25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 TEMMUZ 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR ama henüz bilmediğimiz sözcüklerin ufkuna yelken açmak, dilin o sözcüklerden oluşma denizlerinde yapılacak bir yolculuğun serüvenini göze almaktır. Bunları yaptığımız takdirde bir an gelir, ‘sözün bittiği’ veya ‘sözcüklerin yetersiz kaldığı yer’in aslında hiç olmayan, sadece üşengeçliğimizin ya da bilmemekte direnme alışkanlığımızın ürünü bir yanılsama anlamına geldiğinin bilincine varırız. ‘İç yaratım sürecimiz’, başlamıştır. Yaratma eyleminin her türünün gürültülü patırtılı olması, ‘sanat eseri’ teriminin parıltılarıyla bezenmesi gerekmez. Kendi düşünsel düzlemimizde, ilk kez karşılaştığımız, bu yüzden de dağarcığımızdaki sözlük birikimiyle, dilin –kullandığımız, hangi dil ise– o güne kadar bildiğimiz kadarıyla anlatamadığımız bir olguyu veya durumu, sözde ve dilde yeni bir öğrenme ve bilme serüveniyle anlatmayı başarmamız da bir yaratma eylemidir. Böyle bir eyleme girişmekten kaçınmanın sonucu ise, bir dili haksız yere anlatamamakla veya yetersiz kalmakla suçlamaktır. Böyle temelsiz bir suçlama üzerine ‘yeni’ bir dil inşa etme girişimi ise, işin özünde daha en baştan bir ‘dil bilinçsizliği’nin ya da ‘dil bilgisizliği’nin yatması nedeniyle, başarısız kalmaya, çoğu kez bir yapmacıkla veya yeni bir ‘anlatamama durumu’ ile sonuçlanmaya yargılıdır. Peki, özellikle iki dünya savaşının ardından, ‘artık eski dillerle anlatılamayacak’ durumların ortaya çıktığı gerekçesiyle yeni dil arayışlarını yoğunlaştıran ‘modern sanat’, yukarıdaki hesaplaşmaları ne ölçüde yapmıştır? Bu konuyu birlikte deşeceğiz. 19 “Sözün bittiği yer”; ya da “sözcüklerin yetersiz kaldığı yer”. Günlük hayatta çok kullandığımız iki söylem. Bir durumu veya olguyu dile dökemediğimiz zamanlarda. ‘Söyleyememe’nin ya da ‘anlatamama’nın vebalini, doğuştan içimizde taşıdığımız bir bencillik gereği hemen araçta, yani dilde aramak alışkanlığı gereği. Anlatamıyorsak eğer, nedeni mutlaka sözcüklerde veya dildedir. Yani bizim, sözcükleri ya da dili kullanma bağlamındaki yetersizliğimiz diye bir olasılık düşünülemez. Halbuki aslında ‘biten’, bizim sözcük dağarcığımızdır; yetersiz kalan da yine bizim dilimizdir. Ama bunun bilincine varsak bile, bu, yorucu, bizi çok daha fazla çaba harcamaya zorlayıcı bir bilinçtir. Karşılaştığımız, hayatımızın sıradan akışının, o güne kadar tanış olduğumuz, edindiğimiz deneyimlerin dışında kalan bir durum veya olaydır. Ve bu anlamda, ama yalnızca bu anlamda, yazımın başında yer verdiğim söylemler doğrudur. O güne kadar bildiğimiz sözcükler, uygulayageldiğimiz sözdizimi, alışkın olduğumuz üslup, yetersizdir. Böyle bir durumda yapmamız gereken, dilimizdeki sözcüklerin sayısı bildiğimiz sözcüklerin sayısı kadardır ya da dil, yalnızca benim bildiğim sözcüklerden oluşur gibisinden gerçek dışı yargılara varmak yerine, dilimizde bulunan, Şebnem Ferah Bon Jovi konserinde yer alamayacak Kültür Servisi Geçen hafta annesini kaybeden Şebnem Ferah, konserlerini iptal etti. Şebnem Ferah, yaşadığı bu acı kayıp nedeniyle bugün Türk Telekom Arena’da gerçekleştirilecek olan “Bon Jovi Greatest Hits Tour” ve yarın Karadeniz Ereğlisi’nde gerçekleştirilecek olan “Ereğli Festivali” kapsamındaki konserlerinde yer alamayacak. Muhteşemdi! Heyecan vericiydi! (Sevgili Okurlar, böyle paldır küldür yazıya girmemi fazla coşkulu bulanlar, yazının bundan sonrasını okumasın! İleride coşku dozu artabilir!) 2. Uluslararası İstanbul Opera Festivali’nde, Rumelihisarı’nda Münih’ten gelen “Gartnerplatz Devlet Operası”nın sunduğu, “Mahagony Kentinin Yükselişi ve Düşüşü” prodüksiyonundan söz ediyorum. Hiç ama hiç eskimeyen Kurt Weil’in müziği... İleriyi görme ustası Bertolt Brecht’in metni... Bu ikisinin kucaklaşmasını ve bunun en açık seçik ama en yaratıcı biçimde izleyiciye iletilmesini sağlayan yaratıcı bir sahneleme… Mükemmel icra… Olağanüstü sesler… Kusursuzdan öte benim için heyecan vericiydi! Baştan başlıyorum: Verdi’si” Tiyatro sanatının yönünü değiştiren Bertolt Brecht ile onun metinlerinden en büyük “ilhamı” alıp, çağdaş çoksesli müzikte unutulmaz eserler yaratan Kurt Weil ikilisinin verimli işbirliğinden birçok eser doğdu: “Üç Kuruşluk Opera”, “Happy End”, “Adam Adamdır” (müzikli oyunlar), “Yedi Temel Günah” (operabale)… “Mahagony”, ikilinin, opera sanatını değiştirmek için yola çıktıkları ilk işbirliği… Tamamlanması, “Üç Kuruşluk Opera”dan sonraya kaldıysa da (1929); “opera” diye niteledikleri tek eser. Tiyatro oyuncuları için değil, opera sanatçıları için yola çıkmışlardı. Bu eserden sonra Kurt Weil, “yoksulların Verdi’si” diye nitelendi. Tutucu operacılar bunu “kötüleme”, kınama niyetine söylediyse de, bence ikili bunu “iltifat” bellemiştir! Önceki akşam Andreas Kowalewitz yönetimindeki Gartnerplatz Devlet Operası orkestra ve korosundan ve soprano Heike Susanne Daum (Jenny) tenor Woplfgang Schwaninger, (Jim) bariton Stefan Sevenich (Moses) gibi solistlerin mükemmel ses ve yorumuyla Weil’in müziğini dinlerken, müziğin hiç ama hiç eskimediğini düşünüyordum. Kontrpuan tekniğini doruklara taşıyan, operetten, “Ragtime”, “Blues”, pop müzik ve caza uzanan bir yelpazede, metnin gevşek ve epizodik ya “Yoksulların pısına hizmet ederken müzik repertuvarına sayısız şarkı ve melodi armağan eden eşsiz bir beste. ni anımsatıyor. Kimdi? Kimdi? Kimdi? Sahnedeki vizyon Alkışlarımın en büyüğü eseri sahneye koyan, aynı zamanda sahne tasarımını yapan Thomas Schulte Michels’a… Sahnede gerçek bir model yaratarak, hem müziğe hem metne sadık kalarak, ikisi arasında dengeli bir yorum sağlayarak, groteske kaçmadan ama tüm ayrıntıların hakkını vererek, kendi vizyonunu gerçekleştirmiş! Rumelihisarı’nın elverişsiz koşullarını avantaja çevirmeyi başarmıştı. Sahnede dekor olarak sadece farklı boyutlardaki sandalyeleri kullanıyordu. Geneleve, bara, mahkeme salonuna, istasyona, çöle kente dönüşen yüzlerce minicik sandalye, daha az orta boy sandalye ve apartman yüksekliğinde dev sandalyeler... Eseri tüm sahneye, seyirciler arasına hem yatay hem dikey alana yayması... Sandalyelerle koreografinin (Fiona Copley) ve koronun bütünleşmesi... Görselliğin oyunun hiçbir anında öne geçmemesi, müziği harcamamasıyla da dikkati çeken bir yorumdu. Brecht’in kimi şarkılarda kırık bozuk bir İngilizce kullanması bile, bana büyük ustanın ne denli ileri görüşlü olduğunu bir kez daha anımsattı! Emeği geçen katkıda bulunan herkese teşekkürler. NOT Sevgili Okurlar, bugün saat 17.00’de Karadeniz Ereğlisi’nde; Çınaraltı, Bozhane Kafe’de okurlarla sohbetteyiz. Yolu düşenleri beklerim… ahagony, Türkiye’de mi? Şair, yazar, dramaturg, kuramcı, tiyatro estetikçisi, epik kuramlarla tatmin olmayıp diyalektik bütüncül tiyatroya yönelmiş bu devrimcinin birçok eserini ülkemizde de farklı yorumlarla sık sık izledik. “Mahagony”yi, Türkiye’de ben hiç seyretmedim. (Yanılmıyorsam Ankara Devlet Operası’nda oynamıştı.) İstanbul’da eserin kimi şarkılarını Genco Erkal Zeliha Berksoy ikilisinin yorumuyla izlemiştik, o kadar. Önceki akşam bu operayı Almanlardan izlerken, acaba Mahagony kenti, Türkiye mi; Türkiye’de mi diye sormaktan kendimi alamadım. Yani öylesine günümüzle örtüşüyordu! İyiyle kötü, yaşamla ölüm, hakla haksızlık; ahlakla ahlaksızlık ve daha nice nice çelişkinin temelinin paraya bağlandığı, paraya tapıldığı; her şeyin (aşkın, özgürlüğün, adaletin, yaşama hakkının) satılık olduğu bir “uygarlık”, bir “kent” modeli çiziliyor Mahagony’de. Güç şimdi paradır, biraz sonra iktidar... Ya da tersi! Önce iktidar, sonra para! Güç sahibi “Ya bizdensin/ ya düşmandan”; “Ya bize borcunu ödersin ya bertaraf olursun”; “Paranız yoksa, bizim Mahagony’mizin de size vereceği bir şey yoktur” diyor sık sık… Bu söylem bana biri M Brancusi yürüyüşü Macaristan’da ‘Sözün Bittiği Yer’ ve Modern Sanat... En büyük ‘suç’ parasızlık! Gartnerplatz Devlet Operası ‘Mahagony Kentinin Yükselişi ve Düşüşü’ Brecht Weil ikisinden kapitalizm karşıtı opera: PARİS (Cumhuriyet) Heykeltıraş Constantin Brancusi’nin mezarının, doğduğu köy Hobita’ya taşınması amacıyla 21 Mayıs’ta yürüyüşe başlayan Rumen şair Laurian Stanchescu, yürüyüş durağı Macaristan’da bir basın toplantısı düzenledi. Laurian Stanchescu, toplantıda, mezarı Paris’te olan Brancusi’nin son arzusunun yerine getirilmesi için mücadele edeceklerini söyledi. 1876’da Romanya’nın güneybatısındaki Hobita köyünde doğan Brancusi, 1904’te Fransa’ya göç etmişti. 1957’de Paris’te yaşamını yitiren sanatçı hayatının son yıllarında birçok kez ülkesine dönme talebinde bulunmuştu. Ancak komünist yönetim sanatçıya Romanya’ya dönme izni ve hakkı tanımamıştı. Brancusi’nin naaşının köyüne taşınmasını isteyen yüz civarında akraba ve yakınının sözcülüğünü üstlenen şair Stanchescu, 2000 kilometrelik sembolik yürüyüşünü Elysée Sarayı ve Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin önünde tamamlamayı amaçlıyor. Brancusi’nin topraklarına dönebilmesi için açılan mahkemenin eylül başında karar vermesi bekleniyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle