23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 16 AĞUSTOS 2011 SALI kultur@cumhuriyet.com.tr 14 KÜLTÜR ‘Genç Osman’ krizinde son nokta Oyuncu Tolga Tuncer’e verilen ‘ceza’, ‘yasaklar’a başlangıç mı? nımsayacaksınız, geçen nisan ayında Ankara Devlet Tiyatrosu’nun “Genç Osman” yapımını manşetlere taşıyan “kriz”, Devlet Tiyatroları’nın geleceğine ilişkin düşüncelerin de gündeme geldiği bir “öfke” yumağı oluşturmuştu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan, Büyük Tiyatro’da oyunu ön sıradan izlerken “curcuna” bölümünde başı çeken sanatçılardan Tolga Tuncer’in kendisine “aşağılayıcı” davranışlarda bulunduğu izlenimini alarak salonu terk etmiş, daha sonra da olaya ilişkin yorumunu (oyuncunun, onun çiğnemekte olduğu sakıza taktığını, ama aslında başörtülü olmasına söz dokundurmak istediğini) internet ortamında dile getirmişti. Basından, olayla ilgili soruşturma açıldığını da öğrendik. Konu basın ve internet yoluyla dallanıp budaklanıyor, laf lafı açtıkça, “tiyatroda sakız çiğneme” konusundan “kriz”e neden olan bölümün yapımdan çıkarıldığı söylentilerine uzanan bir yaygınlığa ulaşıyordu. Tiyatromuzun gelmiş geçmiş en büyük doğaçlama ustalarından Muammer Karaca’nın, seyircileri arasında siyasetçilerin ya da üst düzey kamu yöneticilerinin bulunduğu gecelerde, bu ünlülere söz dokundurma fırsatını hiç kaçırmadığını bilmeyen yoktur. Ferhan Şensoy’un, ön sırada oturmakta olan birine sahneden takılması üstüne, seyircinin, karısına dönüp yüksek sesle, “Ben sana, bu adam yine bir çıkıntılık yapar, beni getirip ön sıraya oturtma demedim mi” diye çıkıştığının, buna karşın, kimsenin salonu terk etmediğinin ve oyunun aksamadan sürdü Savaş Rüzgârları Romalı konsül ve tarihçi Tacitus, iki bin yıl kadar önce söylemiş: “Ortalığı kan gölüne çevirip adına barış diyorlar.” Söz eskimemiş. Dünyanın efendileri ne zaman dara düşseler barış adına kılıç kuşanıyorlar. Mazluma demokrasi, hak hukuk ancak o zaman geliyor akıllarına! Besleyip büyüttükleri baskıcı yönetimlere karşı halkları ayaklandırıp yalancı bahar yelleri estiriyor, ortalığı kana bulayarak devirdikleri zalimden daha korkunç yöntemlerle göz koydukları ülkenin sahiplerini ezip köleleştiriyorlar. Yugoslavya’yı bölmek için Bosna’daki insanlık ayıbına göz yumdular, Afganistan yıllardır kanıyor. Irak’ı yağmalayıp yıktılar, bir milyonu aşkın insanı katlettiler. Tecavüzler, insanlık dışı işkenceler, sinek gibi vurulan çocuklar vicdanları sızlattı. Sudan’a neden sonra sözde barış getirdiler. NATO uçakları Libya semalarında ölüm kusuyor. Kısaca, dünyanın birçok yerinde, egemen ekonomik ve siyasal sistemlerin yarar sağladığı etnik, dinsel ya da kültürel farklılıklar kaşınarak azdırılan savaşlar sürüyor. Evet ama yetmiyor. Son ekonomik bunalım, doymak bilmez dev ekonomileri çatırdatırken panik büyümekte. Durmadan barıştan, insan haklarından, demokrasiden ve nükleer silahların önlenmesinden söz edenlerin, akıl çelici teknolojik oyuncaklarla insanları soyut bir küresellik potasında eritme çabaları gerçeklere yeniliyor. Dünyanın verimli kaynaklara sahip stratejik alanlarını yeniden üleşmek gerekiyor ve kıyamet, nicedir hazırlandığı üzere, besbelli Ortadoğu’da, kucağımızda kopacak! Gazetemizin ilgiyle okuduğum ekonomipolitik yazarı Ergin Yıldızoğlu, uzun süredir, küresel ekonomik bunalımın isyan, kargaşa ve yeni çatışmalara neden olabileceğini yazıyor, “Üzerimize bir şeyler geliyor” diyordu. Önceki hafta durumu daha somut verilerle yansıttı: ABD’de biri Demokrat biri Cumhuriyetçi kanattan iki uzman; Prof. Krugman ile Prof. Feldstein; “Bize II. Dünya Savaşı’ndakine benzer bir mali genişleme gerekiyor” görüşünde birleşmişler. Ayrıca Wall Street Journal’da editörlük, ABD Hazine Bakanlığı’nda müsteşarlık yapmış olan Craig Roberts; “Ekonomik iyileşme umutları ortadan kalkınca, savaş ihtiyacı daha da kaçınılmaz hale geldi” saptamasında bulunmuş. Yani ABD’li ilgililer; ekonomik krizden çıkış için savaşın gerekli olduğunda birleşmişler. Uyansak iyi olur. Çünkü aynı süreçte, yoğun ABD ziyaretleri ve telefon trafiği sonrası, Başbakan Erdoğan Suriye’nin “iç meselemiz” olduğu ve “sabrımızın taştığı” açıklamasını yaptı. Bazı gazete ve TV kanalları da hemen coşkulu savaş tamtamları çalmaya başladılar. PKK’yi açıkça destekleyen sözde demokrat, ikiyüzlü ABD, düştüğü ve çıkmakta zorlandığı kanlı bataklıklarda maddi manevi öyle yıprandı ki bu kez taşeron kullanmaya niyetlendi anlaşılan. İhale de yeni Osmanlıcılık hayalleri, belirsiz vaatler ve biraz da eli mahkum olmayla kavgaya teşne görünen Türkiye’ye kaldı. Yok yere dehşet verici bir maceraya atılıp ateş ve kanla boğulmak işten değil gibi görünüyor. İnsani zemini terk ederek çıkar kollayan ve politikasını hâkimiyet ilişkileri, farklı şiddet biçimleri ve temel moral değerleri yıkan bir çatışma dili üzerine kuranlar içte de dışta da korkunç yıkımlar üretebilirler. Öyleyse bugün, her vicdanlı insanın, politik yapılanmanın ve toplum örgütünün ülkesi ve dünya için acilen yüksek sesle barış ve adalet isteme sorumluluğu var. Başımı kitaplardan kaldırdığımda gördüğüm manzara bu. Ama o kitaplarda kafalarına yalandan zeytin dalı konduranların hazin hikâyeleri de yer alır. Böyleleri her çağda vardı. Zamanın rüzgârı ve toplumlarının lanetiyle savrulup gittiler. A ğünün de ben tanığıyım. Bir sürü benzer olayı da başkalarından dinlemiş biri olarak, “kriz”i tetikleyen oyuncuseyirci çatışması çok da ilgimi çekmemişti doğrusu. “Yanılsama” ile “gerçek” arasındaki ayrımın belirsizleştiği bir dünyayı kucaklayan tiyatro ortamında yaşanabilirdi böyle şeyler. Oyuncunun eyleminde ve/ya da seyircinin tepkisinde, moda deyişle, “doz aşımı”nın payı söz konusu olabilirdi… Buna karşılık, yaşanan “kriz”, uzun süredir sunulmakta olan profesyonel bir yapımda bir sahnenin değiştirilmesine gerçekten neden olmuşsa, sanat yapıtının kısıtlanma, sıkıdenetim altına alınma (sansüre uğrama) tehlikesi çıkardı ortaya. İşte bu olasılık kaygı vericiydi. Tiyatro dönemi kapanmadan oyunu izlemeye gittim. “Curcuna” adı verilen bölümde, oyuncu Tolga Tuncer’in, yanımda oturmakta olan sakız çiğnemeyen ve başı örtülü olmayan hanımefendi ile “doğaçlama” (bu kez, seyirciye rol gereği elinde tuttuğu içki bardağını sunma) yoluyla kurduğu oyunu, Sümeyye Erdoğan’ın ‘facebook’ mektubunda tanımladığı sahne hareketlerine benzer demek ki reji tarafından belirlenmiş/onaylanmış bir mizansen içinde kotardığına tanıklık ettim. Turan Oflazoğlu’nun oyununun, Şakir Gürzumar’ın rejisiyle biçimlenmiş Ankara Devlet Tiyatrosu yapımı “kriz”den sonra bir değişikliğe uğramamıştı. Bunu görmek sevindiriciydi. Selda Güneysu’nun 10 Ağustos taTolga Tuncer rihli Cumhuriyet’te yer alan “Tolga Tuncer’e ‘sakız’ uyarısı” başlıklı yazısı ise yeni kaygılar uyandırıyordu. “Soruşturma” sonucunda, Tuncer’e “uyarı” cezası verilmiş, yıl içinde iki kez ödenen teşvik ücretlerinden birinin de yarısı kesilmişti. İyi eğitim almış, başarılı bir oyuncu olarak tanıdığım Tolga Tuncer’in sanat yaşamına bu tür bir kaydın geçmesi hoş değildir kuşkusuz. Ne ki söz konusu “ceza”nın içerdiği caydırıcılığın, çok daha öte boyutlara ulaştığı da göz ardı edilmemelidir. Bundan böyle, başlarına bir “kaza” gelmesinden çekinen sanatçıları, tiyatro adına “gözü pek” sayılabilecek girişimlerden bütünüyle vazgeçmeye, oyuncu ile seyirci arasındaki “görünmez duvar”ın gerisine çekilmeye itecek bir tür “caydırıcılık” değil midir söz konusu olan? Yalnızca “bilinen”in “yinelenmesi” yoluyla gerçekleştirilmiş hiçbir risk taşımayan sahne olaylarıyla, tiyatromuzun siyasetin “kriz”e girdiği dönemlerde sık sık sekteye uğratılagelmiş “arayışlar”ının sürebileceği düşünülemez. “Özdenetim” (ya da otosansür) uygulamasının, 12 Eylül’den bu yana, tiyatro sanatının her boyutunda bir alışkanlık, bir refleks olarak zaten örtük biçimde sürdüğünü yadsıyabilir miyiz? İşte tam da bu nedenle, Tolga Tuncer’e verilen türden “ceza”lar, “yaramaz bir oyuncunun kulağını çekme” işlemini aşan bir anlam taşıyor: Özdenetimin getirdiği kısıtlamaların daha da ötesine uzanan, “ele avuca sığmaz” bir sanat olan tiyatroyu iyice “evcil” konuma getirecek bir “sıkıdenetim” dayatmasının göstergesi oluyor ne yazık ki… Suyun içinde bir ‘oyun’ Kültür Servisi Maltepe Belediyesi tarafından düzenlenen ramazan eğlenceleri etkinlikleri kapsamında, Ali Poyrazoğlu’nun yazıp yönettiği “Sulu Şaka” adlı oyun sahneleniyor. “Modern ortaoyunu” olarak tanımlanan “Sulu Şaka”nın en önemli özelliği ise havuzun içinde oynanıyor olması. Özdemir Çiftçioğlu, Eser Ali, Nurgül Kan, Burak Alkaş ve Hakan Bulut’un rol aldığı “Sulu Şaka”nın, 29 Ağustos’a kadar her gün saat 21.30’da Maltepe’deki tüm mahallelerde sahnelenmesi planlanıyor. (0533 380 27 82) ENGELL LER Ç N BET MLEMEL ÖZEL GÖSTER MLER Altın Portakal’da engelsiz sinema Kültür Servisi Bu yıl 48.’si düzenlenen Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, engelliler için sesli ve özel betimlemeli filmlere imza atıyor. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin desteği ile Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) tarafından bu yıl 814 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali, görme ve işitme engelliler için betimlemeli özel gösterimler hazırlıyor. Festivalin “Sinemaya Göz Kulak Olmak” bölümünde, Altın PortakalUluslararası Engelsiz Film Festivali işbirliği çerçevesinde engelli hayatların anlatıldığı kısa film seçkisine yer veriliyor. Program çerçevesinde ayrıca, Reha Erdem’in yönettiği “Kaç Para Kaç”, Derviş Zaim’in “Cenneti Beklerken”i ile Egemen Ertürk’ün yönettiği “Çıngıraklı Top” filmi, görme ve işitme engelli sinemaseverlerle buluşuyor. Yanı sıra, “Uluslararası Engelsiz Film Festivali” aracılığıyla “Dans”, “Sen Olmak”, “İlk Bakış”, “1 Çizgi 1 Nota”, “Papillon” adlı filmlerin, festival bünyesinde özel gösterimleri yapılıyor. Programdaki filmlerin tamamı engelliler için ücretsiz. Çarşı pazar suretleri Fotoğrafçı ve gazeteci Kadir Can’ın ‘ÇarşıPazar stanbul’ adlı fotoğraf albümü yayımlandı REF K DURBAŞ Fotoğraf sanatçısı ve gazeteci Kadir Can ile seksenli yıllarda bir süre Cumhuriyet’te birlikte çalışmıştık. Şimdinin “plaza”ları nerede? Cebimizde Kadir Can’ın “fakir ilmühaberi” dediği basın kartı, Ortaköy’den Topkapı’ya, Sarıyer’den Kadıköy’e epey bir dolaşmışlığımız vardır. Ben yazardım, o yazının “fotografisini” çıkarırdı. Kadir Can, kimi o günlerden kalan İstanbul’un fotografilerine yirmi yıl önce çektiklerini ekleyerek bir albümde topladı: “ÇarşıPazar İstanbul” (İstanbul Ticaret Odası yayını). Yine İTO Yayınları arasında çıkan “Yaşayıp Unuttuğumuz İstanbul” adlı bir çalışması daha bulunan Kadir Can’ın objektifine İstanbul’un çarşıpazarlarından neler mi yansıyor? Toptan satışların yapıldığı Haliç kıyısındaki sebzemeyve hali, Topkapı’daki kaKadir Can’ın vun karpuz hali, işportadan albümü, stanbul’un aldığı kıyafetleri cami avlusu ya da dolap içinde prova yarım yüzyıla edenler, Eminönü’nde gazete yaklaşan alışveriş kâğıdına sarılarak satılan saöyküsünün görsel bir katatlar, her bayram öncesi kezlerinin yükseldimeydanları dolduran ama tarihçesini sunuyor ği Topkapı’da 1984 sonradan teknolojiye yenilen okurlara. Geçmişte tarihli bitpazarı… Ki kartpostallar… kalan mekânlar, yitip Topkapı otogarının Küçük ve büyükbaş hayyanı başındaki bitpagiden meslekler... vanların kesimi için yapılan zarında her şeyin yeve sonra kültür ve kongre nisini de eskisini de merkezi olan Sütlüce Mezbahası. Mezbahanın karşısındaki can bulmak mümkündü. (Otogarın taşınlı hayvan borsasında yapılan satışların masından sonra bitpazarı da tarihteki ardından kesilen ve İstanbul’a dağıtı yerini alacaktır.) Vatan Caddesi ile Edirnekapı aralan hayvanların etleri… (Koyunlar, kuzular o yıllarda henüz İstanbul’a teş sında kurulan her iki yanı atlar, arabalar ve koşumcularla dolu atpazarı… rif etmemişlerdi.) Bugün büyük binaların ve iş mer 1974 tarihli fotoğraf, tek atlı arabayla STANBUL’UN ALTYAPISI MASAYA YATIRILIYOR Elif Şafak’la ‘Sözünü Sakınmadan’ Kültür Servisi Yeni kitabı “İskender”le gündemden düşmeyen Elif Şafak, “Sözünü Sakınmadan” etkinliğinde, kendisi ve kitaplarıyla ilgili merak edilen soruları yanıtlayacak. İstanbul Modern ve Sabit Fikir işbirliğiyle düzenlenen “Sözünü Sakınmadan” etkinliği, 18 Ağustos Perşembe günü saat 19.00’da. ‘Kent ve Kültür’ konferansı Kültür Servisi Bu yıl 2427 Kasım tarihlerinde sanatseverlerle buluşacak olan Contemporary İstanbul, İstanbul Bienali’ne paralel olarak “Kent ve Kültür” başlığı altında uluslararası bir konferans düzenliyor. 19 Eylül 2011 tarihinde gerçekleştirilecek konferansta, İstanbul’un kültür ve sanat merkezi olarak değişen altyapısı tartışılacak. Qatar Museums Authority Yönetim Kurulu Başkanı H. E. Sheikha Al Mayassa Bint Hamad Bin Khalifa AlThani’nin katılımıyla gerçekleşecek konferans iki bölümden oluşuyor. İlk bölümün moderatörlüğü Contemporary İstanbul’un Danışma Kurulu Üyesi Prof. Ali Akay tarafından yürütülecek. “Bir Kentin Kültür Merkezi Olması Sağlayan Nedir?” başlığı altındaki bölümde, sanat teorisyeni Anna Waldman, 54. Venedik Sanat Bienali’nde Türkiye Pavyonu’nda Türkiye’yi temsil eden Ayşe Erkmen, Documenta’nın eski direktörü küratör Catherine David ve çağdaş sanatçıheykeltıraş Elisabeth Ballet konuşmacı olarak katılacak. Mimari bölümün açılış konuşması Pritzker mimari ödülü sahibi, Pekin Ulusal Stadyumu’nun ve Tate Modern Bankside’ın mimarlarından İsviçreli mimar Jacques Herzog tarafından yapılacak. “Mimarlığın Kent Kültüründeki Rolü ve Önemi”nin tartışılacağı ikinci bölümün moderatörü ise ODTÜ Mimarlık Fakültesi’nden Prof. Suha Özkan. Bu bölümde, Türkiye’den Emre Arolat, Mecanoo Mimarlık Ofisi’nden Francine Houben, Frankfurt Modern Sanat Müzesi’nin tasarımcılarından Hans Hollein ve Roma Çağdaş Sanatlar Müzesi Mimarlık Ödülü sahibi Odile Decq de görüşlerini paylaşacaklar. Konferans, Almanya’dan Akademie Der Künste’nin Direktörü Dr. Johannes Odenthal’ın konuşmasıyla son bulacak. K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R Yıl 1985, tarihi Hasanpaşa Hanı Süpürgeciler Çarşısı olarak kullanılıyor. sebze satanların, çift atlı arabayla yük taşıyanların, Adalar’da faytonculuk yapan ya da çiftçilikle uğraşanların uğrak yeri değil midir? 1984 tarihli bir fotoğraf da artık kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek olan kalaycılığı bugüne taşımakta... Her mahalle arasında dolaşarak kap kacak kalaylayan ustalar da bu fotoğrafla birlikte tarih olup gitmedi mi? “ÇarşıPazar İstanbul” bir anlamda İstanbul’un yarım yüzyıla yaklaşan alışveriş öyküsünün özlü bir tarihçesi… (refikdurbas@gmail.com) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle