18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 TEMMUZ 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA HABERLER Terörle mücadelede polisin etkin kullanıldığı dönemler karanlık operasyonlar dönemi olarak tarihe geçmişti 9 90’lara geri dönüş mü KÜRT SORUNUNDA BAŞA DÖNÜLDÜ Açılım defteri kapandı Başbakan Erdoğan’ın iç güvenlik harekâtlarında polisin de görev yapması için harekete geçildiğini açıklamasının ardından 2005’te başlayan ancak toplumsal bölünmeyi tetiklemek dışında hiçbir adımın atılmadığı süreç resmen bitirilmiş oldu. MAHMUT ORAL Erdoğan’ın terörle mücadelede polisin kullanılacağını söylemesi, faili meçhullerle anılan dönemleri hatırlattı. Tansu Çiller’in Başbakan, Mehmet Ağar’ın da Emniyet Genel Müdürü olduğu 90’lı yıllarda terörle mücadele etkin kullanılmak istenen polis özel harekât timleri, pek çok faili meçhul cinayet ve yargısız infazın sorumlusu olmakla suçlandı. Güneydoğu’da görev yapan özel harekâtçı polislerin batıya kaydırılması ile birlikte tüm Türkiye’de yargısız infazlar konuşulur hale geldi. AL CAN ULUDAĞ Özel harekâtçı polis sayısı ikiye katlanıyor BARKIN ŞIK DİYARBAKIR Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’da 2005 yılında “Kürt sorunu vardır” açıklamasıyla başlayan, Kürt sorununda, çözüm arayışlarında en başa dönüldü. Kürt açılımı politikasının Habur’da iflas etmesiyle giderek gerginleşen ortamda açılım defteri kapandı, Silvan’da 13 askerin şehit edilmesinin ardından silahlı mücadele, sınır ötesi operasyon ve 90’lı yıllarda olduğu gibi polisin terörle mücadelede kullanılması gündeme alındı. AKP’nin, 2002 yılında iktidara gelmesinin hemen ardından dolaylı yollardan varlığını kabul ettiği Kürt sorununa ilişkin en açık beyanat 2005 yılında Diyarbakır’da bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından verildi. “Kürt sorunu vardır. Bu sorunu da biz çözeceğiz” diyen Erdoğan, geçmişte büyük hatalar yapıldığını belirterek devletin Kürt sorununa bakış açısının değişeceğinin sinyallerini verdi. Erdoğan’ın açıklamalarının ardından Kürt kamuoyu sorunun çözümü için büyük bir beklenti içerisine girdi. AKP, 2007 seçimlerinde bölgede büyük destek buldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “İyi şeyler olacak” şeklindeki açıklamasının ardından Kürt sorununun çözümü kamuoyunda ciddi olarak tartışılmaya başlandı. “Kürt açılımı”, “Demokratik açılım”, “Milli Birlik ve Beraberlik Projesi” gibi adı bir türlü netleşmeyen açılım sürecinde kafa karışıklığı giderilemedi. Kürtçe yayın yapan TRT Şeş dışında somut adım atılamadı. 21 Ekim 2007’de 13 askerin şehit olup 8’inin de kaçırıldığı Dağlıca baskını ve 9 Mayıs 2008’de Aktütün Karakolu’na düzenlenen baskında 6 askerin şehit edilmesinin ardından kamuoyu ikiye bölündü. Terör örgütü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla 19 Ekim 2009’da 8’i dağ kadrosundan 34 PKK’linin Habur’dan giriş yapması üzerine yapılan karşılama töreni kamuoyunda büyük tepki çekerken süreçte de ilk çatlak oluştu. Bunun hemen ardından 7 Aralık 2009’da Tokat’ın Reşadiye ilçesinde 7 askerin şehit edilmesi üzerine açılım süreci durdu. Terör saldırılarının ardından AKP, sert mesajlar verip süreci bir süre durdururken diğer yandan İmralı’da bulunan terör örgütü Öcalan ile MİT heyetinin görüşme yaptığı ortaya çıktı. Terör örgütü PKK’nin kent yapılanması olduğu gerekçesiyle 2000’den fazla Kürt siyasetçinin tutuklanması, belediye başkanlarının ellerinde kelepçeyle mahkemeye götürülmesi ise bölgede tansiyonu yükseltti. Açılımın başlangıcında sıcak mesajler veren Erdoğan, özellikle BDP’ye yönelik söylemini giderek sertleştirdi. Adı bile konamayan açılım süreci ve terör saldırılarıyla gerilen ortam, Bursa’nın İnegöl ilçesi, Balıkesir ve Hatay Dörtyol’da Kürt kökenli yurttaşlara yönelik saldırılara dönüştü. Erdoğan’ın seçim öncesinde söylediği “Kürt sorunu yoktur, Kürt sorunu çözülmüştür, benim için bitmiştir” sözleri de gelinen noktayı gözler önüne serdi. BDP’nin desteklediği bağımsız aday Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin YSK tarafından düşürülmesi ve KCK tutuklusu milletvekillerinin serbest bırakılmaması üzerine BDP, Meclisi boykot kararı alırken AKP ile BDP yetkililerinin görüşmeye başlaması ve terör örgütü PKK lideri Öcalan’ın “Barış konseyi için mutabakata vardık” açıklamasından kısa bir süre sonra Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 14 Temmuz günü 13 askerin yemek molasında şehit edilmesi başlamadan biten açılım sürecinde son nokta oldu ve iyice yükselen tansiyon, Türk ve Kürt yurttaşları çatışma noktasına getirdi. Erdoğan, 13 askerin şehit edilmesinin ardından “Bu kötü niyetli davranışlar bizden hiçbir yerde iyi niyet beklemesinler. Onlar da siyasi uzantıları da... Bu ülkede artık Kürt sorunu yoktur. Bu ülkede PKK sorunu vardır” diyerek söylemini iyice sertleştirdi. ANKARA Başbakan Tayyip Erdoğan’ın terörle mücalede asker yerine polisin operasyonlarda kullanılabileceğine ilişkin açıklamaları, “polismafyasiyaset” üçgenindeki kirli ilişkilerin açığa çıktığı Susurluk ve Yüksekova çetesi gibi “karanlık dönemi” akıllara getirdi. Faili meçhul cinayetlerin en fazla işlendiği 1990’lı yıllarda, özel harekât polisleri operasyonlara aktif olarak katılıyordu. Eski Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın “Ben, devlet adına 1000 operasyon yaptım” dediği dönemin hesabı hâlâ sorulamadı. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümünün ardından Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller’in de Başbakan olması sonrasında terörle mücadele politika değişikliğine gidildi. Özel harekât timleri, operasyonlarda aktif olarak görev yaptı. Bu tarihten sonra gerek yapılan operasyon sayısı gerekse faili meçhul cinayetlerde artış yaşandı. O dönem “ölüm listeleri”nden söz edildi. Bu karanlık ilişkiler, 3 Kasım 1996’da yaşanan Susurluk kazasıyla ortaya çıktı. Ancak bu dönemin hesabı hâlâ sorulamadı. Eski Susurlu hükümlüsü Ayhan Çarkın’ın geçen aylardaki itirafları, gözleri bir kez daha Susurluk’a çevirdi. Çarkın ifadesinde, özel harekât polisleri olarak gerçekleştirilen operasyonların “devletin ve MGK’nin bilgisi dahilinde” yapıldığını iddia etti. Çarkın, Ankara’da işlenen 4 faili meçhul cinayetin “İbrahim Şahin’in organizasyonu” ile bizzat özel harekât ANKARA Başbakan Erdoğan, terör örgütü ile mücadelede polisin kullanılması konusunda bir çalışma yaptıklarını belirtirken “Bölgelerin hassasiyetine göre bu konuda adım atılacak” demesi dikkatleri Emniyet Genel Müdürlüğü’ne çevirdi. Emniyet Genel Müdürlüğü içinde terörle mücadele için kurulan Özel Harekât Dairesi Başkanlığı’nın yeniden faal hale geçmesinin seçenek olarak masada durduğu belirtiliyor. Personel sayısını arttıran başkanlık, 2015 yılında 11 bin özel harekâtçı polis olmasını hedefliyor. Şu anda 6 bin 500 civarında özel harekâtçı polis bulunuyor. 1990’lı yılların ortalarında terörle mücadelede etkin olarak kullanılan özel harekâtçılar, 28 Şubat sürecinde elindeki silahlar alınarak arka plana itilmişti. Türk Silahlı Kuvvetleri, bir süre önce terörle mücadelede kullanılan Kara Kuvvetleri’ne bağlı 5 komando tugayı ile Jandarma Genel Komutanlığı’na bağlı 1 komando tugayını tamamen profesyonelleştirdi. Güneydoğu Anadolu’da dağlık alanlardaki mücadeleyi bu birlikler sürdürüyor. Sınır güvenliği için ise hudut birliklerinin profesyonelleşmesi kapsamında 5 bin kişi alınıyor. Ayrıca 50 bin kişiden oluşan ‘sınır polisi’ teşkilatı kurulacağı açıklandı. Sınır güvenliği de terörle mücadele açısından büyük önem taşıyor. Atılan bu adımların ardından, terörle mücadelenin polise bırakılacağı yönündeki açıklamalar, Türkiye’nin terörle mücadele için kapsamlı bir stratejisi ve eylem planı olmadığını da ortaya koyuyor. Türkiye, terör örgütü PKK’nin her saldırısından sonra yeni bir mücadele metodu bulmak için arayışa giriyor. polisleri tarafından işlendiğini ileri sürdü. Tansu Çiller ve Mehmet Ağar’ın isimleri ortaya atıldı. Ankara Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmanın nereye kadar uzanacağı önümüzdeki günlerde belli olacak. Halkın Hukuk Bürosu’nun verilerine göre, 90’lı yıllarda yapılan bazı operasyonlar şöyle: 12 Temmuz operasyonu: 12 Temmuz 1991 tarihinde, polisin düzenlediği operasyonda 9 kişi öldürüldü. Adli Tıp raporları, ölümlerin, “patlayıcı madde infilâkına bağlı olarak oluşan metalik cisim yaralanması...” sonucu ve bitişik mesafeden (yakın) açılan ateş sonrası kurşun yaralanmasından meydana geldiğini yazdı. Bu davada, sanık polislerin tümü beraat etti. Mahmutbey Operasyonu: Ocak 1992 tarihinde 6 kişilik bir ailenin yaşadığı ev “örgüt evi” olduğu gerekçesiyle basıldı. Baskında evde bulunan üç genç “katledildi”. Polislerin “teslim olun dedik ateşle karşılık verdiler” diyebilecek “gerekçeleri” de yoktu. Çünkü içeride bulunanlar balkona çıkarak “teslim oluyoruz” diye bağırmışlardı. Bağcılar baskını: 4 Ağustos 1994 tarihinde yaklaşık 6 saat süren bir operasyon sonu cunda Hüseyin Arslan, Güner Şar ve Özlem Kılıç isimli kişiler öldürüldü. Bomba ve silahların sabaha kadar susmadığı operasyonun başındaki isim Necdet Menzir’di. Yapılan otopsi, üç kişinin de bombalarla öldürüldükten sonra silahlarla tarandığını gösterdi. Perpa infazı: Büyük iş merkezlerinden biri olan Perpa, 13 Ağustos 1994 tarihinde “bir katliama tanık” oldu. Emniyetin operasyonunda DevSol üyesi oldukları gerekçesiyle Sabri Atılmış, Selma Çıtlak, Nebi Akyürek, Mehmet Salgın, Hakan Kasa kafeteryada “ölü ele geçirildi”. Operasyon kamuoyunda tepkiye neden olunca deliller tam olarak toplanmadan dava jet hızıyla 17 Ağustos 1993’te açıldı. Silahların balistik incelemesi yapılmadı. Adları daha önceki katliamlarda defalarca geçen Ayhan Çarkın ve diğerleri bu davanın da sanıkları arasındaydı. Sanık polislerin tümü beraat etti. Bahçelievler operasyonu: 9 Şubat 1996 tarihinde Bahçelievler Soğanlı Mahallesi, Ordu caddesi üzerinde bir evde Ayten Korkulu, Fuat Park, Meral Akpınar özel timler tarafından düzenlenen operasyonda öldürüldü. Yapılan otopside Korkulu’dan 7, Akpınar’dan 19, Park’tan ise 14 kurşun çıkarıldı. En önemli kanıt olan katledilen üç kişinin elbiseleri polisler tarafından yok edildi. Çiftehavuzlar: Bu operasyonda, dört ayrı evde, 11 kişi öldürüldü. Çiftehavuzlar’da katledilenlerin otopsi raporlarında, Sabahat Karataş’ın vücudunda 40, Eda Yüksel’in vücudunda 58, Taşkın Usta’nın vücuduna 45 mermi çekirdeği isabet ettiği belirtildi. Ayrıca operasyonda “Korteks” adlı patlayıcı bir maddenin kullanıldığı tespit edildi. Yüksekova çetesi, Hakkâri ve ilçelerinde köylülerin gözaltına alınıp öldürülmesi, kamu görevlilerinin de aralarında bulunduğu kişiler tarafından uyuşturucu ticareti yapılırken askeri helikopterlerin kullanılması, otellerin lav silahları ile yakılması, işadamlarının kaçırılıp haraca bağlanması gibi iddialarla gündeme gelmişti. 1996’da ortaya çıkarılan Yüksekova çetesi davası itirafçı Kahraman Bilgiç’in jandarma istihbarat astsubay Hüseyin Oğuz’a verdiği ve Susurluk Komisyonu tutanaklarına da geçen ifadeleri üzerine açılmıştı. Davada Albay Hamdi Poyraz, Binbaşı Mehmet Emin Yurdakul, Üsteğmen Bülent Yetüt, Korucubaşı Kemal Ölmez, PKK itirafçısı Kahraman Bilgiç, özel harekâtçı polis Enver Çırak ile bazı belediye yöneticileri çete kurmak, gasp ve bombalama ile suçlanmışlar, sanıklar “üniformalı çete” olarak adlandırılmıştı. ? Tayin mi, Sürgün mü? Devletin cezalandırma sistemi ilginçtir. Geçmişte çok örneklerini gördük, rüşvet alan trafik polisi başka bir ile tayin ediliyor. O ildekiler rüşvet vermiyor diye mi, havası güzel belki akıllanır diye mi bilmem. Yer değişince insanın karakteri de mi değişiyor acaba? Geçmişte, muhalif görülen, iktidarla, müdürle, bulunduğu kurumun yönetimiyle anlaşamayan kim varsa bir yerlere sürgüne giderdi. Geçenlerde yine dikkatimi çekti. Önemli davaların hâkimi, HSYK’nin kararıyla İstanbul’dan Bursa’ya tayin edildi. Eski dildeki adıyla sürgün... Gerekçede hâkimin, meslek onuruyla bağdaşmayacak işlere karıştığı gibi bir iddia yer alıyor. Tabii sürgünün niye yapıldığına dair herkesin bir fikri var ama HSYK’nin gerekçesine bakarak konuşacak olursak, eğer bir hâkim burada meslek onuruna aykırı işlere karışıyorsa Bursa’da karışmayacak mı? Verdiği kararlarda kullandığı ölçütler Bursa’ya gidince birdenbire değişecek mi? Topkapı Müzesi’nde geçenlerde ilginç bir olay yaşanmıştı. İddiaya göre müze müdürü, bir tahtı alıp kendi lojmanına koydurmuştu. Tahtı taşıyan görevlilerin fotoğrafı gazetelerde yayımlandı. Müze müdürü, aslında depoda yer kalmadığı için böyle bir uygulamaya gittiğini söylese de sonunda “taht”ından oldu ve görevden alındı. Ama burada daha ilginç bir ayrıntı dikkatimi çekti. Tahtı taşıyan iki görevli memur da başka bir müzeye tayin edilmişler. Görevliler, müdür emir vermeden tahtı alıp müdürümüze layık koltuk budur diye mi taşımışlar? Müdür, “bana tahtı getirin” dediği zaman, “yok biz getiremeyiz, sana Kapalıçarşı’dan güzel bir koltuk alalım, zaten taht gösterişli ama rahatsız” demek gibi bir şansları var mı? Eğer itiraz etmeden taşımaları suçsa o zaman başka yere tayinleri ne anlama geliyor? ESK Ç ŞLER BAKANI TANTAN: Hükümetin stratejisi yok yetkilileriyle birlikte ortak bir mücadele ANKARA Yurt yöntemi geliştirir. Bu Partisi lideri ve eski İç yöntemin içerisine halişleri Bakanı Sadettin kı da dahil edersiniz. Tantan, Başbakan Ama böyle bir yaklaTayyip Erdoğan’ın iç şım yok. Hükümetin güvenlikte polisin kul mücadele stratejisi lanımına yönelik çalış yok. Gerçi hiçbir zama yapıldığı açıklama man olmadı.” larını değerlendirdi. Hak ve özgürlüklerin Baştan beri terörle sağlanabilmesinin gümücadelenin yalnızca venlikten geçtiğini saTSK’ye havale edilme vunan Tantan, “Güsinin yanlış olduğunu venliğin içini boş bıkaydeden rakmışsınız. Tantan, “İç Ulusal Gügüvenlik bavenlik Belgekımından niz’de daha polis ve jandüne kadar darmanın irtica ve tekullanılması rör tehdit gerekiyor. demişsiniz. TSK’nin geMilli Güvenrekli olmalik Kurulu dığı sürece olarak Cummücadelenin hurbaşkanı, içine sokulBaşbakan maması la Sadettin Tantan olarak imza zım. Bunun atıp bu koanlamı şu, kolluk güç nuların araştırılması lerinin olması siyasi için görev vermişiniz. iktidarın mücadelenin Sonra da görevi ifa başında olması de edenleri yargılıyorsumektir. İktidar bugü nuz. Sonra devlet de ne kadar terörle mü terör örgütü yöneticadelede ‘her istedik ciyle görüşüyor” dedi. lerini karşılıyoruz’ deAbdullah Öcalan ile yip kendini mücade yapılan görüşmelere de lenin dışında tuttu” atıfta bulunan Tantan, dedi. şu değerlendirmeyi yapAKP iktidarının te tı: “Biz görüşmüyoruz, rörle mücadele konu devlet görüşüyor’, söysunda ne yapmak iste lemi içerisinde buludiğinin belli olmadığı nursa İmralı’daki de nı anlatan Tantan, şu ‘yetkililer ile ileri aşayorumu yaptı: maya geldik barış kon“Her olaydan sonra seyi kuracağız’ derse, bir şeyler söyleniyor. Türkiye’yi İmralı’nın Kamu Güvenliği Müs yönettiği ortaya çıkıteşarlığı kuruldu. Adı yor. Burada suç üstüvar ama kendisi yok. ne suç işleniyor. GöSonra sınır güvenliği rüşme için hükümet ile ilgili teşkilat dendi. emir veriyorsa suç işÖyle bir şey de yok. liyordur, örgütün oraTerörle mücadele et dan yönetilmesine göz me iradesi olan bir ik yuman savcı da suç tidar parlamentoyu işliyor soruşturma açtoplar, mevcut parti madığı için.” LHAN TAŞCI ‘Problem aşırı güç kullanımı’ Teröre karşı polisin kullanılması hazırlıklarını değerlendiren CHP’li Akif Hamzaçebi, ‘Yaklaşım doğru ancak Başbakan net olmalı’ dedi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın iç güvenlik harekâtında polisin kullanılmasına yönelik değerlendirmeleriyle ilgili “Bu yöndeki açıklamasını doğru görüyorum. Ancak Başbakan net olmalıdır. Sayın Başbakan’ın ve hükümetin profesyonel birliklerle polis arasında nasıl bir görev bölüşümü düşündüğünü bilmiyoruz” dedi. Demokrasilerde iç güvenliği sivil güçlerin, polisin sağladığını vurgulayan Hamzaçebi, “Bizdeki temel problem, güvenlik güçlerinin olaylar karşısında aşırı güç kullanmasıdır. Rize, Hopa’da bunun bir örneğini gördük. İç güvenliğin polis tarafından sağlanması gerektiğine katılmakla birlikte güç kullanımında aşırı değil ölçülü güç kullanılması gerektiğini söylüyoruz. Silahlı kuvvetler ulusal savunma ile görevli olmalıdır. İç güvenlik silahlı kuvvetlerin görevi olmamalıdır” görüşünü dile getirdi. Erdoğan’ın “Silvan kırılma noktası oldu” sözlerinin anımsatılması üzerine Hamzaçebi, “Bu cümle soru işaretleriyle dolu. Bundan şöyle bir anlam çıkarmak mümkün, ama bilmiyorum Sayın Başbakan böyle bir anlamı mı ifade etti; ‘PKK’nın eylemlerine hoşgörüyle yaklaştık, bundan sonra yaklaşmayacağız’ anlamı bundan çıkabilir ya da ‘Bugüne kadar belli askeri yöntemleri uygulamaya koymadık, bundan sonra çok daha şiddetli bir şekilde bu önlemleri uygulamaya koyacağız.’ bilmiyoruz” dedi. Hamzaçebi, Erdoğan’ın “Terörle mücadele konsept değişikliğine gidiyoruz” sözlerinin aktarılması üzerine de şunları söyledi: “TBMM kapanmadan terörle mücadelede profesyonel ordunun görev alması amacıyla sevk ettiği tasarı yasalaştı. 50 bin kişilik profesyonel ordu terörle mücadelede görev alacak. Bunları bir kenara bırakıp terörle mücadelede polis görev alacak demek, önceki politikayla çelişen bir tutum oluyor.” ‘ ğneyi kendine batır’ Akif Hamzaçebi C MY B C MY B ‘Çelişiyor’ Terörle mücadelede polis reformuna tepki gösteren MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, “Suçlu terörle mücadele edenler mi, bir dön aynaya bak, bir iğneyi kendine batır bakalım. Önce Sayın Başbakan iğneyi bir kendine batır. Stratejik alanda yapılan yanlışlıkların bedelini terörle mücadele edenlere havale etme işgüzarlığından başka bir şey değildir” dedi. Terörle mücadelede devletin topyekun mücadele edeceğini belirten Vural, “Polisi, askeri mi olur bu işin” diye konuştu.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle