22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 23 TEMMUZ 2011 CUMARTES 2 DIŞ ilişkilerimizde ve dış politikamızda ara sıra öyle pırıltılı aydınlanış ve aydınlatışlar ortaya çıkıyor ki, insan ister istemez sevinip geleceğe daha güvenle bakmaya başlıyor. Son örnek, Kıbrıs görüşmeleri dolayısıyla sözü edilen “eşit statülü iki devlet temelinde çözüm” formülü oldu. Diplomasi bürokrasisinde kim bulup geliştirip Sayın Başbakan’ın söylemine sokmayı başardıysa eli dert görmesin. süreçte, varılmak istenen eşitliği anlatmak için tarafların niteliğini belirleyen terimin aynı olmasına özen gösterildi hep. Örneğin “Kıbrıs Türk tarafı ile Kıbrıs Rum tarafı” ya da “Kıbrıs Türk toplumu ile Kıbrıs Rum toplumu” gibi deyimler kullanıldı. Temel neden, tarafların kendilerine verdikleri “devlet” statüsünün karşılıklı olarak kabul edilmemiş olmasıydı: Güney’in “Kıbrıs Cumhuriyeti” unvanını Kuzey’in KKTC’si ta OLAYLAR VE GÖRÜŞLER letlerce oluşmuş çözüm” gibi laflar kuruluştaki sakatlığı gidermeye yetmemiştir. Sözcükler bir hukuk terimi olan “statü” kavramının yerini tutmadı. Adadaki iki devletin birbirini devlet olarak tanıması gerekiyor. Adada çözüm isteyen bütün devletlerin ve devletlerüstü kuruluşların da her şeyden önce yapmaları gereken, KKTC’yi devlet olarak tanıyıp Güney’deki devleti de aynı yola getirmektir. Bu yapılmadıkça, çözüm istemek, çözüme inanıldığını ilan etmek ikiyüzlülükten başka bir şey değildir. şit statülü bir çözüm formülü, ister müzakere sürecinin temeli ister varılacak çözümün niteliği olarak ileri sürülsün, sorunun özünü oluşturduğu için son derece önemli ve kritik bir kavram. Ankara diplomasisi, boş hedefler peşinde oyalanmak yerine bu noktada yoğunlaşmaya önem verse daha gerçekçi ve etkileyici olmaz mı? Sokağın Sorusu… Nusret Ertürk ocuk Kalbi, bizde en çok okunan yabancı yapıtlardan biridir. Edmondo De Amicis, ders kitaplarımıza da alınan yazısında şöyle diyor: “Bir ülkenin durumu, sokağından belli olur.” Hasan Pulur, gazete yazarlığına 1960 öncesi Milliyet’te başlar. Genç gazeteci, konu bulmakta güçlük çeker. Yayın yönetmeni Ali Naci Karacan der ki, “Aç pencereyi, sokağı gözle!” Sokak, tekin değildir. Sokak, bir toplumun ortak yaşam alanıdır. Orada, ortak yaşamın tüm özellikleri görülebilir. Sokak, bizi sanıldığından çok etkiler. Sokağın havasını ister istemez soluruz. Sokaktan soru gelmesin de nereden gelsin? O soru, bir anlamda halkın ortak sesidir. Eşit Statü nımadığı gibi, iki taraf yine karşılıklı olarak bu sıfatları, kendi anlayışlarına göre “sahte, gayrimeşru, gasp edilmiş” saydılar. Öte yandan, “taraf” ve “toplum” gibi kavramlar da gerçeği ifade etmekten uzaktı; çünkü uluslararası arenada Güney, Türkiye ve KKTC dışında bütün dünyanın tanıdığı bir devletti, Kuzey’i ise Türkiye ve KKTC dışında hiçbir devlet “devlet” saymıyordu. Aslında, çözümsüzlüğün temel nedeni bu statü farkıydı. erçek şu ki, eşitsizliği örtmek ya da telafi etmek için bulunan “eşit taraflarca ya da kurucu dev Ç O E G Çağdaş ülkelerdeki “sanat sokakları”nı imrenerek izliyoruz. Müzisyenler, ressamlar, tiyatrocular… orada. Ya bizde? Geçenlerde Ankara’nın en gözde mekânı Tunalı’da üç genç gitarlarıyla “yakalanıp” karakola götürüldü! Bu da bize özgü. Kimi ülkelerde, o sokakta oturan bir yazar varsa, gürültünün önüne geçiliyor. “Yazar çalışıyor!” işareti konuyor. Mustafa Balbay yazmıştı. Almanya’da bir sokak taşıtlara kapatılmış. Nedeni sorulduğunda, “Burada bir yazar oturuyor. Kitabını yazıyor…” yanıtı verilmiş. Sorunları görmek isterseniz, sokağın sesini dinleyiniz… Sokak, her zaman bir şeyler sorar… Dövülecek Kadınlar... Türkiye’nin zaten bir tek dünya birinciliği var: Kadını dövmede... ABD Sağlık ve Cinsel Şiddet Enstitüsü, 140 ülkede kapsamlı bir araştırma yaptı, baktılar Türkler dünya birincisi... Araştırmaya göre kadınına şiddet uygulamasında başarı oranımız; yüzde 58... Yani karşıdan gelen her iki seçmenden, pardon her iki erkekten birisi... Ve Aileden Sorumlu kadın Bakan, çare olarak kadına şiddet uygulayan erkeklere elektronik kelepçe takılacağını açıkladı önceki gün. Demek ki erkeklerin yarısı takacak... Misal; kadın dövücü, dövülecek kadınına belli mesafeden fazla yaklaşmaya başladı mı, bilgisayar karakolda ötüyor... Polis “Amirim Osman...” diye koşuyor... Belki Türk zekâsıdır, buna bir çare bulup karşılıklı yardımlaşma olarak birbirlerinin kadınlarını dövmeye gitseler bile, bu iyi bir şey... Gerçi din dayağa izin veriyor: “...Onlara (kadınlara) öğüt verin, fayda etmezse onları yatakta yalnız bırakın, nihayet dövün...” (Nisa suresi; 34...) Koyun bunun üzerine: Kadını türbana, tesettüre sokup çağdaş yaşamın dışına iterek, birer sakıncalı haline getiren kafayı... Ya da kadına şiddetin en acı vereni; çok eşliliği... İmam nikâhlı iktidarın bakanlarını, milletvekillerini, ünlü bürokratlarını... Kadın eli sıkmayan devlet adamı mesela... Zaten tüm bunları bilen iktidarın müdürüydü o; kızlara 45 santimden fazla yaklaşmama yasağı koyan... Eh... Kahvedeki her iki kişiden birisi de; saçın ucu mu gözüktü, erkek eli mi sıkıldı, yoksa 45 santimetreden fazla mı yaklaşıldı?.. Soruyordur hesabını... Ve alın size bir dünya birinciliği... Geriye kalıyor: Elektronik kelepçenin erkeğin neresine takılacağı... Bence elektronik kelepçeyi bademe takın... Ki her kadın dayak yediğinde ötsün... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle