18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 5 TEMMUZ 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 1961 Anayasası Üzerine... Zor Günleri Kitaplar Yener! “Birazdan,/Suç işlemeye başlayacağım/Evet, yırtacağım,/ Gizli anlaşmalarınızı/Mutabakatlarınızı sizin. Yırtacağım/Kâğıtlarınızı ve bütün bağıtlarınızı,/ Şairim,/asiyim/Ellerim, Bilge Kağan’ın elleri.” Böyle başlıyor Hüseyin Haydar’ın “Zor Günlerin Şiirleri”... “Zor günler gelip çatalı kaç yıl oldu? Nice şehit, nice tutsak verdik. Gerçekte biz, çok daha çoğuna hazırız” diye başlayan bir başkaldırı! Kendimizi kaptırmamak olanaksız. Zor günlerde yaşayanlar bu zor şiirlerde kendilerini de, umuda susamış bir toplumu da bulurlar diyor şair... Güzel kitaplar, yararlı kitaplar!.. Sevgili Alev Coşkun’un “Liberal Ekonominin Çöküşü” küresel krizi ayrıntılarıyla seriyor gözlerimizin önüne. Belirli bilgilerle donanmış okurları daha derin bilgilendirmelere götüren bir kitap... Doğu Perinçek’in “Türk Ordusu Kuşatmayı Nasıl Yaracak” adlı yeni bir çalışması. Birkaç yıldır yıpratılan bir ordunun acı veren öyküsü!.. Bir kuşatma var, içten mi, dıştan mı? Bilerek, uydurulan çirkin masallarla halkı aldatmaya kalkmak!.. Perinçek, gerçekleri bir bir anlatıyor işte... Erdal Sarızeybek’in “Çarçella”sında “Anadolu’da Ateşle Oynamak” nedir, kimin eseridir, neden ateşle oynanır? Hep vatan için, hep aydınlık bir toplum yaratmak için, işte bunun öyküsü... “Cumhuriyet Devrimi” diye yazıyoruz, konuşuyoruz. Nedir bu devrim? Niye sürdürülmüyor, niye yaşanmıyor? Oysa bugünleri yaratan, o devrimler... Halit Erdem Oksaçan “Cumhuriyet Devrimi Dosyası”nı açıyor bizlere. Bu devrim feodalizme, emperyalizme karşı bir savaşımdır. Yazar “Bu savaşım sonuçlanmadı. Devrimi korumak, ülkeyi ve halkımızı her türlü tutsaklıktan kurtarmak zorundayız” diye bitiriyor... Edebiyat, içinde yaşadığımız bu anlaşılmaz kargaşada yine kendine yer buluyor! İşte kısaca sizlere sunmak istediğim kitaplar: Attila Şenkon “Bahar Temizliği”, Cumhuriyet Yayını. Sırrı Ataman “Unutturulan Ayetler”, Fikret Sezgin “Sonsuz Karanlık”, Nalan Çelik “Kasımda Çiçek Açmak”, Nur Demir müfettiş ve ötekilerin hikâyelerini “Çamurdan Bir Hikâye”de anlatmış. Mustafa Demirci de “Mal Kısmetten Çıkınca”da bir yaşam romanı yazmış, “Uçkur kendiliğinden çözülür” diyor. Bu arada “Şems”.. Dinçer Ürüm, Mevlana’nın yakın dostu Şems’in dünyasını anlatmış. İlgiyle okunacak bir çeşit destan... Kitaplar geliyor dört yandan. Sevgili okurlar yeni kitaplarını gönderiyor. Elden geldiğince değerlendirmek gerek, ama bunu genç denemeciler, araştırmacılar yapmalı... Benim gibi, belli bir yaşın üstündekiler değil! Ama bu kitapları gerçek değerleriyle okurlara sunacak olanlar niye ortada yok. Niye hep ben, hiç değilse adlarını anmak zorunda kalıyorum? Genç yazar arkadaşlar nerde, ara da bul!.. 27 Mayıs hareketi eleştirilebilir. Ancak onun ürünü olan 1961 Anayasası’nın getirdiği hukuk devleti kavramını kabul etmek ve demokrasinin korunmasına yönelik evrensel önlemlerin anayasada yer aldığının kabul edilmesi, objektif olmak ve bilime bağlılığın bir gereğidir. Alev COŞKUN BMM’nin açılış oturumunu yöneten geçici başkan Oktay Ekşi, yaptığı kısa konuşmada, aynı meclis çatısı altında elli yıl önce en genç üçüncü üye olarak görev yaptığı 1961 Kurucu Meclisi’nin “Hukuk ve siyaset tarihimizin en demokratik anayasasını yaptığını” belirtti. Ekşi, yeni seçilen meclisin de yeni bir anayasa yapma misyonuyla göreve başladığını, yeni anayasanın cumhuriyetin kurucu felsefesine bağlı bir anlayışla ve gerçek bir uzlaşıyla yapılmasını diledi. Oktay Ekşi’nin bu özlü ve kısa konuşması, ele alınarak yandaş basında sert eleştiriler yapıldı. Kimi köşe yazarları da demokrat görünmek çabasıyla bu eleştiri kervanına katıldılar. Ekşi’nin, 1961 Kurucu Meclisi tarafından “hukuk ve siyaset tarihinin en demokratik anayasasını” yaptığı gerçeğini öne sürmesine saldırdılar. Bu anayasanın bir askeri darbe sonucu yaratıldığını, DP’nin askeri bir yönetimle devrilmesini ileriye sürerek konuya başka bir açıdan yaklaşarak eleştirilerde bulundular. Sosyal bilimlerde, “sebep sonuç ilişkisi” son derece önemlidir. Gerçekçi ve hukuka bağlı olan bir nedenle yapılan bir uygulama, hukuka karşı bir durum ve sonuç yaratabilir. Bunun karşıtı, hukuk kuralları açısından sakatlıklarla dolu olan bir sebebe dayalı olarak yürütülen bir icraattan evrensel hukuk kurallarına tam bağlı durumlarda ortaya çıkabilir. 27 Mayıs 1960 hareketi sosyal bilimler terazisinin ölçeklerinde tartıldığında, kimi siyaset ve sosyal bilimciler bu hareketi “antidemokratik” bulurlar. Bu hareketi, hak ve özgürlükleri baskı altına alan bir siyasal iktidara karşı insan hakları bildirgesine dayanan ve diktatörlüklere karşı direnme hakkının doğal sonucu olarak gören sosyal ve siyaset bilim 1961 Anayasası demokrasiyi güçlendirdi ve alanını genişletti. “Siyasal partiler ister muhalefette ister iktidarda olsunlar demokratik siyasal yaşamın vazgeçilmez unsurlarıdır” kuralını koyarak demokratik alanı genişletmiştir. Futbol... Her Türk’ün yaşamının bir döneminde “şair”, bir döneminde de “futbolcu” olması kadardır benim futboldan anlamam... Ama on bir kişinin içi hava dolu yuvarlağı iki direğin arasından geçirmek için deliler gibi koşuşturması, milyonlarca insanın oturdukları yerde yine deliler gibi bağırması, sevinmesi, çıldırması, yuhalaması, küfretmesi... Top iki direğin arasından geçtiğinde, ya da geçmediğinde kırıp dökmesi bana çok “spor” gibi gelmez... Koyun üzerine; küfürü, hakareti, bıçağı, satırı, kurşunu... Ki her maçtan sonra balkonda biri başından vurulur, nişan alsan vuramazsın... Ya da koyun üzerine; vergi kaçakçılığını, ihaleyi, kara para aklamayı, şantajı, şikeyi... Belki; oyundur, yarışmadır, eğlencedir... Belki bahis... Belki kumar... Belki sanayidir... Ama bu haliyle futbol spor değil... Belki de benimki kıskançlıktır... Söylenecek güzel iki söz öğrenmek için tiyatronun ön sırasına otuz kişi otururken, küfür etmek için milyonların stadyumları doldurmasını kıskandım hadi... Suyunu, deresini, toprağını savunan çevreciler sokağa çıkıyorlar yirmi kişi... İşsizler iş istiyorlar, elli kişi... Liseliler çalınan gelecekleri için toplanıyorlar, kırk kişi... Türkiye’nin bölünmemesini, parçalanmamasını isteyenler bayraklarını alıp meydana dökülüyorlar, diyelim ki yüz kişi... Cumhuriyet devrimleri için, çağdaş yaşam için, laik hukuk devleti için yüz elli kişi... Ama top iki direğin arasından geçti; sokakta on milyon cengâver... Futbol; belki sığınaktır... Hakemden başlayıp herkese küfrediyorsun, bağırıyorsun, kızıyorsun, yürüyorsun, toplanıyorsun bir şey olmuyor... Öbürüne ağzını aç, hapistesin... Öyleyse; umursamadığın, görmemezlikten geldiğin, dönüp de arkanı tribüne oturduğun “kirli yapıyı kovalamakta olan şüpheli” sığınağa girdi... Şimdi?.. Nereye sığınacaksın?... T nsan hakları ciler de vardır. Bu yazının amacı, on yıllık DP iktidarının demokrasi karşıtı hareketlerini sayıp dökmek değildir. DP kendisine oy vermeyen Kırşehir ilini ilçe ve Kastamonu’nun Abana ilçesini de nahiye yapmıştır. Geçen hafta, Yılmaz Özdil bu örneği vererek bu mudur demokrasi diyordu... DP’nin olağanüstü yetkilerle donatılmış bir komisyon kurarak basına yasaklar koyması, gazeteleri toplatabilmesi ve kapatması, istediği kişiyi tutuklayabilmesi ve kararlarının hiçbir şekilde itiraz edilememesi, demokrasi ve hukukla bağdaşabilir mi? Buna karşın, seçimle iktidara gelen siyasal partilerin her ne yaparlarsa yapsınlar, hukuk dışı davranışlara girseler bile, ancak seçimle iktidardan gidip gitmemeleri siyaset biliminin ve anayasa hukukunun en yakıcı konularından biridir. Tekrar konumuza dönersek, 27 Mayıs hareketi sonunda seçimle oluşan Kurucu Meclis’in yaptığı 1961 Anayasası’nın evrensel hukuk, çağdaş demokrasi ve insan hakları yönünden çok ileri bir anayasa olduğu bütün dünyaca kabul edilmektedir. 27 Mayıs hareketine karşı olsun ya da olmasın hemen bütün sosyal bilimciler ve hukukçular 1961 Anayasası’nın demokratik niteliklerini kabul etmektedirler. “İnsan haklarına dayalı devlet” kavramı 1961 anayasası ile Türk siyasal yaşamına girmiştir. Temel haklar ve özgürlükler anayasada geniş olarak yer almış, evrensel bir hak ve özgürlük kuramı, “bir hakkın ve hürriyetin özüne dokunulamaz” ilkesi anayasanın temel felsefesini oluşturan bir esas olarak kabul edilmiştir. Sosyal hukuk devleti 1961 Anayasası’nın ikinci maddesi ilk kez “sosyal bir hukuk devleti”nden söz etmiştir. Türk hukuk ve siyasal alanına ilk kez “hukuk devleti” ilkesi girmiştir. Anayasa yasaların anayasaya ve hukuk devleti ilkelerine uygunluğunun yargısal denetimini sağlamak için anayasa mahkemesini oluşturmuştur. Bağımsız yargı 1961 Anayasası, yüksek yargıçların 65 yaşına dek kendi istemleri dışında emekli edilemeyeceklerini, yargıçların özlük işlerinin bağımsız Yüksek Hâkimler Kurulu’nca yürütüleceğini öngörmüştür. Devlet Planlama Teşkilatı ilk kez anayasaya girmiştir. Anayasa Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı olduğunu belirtmiş ve bunları güvenceye almıştır. 27 Mayıs hareketi eleştirilebilir. Ancak onun ürünü olan 1961 Anayasası’nın getirdiği hukuk devleti kavramını kabul etmek ve demokrasinin korunmasına yönelik evrensel önlemlerin anayasada yer aldığının kabul edilmesi objektif olmak ve bilime bağlılığın bir gereğidir. 1961 Anayasası Türklerin 150 yılı aşan çağdaşlaşma, uygarlaşma hareketinin hukuk devleti ve demokratikleşme açısından doruklara ulaşıldığı bir hukuksal metindir. Demokrasi kuramı Hiç kuşku yoktur ki, 1961 Anayasası Türklerin tarih boyunca yarattıkları en ilerici, hukukun üstünlüğü ilkesine dayanan ve güvence altına alan en demokratik anayasadır. İşte bu nedenle yazımızın başlarında belirttiğimiz sebep sonuç ilişkisinin hiçbir zaman unutulmaması gerekir. Bu anayasanın çok önemli ilkelerini burada kısaca belirtmekte yarar var: Çelik Gülersoy ve ‘Çılgın Projeler’ Daver DARENDE Emekli Diplomat Yazar arihle iç içe yaşayan İs bugün belleğimden silinmedi. “2030 yılda oluşmuş olan tanbul için şimdi de “Çılgın Projeler” öngörülü kalabalıkların düzeyi Avrupa yor. Böyle bir gelişmeyi dört şöyle dursun, Balkan şehirlegözle bekleyen vurgunculara ve rinin bile dokusundan çok dayağmacılara gün doğdu. İstanbul ha geridedir. İstanbul’da topelden giderken, bu gidişe ne ya lu bir şehir bilinci oluşmamışzık ki kimse “dur” diyemiyor. tır. Her grup, geldiği yerlerin Atatürk ışığının aydınlattığı yol alışkanlıklarını ve değer yarda uygarlığa doğru yürümenin gılarını sürdürmeye ve kenditek koşulunun çağdaş eğitim sini İstanbullu değil, oralı sayden ve halkın bilinçlenmesinden maya devam ediyor. İstanbulgeçtiğini vurgulayan, yaşamını lu olmak, kurulduğundan beİstanbul’a adayan Çelik Güler ri ya da on beş göbektir bu şesoy’un bir söyleşimiz sırasında hirde oturuyor demek değildir. İstanbul için söyledikleri o gün İstanbullu olabilmek hâlâ dört T şey demektir: Dilini, giysisini, evini ve çevresini düzeltmek. İstanbullu olmak isteyen (ve de olan) bütün ‘yeni hemşerilerime’ selam! Neden mi? İstanbul’u sevmek adam olmayla biraz eşanlamlı da ondan!” Tarihin bugüne kadar görmediği insan akını ile her geçen gün, kimliği ve kültürel yapısı değişen bu kentimizin dokusuna politikada gözü dönmüşlük de eklenince İstanbul’un sonunun nereye varacağı bilinmiyor. Çelik Gülersoy, vurguncuların eline geçen İstanbul’un bu acıklı durumunu bir yazısında şöyle eleştirmişti: “2030 yıl içinde or taya çıkan resme, artık bunlara öncekiler gibi ‘eski tuvalin üzerine çizilmiş ve boyanmış yeni bir tablo’ denemez. Çünkü tablo kavramının bir dünya ölçüsü ve bir haysiyeti vardır! Bu daha çok, mala ile atılmış bir beton sıvasına benziyor.” Biz İstanbul’un yalnız doğasına değil, tarihsel mirasına da ihanet ettik. Gelecek kuşaklar işlenen bu suçu bağışlamayacaklardır. Kurşun renkli İstanbul bize artık gülümsemiyor. Bu çılgın gidişi iyi ki Çelik Gülersoy görmedi. 6 Temmuz 2003 günü yitirdiğimiz değerli bilgeyi artan bir özlem ve saygıyla anıyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle