler arası ilişkilerin içine etmek, istediğinizi istediğinizle kapıştırmak işten değildir. Hele, iletişim dünyasının bütün marifetlerini biliyor ve her türlü senaryoyu oynayabiliyorsanız. Böyle olduğu içindir ki, her zaman da öyleydi ama, özellikle bu yüzyılda her iddiaya, her söylentiye, her habere kuşkuyla bakılmalıdır. usya’dan Suriye’ye giden uçak olayında da aynı durum. Bunda da, gerçeğe varabilmek için kimin neyi niçin söyleyebileceğini ve yapabileceğini düşünerek çok dikkatli davranmak gerekiyor. Örneğin, aralarındaki ilişkinin bozulması sizi başka bir durumda daha elverişsiz bir duruma sokacaksa, barışsever bir ülke olarak en azından kendi çıkarınızı korumak ve yanlış bir adım atmamak için son derece temkinli davranmalısınız. Bu düşüncelerle, “Suriye olayı”mıza bakalım: Olayda Suriye’deki yönetime yüklenmek ve onu şöyle ya da böyle devirip kendilerince daha uygun birilerini o devletin başına geçirmek ve özellikle de Ankara’yı savaşa itip kestaneleri ateşten çekmekte kullanmak isteyenlerin böyle bir durumda Moskova’nın davranışını yakından izlemeleri doğaldır. İtiraf edelim ki, TürkiyeSuriye ilişkisinin açıkça bir savaşa dönüştürülemeyişinin başlıca nedeni Rusya’nın böyle bir kapışmaya sıcak bakmamasıdır. Öyleyse, Rusya’nın tutumunu sadece basit bir “bölgesel barışseverlik”ten çıkarıp “militan Esadseverlik” görüntüsüne büründürmek ve böylece bir taşla hem Moskova’yı hem de Şam’ı zor duruma sokmak için bir senaryo yazıp oynamak istemiş olamazlar mı? Yükseköğretim Reformu mu, Özelleştirme mi? Ülkenin birer can damarı olan üniversiteler ve oralarda büyük özveriyle görev yapan yüzlerce öğretim elemanı asla birer edilgen unsur sayılamaz, yeterli süreler verilerek onların görüşleri alınmadan, bütün öneriler kamuoyunda yeterince tartışılmadan ve belirli bir görüş birliğine varılmadan yapılan değişiklikler adı reform da olsa bir dayatmadan öteye geçemez. Prof. Dr. Fikret ŞENSES ODTÜ İktisat Bölümü üksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) yükseköğretim reformu adı altında yeni bir yasa taslağı hazırlığı içinde olduğu anlaşılmaktadır. Bu taslağın temel yaklaşımını içeren bir metin birkaç gün önce kamuoyuna da yansımıştır. Bu yazıda bu yaklaşımın sadece birkaç unsuruna ilişkin kaygılarımı belirtmekle yetineceğim. Önce birkaç noktayı anımsayalım. Son yıllarda yükseköğretim sistemi birçok yeni vakıf ve devlet üniversitesi kurularak, YÖK’ün ve hükümetin uyumlu çalışmaları sonucunda aniden ve emsali hiçbir yerde görülmeyen bir hızla genişletildi. Bu yapılırken gerekli altyapı ve yetişmiş öğretim elemanı kısıtları dikkate alınmadı; eğitim kalitesi göz ardı edildi. Yükseköğretimde okullaşma oranını artırma söylemi içinde üniversitelerimizin genelde üniversite olmaktan çıkarak sıradanlaşmasına göz yumuldu. Üniversite yönetimlerinin ve bunun doğal bir uzantısı olarak akademik kadroların, günümüz Türkiye’sine R Y damgasını vuran dünya görüşü doğrultusunda biçimlendirilmesi sürecine en üst düzeyde katkı sağlanarak girildi. Ülkemizin üst düzey bilim kuruluşları ve yükseköğretim öncesi eğitim sistemimiz de 4x4x4 olarak anılan yasa yoluyla bu süreçten, olumsuz etkileri orta ve uzun dönemde iyice ortaya çıkacak bir biçimde etkilendi. Toplumun geleceğini derinden etkileyen bu süreç boyunca, parasız eğitimde ısrarlı olmalarının bedelini özgürlüklerini kaybederek ödeyen öğrenciler bir yana bırakılacak olursa, üniversitelerimiz başta olmak üzere kamuoyu nedense cılız tepkiler göstermenin ötesine geçemedi. Bütün bu gelişmelerin doğrudan ve dolaylı bir parçası olan YÖK’ün bu metinde üniversite özerkliğinden, çokseslilikten, kalite güvencesinden bahsediyor olması en azından çelişkili bir yaklaşımdır ve inandırıcılıktan çok uzaktır. Sistem içinde çeşitlilik amaçladığı iddiasındaki YÖK’ün çok kısa bir süre önce üniversiteler arasındaki eğitim sistemi farklılık larını gözetmeden ve onlara danışmadan bütün üniversitelere bütünleme sınavı uygulama zorunluluğu getirmiş olması bu çelişkilerin en taze örneklerinden birini oluşturmaktadır. Bu metnin kısa sürede yasa tasarısına dönüştürülerek önümüzdeki ay, aslında bu konuyla ilgisi olmaması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’na gönderileceğine ilişkin duyumlarımız yeni bir oldubittiyle karşı karşıya kalınacağı izlenimi yaratmaktadır. Reform mutlaka gereklidir ancak eğitim ve eğitim reformu ciddi bir iştir, yazboz tahtası hiç değildir. Ülkenin birer can damarı olan üniversiteler ve oralarda büyük özveriyle görev yapan yüzlerce öğretim elemanı asla birer edilgen unsur sayılamaz, yeterli süreler verilerek onların görüşleri alınmadan, bütün öneriler kamuoyunda yeterince tartışılmadan ve belirli bir görüş birliğine varılmadan yapılan değişiklikler adı reform da olsa bir dayatmadan öteye geçemez. Özerklik, akademik özgürlük, kalite, fırsat eşitliği, demokrasi gibi kimsenin karşı çıkmaması gereken kavramlarla süslenen metin içinde gizlenmek istenen iki temel amaç asla gözden kaçırılmamalıdır. Bunlardan birincisi adı değişse de YÖK’ün ve üniversite yönetimlerinin daha da kalıcı bir biçimde siyasal iktidarların denetimine sokulmak istenmesidir. Örneğin, milli irade kavramının içi boşaltılarak dillere pelesenk edildiği bir dönemde en gelişmiş üniversitelerimizde dahi öğretim elemanlarının yöneticilerini doğrudan seçme hakkından mahrum bırakılmak istenmesi başlı başına bir çelişki olmanın ötesinde ibretle izlenmesi gereken bir yaklaşımdır. İkinci amaç ise yükseköğretim sistemimizi adım adım özelleştirilerek serbest piyasanın ve onun yerel ve uluslararası temsilcilerinin güdümüne, üstelik fırsat eşitliği perdesi arkasına saklanılarak sokulmak istenmesiyle ilgilidir. Önerilen finansman modelinde devlet üniversitelerinin kendi kaynaklarını kendilerinin yaratması amaçlanmaktadır. Bilimsel araştırmaların “ticari değeri yüksek” konulara, üniversitelerin ve öğretim elemanlarının da birbirleriyle rekabete yönlendirilmek istenmesi de bu piyasa yanlısı bakış açısının bir ürünüdür. Metindeki özelleştirme amacı ve piyasa vurgusu o kadar güçlüdür ki, zaten paralı eğitim veren ve sayılarındaki büyük artış sonunda devlet üniversiteleri yanında sistemin önemli bir parçası haline gelen vakıf üniversiteleriyle yetinilmeyerek bu kez özel üniversitelerin kurulmasının ve yurtdışından getirilmesinin yolu açılmak istenmektedir. 1960’lı yıllardaki özel yükseköğretim felaketinden hiç ders almayan bu yaklaşımın eğitimin önceki kademelerinde zaten çok yüksek boyutlarda olan fırsat eşitsizliğini daha da tırmandıracağı açıkça ortadadır. Kamu malı niteliği taşıyan eğitimle kâr amaçlı girişimcilik asla bağdaştırılamaz. Reform girişiminde bulunanların yüzlerini biraz da eğitimde özelleştirme furyasına kendini kaptırmamakta direnen ülkelere çevirmelerinde yarar vardır. Anılan metinde yabancı yükseköğretim kuruluşlarının ülkemizde akademik birim açmalarının bir amaç olarak sunulması da kaygı verici bir gelişmedir. Cumhuriyet döneminin genelde başarılı bir projesi olan devlet bursuyla yabancı ülkelerin önde gelen üniversitelerine öğrenci gönderme ve bu yolla yerel eğitim süreçlerini güçlendirme uygulamasını geliştirmek yerine, üstelik ülke ayrımı ve kalite vurgusu yapılmaksızın farklı bir yola girilmiş olması birçok soru işaretini beraberinde getirmektedir. Vakıf üniversiteleriözel üniversiteleryabancı yüksek eğitim kuruluşları üçlüsünün devlet üniversitelerindeki benzer eğilimlerle birlikte yükseköğretim sisteminin kısa sürede özelleşmesi ve büyük bir çöküntü yaşaması anlamına geleceği açıkça ortadadır. Bu, önemli kaynak sorunlarıyla karşı karşıya oldukları halde ülkemizin sesini uluslararası bilim dünyasında da duyurmaya çalışan gelişmiş olanlar başta olmak üzere devlet üniversitelerimizin, içlerinin boşalmasına da yol açarak gelişmelerini sekteye uğratacak bir nitelik taşımaktadır. Yükseköğretimde yapılmak istenenler, uzun yıllar boyunca ülkemizin gelişmesine önemli katkılarda bulunan kamu iktisadi teşebbüslerinin yakın geçmişimizdeki özelleştirilme sürecini anımsatmaktadır. Yükseköğretimin bütün bileşenlerini bu gelişmeler karşısında iş işten geçmeden çok daha duyarlı olmaya çağırıyor ve bunu bir görev sayıyorum. Kim Bu Adam?.. Muhtemelen Başbakan, gece Davutoğlu’nun kitabını okumaya kalktı... “Stratejik Derinlik...” Kitap kalın... Başından ortasına atlayıp arkadan da biraz öne doğru gelince gördü ki; Türkiye Ortadoğu, Asya, Balkanlar ve Afrika’da daha aktif bir rol oynamalı diyor... “Osmanlı İmparatorluğu” bir nevi... Bunu da “İslamlaşma” ile yapabilecek... Tersten okudu; evet öyle... ? Ve Davutoğlu’nu danışman yaptı... Danışınca... Barış planı hazırlayarak Suriye ile İsrail’i barıştırmaya kalktı... “Barışa çok yakınlar” dedi ki, İsrail Gazze’yi götürdü... ? Bu kez onu Dışişleri Bakanı yaptı... Yeni bakan parolasını açıkladı: “Komşularla sıfır sorun...” Ermenistan ile Bursa’da barış maçı yapıp Türk bayraklarını toplattıklarından ve törenle barış protokolü imzaladıktan sonra, az daha savaş çıkıyordu... Ermeni lobisi bastırdı, on beşinci ülke “Ermeni soykırımı tasarısını” kabul etti... ? Bu arada Azerbaycan gitti... ? İran ile ortaklığa oturdular... Türkiye, ABD ve İsrail adına kalkan koydu İran’a karşı... Molla bile “E ben ne diyeyim size” dedi... ? Sıra Kıbrıs’ta barışa geldi... “Yes be annem”den gele gele... Savaş gemileri yola çıktı, bir gemi buldular petrol arayacak diye, hortumu kısa gelince geri döndü, sonunda Doğu Akdeniz Rumlara geçti... ? Komşu kalmayınca... Bari uzak komşu olsun diye gittiler, Kaddafi’den “insan hakları ödülü” aldılar ki... Türk uçakları ve gemileri gitti bomba yağdırdı Kaddafi’nin başına, sonunda “İnsan haklarını çiğnedin” diye linç ettirdiler adamı... ? Suriye... Esad ile paslaşarak başlamıştı, şimdi toplaşıyoruz... Onlar atar... Biz atarız... Dün uçak indirilince, Rusya ile de barış sıfırlandı mı?.. ? Kısacası: Bir bataklığın içinde Türkiye... Kendi içindeki bölünmeye, parçalanmaya, biten tükenen iç barışa bakmadan “Osmanlı İmparatorluğu” olmaya kalkınca... “Stratejik derinlik”in içine düştü imam... Çıkamıyor da... ? “Stratejik derinlik” oldu size stratejik delilik... ? Pekiii... Bu Davutoğlu nereden çıktı?.. Kim gönderdi?.. Bilen var mı?.. Kim bu adam?.. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle