27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 AĞUSTOS 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 15 Mine Hanım, 07.08.2011 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki “Sokağı Özgür Bırak!” başlıklı yazınız için kaleminize, yüreğinize sağlık, çok teşekkür ederim. A.Ü. Ziraat Fakültesi öğrencisi, tutuklu Hikmet TANIL’ın halasıyım. Hikmet mektubunda diyor ki: halacığım, ülkemin dereleri, ırmakları, ovaları ve öğretmenleri için hapis yatmaya değer. Bu gençler anayasal haklarını kullandılar... Sonuç, özel yetkilli mahkeme tarafından terör örgütü adına faaliyette bulunmaktan yargılanacaklar. Gerçi daha ortada iddianame yok, özel yetkili savcımız adli tatilde izin yapıyor. Bizim çocuklarımız TUTSAK... Mine Hanım, davada bir şey yok. Muhtemelen ilk duruşmada serbest bırakılacaklar diye düşünüyorum. Ama muhalif olana duyulan kin ve nefret, beni çok korkutuyor. Bir yıldır 2. Ergenekon davasını CUMOK’larla izlemeye gidiyorum. Davayla ilgili yazılan kitapları okudum. İşte bu yüzden daha fazla korkuyorum. Umudumu asla yitirmeden bu hukuksuzlukların takipçisi olmaya devam edeceğim. Sizler gibi cesur kalemler yanımızda olduğu sürece bu karanlık günleri hep birlikte AYDINLIĞA dönüştüreceğiz. Destekleriniz için teşekkür eder, esenlikler dilerim. Firuze TANIL Mine Hanım merhabalar, Umarım beni hatırlarsınız, Fethiye’ye tatile geldiğinizde birlikte kahve içmiştik. Sizinle yapmış olduğumuz sohbetin tadı hâlâ damağımda. MGKmedya’dan eski yazılarınızı takip ediyorum ve çok beğenerek okuyorum. Bugün sizi düşündüm ve Oğlumun arkadaşı ve ben onu da sanki kendi oğlum gibi görüyorum. Birlikte bir dergi yayımlamaya başladılar. Bu ülkede her şeye rağmen böyle bir kuşak var; okuyan, düşünen, Deniz gibi şiir yazan, benim oğlum gibi gitar çalan... Sizinle sadece bir pazar sohbeti yapmak istedim. Umarım sizi sıkmamışımdır. Sizi sevgiyle kucaklıyorum, iyi ki varsınız. Selma GÜNENDİ (*) Louis de Bernieres / Altın Kitaplar, 2004 Merhabalar Mine Hanım. Ben Deniz Kuzu. 1994 İstanbul doğumluyum. Yaklaşık sekiz yıldır Fethiye’de yaşıyorum. Üç yıla yakın süreden beri yazıyorum. Şair olmaya çalışan bir gencim. Fethiye’de birçok edebiyat oluşumunun içinde yer almamın yanı sıra, iki arkadaşımla birlikte yerel Çizgi Kültür/Sanat ve Edebiyat Dergisi’ni(*) hazırlıyoruz. İlk sayımızı temmuz ayında yayımladık. Her ne kadar zorluklarla karşılaşsak bile, küçük sesimizi duyurmak çabası içindeyiz. Gelecek sayılarımız için de büyük uğraşlar veriyoruz. Aynı zamanda kısa filmler yazıp, çekmeye çalışıyorum. Size, Selma Günendi aracılığıyla ulaşıyorum. Arkadaşımın annesidir. Sizinle konuştuğunu söyleyip, bana mail adresinizi verdi. Önerilerinizi ve eleştirilerinizi dinlemek, inanıyorum çok yararlı olacaktır. Ayrıca size, yazdığım birkaç şiir örneğini sunmak isterim. Hoşçakalın, başarılar... (*) www.facebook.com/cizgikultursanat “Aynı yolu beraber yürüd üğümüzü sandığımız insanlar, aslın da bize sadece gidecekleri yere kadar eşlik ederler.” MARK TWAIN Kırılan ve Yeşerenler… Gençler Unutulan bir eski Yüreğimin içine sinmiş, eski kitap kokularına benziyor adın Yaşanmış Bir Midilli Öyküsü Tepemize dikilen garsona, “Şarap… Lütfen…” dediğimizde, bize “Kırmızı mı, beyaz mı” diye sormasını beklerken “Siz kimsiniz” gibi tuhaf bir soruyla karşılaşmamız bizi şaşırtmıştı. “Turistiz” dedik, “Türkiye’den…” Bu kez şaşırma sırası ondaydı. Bir an olmayan çene sakalını kaşır gibi yaptıktan sonra, “Üzgünüm” dedi, “ama burada oturamazsınız!” “Bu masada mı oturamayız?” Masamız, üzerinde bir erkekle iki kadının buzuki eşliğinde “sarhoş zeybeği” oynadığı dans pistinin hemen yanındaydı. Pistin bulunduğu geniş bahçeye inen taş merdivenin daha başındayken bu masayı gözümüze kestirmiş, onca dolu masanın arasındaki sahipsizliğini bize “Tanrı’nın bir lütfu” olarak değerlendirip aramızda şakalaştıktan sonra aşağıya inip kurulmuştuk bu masaya. Garson sorumuzu; “Hayır, bu mekânda!” diye yanıtlamıştı. “Bu masada zaten oturamazsınız!” “Neden?” “Çünkü burası askeri tesis, bu masa da yüksek rütbeli subaylar için…” Erdem (Özel), “Tamam” dedi, “şimdi yandık!” Birazdan Yunan inzibatı gelecek, bizi derdest edecekti. Gözaltına alınacak, askeri savcının önüne çıkarılacak, mutlaka tutuklanacaktık. Gözlerimin önüne ertesi günkü Yunan gazetelerinin manşetleri geliyordu. “Askeri tesislerimize Türk sızması”, “Midilli’de iki Türk casusu yakalandı!” Kim bilir daha neler? Erdem haklıydı “Yandık” demekle. Oysa akşam ne güzel başlamıştı. Büyük Liman (Agios Evdokimos) üstündeki otelimizden çıkmış, bir taş atımı uzaklıktaki “eski mahalleye” inmiş, ara sokaklardaki antikacılara, seramik atölyelerine, çeşitli küçük dükkânlara girip çıkmış, Çarşı Hamamı ve Yeni Cami’nin fotoğraflarını çektikten sonra sahilde şirin bir lokantaya girmiştik. Yediğimiz ahtapot ızgarası da içtiğimiz beyaz şarap da nefisti. Sonra gece yarısına doğru kalkmış, bir taksiyle otelimize gelmiştik. Otelimizin karşısındaki demir parmaklıklarla çevrili bahçeden müzik sesi geliyordu. Parmaklıklara yaklaşıp bir kapı aramaya başladık. Bahçeli bir taverna olmalıydı. İki kapı bulduk, ama ikisi de zincirliydi. Zorladık, açılmadılar. İkinci kapı biraz yüksekçeydi, tırmanıp ağaçların arasından içerisini görmeye çalıştık. Gördük de; insanlar zeybek oynuyorlardı. Mutlaka içeri girmeliydik. Sonunda ana kapıyı bulduk, içeri girdik. Çevrede kimseler yoktu; karşımızda yükselen yapının mermer merdivenlerini tırmanıp bir holden geçerek bahçeye çıktık. Neşeli, cıvıl cıvıl bir kalabalık vardı aşağıda. İndik, gözümüze kestirdiğimiz o masaya oturduk… Boşuna endişelenmişiz. Ne peşimizden biri geldi, ne de biri önümüze çıkıp bizi sorguya çekti. Geldiğimiz gibi döndük, otelimizin terasına oturup, gidip de kalamadığımız yerden gelen müziği dinledik. On beş dakika sürdü, Midilli’de saat 24.00’ten sonra dışarıya taşan yüksek ses müzik de olsa yasakmış. Kahvelerimizi içerken, düşündük… Yaşlandıkça insan daha bir kuşkucu oluyordu galiba. Öyle ya hangi ajan bizim gibi saf olur, “kör kör parmağım gözüne” davranabilirdi? Ama onlarda da kabahat yok değildi hani. Madem askeri tesis, insan parmaklıklara en azından “Fotoğraf çekmek yasaktır” türünden bir levha asar, kapıya iki nöbetçi koyardı, biz de neresinin ne olduğunu anlardık. Haklı değil miyim? Güzel bir pazar geçirmeniz dileğiyle… soyadınız bana Kanatsız Kuşlar(*) isimli bir romanı hatırlattı. Kayaköy ile ilgili yazılmış çok güzel bir kitaptı. Hatta Kayaköy’e her gidişimde oradaki virane evleri kitaptaki karakterlerin evleri olarak hayalimde canlandırmaya çalışıp geçmişe dönmek istiyorum. Ne kadar yazık ki, böylesine güzel bir yer el atılmadan zamanın yıpratıcı etkilerine açık bir biçimde, kaderine terk ediliyor. Oysa dostluk köyü olması için birçok proje çalışması yapıldı. Ancak dost olacağımız kişiler Yunanlılar da olduğu için sanırım tehlikeli bulundu. Bu proje bir düşünce olarak kaldı. Oysa ne kadar hoş olurdu, o güzel kiliselerde düğün törenleri, dostluk, barış festivalleri yapılsa... O hüzünlü hikâyelerin artık yaşamayan kahramanları belki biraz huzur duyarlardı, çünkü her gittiğimde orada bir şeylerini bırakmış ruhların sessiz mutsuzluklarını hep hissediyorum. İşte soyadınız bana o kitabı ve Kayaköy’ü hatırlatıyor. Sanki bu gelişmeler içerisinde kanadı kırık bir kuş gibi çırpındığınızı hayal ediyorum. Mücadelenize yürekten katılıyorum ve belki ben de kırık kanatlılardan biriyim. Size bir kişiden bahsetmek istiyorum. 17 yaşında bir genç çocuk, adı Deniz. Görseniz bu kadar zeki, sevimli bir çocuk daha olamaz. Her defasında, bir sen daha, bir sen daha çıkıyor içimden. Eskimiş bir matruşka gibi, eskimiş bir matruşka gibisin. Sarıp sarmala, anamın yarımlığını. Demirden putrellerinle, sarıp sarmala, dünyamı. Ağlayan güneş misali, indir gökyüzünden ince, sıcak gözyaşlarını kuruyan ellerime… Yüreğime sinmiş, eski kitap kokularına benziyor adın. Kan kırmızı boyanmış, engin sesli bir bülbülün ağzından feryat ediyor gidişin! Keskince gözlerime dolanan, bir buharın ışıldayıp, yok oluvermesi gibi unuttuğum sarılmalarınla bir defa daha, bir defa daha görüyorum içimde seni. Eskimiş bir matruşka gibi. Eskimiş bir matruşka gibi… Baba, baba! Deniz KUZU Fotoğraf: MERVE AKSÖYEK K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Normalleşiyoruz! Son günlerde en çok duyduğumuz laf “normalleşiyoruz”! Yazarlarımız, iktidardakilerin veya yandaşlarının ağızlarından düşmeyen bu tanımın “kara mizah” örneklerini sıralayarak diyorlar ki: “Milletvekillerimiz neyle suçlandıklarını bile bilmeden hâlâ hapisteler; TBMM’de olmaları gerekirken ‘kaçma’, ‘delilleri yok etme’ vb. nedenlerle serbest bırakılmıyorlar... Normalleşme bu mu?” “Çok sayıda generalin ve kurmay subayın tutuklanması yüzünden orduyu yönetecek atamalar bile yapılamıyor... Bu nasıl normalleşme?” “Savcının yakalanmasını istediği general, kapısında çok gizli yazan YAŞ toplantılarında Başbakan’la aynı masadaydı... Normal mi?” “Milyonlarca taraftarı olan spor kulüplerini yönetenler şike savlarıyla ya tutuklular ya da sorgulanmaktalar... Normal kanlığı’nın düzenlendiği Kanun Hükmündeki Kararname’de (KHK) bir bölüm de “meslek odaları”na ayrılmış. Meslek kuruluşlarının kentin, çevrenin ve toplumun çıkarlarını değil, özel kişi veya firmaların beklentilerini esas alan ayrıcalıklı imar kararlarına itiraz etmeleri; hatta iptal davaları açmaları engelleniyor. Çağdaş hukuk devletinde bu “normal” midir? Aynı KHK’de, meslek kuruluşlarının “kamudaki yanlışları önleme” çabalarını engellemek üzere, bu kuruluşların bağlandığı özel bir “genel müdürlük” oluşturuluyor. O kadar ki aynı müdürlük mimar, plancı ve mühendislerin sicillerini bile tutacak; yani odalar tamamen işlevsiz kılınacak. Demokratikleşmede buna “normalleşme” denilebilir mi? Belediye sınırları içindeki kamu arazileri “kent halkının toplumsal yaşam alanları” olması gerekirken, pazarlanmak üzere hükümete bağlanıyor. Böylece aslında “halkın malı” olan Hazine arazileri, park, yeşil alan vb. amaçlar yerine “rant projeleri”ne arsa olacak. Çağdaş kentleşmede bu el koyma “normalleşme” sayılabilir mi? Aynı KHK’de asla Kentleşmede normalleşme!!! “normal” sayılamayacak bir kural da devlet eliyle pazarlanmasına kadenilebilir mi?” rar verilen kamu arazileri için “Gazeteciler, aydınlar, bilim düzenlenmiş imar planlarında insanları, yazarlar... Kanıtlanbelediyeleri tümüyle yetkisiz mamış suçlar yüzünden özkılmak… Böylece kentlerin gürlüklerinden yoksunlar... gelişmesinde kentlilerin ve Normalleşme bu mu?” gelecek kuşakların haklarını “Medyanın gündeminde her göz ardı eden imar kuralları, gün ya tutuklamalar, ya davayerel halkın demokratik örgülar ya da soruşturmalar var… tü devre dışına çıkartılarak Normalleşmenin göstergesi “tepeden inme” belirlenecek. bu olabilir mi?” Eğer bu da “normalleşme” Örnekler çoğaltıldığında şu ise anormal olan yerel yöneanlaşılıyor; demokrasilerde timler “demokrasinin kalesi” asla yaşanmayan bu “anordemektir! mal” durum, egemen siyaseBelediyelerin imar yetkileritin çok işine geliyor olmalı ki, ne demokratik ve bilimsel de“ortada normal olmayan bir durum var” bile diyemiyorlar... netim getirmek yerine kentlerdeki kamu alanlarını merkezi yetkilerle rant projelerine açmarda durum mak nasıl bir normalleşmedir? Ülke gündemi bu haldeyŞehircilik okullarında ise ken, biz de ilgi alanımız gereöğrencilerin, mezun olunca ği, çevre ve şehirleşmeyle ilasla uygulama şansı bulamagili, yeni kurulan bakanlığın yacakları; öğrendiklerinin tam yasal düzenlemelerine baktık. tersini öngören yasalarla çaDurumun “aynı” olduğunu lışmak zorunda kalacakları görmeyelim mi? meslek ortamına “normal” İşte “normalleşme” sürecidenilip denilemeyeceğini, yenin imar durumundan örnekni atanan rektörlere ve deler: kanlara bırakıyorum. Çevre ve Şehircilik Ba Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] 1/ Kurtuluş Sa 1 vaşı’nın ilk dönemlerinde 2 resmi makam 3 ların da dolay 4 lı desteğiyle 5 kurulan ve yaklaşımında 6 sosyalist öğe 7 ler de içeren İs 8 lamcı örgüt. 2/ Osmanlılarda 9 gece bekçisi... Bre 1 2 3 4 5 6 7 8 9 zilya’nın para biri 1 E S P R E S S O mi. 3/ Doku teli... 2 K U R AM İ K A Çizilerek oluşturul 3 S İ B İ K E L muş şekil. 4/ Güzel 4 T Ü Z E A K Y A sanat... Akarsu debiL A L A C sinin yıl boyunca 5 A R gösterdiği değişik 6 S E M A H O R A İ MA L E liklerin tümü. 4/ Or 7 İ T 8 İ R S A L İ Y E duyla ilgili olmayan. K A N E Ş 6/ İnsanın düşünme 9 İ M A merkezi... Siper, hendek. 7/ Kavgacı.. Soyundan gelinen kimse. 8/ Yeryuvarlağının yıl içinde Güneş’e en uzak olduğu nokta... Acınma, yerinme. 9/ Isırması iltihaplara yol açan iri bir örümcek cinsi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Hayvanların su içtikleri, taştan ya da ağaçtan oyma kap... İki derenin ya da iki yolun birleştiği yer. 2/ Tutsak... Ege Bölgesi’nin en büyük gölü. 3/ Önder... Uzun tüylü bir av köpeği cinsi. 4/ Duman lekesi... Osmanlı donanmasında amirale eş rütbe. 5/ Çabuk davranan, atik. 6/ Bir şeyin çıkış yeri, kaynak, köken... Bir gıda maddesi. 7/ Alçak, aşağılık... F. H. Dağlarca’nın bir şiir kitabı. 8/ Sürekli... Yolcu evi. 9/ Almanya’da bir kent... Üç kişiyle oynanan bir iskambil oyunu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle