19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 13 Roland Dumas, Mitterrand döneminin efsane Dışişleri Bakanı ve bir ara Anayasa Mahkemesi başkanlığı da yapan yetkin bir hukukçudur. Adı silah satışıyla seks şantajının devlet düzeyinde iç içe girdiği bir skandala karışıp kendisinden gerçekten nefret eden iki kadın yargıçla yıllarca boğuşmuştur. Bu davalardan aklanarak çıkmasına karşın, uzun süren yargı sürecinde Roland Dumas’nın politakadan önce uzaklaşmasına, sonra da emekli olmasına yol açtı. Kendisini mahkum ettiremeyen kadın yargıçlardan Eva Joly, bugün Fransız Yeşiller Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı. Çapkınlıktan olmasa bile politikadan zorla emekli ettiği yaşlı kurt Roland Dumas ise, geçen ay “Darbeler ve Yaralar” başlıklı bir anılar kitabı yayımladı. Ne tuhaftır ki Dumas’nın becerilerini sergilemek için yazdığı anıları, Dışişleri Bakanı olarak kazandığı “efsane”yi hiç de hak etmediği gibi yarı cahil bir oportünistten ibaret olduğunu ortaya koyuyor. Ama kitabın daha da aydınlatıcı yanı, “çapkınlığın” politikacılar nezdinde, salt ulusal değil, uluslararası politikayı belirleyecek bir ağırlığı olduğu. En azından Fransa’da böyle, ama saptamanın pek çok ülke için de geçerli olduğunu düşünüyorum. Roland Dumas’nın anılarından, Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın metresiyle görüşmeyip eşi Danielle ile ahbap olduğu, kendisinin de dışişleri bakanlığı sırasında Danielle Mitterrand’ın etkisinde kaldığı için Türkiye’ye düşman bir politika izlediği Fçapkınlığı tescilli politikacıları arasında rahatça ilk üçe giren ransız siyasal tarihinin Öncü Politikada Yöncü Çapkınlık Fotoğraf: DANIEL COLAGROSSI anlaşılıyor. Danielle Mitterrand niye Kürtlere dost, Türklere düşmandı derseniz, onun da yanıtı sevgililerinden birinin adı bende saklı bir Kürt yönderi olup, kendisine yatay sohbetlerde Türkiye nefreti aşılamasıydı, derim. “Madam” Danielle Mitterrand, Türk gazetecileri yıllarca peşinden koşturduktan sonra 1995 yılında Türk basınından ilk kez bana röportaj vermek gafletinde bulundu. Gururla söyleyebilirim ki, pişman oldu! Yetmedi, 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanması çerçevesinde bizi karşı karşıya getiren Fransız televizyonlarında, kendisini Ama bugün madem çarşamba, Türkiye düşmanlığından emekli “Madam”, Danielle Mitterrand’ın evinde besleyip ücretini cumhurbaşkanı kocasına ödettiği bir âşığını, Roland Dumas’nın kaleminden okuyalım: “Danielle’in çok uzun süreden beri özel bir Cimnastik öğretmeni vardı. Jean, evde her işe yarardı. Kapıyı açar, alışverişi yapar, arabayı yıkar ve Nievre milletvekili, müstakbel cumhurbaşkanını istasyona götürüp getirirdi. ‘ G ’ öylesine madara ettim ki, o günden öteye Türkiye hakkında söyledikleri kimse tarafından ciddiye alınmaz hale geldi. Tatillerini de ailenin Latche’deki yazlık köşkünde geçirirdi. Mitterrand’ların iki oğlunun amcası gibiydi, onlara kayak öğretir, dağ gezintileri yaptırır, patırtı kopacak toplantılarda da ‘ağabeyi’ Mitterrand’ın yakın korumalığını üstlenirdi. Danielle, ‘Jean, kocama göz kulak olunca içim rahat ediyor,’ derdi. Zaten Jean da hanımını sevdiği kadar Mitterrand’ın da hayranıydı. Onu rakip politikacılara karşı uyarır, hangi mitingde kimin muhalefetiyle karşılaşacak, önceden haber verirdi. Asla ‘rakip âşık’ konumuna oturmadı ve talip olmadı. Bievre Sokağı’ndaki evde, herkesin ayrı odası vardı. Danielle birinci katta, François (Mitterrand) çatı katında, Jean da müştemilatta uyurdu. Zaten Mitterrand, bu konuda gayet kalender olup, ‘Kendime izin verdiğim bir eylemi, karıma yasaklamaya hakkım yok!’ derdi, açık açık. Olaya bu zarif yaklaşımı, Mitterrand çiftine öylesine geniş bir özgürlük tanıyordu ki, durumdan bir Claude Sautet filmine senaryo çıkabilirdi! Çoğu sabah, Mitterrand’la kahvaltı ederdim. Danielle benim geldiğimi öğrenince hemen iner, bize katılır, bana Türkiye’deki Kürtler hakkında bitmez tükenmez öğütlerini sıralardı. Danielle, Kürtlerden söz ederken coşar, kocası ‘Sakin ol,’ diye uyarmak zorunda kalırdı. Evlilik dışı öteki ailesinin varlığı, resmi eşinin siyasete karışmasına tahammülünü gerektiriyordu…” Nasıl sevgili okurlar? Çapkınlığın politika belirleyici ağırlığından söz ederken, haksız mıyım? “Karısına inanan aldan ır, inanmayan aldatılır.” FRANSIZ ATASÖZÜ Nereden Nereye anielle, “DtoplamakFranceLibertes Vakfı’na para için kocasına yakın tüm bakanları ve işadamlarını, haraca bağlamıştı. Cumhurbaşkanı Mitterrand da hem karısı oyalanıp başımıza bela kesilmesin, hem de vakıf bir işe yarasın diye desteklediği haraç parası için dostça baskı yapardı. Danielle’in isteği üzerine Dışişleri Bakanlığı’nda insan hakları konulu basın toplantıları düzenlerdim*. Gönülsüz değildim, çünkü Danielle benimle çok tatlıydı. Ben de bu toplantılarda ona Dışişleri’nin söyleyemediklerini söyletiyor, sonra da ‘Bakanlık’ın resmi görüşü değildir’ deyip işin içinden çıkıyordum.” *Ç.N.: Roland Dumas’nın sözünü ettiği toplantıların dörtte üçü, Türkiye’yi yerin dibine batırıp Avrupa’da Kürt ayrılıkçılığına kamuoyu desteği oluşturmaya yarıyordu! Türk Ceza Kanunu’nun 12 Nisan 1991 günü kaldırılan 141. madde, 1. fıkrasını anımsıyor musunuz? Şöyleydi: “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmeye matuf cemiyetleri her ne suret ve nam altında olursa olsun kurmaya tevessül edenler veya kuranlar veya bunların faaliyetlerini tanzim veya sevk ve idare edenler veya bu hususta yol gösterenler sekiz yıldan on beş yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar. Bu kabil cemiyetlerin birkaçını veya hepsini sevk ve idare edenler hakkında ölüm cezası hükmolunur.” Yukarıda belirtilen eylemlerin propagandasını yapanlar için ise 142/1 uygulanır, “Sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya veya memleket içinde müesses iktisadi veya sosyal temel nizamlardan herhangi birini devirmek veya devlet siyasi ve hukuki nizamlarını topyekun yok etmek için her ne suretle olursa olsun propaganda yapan kimse beş yıldan on yıla kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılır(dı).” Türk Ceza Kanunu’na Mussolini’nin 1931 tarihli faşist “Yeni İtalyan Ceza Kanunu”nun 270 ve 272. maddelerinden alınan, çeşitli değişikliklerle 55 yıl yürürlükte kalan bu maddeler nedeniyle binlerce sosyalist gözaltına alınmış, tutuklanmış, işkencelerden geçirilmiş, ağır hapis cezalarına çarptırılmıştı. Faşist İtalya’da olduğu gibi Türkiye’de de bu yasa maddeleri “müesses nizam” (kurulu düzen) kavramında saklı “kapitalist düzen”in hukuki güvencesiydi. Kapitalizmin ya da kapitalistlerin çıkarları söz konusu olduğunda bu yasalar devreye girer, sosyalistlerin, yurtseverlerin ensesinde boza pişirilirdi. Tepemizde “Demokles’in kılıcı” gibi asılı duran bu maddelerden payını almayan hemen hiçbir sosyalist yoktu. Düzeni değiştirmek, bir başka deyişle kapitalizmi tasfiye etmek (ki buna düzeni yıkmak da diyebilirsiniz) bugün olduğu gibi dün de her sosyalistin başlıca ideolojik/siyasal hedefiydi. Ne var ki bu hedef doğrultusunda atılan her adımın bir bedeli vardı; sosyalistler yola çıkarken bu bedeli ödeyeceklerini hesaba katmak zorundaydılar. Örneğin, işbirlikçi kapitalizmin palazlanmaya başladığı 1960’lı ve 1970’li yıllarda yabancı sermayeye, dolayısıyla ülkenin kaynaklarının emperyalizme peşkeş çekilmesine karşı çıkmak büyük suçtu. Ne var ki emperyalizm ülkede kök saldıkça tepkiler de çoğalıyor, mitingler, sokak gösterileri düzenin egemenlerini huzursuz ediyordu. 12 Eylül 1980 darbesi, müesses nizam/kurulu düzen açısından özünde bir “huzur operasyonuydu”. Bu operasyon sürecinde 650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü. 171 kişi işkenceden öldü. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, açılan 210 bin davada 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. 71 bin 500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden, 98 bin 404 kişi de “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargı karşısına çıktı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi. 18 bin 525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına gitti. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. Sosyalist partiler kapatıldı, kitaplar toplatıldı, sosyalist gazete ve dergiler yasaklandı. Gazetecilere toplam 3 bin 315 yıl hapis cezası verildi. 19801985 yılları arasında 22 bin 912 kişiye 01 yıl arası, 10.784 kişiye 15; 6 bin 186 kişiye 510; 2 bin 396 kişiye 1020 yıl arası, 939 kişiye 20 yıl üzeri ceza verildi. 630 kişi müebbet cezası, 420 kişi de ölüm cezası aldı, 47 kişinin cezası infaz edildi. Ve ülkemize huzur geldi. Bu “huzur ortamında” bankalarımız, sigortalarımız, borsamız, limanlarımız, madenlerimiz, enerji tesislerimiz; telefon şebekelerimizden alkollüalkolsüz içki sektörümüze, demirçelik sanayimizden medya sektörüne kadar neyimiz varsa emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalizmin egemenliğine girdi. Artık evrensel güçlerin Ortadoğu’daki payandası olarak dört bir yanda at koşturuyoruz. Fakat olan bitenler kimsenin umurunda değil. Bu düzeni eleştirmek neredeyse ayıp sayılıyor. Düşünüyorum da, nereden nereye gelmişiz diyorum. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK N O K T A S I [email protected] Depremde Eski Tas Yeni Hamam En gelişkin bölgemizi yıkan büyük depremin 12’nci yıldönümünde medyadaki programları izlediniz mi? Uzmanların açıklamalarından çıkan özet şu: “Eski tas, yeni hamam..” 17 Ağustos 1999’daki 7.5’lik sarsıntının felakete dönüşmesinde başlıca nedenler şunlardı: 1 Plansız yapılaşma ya da şehirciliği ve yer bilimlerini hiçe sayan “sözde” planlı yapılaşma. 2 Denetimsiz inşaat ya da denetim adına hiçbir şeyin yapılmadığı “sözde” kontrollü yapılaşma. egemenliği öyle düzeydeki, depremde çökmeyen eski ve geleneksel yapılar bile yıkılarak betonarmeyle sözde restore ediliyor... Geçen süreçte kimi küçük depremlerdeki can kayıplarının da çöken betonarme tabliyelerden meydana geldiğini hâlâ kimse umursamıyor. Depremden sonra “korku”yla azaltılan yapı yükseklikleri yeniden çoğaltıldı. Herkes “Türkiye gerçeği”ni değil, Japonya’daki tsunamiyi konuşur oldu... İşte bu durumu “eski tas, yeni hamam” olarak özetlemek, belki de en gerçekçi değerlendirme değil mi? Peki, “yeni hamam”da neden hâlâ eski ve delik deşik taslarla yıkanıyoruz? TBMM özellikle 2000’lerden bu yana yasama rekorları kırıyor. Buna karşılık kentleşmede “şehirciliği gözeten planlama” disiplini; yapı denetiminde ticari amaçlar yerine “kamusal sorumlulukların önemsenmesi”; inşaatlarda depreme dayanıklı “geleneksel sistemlerin geliştirilmesi”; böylece insanları öldürmeyen “hafif”leştirilmiş tabliyeleri sağlayacak yasal ve teknik düzenlemeler neden yapılmıyor? Yanıtı açık ve kesin. Bütün bu önlemler inşaat ve emlak rantını “kısıtlayan” kurallar getireceğinden, ekonomimizi aynı rantlara tutsak kılan siyaset, yeni hamamında “tas değiştirmek”ten asla vazgeç(e)miyor. Son zamanlardaki imarla ilgili tüm düzenlemelere bakın. Yaklaşan büyük depremin bilançosunu tahmin etmek falcılık olmayacak. Yazık bu ülkeye, yazık insanlarımıza ve hepimize... (Depremden neden ders almadığımızı bu akşam 20.30’da Ulusal Kanal’daki İmar Dosyası’nda Doç. Dr. Oğuz Gündoğdu’yla konuşacağız.) Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] Nedeni belli BULMACA SEDAT YAŞAYAN Ne söylense tersi yapılıyor. HARB SEM H POROY 3 Betonarmenin cahilce egemenliği ya da en basit kulübenin bile betonarmeyle inşa edilmesi... Böylece on binlerce insanımız (kesin kayıp sayımız hâlâ bilinmiyor) ağır beton tabliyelerin altında ezilerek yaşamlarını yitirdiler. Bu nedenlerin giderilmesi için 12 yılda nelerin yapıldığına gelince: 1 Plansız kentleşme ya da şehirciliği ve yer bilimlerini hiçe sayan sözde planlı yapılaşma, “torba kanunlar”daki yeni düzenlemelerle artarak sürüyor. 2 Yapı denetimi bu işin ticaretini yapan şirketlere havale edildiğinden, para kazanmak için her türlü dalaverenin döndüğü “sözde” kontrollü yapılaşma almış başını gidiyor. 3 Betonarmenin cahilce HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Virüslerin incelenmesini konu edinen bilim dalı. 2/ Lokmanruhu... Ankara yöresine özgü bir tür puf böreği. 3/ Radyo dalgalarının yankısını alarak cisimlerin yerini ve uzaklığını saptayan aygıt... Maden külçelerinin eritilip arındırılması. 4/ Japonlara özgü çiçek düzenleme sanatı. 5/ Uluslararası Para Fonu’nun simgesi... Tüberküloz. 6/ “Hayır” anlamında kullanılan söz... Erkek balığın tohumu. Bir cetvel türü. 7/ Halk şairi... Dolma yapmak için hazırlanan karışım. 8/ “Git, defol” anlamında argo sözcük... Ağızda güç eriyen bir şeker cinsi. 9/ Kışın sisli havalarda ağaç dallarını, toprak çıkıntılarını kaplayan buz tabakası... Satrançta özel bir hareket. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Narçiçeği rengi. 1 2/ Verme, ödeme... Domuz yavrusu. 3/ 2 Son dönem Os 3 manlı ordusunda, 4 askerlik görevini bitirdikten sonra ye 5 değe ayrılan er... 6 Kimi hastalıklara 7 karşı bağışıklık sağlamak için vücuda 8 verilen eriyik. 4/ Bir 9 tarım aracı... Kalay 1 2 3 4 5 6 7 8 9 elementinin simgesi. 5/ Çeşitli dans ve oyunlardan 1 P O R T L A N D oluşmuş, zengin görü 2 İ M A R E T R A nümlü sahne gösterisi... 3 R K İ Ş İ N E V “Doğar midelerden 4 İ B İ Ş K A Z A nur topu ihtilaller” (F.N. 5 F E T İ Ş K İ T Çamlıbel). 6/ İlkel bir si6A R N A G A N A lah... Yazılı olan şey. 7/ Y A R R Bir tür dokuma tezgâhına 7 N A Z 8 İ Y O T L A L A ve bu tezgâhta dokunan A N A V A T A çok karmaşık desenli ku 9 maşa verilen ad... Kayısı, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu. 8/ Sevgide aldatma... Bir nota. 9/ Yurdumuzda da yaşayan küçük bir kuş. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle