22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 TEMMUZ 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 Yaşayan en büyük en büyük ‘gerçekçi’ydi Kültür Servisi “Yaşayan en büyük gerçekçi ressam” olarak nitelenen Lucian Freud, 20 Temmuz gecesi Londra’daki evinde öldü. Psikanalizin babası sayılan Avusturyalı nörolog Sigmund Freud’un torunu olan Lucian Freud 88 yaşındaydı. Freud’un yakın dostlarından, New Yorklu sanat taciri William Acquavella, “Lucian Freud, kuşağının en önde gelen figüratif ressamı olarak hem portre, hem de manzara resmine derin bir bakış, drama ve enerji katmıştı” dedi. “Heyecan verici, alçakgönüllü, içten ve nüktedan bir dosttu. Resim yapmak için yaşadı ve ölünceye kadar sanat dünyasının gürültüsünden uzakta resim yaptı.” Freud’un, bir sedirin üstünde çırılçıplak uyumakta olan şişman bir kadını betimlediği, 1995 tarihli “Benefits Supervisor Sleeping / İşsizlik Ödeneği Denetçisi Uykuda” adlı portresi, 2008’de Christie’s’in düzenlediği bir müzayedede 33.6 milyon dolara alıcı bularak yaşayan bir ressam için dünya rekoru kırmıştı. Tabloyu Rus milyarder Roman Abramoviç’in satın aldığı ileri sürülmüştü. Daha önce, Freud’un 1992 tarihli “IB ve Kocası” adlı tablosu da Psikanalizin babası Sigmund Freud’un torunu, ressam Lucian Freud 88 yaşında öldü Onurlu Bir Sanat Yaşamı Müjdat Gezen’le dostluğumuz herhalde yarım yüzyılı devirdi. Aynı sahneyi bile paylaşmışlığımız var. Ama onu tanımadan önce, sahneye adım attığı ilk günlerine ilişkin, aklıma her gelişte beni gülümseten bir olayı anlatayım. Müjdat çiçeği burnunda bir oyuncu adayı… Günün birinde, Muammer Karaca çağırtmış onu. “Filanca oyuncu tiyatrodan ayrılıyor” demiş. “Bu akşam oyunu seyret. Yarından itibaren onun rolünü sen oynayacaksın.” “Peki, prova yapmayacak mıyız?” diye sormuş Müjdat. “Ne provası evladım” demiş Muammer Karaca. “Biz terzi miyiz?” şsizlik Ödeneği Denetçisi Uykuda ‘Kate Moss’ portresi Nazi Almanyası’ndan kaçarak ngiltere’ye yerleşen bir ailenin çocuğu olan Lucian Freud’un, şişman bir kadını çıplak olarak resmettiği portre, 2008’deki bir müzayedede 33.6 milyon dolara satılmış, Freud “yaşayan en pahalı ressam” olmuştu. yası’ndan kaçan ailesiyle birlikte İngiltere’ye gittiğinde henüz 10 yaşındaydı. Bir sanat okulunda öğrenim gördükten sonra, 17 yaşında yaptığı bir otoportre Horizon dergisinde yayımlanmış, 1944’te 21 yaşındayken açtığı ilk kişisel sergisiyle “parlak bir yetenek” olarak nitelenmişti. 19.3 milyon dolara satılmıştı. Sanat eleştirmeni Robert Hughes’un “yaşayan en büyük gerçekçi ressam” olarak tanımladığı Freud, sanat dünyasının moda akımlarına yakınlık duymamış, eleştirmen ve koleksiyoncuların gözünden düştüğü dönemde bile gerçekçi yaklaşı mından ödün vermemişti. Pek çok eleştirmen tarafından “itici” bulunmasına karşın, inatla kendi özgün üslubunu geliştiren Freud, en sonunda çağın en büyük ressamlarından biri olarak kabul edilmeyi başarmıştı. 1922’de Berlin’de dünyaya gelen Lucian Freud, 1933’te Nazi Alman Ressam Francis Bacon’ın hayranı olan ve onun çarpıcı bir portresini yapan Freud, özellikle “tedirgin edici” portreleriyle ün yapmıştı. Onun gözüpek portrelerine bakan izleyicilerin kendilerini bir “dikizci” gibi hissettikleri söyleniyordu. İki kez evlenen Freud’un ilk karısı, ünlü heykeltıraş Jacob Epstein’ın kızı Kitty idi ve Freud onu başyapıtlarından sayılan “Beyaz Köpekli Kız” adlı tablosunda resmetmişti. Pek çok kadını baştan çıkarmasıyla ve iflah olmaz bir kumarbaz olmasıyla da tanınan Freud’un hiçbir zaman açıklamadığı çok sayıda çocuğu olduğu da söyleniyordu. 50 yıllık sanat yaşamının büyük bölümünü Londra’da geçiren Freud, sık sık kentin en tanınmış bar ve lokantalarında Kate Moss gibi genç ve güzel kadınlarla görülüyordu. Freud’un ölümünün hemen ardından, Wolseley restorandaki masasına siyah bir örtü serildi ve onuruna bir mum yakıldı. Gazete ve dergilere pek az söyleşi veren ve özel yaşamını her zaman gizli tutan Freud, atölyesinde telefon bulundurmuyordu. Aynı sahneyi bile paylaşmışlığımız olduğunu söyledim. Bir buçuk oyunda. Önce “bir”ini anlatayım, sonra “buçuk”unu. Aydın Engin’in “Aykırı” oyununda ufacık rollerimiz vardı. Başrolleri patronumuz Engin Cezzar’la Tuncel Kurtiz paylaşıyordu. Bir sahnede Engin Cezzar’la birlikte oluyorduk. Masanın üstünde duran bir sigara tablası aracılığıyla her gece kızdırıyorduk patronu. “Yapmayın,” diye yalvar yakar oluyordu Engin, “Oyunu oynayamıyorum. Kesin bu işkenceyi.” Dinleyen kim! Neyse ki, oyun fazla tutmadı, afişten kaldırıldı da işkencenin ömrü kısa sürdü. “Buçuk”a gelince… Müjdat’ı “yıldız”lığa yükselten, sanırım “Zıpçıktı” oldu. Toto Karaca, Celâl Sururi, Ali Sururi, Alev Sururi’lerin Elhamra İstanbul Tiyatrosu’nda. “Zıpçıktı” Ray CooneyTony Hilton çiftinin bir komedisiydi. Dilimize ben uyarlamıştım. İstanbul Tiyatrosu’nda, Metin Serezli’nin yönetiminde sahnelendi. Başrol de Müjdat’a verildi. Dördüzleri oynuyordu Müjdat. Tiyatronun ağır toplarıyla birlikte Erdinç Üstün, Şemsi İnkaya öteki rolleri paylaşıyordu. Aşağı yukarı her gün tiyatronun kulisine uğruyordum. Bir gün, oyuna yaklaşık yirmi dakika kala yine gittim tiyatroya. Kuliste Müjdat karşıladı beni. “Yahu, neredesin?” dedi. “Her yere haber bıraktık senin için.” “Hayrola?” dedim. “Bırak şimdi hayrolayı. Ali Sururi hasta. Onun rolünü sen oynayacaksın.” “Nasıl oynarım? Koca rol…” “Basbayağı oynarsın. Uyarlayan sen değil misin?” Kendimi makyaj masasında buldum ansızın. Yirmi dakika sonra da sahnede. Neyse ki, çevremdekilerin hepsi kurt… Toto Abla, Alev Abla, Celâl Ağabey… Ben oynamadım, onlar oynattılar. Aradan on gün geçti. Akşam evde oturuyorum. Bir taksi durdu kapıda. Müjdat! “Oyuna yarım saat var” dedim. “Ne arıyorsun burada?” “Seni almaya geldim. Bu akşam da oynayacaksın.” Apar topar taksiye attı beni. “Dur biraz” dedim. “Ali Ağabey’in rolünü bir daha aklımdan geçireyim.” Müjdat güldü. “Ali Ağabey değil” dedi. “Bu gece Celâl Ağabey hasta. Onun rolünü oynayacaksın.” Celâl Sururi’nin rolünü oynadım bir hafta. Toto’nun âşığını… Yazarlığı da var Müjdat’ın. Yönettiğim çocuk dergisinin sürekli yazarıydı. Ayrıca, ne sıcak, ne sevimli kitaplara imza attı. “İmza” deyince… Nişantaşı Akademi Kitabevi’nde bir imza günü vardı Müjdat’ın. Yeni yayımlanmış kitabını imzalayacaktı. Yanındaydım ben de… Çene çalıyorduk. Bir çocuk geldi Müjdat’ın önüne. Elindeki kitabı uzattı. “Bunu imzalar mısınız?” Müjdat baktı, kitap onun değil. “Bunu ben yazmadım ki” dedi çocuğa. “Bu kitap Aziz Nesin’in.” “Ne fark eder?” dedi çocuk. “İkiniz de komik değil misiniz?” Bunları yazarken, “Ünlü olmak şimdi çok kolay” diye düşündüm. Hemen arkasından bir soru: “Ama o ünü, onurlu bir biçimde sürekli kılabilen kaç kişi var acaba?” Ernest Hemingway, savaş muhabiri olarak stanbul’a geldiğinde kaldığı Pera Palas’ta en sevdiği içkiyle anıldı Hemingway Orient Bar’daydı... MELTEM YILMAZ 20. yüzyılın en başarılı yazarlarından Ernest Hemingway, doğum günü olan 21 Temmuz’da, savaş muhabiri olarak İstanbul’a geldiği sırada konakladığı Pera Palas Otel’in Orient Bar’ında anıldı. Tıpkı Hemingway’in yazım tarzı gibi kısa ve gösterişten uzak olan bu etkinlik, Doğan Hızlan ve yazarın çok sayıda kitabını çeviren Orhan Azizoğlu’nun konuşmalarıyla anlam ve renk kazandı. Hemingway’i anma etkinliği, tüm duyulara sesleniyordu demek yanlış olmaz. Bir yandan Hemingway’in yazarlığı konuşulurken öte yandan barkovizyondan “Klimanjaro’nun Karları” filmi izleniyor, kadehlerdeyse ustanın sevdiği içkilerden, beyaz rom ve meyve suyu çeşitleriyle yapılan Küba kokteyli “Diaquiri” yudumlanıyordu. Hemingway, İngiliz işgali sırasında İstanbul’da bulunmuş, olayları gazeteci kimliğiyle yakından izlemişti. 30 Eylül 1922’de “The Toronto Daily Star” gazetesine gönderdiği ya zıda, İstanbul’u, kaldırım kahvelerinde nargile içenlerden balıklı rakı sofralarına, sokaklardaki başıboş köpeklerden gece kulüplerinin kaçta açılıp kapandığına kadar anlatıyordu. Başka bir İstanbul yazısında ise şöyle diyordu: “İstanbul, filmlerden anımsadığımız bir karmaşa ve gizem kenti değildi kuşkusuz. Fotoğraflardan ve tablolardan hatırladığımız kent de değildi. Yaklaşan tren pence resinden uzanan kıvrımlı bir doğrultuda, güneşin kavurduğu ağaçsız bölümlere yayılmış bir evrendi İstanbul. Dört bir yanı denize çıkan bu kentte, denize giren küçük çocukların kıvancını izliyordum. Mavi suların hemen ötesinde kahverengi görünümlü Asya’yla birleşen bir kentti İstanbul. Dev duvarların arasında gürüldeyen bölümlerde, ahşap, derme çatma yapılarla örgülü boyutsal bir tab loydu, İstanbul...” Pera Palas’taki “Hemingway Akşamı”nda bir konuşma yapan Doğan Hızlan, Hemingway’in yaşamı ile yapıtlarının “çarpıştığını” belirterek, “Savaşın içinde ve dışında, Afrika’da, bu kadar geniş bir coğrafyada yazmak, ancak iyi yazmak ve insanı, insan gerçeğini her yönüyle yazmak Hemingway’e mahsustu. Onun romanlarını okurken roman kahramanları hep gözümünün önünde canlanır, o kadar ki gerçektir bu kahramanlar” dedi. Yazarın “Yaşlı Adam ve Deniz”, “Güneş de Doğar”, “İhtiyar Balıkçı” gibi yapıtlarını dilimize kazandıran Orhan Azizoğlu ise Hemingway çevirmenin zorluklarından söz etti: “Hemingway, yapıtlarını okumak ne kadar kolaysa çevirmek bir o kadar zor olan büyük bir yazar.” Değişen, biraz daha loş bir hale gelen yeni dekoruyla Orient Bar da Hemingway’in doğum gününde konuklara kapılarını ilk kez açıyordu... AKTUNÇ’UN DOSTLARI KAMPANYA BAŞLATMIŞTI Radikal özür diledi Kültür Servisi Radikal gazetesi, “Büyük Argo Sözlüğü”nün yazarı, edebiyat dünyasının önemli isimlerinden Hulki Aktunç’un ölümünü “Argonun şairi ‘mortu çekti’. Aktunç’u kaybettik” başlığıyla duyurduğu için özür diledi. Gazetenin Yan Yayınlar Yönetmeni Cem Erciyes’in kaleme aldığı “Hulki Aktunç Dostlarına” başlıklı yazıda şöyle denildi: “Belli ki birinci sayfayı hazırlayan editör arkadaşlarımızdan biri, Hulki Aktunç’un o ünlü çalışması Büyük Argo Sözlüğü’ne gönderme yapmıştı. Herkesin büyük bir üzüntü duyduğu kayıp karşısında bu espri, ne yazık ki bir kabalık olarak algılandı. Hulki Aktunç’u sevenler bu hatayı affetmedi ve yazara sahip çıkarak sosyal medyada ortak bir bildiriyle Radikal’i özür dilemeye davet etti. O nedenle birinci safyayı hazırlayan arkadaşlarımın özürlerini, Radikal adına edebiyat dünyasına iletmek isterim.” Anımsanacağı üzere gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Eyüp Can ve Cem Erciyes’in özür dilemesi için sosyal medyada imza kampanyası başlatılmıştı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle