26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 EKİM 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 17 Ülkede İktidar, Deplasmanda Muhalefet Kuran El Değiştirdi! AKP’liler iktidara geldiğinde ellerinde Kuran vardı. Milletin elinde ise araziler, ormanlar, fabrikalar... “Bize güvenin ve gözlerinizi kapatın!” dediler.. Millet güvendi... Gözlerini kapadı. 10 yıl geçti... Milletin yarısı gözünü açmaya başladı. Baktı ki... Kendi elinde Kuran... Onların elinde ise araziler, şirketler... Gidişat, İslam âleminin özgürlük, hak ve demokrasi mareşali olmaya... Bereket versin, Çin’in Uygur Bölgesi’ne şimdilik el atmadı. Libya’dan başladı. Mısır üzerinden Suriye’ye gelip dayandı. Suriye muhalefetinin demokrasi mücadelesini beğenmedi. Özgür Suriye Ordusu’nun bu işi yüzüne gözüne bulaştıracağına hükmedince... Devreye bizzat kendisi girdi. Meclis’teki “Bu akılla gidersen askere... Belki alırsın tezkere!..” feryadına kulak vermedi. Tezkereyi çıkarttı. Tezkere demek... “Kuvvetler Ayrılığı”na son demek. Yasama, Yürütme, Yargı’dan sonra... Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri’ni de emri altına almak demek. Tezkere, elinde çekiç alan adamın her şeyi çivi olarak görmesi demek. Nitekim öyle oldu. Özgür Suriye Ordusu’nu sollayıp... Beşşar Esad ile bizzat hesaplaşmaya yöneldi. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni sınıra göndermesi bundan. Moskova’dan Şam’a giden uçakta kutulardaki tehlikeyi sezdi. Kutuların içini Amerikan istihbaratı görmüş ve kendisini uyarmış. Sınırlarımızı tabur tabur geçerek karakollarımızı bombalayan teröristleri göremeyen stratejik ortak, her nasılsa havadaki uçağın içinin röntgenini çekip sonucu ona bildiriyor. Bunun üzerine Suriye destekçisi Rusya’yı başarılı bir biçimde “aktive etmeyi” başarıyor. Barzani ile enseye tokat muhabbet aşkına Irak’la çoktan papaz olduk. İran’la şeker rengiyiz. Rusya ise Ankara’ya Putin’in GÖRÜŞ PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV Nükleer Savaş Tehlikesi mi? Kimilerine göre, ufukta ansızın patlayabilecek bir nükleer savaş tehlikesi var. Yani, kürenin koca yıkık bir köye dönüşmesi, insanlığın ortadan kalkması ve geride kalan bir avuç yaratığın ilkel bir yaşama sürüklenmesi olasılığı. Bir olasılık, ama var. Bu kaygı kimilerimizde yıllar öncesinin Soğuk Savaş koşullarında da vardı. Bu tasadan ötürü yaptıklarım nedeniyle ben otuz küsur yıl önce yedi kişilik bir “Nükleer Savaşa Karşı Uluslararası Bilimciler Kurulu”na seçilmiştim. Yediden dördü fizik ve kimyadan Nobel bilim ödüllüydü. İlk iş olarak, yedimiz birlikte Sovyet önderi Gorbaçov’a gittik, Kazakistan’da Semipalatinsk’teki yeraltı nükleer denemelerini tekyanlı, yani ABD katılmasa bile, durdurmasını istedik. Öneriyi hemen uyguladığını oraya yerleştirdiğimiz çok duyarlı aletlerden ötürü de biliyoruz. Bu yedinin ABD’li, İngiliz ve Kanadalı üç üyesi hepimiz adına aynı öneriyi Başkan Reagan’a sunmak istediler. Onlara şu yanıtı yolladı: “Sovyetler kabul etmiş olabilir; ABD nükleer denemeleri sürdürecektir.” O günlerde, ABDSovyet yarışının sıcak savaşa dönüşmemesinin bir nedeni Gorbaçov’un geri adımı içtenlikle atmasıydı. İnsanlık adına bir daha teşekkürler. Odasının kapısında beni karşıladığında Rusça birkaç söz ettiğimden, “Türkiye komşumuz; bu kurula iyi ki seçilmişsiniz” demişti. O gün yaptığımızdan ötürü bugün de kıvançlıyım. Ne var ki, benzer kaygı günümüzde gene belirdi. Doğu Bloku’nun yok oluşundan sonra “küresel düzen değişimi” Afganlılara yıllardır karabasanlar yaşattı, Irak’ı neredeyse taş devrine götürdü, Libya’yı kargaşaya attı, Suriye’ye dış müdahale ve iç savaş getirdi, TürkSuriye bomba düellosuna yol açtı, Lübnan’da AleviSünni çatışmasını alevlendirdi, İran’a karşı askeri tepki tasarıları doğurdu ve önce çevremiz ve ardından tüm dünya yabanıl bir yangına sürüklenmeye başladı. Daha kötüsü, bu gerilimin başka bölgelerde benzerleri var. Örneğin, tartışmalı adalardan ötürü ÇinJaponTayvan gerilimi tehlikeli boyutta. Üçüncü devletlerin safları belirdi. ABD sanki ‘demokratik yaklaşım’ gibi “tüm seçeneklere açığız” demekle “tüm”ün içine savaşı da sokuyor ki, bu yelpaze gerçekte uluslararası hukuku kapı dışarı etmek demektir. Sıcak çatışma tırmanınca, nükleer güçlerden biri kitle yok edici silahlara başvurabilir. 1962’de ABD, Küba ormanlarına Sovyet füzelerinin gizlice yerleştirildiğini anlamıştı. SSCB önderi Kruşçov, Küba’ya bir zarar gelirse, Türkiye’de de ABD füzeleri olduğunu söyleyerek bir benzerlik öne sürdü. Küba ve Türkiye birer savaş alanı olabilirlerdi. Halkımızın bu tehlikeden haberi olup olmadığına bir bakmak için (sonra Prof.) Tuncer Bulutay’la ikimiz Cebeci’deki Mülkiye’den Kızılay’a, oradan Sıhhiye’ye doğru yürüdük. Kimse tehlikenin farkında görünmüyor, dükkâncılar alıcı bekliyor, lokantalar buyur ediyor, analar çocukların ellerinden tutarak sakin yürüyorlardı. Ancak, Havana’ya hız kesmeden giden Sovyet gemileri açık denizde birden durunca, yalnız Müşerref HekimoğluKuvvet Başarır çiftinin “Öncü” gazetesi “Barış Kurtuldu” diye başlık attı. Diyeceksiniz ki, bugün olanlar toplu savaş sonucunu doğuracak güçte mi? Önemli olan devletlerin çıkar çatışması, gerginliğin birikimi ve silahların şiddetidir. 191418 genel savaşı bir veliahtın Saraybosna’da öldürülmesiyle başlamıştı. Ama bardağı taşıran son damlaydı. Bugün herhangi bir son damla nükleer silahları ateşleyebilir. Bugünkü tek bir nükleer bombanın gücü Hiroşima’ya 1945’te atılandan bir milyon kat daha fazladır. Konunun kuşkusuz ekonomik yanı da var. Atlantik ötesinde para düzeni büyük sarsıntıda. Avrupa’da komşu Yunanistan iflasta. İspanya, Portekiz, İtalya ve İrlanda benzer yolda. Almanya’da Şansölye Brüning 1930’larda çıkar yolu para basmada bulmuştu; o yol Hitler’i, faşizmi ve savaşı getirdi. İnsanlık açısından önemli olan birtakım siyasetçilerin devlet başkanı olmaları, Bahreyn’in ABD savaş filosunu barındırması, Libya petrolünün emperyalistlerce nasıl bölüşüleceği, Yemen’in Suudi izinden ayrılmaması, Orta Asya’daki yeni 19 ABD üssünün el değiştirmemesi, İsrail’in Kürt desteğiyle DicleFırat sularından yararlanması, ya da Uzakdoğu’daki kayalıkların Japonya’da kalması değildir. Önce, insanlığın ortak hedefini unutmamalı: Yaptıklarımız en sonunda nükleer savaşı tetiklemesin... Yoksa ne bir damla petrol, ne bir damla su, ne onları kullanacak insan kalır. götürme tirme ve Beşşar Esad’ı Suriye’ye demokrasi ge mücadelesi sürüyor. başaramadı. Suriye muhalefeti bu işi ı. ne yüzü gözüne bulaştırd Özgür Suriye Ordusu da i... gib k Kuvvetleri el koyaca Meseleye Türk Silahlı Tezkere yetkisinin resmidir! programlı gezisini iptal ediyor. Dünya artık Özgür Suriye Ordusu’nu unuttu. Türk ordusunu ve “tezkereli sivil mareşali” konuşuyor. Kontrolsüz mağrurluk her yerde. “İnsanlık ve erdem” adına çoğu zaman kantarın topuzunu kaçırıveriyorlar: “Ölen teröriste ağlamayan insan değildir!” Bu “insani” ama ziyadesiyle de “mağrur” bir cümle. Bu tek cümle, iki “mağdur” birden yaratıyor! Mağdur, gaddarlığa maruz kalan.... Mağrur ise fazlasıyla gururlu anlamında malum. Ülkemizde mağrurdan da mağdurdan da geçilmiyor. Çünkü, biri ötekini doğuruyor. Bir haftada iki örnek yaşadık: Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven. Acaba, adının Recep olmasına mı Top da Yuvarlak Gurur da... güvenerek böyle bir laf ediyor... Ama sonuçta kendini de Bülent Arınç’ı da perişan ediyor. ??? Benzer durum Brezilyalı futbolcu Alex’in başına geliyor. O da ülkenin en büyük öteki mağruru FB Başkanı Aziz Yıldırım’ı hesaba katmıyor. Ya heyecandan ya cehaletten milyonların hayran olduğu ayaklarına güvenerek karşısında bacak bacak üstüne atıyor. Yetmiyor, üstüne bir de cep telefonundan biriki “twit” atıyor. Aziz Bey de bunu gururuna yediremiyor, yıldırım olup çarpıyor. Başbakan Erdoğan, yine de Aziz Yıldırım’dan insaflı çıkıyor. Diyarbakır Emniyet Müdürü’ne de ve ona demeciyle destek çıkan Bülent Arınç’a da dokunmuyor. İki nedeni olabilir: Recep Güven’i halefi Gaffar Okan’ın başına gelen kahpe olayı anımsayarak affetmiş olabilir. Çünkü, “Gaffar”, “bağışlayan, affeden” anlamına geliyor. “Teröristler insan değil, affetmedi. Ama ben ederim!” demek istiyor. Arınç’a gelince.. Onun da şu olabilir: “Arınç, kabinedeki sözü özüne en yakın kişi. İlaç için de olsa AKP’de böyle bir insanın varlığı önemli!” Nitekim Bülent Arınç, daha önce benzer duruma düşen kimi bakanlar gibi sözünü eğip bükmüyor. Bir soru üzerine şöyle diyor: “Ben gönlümden geçeni söyleyen bir insanım. Bu, zaman zaman insanın başına iş açar. Ama gönlüm ne derse, dilimden o çıkar. Bana ne getirirse getirsin, önemli olan vicdanımın, gönlümün sözünü söylemek ve dinlemektir.” ??? AKP, 10 yıldır iktidarda. Ama bu sözleri söyleyebilecek ikinci bir kişi çıkaramadı! ‘İstanbul’un İmamı’yken... MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Faks: 0216 355 31 78 C MY B C MY B Geçen hafta “5 Ekim Cuma” günü hem Ankara’da hem de İstanbul’da görülen iki ayrı davanın “ortak” bir yanı vardı. Bu ortaklık her iki davanın da R. T. Erdoğan ile olan bağlantılarıydı. İstanbul’daki, Büyükşehir Belediye Başkanı, kendisinin adlandırmasıyla “İstanbul’un İmamı” olduğu günlere; Ankara’daki ise “Başbakan”lığının henüz “ustalık” (!) dönemine erişmediği günlerine aitti. O cuma günü Silivri’de “Ergenekon Davası”nın “240.” duruşması vardı; “16 ay” yattıktan sonra, şimdi tutuksuz yargılanan eski Organize Suçlar Şube Müdürü “Adil Serdar Saçan”ın yardımcısı A. İhtiyaroğlu tanık olarak dinleniyordu. Ankara’da aynı saatlerde, Yargıtay’da görülen davadaysa, “Deniz Feneri” soruşturmasından “el çektirilen” cumhuriyet savcıları “Nadir Türkaslan”, “Abdülvahap Yaren” ile “Mehmet Tamöz” yargılanıyordu. İlkin İstanbul’a bakalım, sonra da Ankara’ya uzanalım diyorum. Ama önce Silivri duruşmalarıyla ilgili bir iki değişime sanırım değinmek gerekir. Ergenekon’un izleyicileri öyle azaldı ki “30”u bulursa, “Eh, bugün iyi!” deniyor. “5 Ekim” günü de öyleydi. Ayrıca Silivri’de duruşmalar başlamadan önce ve bittikten sonra “1015” dakikalık bir süre içinde tutuklular 56 metre uzaktan da olsa yakınlarıyla kucaklaşırlar, dostlarıyla merhabalaşırlar; böylece birlikte olmaktan duydukları mutluluğu paylaşırlar; acılar, üzüntüler de “ortak”tır; kısacası “özgür” insanların doyasıya yaşadıkları “insancıl” bir ortam oluşur mahkeme salonunda. Ne var ki o gün, yıllardır tutuklu olan insanların yaşadıkları bu kısacık “insancıl” ortama son vermiş görevli, yetkili “insan”lar; umalım ki geçici olsun. Sanıkların salona alınmasıyla birlikte duruşma hemen başladı; “A. Serdar Saçan”, tutuksuzlara ayrılmış bölümde A. İhtiyaroğlu’nu dinliyor, ara sıra söz istiyor, tanığın söylediklerini tamamlamak, ek yapmak için, hep olduğu gibi yine verilmiyor; “Şimdi dinleyin; sonra sonra!” diye yanıt geliyor “kürsü”den. Bu davada, “PKK” terörüyle, teröristiyle savaşan askerler nasıl ki “terörist” olmakla suçlanıyorlarsa, “dolandırıcılık” mafyasıyla, “yolsuzluk” terörüyle savaşan “A.S. Saçan” da aynı “suç”larla suçlanıp yargılanıyordu. “Saçan” meslek öğreniminden sonra, “Kamu Yönetimi” doktorası yapmış, “hukuk fakültesi”ni bitirmiş; operasyonları, soruşturmaları derinliğine yapan, hukuksal çevresini iyi bilen bir “polis şefi” olarak tanınıyor; çalışmalarıyla “Emniyet” örgütünce de pek çok kez ödüllendirilmiş. Gerçekten yüzlerce “operasyon” yapmış, sonuçlarını bağlamış. Ne ki bunlar arasında başı, ucu “İstanbul’un İmamı”na dayanan “BİT” (Belediye İktisadi Teşekkülleri), “Akbil”, “Albayraklar” olarak anılan inanılmaz “yolsuzluk”ları, “soygun”ları ortaya çıkaran “operasyonlar” da vardır. Bilmem anımsar mıyız? Anımsamak ya da tazelemek için şöyle başlanabilir: “İmam”ın belediyesinin iktisadi teşekküllerinin (BİT) birçok kuruluşlarında “yolsuzluk” kokusu alınınca; “DGM” savcısının “talimatıyla”, “A. S. Saçan” operasyon başlatır. “Belediye”yi açıkça soyan “şirket”lere ulaşmaya çalışır. Belediyeden en çok “ihale” alan “Albayraklar”a dek uzandığında, yalnız “baltayı taşa vurmak”la kalmaz, “ölüm fermanı”nın yolunu da açar. Bu “şirket”, “İstanbul’un İmamı”na çok, pek çok yakındır; yakınlık derecesi daha sonra, “İmam”ın Albayraklar’dan “damat” edinmesiyle ortaya çıkacaktır. “2001”de bunlar olup biterken “AKP” de “2002”de iktidardadır; ne ki R. T. Erdoğan’a ancak “13 Mart 2003”te “Başbakanlık” görevi verilir ve hemen o gün, “Başbakan” olarak “ilk” imzasını “A. S. Saçan”ı görevinden almak için atar... Ama asıl ceza, “2008”de, “Ergenekon Davası” adıyla anılan dipsiz “Gayya Kuyusu”na atılmasıyla verilir ki, böylece “imam”ın “öc”ü, aynı zamanda bu davanın “savcı”sı olan “Başbakan”ca alınmış olur... “5 Ekim” duruşmasında, “A. S. Saçan” bir ara arkaya dönerek “boş” salona, bir “avuç” izleyiciye baktı durdu... Tam bu sıralarda da Ankara’da Yargıtay’ın “11. Ceza Dairesi”, Almanya’daki “Deniz Feneri e.V Derneği”nin Türkiye ayağını “üç yıldır” araştıran, çok “ciddi” bilgiye, belgelere, ucu yine “siyasi” tepelere uzanan “kanıt”lara ulaşan “üç savcı”yı yargılıyordu. Şöyle “2008”lere doğru dalarsak; Alman yargısının “Yüzyılın Soygunu” adını verdiği “yolsuzluğu” yapan bu dernek için hazırlanan “iddianame”de, suçlu ve şüpheliler arasında “R. T. Erdoğan”ın da adı geçtiği ve suçlamanın partisi “AKP”ye dek uzandığının basında yer aldığını anımsarız diyorum... Alman savcının, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı “ifade vermeye” çağırmayı gündemine aldığını da, dahası gelmediği takdirde “kırmızı bülten”le aranacağının dillendirildiğini de... Ayrıca bu “nitelikli dolandırıcılıkla” suçlananlar arasında olan Z. Karaman’ın oğlu ile Erdoğan’ın oğlunun eşleri kardeşti; dolaysiyle akrabadırlar, tıpkı Albayraklar’la olduğu gibi... “Üç savcı”, çalışmalarını sona erdirebilseydiler, Erdoğan’ın “aile”ce yargılanacağından bile söz ediliyordu. “A. S. Saçan”, bir gün “T. Özkan”a, “Kendileri için bedel ödediklerimiz bizleri anlayabildiler mi acaba?” diye sormuştu; bu soru “üç savcı”mız için de geçerli midir? Ne dersiniz? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1/ Manisa’nın Salih 1 li ilçesinde bir kaplıca. 2/ Sınır nişa 2 nı... Otlayan hayvan 3 sürüsü. 3/ Bir yolun 4 yokuş olan bölümü... Asya’da yaşayan ya 5 banıl bir keçi. 4/ Ür 6 güp yöresinde ayva7 dan yapılan marmelata verilen ad. 5/ 8 Asya ile Avrupa’yı 9 ayıran dağ sırası... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Yüz metre kare tutarında yüzey ölçüsü birimi. 6/ 1 S A L D I R M A Olumsuzluk belirten bir 2 Ö Ğ E S A U N A önek... Üzeri yazılı kâğıt. 7/ 3 L A V İ S T O R Herhangi bir bilim dalında 4 P A Ş I T T A yazılmış olan yazı ya da ya 5 Ü S A S I R B pıtların tümü. 8/ Uygun, 6M A Ş R I K M A denk... Batı Karadeniz Böl7 E K E N H İ N gesi’nde, “ulusal park” kapsamına alınan bir dağ. 9/ 8 K A L T A B A N F A K U P E S Rütbesiz asker... Saray ve 9 konaklarda kadınlara ayrılan bölüm. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Antalya’da, doğal güzelliğinden dolayı “tabiat parkı” kapsamına alınan şelale. 2/ Mersin’in Silifke ilçesinde antik bir kent... Bir hükümdara vergi veren halk. 3/ Roket ve füzeleri fırlatmaya yarayan düzenek... Azerbaycan ve Kars yöresinde yaygın telli bir çalgı. 4/ Halk dilinde domates salçasına verilen ad. 5/ Yirmiden fazla dili kapsayan bir dil ailesi... Utanç duyma. 6/ Sodyum elementinin simgesi... Tek yaprak kâğıt. 7/ Edebiyat. 8/ “Turgut ”: Şairimiz... Madenci ocağı. 9/ Kahraman, yiğit... İstanbul’un Üsküdar ilçesinde bir semt.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle