19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 TCMB döviz cinsi zorunlu karşılıklarda beklenen indirimi yapmayınca İMKB günü yüzde 1.64 kayıpla tamamladı Merkez ‘bekle gör’ü seçti Ekonomi Servisi Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı başkanlığında toplanan Para Politikası Kurulu (PPK) politika faiz oranını yüzde 5.75’te sabit bırakırken döviz cinsi zorunlu karşılık oranlarında da değişikliğe gitmedi. Faiz oranlarında hemen bir indirim beklemeyen piyasa, dövizde likiditenin arttırılması için bu toplantıda zorunlu karşılık oranlarının düşürülmesini umuyordu. Kurul, önümüzdeki dönemde küresel ekonomideki sorunların derinleşmesi ve yurtiçi iktisadi faaliyetteki yavaşlamanın be Para Politikası Kurulu 4 Ağustos’ta attığı adımları yeterli görerek faizleri sabit tuttu. Buna karşılık önümüzdeki dönemde küresel sorunlar derinleşir ve yurtiçi faaliyetlerde yavaşlama olursa, bütün politika araçları ile parasal gevşemeye gidilecek. lirginleşmesi halinde bütün politika araçlarının genişletici yönde kullanılacağını vurguladı. PPK açıklamasında “Dış talep zayıf seyrini korurken gerek kredilerde ve yurtiçi talepte gözlenen yavaşlama gerekse döviz kuru hareketleri iç ve dış talebin dengelenmesine katkıda bulunmakta. Bu çerçevede kurul, önümüzdeki dönemde cari işlemler dengesinde kayda değer bir iyileşme olacağını tahmin ediyor” denildi. Faiz indirimine gidilmemesi dolar/TL’de ilk etapta düşüşe neden olsa da döviz cinsi karşılıkların indirilmemesiyle düşüşler kısa sürdü. Dolar 1.7820 TL’den 1.7770 TL’ye kadar geriledikten sonra 1.7870 TL’den kapandı. Garanti Yatırım Stratejisti Tufan Cömert, “TCMB’nin faiz indirmeme kararı TL açısından olumlu, ancak döviz munzam karşılıklarda indirime gidilmemiş olması bu etkiyi bertaraf edebilir” yorumunu yaptı. Oyak Yatırım Başekonomisti Mehmet Besimoğlu da, “Döviz cinsi zorunlu karşılıklarda indirim bekliyorduk çünkü döviz satım ihalelerinde miktarın artmasından piyasada döviz sıkışıklığı olduğu anlaşılıyor” diye konuştu. ‘Mali Disiplin’ Fetişizmi “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor”... Marx ve Engels’in Manifesto’sunun ilk cümlesidir bu. Okurlarımın izniyle bu ünlü tümcenin devamını biraz değiştirerek bu haftaki konumuzu işlemeye çalışacağım: “... mali disiplin hayaleti”. Küresel krizin 2011’in ikinci çeyreğinde tekrar alevlenmesi ile birlikte Avrupa ekonomilerinde muhafazakâr sağın (neoliberalizmin) istikrar saplantısı yeniden iktisat siyasası gündemine oturdu. Neoliberal öğretinin artık fetişleştirilmiş dogmalarına göre krizin atlatılmasında en önemli politika aracı, mali disiplin sağlanarak kamu bütçesinin dengelenmesi, hatta fazla vermesidir. Ancak, söz konusu mali disiplin vergilerin arttırılması yoluyla değil, kamu harcamalarının azaltılması aracılığıyla sağlanmalıdır. Dolayısıyla, kamunun tüm sosyal harcamaları kesilmeli, yatırımları daraltılmalı, kamu çalışanlarının maaş ve ücretleri de geriletilmelidir. İktisadi kriz dönemlerinde artık tek yanlı bir dogma haline dönüştürülmüş bu reçetenin beklentisi basittir: Kamu kesimi iktisadi faaliyetlerden elini çektikçe enflasyon ve dış açık sorunları hafifleyecek; özel sektöre daha geniş alan bırakılacak; özel kesimin yatırım iştahı güçlenecektir. Ancak belirli koşullarda geçerli olabilecek bu önerme, gelişmiş azgelişmiş tüm ekonomilerde ve biçim ayırt etmeksizin tüm istikrarsızlık koşullarında tek reçete olarak uygulanmakta ve tartışılmaya açılması dahi yasaklanmaktadır. Oysa ki, günümüz koşullarında gelişmiş Avrupa ekonomilerinde karşılaşılan sorunun temelinde aşırı harcama içinde bulunan kamu kesiminin, özel sektör yatırımlarını kalabalıklaştırması (crowding out) değil, özel şirketler kesiminin yatırım performansının çok cılız oluşu yatmaktadır. Nitekim, OECD ülkelerinde özel sektörün sabit sermaye yatırımları tarihsel olarak İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en düşük düzeylerde seyretmekte ve 2000’li yılların başından bu yana şirketler kesiminin sabit sermaye oluşumu, tasarruflarının da altında kalmaktadır. Aşağıda OECD ülkeleri için derlenmiş olan grafik bu olguyu tüm çıplaklığıyla sergilemektedir. 2000 sonrasında şirketler kesiminin tasarruflarını giderek daha az oranlarda sabit sermaye yatırımlarına dönüştürmekte olduğu izlenmektedir. Kapitalizmin merkez ekonomilerinde yatırımların bu şekilde azaltılıyor olması tüm dünyada yaygınlaşan işsizliğin ve derinleşen büyük durgunluğun ana nedenidir. MKB’de kayıp 1300 puanı buldu Zorunlu karşılıklarda piyasa beklentisinin aksine indirim yapılmamasıyla MKB’de kayıplar hızlandı. Düşüş yüzde 2.5’i aştı. Bankacılık endeksinde düşüş yüzde 2.6’yı buldu. Garanti yüzde 2.58, ş Bankası yüzde 2.48 düştü. MKB yüzde 1.64 kayıpla 52.411 puandan kapandı. S&P’de 12 Eylül darbesi Ekonomi Sevrisi ABD’nin notunu kırarak adından söz ettiren kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s’ta (S&P) liderlik el değiştiriyor. S&P’nin ana şirketi McGrawHill, kuruluşun Üst Yöneticisi (CEO) Deven Sharma’nın 12 Eylül’de görevinden ayrılacağını, yerine Citigroup’un Operasyon Müdürü Douglas Peterson’ın getirileceğini açıkladı. Dharma 2007’den bu yana kurumda CEO’luk yapıyordu. Açıklamada, “S&P ileriye dönük, şeffaf ve karşılaştırılabilir kredi notları vermeye devam edecektir” denildi. S&P 6 Ağustos’ta ABD’nin kredi notunu en yüksek not olan AAA’dan AA+’ya düşürmüştü. ABD tarihinde ABD’nin notunu kırması sonrasında dikkatleri üzerine çeken S&P’de Deven Sharma Üst Yönetim görevini 12 Eylül’de bırakıyor. ilk kez gerçekleşen olay sonrası piyasalarda dalgalanma yaşanmıştı. ABD Hazinesi, kararın ‘politik’ olduğunu savunarak, S&P’nin kasten yanlış veri tabanı kullanarak yaptığı hesaplamada harcama kesintisine ilişkin 2 trilyon dolar hatalı bir karar verdiğini belirtmişti. Kredi derecelendirme kuruluşları son dönemde verdikleri kararla birçok ülke tarafından eleştiriliyor. Son olarak İtalya’da Moody’s ve S&P hak Deven Sharma kında soruşturma başlatılmıştı. Öte yandan, kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’te 11 yıl çalışan William Harrington, kuruluşun verdiği kredi notlarının tarafsız olmadığını savundu. Eski bir Moody’s çalışanı olan William Harrington, Moody’s’teki usulsüzlükleri 78 sayfalık bir açıklamayla su yüzüne çıkardı. Harrington, söz konusu açıklamaları içeren yazısını 8 Ağustos’ta ABD Sermaye Piyasası Kurulu’na (SEC) sundu. SEC, kredi derecelendirme kuruluşlarıyla ilgili bir reform önerisi sunmuştu. Harrington’ın, gelecekte açılabilecek soruşturma veya davalarda önemli bir tanık olması bekleniyor. Yapı Kredi’ye 410 milyon dolar kredi Bankanın kredi programı, Fitch’ten A kredi notu alarak Türkiye’deki en yüksek kredi notuna sahip oldu. Ayrıca bu derecelendirme kategorisinde sağlanan en yüksek tutarlı kredi oldu. Ekonomi Servisi Yapı Kredi, yurtdışı piyasalardan havale akımlarına dayalı seküritizasyon programı (DPR) çerçevesinde, 130 milyon Avro ve 225 milyon dolar olmak üzere yaklaşık toplam 410 milyon dolar tutarında kredi sağladı. Dört seri halinde alınacak kredinin vadesi, 2 yılı anapara geri ödemesiz olmak üzere toplam 5 yıl olarak belirlendi. Finansmanda yer alan uluslarüstü kuruluşların payının tarım sektöründe faaliyet gösteren KOBİ’ler, ticari firmalar ve yenilenebilir enerji projelerinde kullandırılması hedefleniyor. DPR programı, kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’ten A kredi notu alarak Türkiye’deki en yüksek kredi notuna sahip olurken aynı zamanda 2011’de bu derecelendirme kategorisinde sağlanan en yüksek tutarlı kredi oldu. Yapı Kredi Üst Yöneticisi Faik Açıkalın, dünyadaki ekonomik konjonktüre rağmen böyle bir dönemde sağlanan kredinin Yapı Kredi’nin operasyonel gücünü ve Türkiye ekonomisinin stratejik önemini gösterdiğini belirtti. Faik Açıkalın Aslında hep aynı şey oluyor. Son dönemlerdeki küresel ekonomik krizler beraberinde “kapitalizmin sonu geldi mi?” tartışmalarını da başlatıyor. Geçen hafta 2008’deki krizi tahmin ederek ‘kriz kâhini’ unvanını kazanan ünlü ekonomist Nouriel Roubini, “Karl Marx haklıysa bir noktadan sonra kapitalizm kendini yok edebilir. Piyasalar bu aşamada çalışmıyor” dedi. ABD’li milyarder işadamı Warren Buffet da, her ne kadar Marx’ın adını telaffuz etmese de zenginlerin fazlasıyla şımardığına dikkat çekerek “Arkadaşlarım ve ben milyarder dostu Kongre tarafından bugüne kadar yeterince şımartıldık. Süper zenginlere yönelik vergiler arttırılmalı” diye konuştu. Aslında kapitalist sistemin çatlak sesleri yine kapitalizmin kendi kalesinin içinden çıkıyor. Sürdürülemez noktaya doğru yaklaşmakta olan bir sistem bugüne kadar çeşitli yamalarla tamir edilerek, yeni piyasa araçları devreye alınarak itile kakıla yürütülmeye çalışıldı. Şu anda da iktidarlar tarafından yapılmakta olan da başka bir şey değil. Büyük olasılıkla bir yandan piyasa ekonomisine bir iki yama daha eklenirken bir yandan da yeni coğrafyalarda yeni kaynaklarla yola devam edilecek. Bugün Libya ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlar önceden kurgulanan planın parçaları. 7 milyar insanı barındıran yaşlı gezegene şöyle tepeden bakmaya çalıştığımızda ise aslında asıl sorunun “paylaşım” sorunu olduğu DÜNYADAN İsviçre’nin en büyük bankası UBS, 3 bin 500 kişiyi işten çıkaracak. Banka bununla 2013 sonuna kadar 2.5 milyar dolar tasarruf etmeyi planlıyor. Altın ons başına 1911.46 dolara yükselerek yeni bir rekor kırdı. İngiltere Tüketici Konsorsiyumu, ülke çapında 10 dükkândan birinin mayıs sonu itibarıyla boş olduğunu açıkladı. Almanya’da özel sektör 25 ayın en düşük büyümesini kaydetti. Avro Bölgesi PMI’a göre imalat sanayi Eylül 2009’dan bu yana daraldı, hizmetler sektöründe büyüme yavaşladı. Fransa’da ultrazenginler, yeni bir kemer sıkma planı hazırlayan hükümete “Bizi vergilendirin” dedi. Aralarında L’Oreal’in milyarder mirasçı ve petrol devi Total’in başkanı da olan 16 şirket yöneticisi internette dilekçe yayımladılar. Ahmet Kırman Şişecam’a adını veren Paşabahçe üretim tesisleri Boğaz’ın en güzel yerinde metruk duruyor. Kârını katlayan Şişe Cam Beykoz arazisini değerlendiriyor Ekonomi Servisi Şişecam’ın 2011 yılı OcakHaziran döneminde net satışları bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 17 artışla 2.400 milyon TL’ye ulaşırken, net kârı 376 milyon TL oldu. İlkyarı sonuçlarına ilişkin değerlendirmede bulunan Şişecam Yönetim Kurulu Başkanvekili ve Genel Müdür Prof. Dr. Ahmet Kırman, topluluğun mali yapısının güçlenmeye devam ettiğini söyledi. Prof. Dr. Kırman, yeniden yapılandırma çalışmaları kapsamında Paşabahçe Cam Sanayii AŞ’nin kısmı bölünmesi yoluyla Beykoz arazisini, Şişecam’da yapılacak bir sermaye artırımına katılmak suretiyle holding şirketine devretmesinin kararlaştırıldığını, bunun gerçekleştirilmesine yönelik değerleme çalışmaları dahil işlemlere başlandığını, bu çalışmalar tamamlandıktan sonra onay alınmak üzere SPK’ye başvurulacağını bildirdi. Şişecam Topluluğu, 2011 yılı ilkyarısında toplam 2.400 milyon TL’lik satış geliri elde etti. Şirketin altı aylık finansal sonuçlarına göre bir önceki yılın aynı dönemine göre satışlar yüzde 17.3 artarken Şişecam Topluluğu net kârı da yüzde 56’lik artışla 376 milyon TL’ye ulaştı. Şişecam Topluluğu, Ocak–Haziran 2011 döneminde toplam cam üretiminde yüzde 16, soda üretiminde ise yüzde 14 oranında artışla, yurtiçi ve yurtdışındaki kuruluşlarında toplam 2 milyon ton cam, 940 bin ton soda üretimi gerçekleştirdi. Kaynak: OECD World Economic Outlook, 2010; Bölüm III. Diğer yandan, 1980 sonrasında ABD’de Reagan ve İngiltere’de de Thatcher hükümetleri tarafından öncülük edilen ve hemen tüm OECD ülkelerinde uygulamaya konulan arz yönlü vergi politikaları beklenen sonuçları vermemiştir. Bu politikaların ana beklentisi üst gelir gruplarının vergi yükünün azaltılarak elde edilecek fonların sabit sermaye birikimine dönüşeceği ve ekonomik büyümeyi hızlandıracağı yönünde idi. Oysa gelir dağılımının dünya ölçeğinde olağanüstü bozulduğu 1980 sonrasında küresel ekonominin büyüme hızı yavaşlamış, ABD’de ise hemen hemen hiç değişmemiştir. Merkezi Washington’da bulunan İktisadi Araştırmalar Enstitüsü (EPI) verilerine göre, dünya ekonomisinin kişi başına büyüme hızı 19601980 arasında yüzde 3.2 iken, 1980 sonrasında yüzde 1.4’e gerilemiştir. ABD’de ise 1980 sonrasında en üst yüzde 1 gelir grubunun ulusal gelirden aldığı pay yüzde 10’dan yüzde 22.9’a çıkmış; ancak arz yönlü politikaların beklentilerinin tersine ABD ekonomisinde ortalama yüzde 1.8 düzeyinde olan kişi başına büyüme hızında anlamlı bir değişiklik gözlenmemiştir. (Bu arada ABD’de gelir dağılımının ne derece bozulmuş olduğunun bir belgesi olarak, en üst yüzde 0.1’lik gelir grubunun ulusal gelirden payının üç misli artarak 1979’da yüzde 3.5’ten 2006’da yüzde 11.6’ya çıkmış olduğunu vurgulayalım). Bu koşullarda, kamu harcamalarının daha da daraltılmasına dayalı neoliberal politikalar gelir dağılımındaki bozuklukları daha da derinleştirecek, işsizlik ve yoksulluğu daha da şiddetlendirecektir. Büyük durgunluğun aşılabilmesi için uygulanması gereken reçete, bunun tam tersi olarak, kamu harcamalarının yaygınlaştırıldığı yeni bir sosyal refah stratejisi olmalıdır. Kamu harcamaları ise üst gelir gruplarının ve sermaye gelirlerinin Robin Hood vergisi, Tobin vergisi, çevre vergisi gibi adlarla anılan vergilendirme kaynaklarıyla sağlanmalıdır. Küresel kapitalizmin bu tür bir birikim ve vergilendirme stratejisine tahammül edip edemeyeceği ise siyasi irade sorunu olup başka bir yazının konusudur. ‘Paylaşım’ Krizi.... nu görmemek mümkün değil. Bir yanda kapitalist yaşam tarzının getirdiği tüketim çılgınlığı, öte yanda Afrika Boynuzu’nda onlarca yıldır bir nebze olsun azaltılamayan açlık... Savaşlar, yükselen gıda fiyatları ve kuraklığın korkunç bileşimi çaresizlik içindeki 11 milyondan fazla insanı kıskaca almış bulunuyor. Öte yandan BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün yaptırdığı araştırmaya göre, dünyada her yıl 1 milyar tondan fazla gıda çöpe gidiyor. Sadece zengin ülkelerin 222 milyon ton olan atık miktarının Sahra Altı Afrika bölgesinin yıllık gıda üretimiyle aynı olduğuna dikkat çekiliyor. Araştırmaya göre dünyada üretilen gıdanın 3’te biri çöpe gidiyor. Afrika’nın en yoksul ülkelerinden biri olan Etiyopya’nın bir bölümünde halk açlıktan ve hastalıktan ölürken bir diğer bölümünde devasa tarım alanları yabancı yatırımcılar tarafından uzun vadeli olarak kiralanarak “endüstriyel tarım” için kullanılıyor. “Tarım emperyalizmi” olarak da adlandırılan bu durum son yıllarda iyice arttı. Yabancı şirketler biyoyakıt elde etmek veya kendi ülkelerindeki gıda ihtiyacını karşılamak üzere ekim yapıyorlar. İhracata teşvik veriliyor olması, iç pazara dönük satışları bitiriyor. İç pazara satış yapanlar da küçük çiftçilerle rekabet ediyor. Yoksul ülkeler böyle. Gelişmiş ülkelerdeki “paylaşım krizi” ise hem gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderek artıyor olması hem de insanların bugüne kadar “en tabii hak” olarak bildikleri sosyal hakların sürekli olarak kesintiye uğraması. Deutsche Welle’nin dün yayına aldığı küçük bir haber: “Almanya’da emekli olduktan sonra geçimini sağlayabilmek için çalışmaya devam etmek zorunda kalanların sayısı giderek artıyor. Sol Parti’nin meclise verdiği soru önergesini yanıtlayan Alman hükümeti, 65 yaşın üzerinde olup ek iş arayanların sayısının 2000 yılında 417 bin iken, 2010 yılında 661 bine yükseldiğini bildirdi. Resmi verilere göre, Almanya’daki yaklaşık 21 milyon emeklinin yüzde 10 kadarı yoksulluktan mustarip. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD), emekli yoksulların oranının daha da artacağı görüşünde.” Doğan Kuban ise önceki gün Cumhuri yet’te yer alan “Kapitalist Cennetten Haberler” başlıklı yazısında “Amerika’nın para basarak altın niyetine dünyaya sattığı dolarlar yüzünden borcu 13 trilyon doları geçmiş. İşsizlik yüzde 9.2. Bu aşağı yukarı 30 milyon kişi eder. Amerikan bankaları Avrupa ve Asya bankalarından geri kalıyorlarmış. Şöyle olayları bizim halk bilmez: Amerika’da işsizlere ve fakirlere yılda 60 milyar tutarında yemek karnesi veriliyor. Bunların sayısı 45 milyon kişi, yani nüfusun 1/7’si. (2010). Bu işe bakan Tarım Bakanlığı muhtaç olanların 2/3’ünün daha başvurmadığını saptamış. Amerikalılar giderek daha çok aç kalıyorlar! Biz Amerika’nın dünyanın en zengin ülkesi olduğunu biliriz de, 45 milyonun fakirlik ya da açlık sınırında olduğunu bilmeyiz. Şu sıralarda Temsilciler Meclisi’ndeki önemli tartışmalardan biri bu yardımın azaltılması konusu imiş” diye yazıyor. Aslında hepsi büyük bir yapbozun küçük parçaları... Resmin bütününü gördüğünüzde gerçek sorunun “paylaşım sorunu” olduğu net biçimde ortaya çıkıyor. Ve bütün ülkelerdeki iktidarlar bunun çok iyi farkında. Sadece “değişim” işlerine gelmiyor. O zaman iş kime düşüyor? Toplumun bedel ödeyen kesimlerine; çiftçilere, öğrencilere, emeklilere, ücretlilere, sendikalılara, düzeni değiştirmeye soyunan muhalefet partilerine, meslek örgütlerine, sivil toplum kuruluşlarına ve eğer kaldıysa bağımsız medyaya... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle