23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 OCAK 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Mısır Halkı ‘Demokrasi’de Israrlı mı? Ecevit’in Uyarıya Çağrısı... “Tarihte iktidardan ayrılmaya razı olmayan, iktidarda tutunabilmek için başka çaresi kalmayınca da vatandaşın temiz din duygusu üzerine saltanat kurmayı göze alabilen, bir siyasi zümre gene vatandaşın din duygusunu alet ederek, her alanda, hayatın her kesiminde ve siyasi hak ve hürriyetlerden (fırsat ve imkân bulduğu gün) vicdan hürriyetine kadar bütün hürriyetlerde, her tahribatı gözünü kırpmadan yapabilmiştir.” Bülent Ecevit 2 Nisan 1958 tarihli yazısında böyle diyordu. Demokrat Parti’nin sona yaklaştığı bir dönemde yazılmış bir yazı... Din sömürüsünü son umut olarak benimsemeye başlayan Menderes hükümetine bir uyarı, daha da çok yurttaşlara... ??? Hiç de eskimiş bir yazı değil, on yıldır iktidarda olan AKP’nin iktidarda kalmak heveslerinde kolaylıkla kullandığı ve daha kullanacağı!.. Bülent Ecevit o günlerde CHP’nin genç bir milletvekili idi. Bir gazeteci olarak tehlikeyi görüyordu. “Devrimci bir kuşak yetişmiş, aşılan yoldan bütün bütün geri dönülmesine imkân verecek köprüler yıkılmış olsa bile, devrimlere karşı sürekli bir tahrip hareketi, henüz önümüzde bulunan uzun yolda gerekli hızla ilerlememizi elbet önleyebilir.” ??? Ecevit’in korkusu genç yaşında başlamış, ömrü boyunca aynı endişeler içinde yaşamış! Milletvekili, Başbakan olarak en güçlü görevlerde de!.. Devrimi önleyen, önlemeye kalkan, sonunda Cumhuriyet devrimlerine karşıt bambaşka bir cumhuriyet kurmak hesapları, bütün bütün kesilmemiş, adım adım, Erbakan’ın ya da Pensilvanya’daki hoca efendinin dilediği gibi devletin tüm yönetimini ele geçirme gerçekleşmeye doğru gidilmiş ve adaletiyle, askeriyle, malıyla mülküyle, iktisadi bunalımlarıyla, her türlü gerilemeleriyle, bir toplum oluşturulmak istenmiş... ??? Bizler de bunu görmüştük, yazmıştık; o 60 öncesinde gidiş tersti, Mustafa Kemal devrimleri geriliğin yolunu kesiyordu, bu yüzden yıkılmalıydı. ??? Devrimci Bülent Ecevit, birkaç kez Başbakan oldu, ama bu gerileme eylemlerine dur diyemedi. Şimdi onun yıllar önceki uyarısını okurken acı acı gülümsüyoruz: “Bu tehlikeye karşı uyanık olmak, mücadeleye hazır olmak, iyi niyetli, sağduyulu ve kendi kendine saygılı her insanın, insanlık borcudur. Çünkü ancak bu borç ödendiğinde insanca yaşanabilir.” Şunu hiç “göz ardı” etmemek gerekir: Batı denilen “sistem”, içinde arada birbirine “hırlayan” öğeler de olsa, topluca bir çıkar ortaklığına dayanır. Bunun adı “emperyalizm”dir. Aydın AYBAY . Mısır halkının böyle bir derdi olduğu kanısında değilim. Yeniden Tahrir Meydanı’na Çıkış nedeni, ABD’nin “kışkırttığı” ilk çıkıştan sonra ortaya çıkan fotoğrafın ABD’nin amacına uygun olmayışıdır. Gayet ustalıkla dünyaya yaydıkları haber resimlerinde de anlaşılacağı gibi onların derdi, emellerine uygun olarak Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi projesine aykırı yapıların imha edilmesidir. Anlaşıldığına göre ABD yönetimi, Mısır’da ayaklanma sonunda oluşan ‘Askeri yönetim’den memnun değildir. Onun için “demokrasi” adına yeniden kışkırttıkları halkı, ulusalcı yanıyla, emperyalistlerin emirlerini dinlememesi olasılığı olan askeri iktidar odağını yıkmaya yönlendiriyorlar. unun için de halkı kışkırtıp ülkenin Osmanlı’dan ayrılıp devlet olduğu zamandan beri hiç “yaşamadığı” (Batı’nın siyaset bilimcilerine göre ithalatı ve ihracı da mümkün olmayan) ‘Demokrasi’ rüyasının tuzağına düşürüyorlar. 2. Bu oyun Libya’da kolayca tuttu ve uygulandı. Kaddafi denilen diktatör, diktanın korunması ve devamı için ciddi bir polis ve ordu gücüne sahip olmak gerektiğini bile anlamayan, bilmeyen şov meraklısı bir budala olduğu için bir “fiske” ile yok oldu gitti. Bu arada, anlı şanlı Batı basını ve AB, “Komşuda pişer bize de 1 B düşer” diyerek olayları maç seyreder gibi izledi. Hiçbirinin aklına NATO’nun Sovyetler’e karşı kurulmuş bir örgüt olduğu da gelmedi; bir tek bir başbakan bunu sorgulayacak oldu (kimdir bu bilin bakalım!), onu da “Sen sus, büyüklerin işine karışma, haddini bil” deyip susturdular; hatta, uçağını, gemisini bile kullanmayı başardılar. 3. Demokrasi hayranı Batı, TV’de bol bol izlettikleri Libya’daki “çapulcu alayı” görünümündeki eli silahlı mücahitlerin(!) demokrasi adına, onbinlerce mermiyi havaya sıkarak kullandıkları, her biri binlerce dolar eden silahları nereden tedarik ettiklerini, değil sormak, merak bile etmedi. İlk aşamada mücahit(!) takımının lojistik ihtiyacı binek arabaları ile gerçekleşirken Kaddafi’nin taraftarlarının direnişi biraz artınca, önce (yine kimin tarafından tedarik edildiği belli olmayan) mücahitlerin kullandıkları topları da olan “zırhlı arabalar” peyda oldu. Ardından da NATO uçaklarının destek atışları! NATO’nun “demokrasi adına yaptığı” bu bombalamaların (ki Libya halkını kurtarmak için yapılıyordu) kaç Libyalıyı ‘demokrasiye’ kavuşmadan, cennete yolcu ettiği bile açıklanmadı. 4. Şimdi sıra geldi, Ortadoğu’ya yeni ve “elverişli” bir şekil verme planında yer alan Suriye’ye. Yöntem aynı: Kendilerinin parmağı bile yaralanmadan, halkı (uzun süreden beri toplanan istihbari bilgilere göre) ikiye ayırmak; sonra birbiriyle vuruşturup “demokrasi” namı altında kendilerine itirazsız hizmet verecek siyasal yapıyı oluşturmak. Anlaşıldığına göre bu iş için planladıkları iç güçler çarpışması yetersiz kaldığı için bir “taşeron”a ihtiyaç var. En yakın aday olarak da Türkiye’yi gözlerine kestirmişler. Yani bizi, Suriye’deki güçlü ordu kesimi ile (Suriye’ye demokrasi götürmek bizim de işimizmiş gibi) “kapıştırmak”! Bizim yönetimdeki zevat bir yandan bu tertibe destek verir gibi, “cartcurt” edip kılıç şaklatırken öte yandan, böyle bir “macera”ya karşı çıkacak güçleri hesaba katıp bir türlü “bismillah” diyemiyor. “Hadi yahu, başlayın” diyen medyadaki ve siyaset tarlasındaki, sonuçta neler olacağını anlama yetisi olmayan destekçi “andavallı” takımı ise bu konudaki ısrarlarını sürdürerek bu yıkıntının ardından “sıranın kime gelmiş olacağını” bile kestiremiyor. 5. Şunu hiç “göz ardı” etmemek gerekir: Batı denilen “sistem”, içinde arada birbirine “hırlayan” öğeler de olsa, topluca bir çıkar ortaklığına dayanır. Bunun adı “emperyalizm”dir. 1970’te Londra’da dolaşırken ünlü Earl’s Court semtinde bir beyaz duvar üzerine kocaman harflerle yazılmış bir yazı gördüm: “Öldür Arap’ı, al petrolü.” Anlaşılan şimdi petrolü ele geçirmek için Arap’ı kendileri yerine, ahalinin içine “fit sokup” birbirlerine öldürtüyorlar. Bu örneğe göre, öve öve bitirmedikleri bizim yönetici takımına niçin bu kadar yakınlık gösterdiklerini iyi tahlil etmemiz ve ihtiyatlı olmamız gerekir. Bu ölçüde takdir görmek ve “muhabbet” pek hayra alamet değildir. Anayasayı Okumayı Bilmiyor, Nasıl Yazacak?.. Anayasayı herkes gibi okuyamadı bir türlü... ? Diyelim ki; geçen sene referandumda anayasaya Cumhurbaşkanı’nın görev süresini “5 yıl” diye yazdılar... Bu yıl “7 yıl” diye okudular... Çünkü 5 yıl olursa, Tayyip Erdoğan’ın Başbakanlık süresinin sonuna denk düşmüyor, biraz kısa geliyor... 5 artı 5 olursa, o da biraz uzun geliyor... İkisinin ortası 7 olsun istedi... “Anayasanın nasıl yazıldığı önemli değil, nasıl okunduğu önemlidir” diyerek hocaları çağırıp okuttu... “5 yazılı” dediler... Beğenmedi tabii... Ters çevirtti kitabı: “Ne oldu?..” “S...” “Yan yatır bakalım... Bir nevi ne çıktı?..” “Çömelmiş deve...” İki şaşı milletvekili de bakıp “5” deyince... Komisyon kuruldu... ? Ya da diyelim ki, Laiklik ilkesi anayasada yazılı... Okudu... Demek anladı ki, gidip Mısırlılara anlattı... O günden bu yana Araplar birbirlerini öldürüyorlar, bunun laiklik tarifini birbirlerine izah etmek için... ? Yine misal: Genelkurmay başkanlarının “görevleri ile ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan’da yargılanmaları” anayasada açık seçik yazılıdır... Bu okudu... Beğenmedi... Kekeme milletvekilini çağırdılar... Kekeme daha “S... s... s...” derken, götürüp “Silivri’ye” kapattılar o gece, eski Genelkurmay Başkanı’nı... Kekeme “S...s...selamünaleyküm” diyemeden... ? Bu iktidar anayasa yapamaz... Yapmamalı da... Türkiye’de hukuku bitirenlerin, yargıyı çökertenlerin, adaleti ortadan kaldıranların yargılanmaları gerekirken, bir de oturup anayasa yapmalarına fırsat verilmemeli... Katkıda bulunan, destekleyen ya da tepki göstermeyen herkes ise, en az onlar kadar sorumludur... ? Anayasayı okumayı bilmiyor... Nasıl yazacak?.. Van Gerçeğini Unutmamak Daha birkaç ay öncesine kadar bu ülkenin ve Doğu Anadolu’nun sayılı büyük kentleri arasında yer alan Van, bir deprem felaketiyle çok önemli birikimlerini yitirmek durumunda kaldı. Bu olay bu ülkedeki bütün kentlerin başına gelebilecek bir olaydır. Artık ders çıkarmak zorundayız. Erdoğan TOPRAK CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İstanbul Milletvekili Hem oradaki insanlarımızın rahata kavuşması için hem de yeni depremlerin yaratacağı yıkımları en aza indirmek için. Daha birkaç ay öncesine kadar bu ülkenin ve Doğu Anadolu’nun sayılı büyük kentleri arasında yer alan Van bir deprem felaketiyle çok önemli birikimlerini yitirmek durumunda kaldı. Bu olay bu ülkedeki bütün kentlerin başına gelebilecek bir olaydır. Artık ders çıkarmak zorundayız. Önce hep birlikte Van’ın yaralarını sarmaya devam etmeli, diğer yandan olabilecek depremlere en kısa sürede hazırlanmalıyız. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak hem Van özelindeki sorunların çözümünde hem de ülke genelinde olası bir depreme hazırlanılmasında gereken her türlü desteği vermeye hazırız. Bu kadar büyük bir sorunun altından ancak en geniş işbirliği ile çıkılabilir. Kimse bu gerçeği göre göre partizanca bir tavır ve popülist bir yaklaşım içinde olmamalıdır. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu samimiyet ve kararlılıktayız. H er deprem sonrası ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu hatırlarız. Ancak ne depreme hazırlık konusunda ne de deprem sonrasında yapılacaklar konusunda ciddi bir aşama kaydetmediğimizi Van depremi ile bir kez daha gördük. Bu kadar can kaybına, yaşanan onca trajediye ve biten hayatlara rağmen deprem gerçeği her defasında unutuluyor. Diğer yandan depremle birlikte kentlerin ekonomisi çöküyor, ticari yaşam bitiyor ve sadece yaşamak, ayakta kalmak için bir mücadele başlıyor. Ne deprem öncesine ne de deprem sonrasına ilişkin ciddi bir program, plan ve kriz yönetme becerisi olmadığı için her defasında aynı şeyleri tekrar tekrar yaşamak zorunda kalıyoruz. Bütün bu olumsuzlukların üstesinden gelmek, depremi sürekli bir biçimde gündemde tutmak için Van depremini çok iyi anlamalı ve o çerçevede yeni hareket tarzları geliştirmek zorundayız. Kendisini tekrar eden söylem ve eylemlerle yol alınmadığını Van’da görmek mümkün. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile birlikte Van’a gidişimizde aslında hükümet çevrelerinin söylediği ve göstermeye çalıştığı tablodan çok daha farklı ve can yakıcı bir tablo ile karşılaştık. Bizim parti olarak Van depremi konusunda ortaya koyduğumuz tavrın birçok nedeni bulunmaktadır. İlk olarak biz toplumda deprem konusunda bir farkındalık yaratma çabasındayız. Van’a en çok giden Genel Başkan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Sürekli olarak kente milletvekili gönderen ve düzenli rapor hazırlayan parti Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Van’a gitmeyenler ya da oradaki trajediyi tahmin etmeyenler için bu çabamız belki olumsuzlanabilir ancak oraya gittiğinizde başka bir dünyanın ve yaşamın içinde buluyorsunuz kendinizi. Bu yüzden Van’a gidenlerin Van’ı unutması mümkün değildir. Korkunç soğuğun ve kışın ortasında çadırda yaşıyorsunuz. Ya tüple ya da kalitesiz kömürle ısınmaya çalışıyorsunuz. Bir yandan da çadırın yanmaması için sürekli teyakkuzdasınız. Yemek ve içme suyu sorunu varlığını koruyor. Kısacası gündelik yaşam pratikleri bin bir zorlukla yerine getirilebiliyor. Evlerinde kalanlar korkuyor, çadırda kalanlar korkuyor. Öğrenciler ve öğretmenler hâlâ o deprem psikolojisinden çıkmış değiller. Özellikle Erciş’e gittiğimizde oradaki ücretli öğretmenler ne tür zorluklar içinde yaşadıklarını, depremin olumsuz etkilerinin üzerine bir de ücretin yetersizliği ve atanamama durumunun kendilerini ne kadar yıprattığını anlattılar. Tabii yaşanan bütün bu olumsuzluklar içinde göç kaçınılmaz bir tercih oluyor. Van’daki resmi otoriteler Van nüfusunun % 30’unun yani 180 bin kişinin göç ettiğini söylüyorlar. Oradaki yurttaşlarla sohbet ettiğinizde her toplumsal kesimin ne kadar büyük sıkıntı içinde olduğunu görüyor ve yapılan yardımların ne kadar yetersiz olduğunu anlıyorsunuz. Küçük işletmeler ciddi sıkıntı içinde bulunmakta. Küçük ve orta boy işletmeler yeterli desteği alamamaktan dolayı sıkıntılı. Diğer yandan kiracılar mevcut yasalar nedeniyle korkunç sıkıntı içinde. Gerek afet gerekse imar hukukunda mülk sahibinin esas alınması kiracı konumundaki yurttaşların sıkıntılarını daha da çekilmez bir boyuta getirmiş. Kısacası sağlıktan eğitime; ticaretten sanayiye her alanda büyük bir çöküntü yaşanmakta ve bunu gidermek için ciddi bir plan, proje ve yol haritası ortada bulunmamaktadır. Bütün bu sorunları ülke gündeminde tutmak ve bu sorunların çözümüne ilişkin bir destek sağlamak için parti olarak Van’ı sürekli gündemde tutacağız. Çünkü Türkiye, Van’dan gerekli dersi çıkarmadı ve hala çıkarmak içinde bir çaba göstermiyor. Hâlâ kentlerimizde yeni yapılan yapılar deprem gerçeği üzerinden tasarımlanmıyor. Eski binalar deprem için dayanıklı hale getirilmiyor. Kısacası bütün bir ülke olarak depremden gerekli dersleri yaşanan onca felakete rağmen çıkaramıyoruz. İşte bu yüzden Van gerçeği sürekli bir biçimde gündemde tutulmalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle