18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 12 TEMMUZ 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kamu Yaşamında Hukuk ‘Bir’, ‘ ki’ye Hep Yenilecek mi? Türk halkının seçimiyle milletvekili olan Dr. Haberal, emekli Korgeneral Alan ve gazeteci yazar Mustafa Balbay’ın tahliyeleri “bir”e karşı “iki” oyla yine reddedildi. Mahkemede üç yargıç var, iki üye bir de başkan! Davalar var sürüp giden, üç yılı geçen... “Şüpheli” diye tutuklatılan insanlar, mahkemelere çıktıkça tahliyelerini istiyorlar. Oylanıyor, bire karşı iki oyla istekleri geri çevriliyor! Doğru hücrelere, koğuşlara!.. Zaman geçiyor, şüpheli tutuklular bir kez daha “bizi tahliye edin, suçumuz nedir, onu da öğrenemedik” diyorlar. Mahkeme oyluyor, başkan “olur” diyor, öteki iki üye yine “olmaz” diyor!.. Bu böyle, üç yıldır sürdürülmekte. Milletvekili seçilmiş arkadaşlarını kurtarmak isteyen CHP’nin dilekleri hep boşa gidiyor! Bir çıkmaz sokakta, durup durmaksızın bir çekişme, bir tartışma, olur mu olmaz mı kavgası!.. Oysa ilgili mahkemenin iki üyesi “evet” dese iş bitecek! Balbay da, Haberal da, Alan da Meclis’e gelip ant içecek, davalarını da özgür olarak sürdürecek... Bire karşı iki oy, hep ağır basacak mı? Tahliye kararında direnen başkan da hukukçu, öteki iki üye de!.. Yasalar karşısında tutumları, bilgileri, görüşleri, düşünüşleri farklı olabilir mi? Boyuna ret kararı veren üyelerin tutumu oldukça garip, efendim deliller daha toplanamamış, bu yüzden milletvekili seçilseler de bu kişiler özgür bırakılamazlarmış!.. Üç yıl geçmiş, mahkeme ne yapmış, niye boş durmuş, neden gereği gibi çalışmamış, neden delil diye bildiklerini bir araya getirememiş!.. Bire karşı iki her zaman üstün müdür? Biraz düşününce ilginç durumlar karşınıza çıkıyor. Bire karşı ikinin her zaman güçlü oluşu! Bir türlü çözümlenemeyen sorun, ancak ikiye karşı bir oyun üstün gelmesiyle sonuçlanabilecek! Umut, iki oyun, bir karşısında yenilmesine bağlı... Yalnız milletvekili davalarında değil, ötekilerde de tahliyeleri önleyen, hep bu birin ikiye karşı yenik düşmesi... O mahkemelerde iki olumsuz oy verenleri de merak ediyorum. Yıllardır sürüp gelen bu davalar niye bir türlü sonuçlandırılamıyor! İnsanların, gerçek suçları varsa mahkum edilirler, yoksa kısa sürede serbest bırakılırlar! Böylece birle ikinin çatışması da sona erer... Ben hukukçu değilim. İyi ki fakülteyi yarım bırakmışım! Hukuk adına yapılan bütün bu terslikler karşısında şimdikinden çok daha fazla üzüntü duyacaktım. Bir zamanlar işi şakaya vuranlar, o hukuk mu, guguk mu, anlayamıyoruz derlerdi. Belki de haklıydılar! Devleti saygın bir kurumsal konuma getiren özellik, yurttaşları için eşit, adil ve nesnel hukuksal kıstaslara sahip olmasıdır. Yargısal işleyiş ise siyasal iktidarların etkilerine göre asla şekillenemez. Yoksa devlet, ‘ceberut’ bir aygıt olmaktan öteye geçemez... Ertuğrul KAZANCI (EğitimciHukukçu) deal hukuk düzeni bireysel, toplumsal ve kamusal nitelikli ilişkileri insan hak ve özgürlükleri açısından değerlendirerek “hukukun üstünlüğünü” içeren nesnel ve özgün kurallar bütünüdür. Hukukun üstünlüğü, uluslararası düşünsel gelişmelerin kamu yararına koşut olan tartışmasız üst normlarından doğmuş üründür. Evrensel çerçevede genel kabul görerek, demokratik ilkelerle pekişmiş uluslararası uzlaşmaların sonucudur. Eğer ülkelerce çıkarılan yasalar, hukukun üstünlüğüne uyum sağlarlarsa, orada adil bir devlet vardır. Ne yazıktır ki hukukun üstünlüğü, Türkiye gibi kimi ülkelerde uygulamalarda dışlanmakta ama içeriksiz bir kavram olarak da dillerden düşmemektedir. Çünkü kamu vicdanını sarsan, doyurmayan ve hukuk literatüründeki dürtü, tanık ve kanıtların eylemsellikle ilişkilerine tarafsız yaklaşmayan keyfi gidişatlar çoktur. İ Sorumluluk Devlet, halk organizasyonudur. “Kamu yararı” düşüncesiyle örgütlenerek yaşama geçirilmesi gereken, siyasal, sosyoekonomik ve kültürel uğraşlarla yükümlüdür. Ama kamu yararını, zarara çevirmeye çalışan devlet işleyişlerine de tarih, defalarca tanıklık etmiştir. Çünkü çeşitli yöntemlerle iktidar olmuş ve totaliter eylemselliğe bürünmüş siyasal iktidarların müdahalelerle, yurttaşlarını bunaltan adaletsizlikleri bilinir. Hukuk devletini oluşturmak, siyasal iktidarların görev ve sorumluluğudur. Yoksa o ülkede baskı ve korkularla sindirilmiş bir toplum varsa, kamu düzeni, ideal hukuk ilkeleri yönünden bozulmuş demektir. Kuşkusuz devleti saygın bir kurum konumuna getiren özellik, yurttaşları için takındığı eşit, adil ve nesnel hukuksal kıstaslardır.Yoksa devlet “ceberut” bir aygıt olmaktan öteye geçemez. Kişi veya zümre otoritesi altında, mutsuz halk kitlelerinin uyruk olduğu yığınlara dönüşür. Kamu yönetimi açısından; “polis”, “yasa” ve “hukuk” devlet biçimlerini özellikleriyle değerlendirmek ve ülkeleri buna göre sıralamak gerekmektedir. “Polis devleti” bir başına yönetimi elde tutan zihniyetin uygulamalarına aracılık eden ve genel kolluk gücüne dayalı buyurgan yapıdır. Hak ve özgürlüklerin daraltıldığı, bireysel ve toplumsal güvencelerin olmadığı biçimsellik, böylesine bünyede görülebilir. “Yasa” devleti de kamu yönetimi açısından “üst ölçüt” değildir. Çünkü en antidemokratik yasaları, çoğunluk sultasına dayalı kukla yasama organlarından geçirerek yürüten niceleri saptanmıştır. Öyleyse demokratik ülke yönetimleri için asıl amaç, “hukuk devleti” özgörevidir. Kamuoyu huzurunu örseleyen “polis yasa” devleti ikileminden yakınmalar Türkiye gibi çeşitli ülkelerde yıllarca gündemdedir. “Hukuk devleti” olgusunun, nesnel, dayanıklı ve inanılır ortamına özlem duymanın yurttaşları için bir istek olmaktan çıktığı gün, uluslar esenlik ve dirlik ortamına ulaşmış demektirler. Ayrca, “ceza hukuku” uygulaması, kamusal yaşamda ayrık bir öğedir. Çünkü kişinin özgürlüğünü daraltan veya kaldıran fiziksel ve ruhsal cezalandırma işlemleri önemlidir. Ceza yargılaması sürecinde “hukuki sonuca bağlanmayan” yaklaşımların, iddianamelerde bulunması düşünülemez. Bu durum hukuk tekniği açısından anlaşılır gibi değildir. “Maddi yanılgılar” ve “sehven” yapılan yazılımlar da geleceği karartabilecek nitelikte olduklarından, düzeltmelere uğrasalar bile adli işleyişte yer almamalıdır. Türkiye bu yönlerden, “Silivri” örneğindeki gibi sınıfta kalmıştır. İddianamelerdeki soyut karmaşalar, yargılamaların uzaması ve tahliyedeki sorunlarıyla hukuk tarihinin iç karartıcı bir safhasına adaydır. Ayrıca, yargı kararıyla parlamenterliğin düşürülmesi de seçme ve seçilme hakkının ihlaliyle birlikte ulusal iradeyi temsil eden Meclis yetkisine el atmadır. Ce Ha Pes Yani... Ce Ha Pe’nin “yemin etmeme” kararı ile “yemin etme” kararı arasında aklınızda kalan tek cümleyi söyleyin... Başbakan’ın o tek cümlesi: “Tükürdüklerini yalayacaklar...” Doğrusunu isterseniz ben TBMM’ye katılmama kararı alıp oraya geçip oturmalarını da anlayamamıştım... Yemin etmeme kararı aldıktan sonra, çıkıp ilk yemin edenin bir Ce Ha Pe’li olmasını da... Normalde suçlanan paniklemez mi?.. Bunlar koştular Cemil Çiçek’e... Dün “Kriz aşıldı” dediler... Ce Ha Pe’liler sevindiler, çıkıp yemin ettiler... Ce Ha Pes yani... Size “tükürdüklerini yalayacaklar” diyene altın kemer takmasaydınız bari birader... Kırkpınar güreşlerinde Ce Ha Pes’li belediye başkanı altın kemer taktı Tayyip Erdoğan’a, “siyasetin şampiyonu” olduğu için... Ki AKP‘liler “Bu seçimi de kazanıp altın kemeri hak edecek” dediklerinde, CHP Genel Sekreteri Bihlun Tamaylıgil’in “Oğlunun sünnet altınları yetmiyor mu?” diye demeç vermesinden (30 Ocak 2011) beş ay sonra... Altın kemeri Ce Ha Pes’li belediye başkanı eliyle taktı önceki gün... 1 kilo 400 gram... 22 ayar... Ne diyebiliriz ki?.. Pankart asan çocuk 15 aydır hapiste yatıyor... Yaşlı bilgeler ömürlerinin kalan huzurlu günlerini verdiler... Kimisi kırılan gururu için kendi kafasına kurşun sıktı... Kimisi yurdunu, yuvasını, geleceğini kaybetti... Hapishaneler insan dolu... Çocuklar babasız büyüyorlar... Teslim mi Ce Ha Pes?.. O zaman götürün teslim edin göğüslerinizdeki: İlkeleri... İdealleri... Kimliği... Gururu... Onuru... Milletvekili rozetleri kalsın... Sonuç Hukukun üstünlüğü kavramının yer etmesindeki ivme ve işlev sorumluluğu, gerçek hukukçulara düşmektedir. Hukukçu olup da sadece siyasal iktidarlara yaranıcı olanlar, halka karşı düpedüz suçludurlar. Hukuk devletinin onurlu güvencesini yaşamak ve özellikle de adli uygulamalarda görmek, ideal toplumsal bilincin temelidir. letişim Çökmesi ve Pop Siyaset Prof. Dr. Nazife GÜNGÖR Düşünmenin ve eçim bitti, ama düşünceyi kavga bitmedi. dışavurumun sakıncalı Siyaset bulunduğu, kitapların arenasında gerginliğin yasaklandığı, çıtası giderek telefonların yükseliyor üstelik. dinlenildiği, aydınların Sinirler gerildikçe cezaevi kontenjanının üsluplar yamuluyor. sınırsız kılındığı, Öyle sanıyorum ki yoksulluk ve açlığın yeni bir üslup egemen kadercilikle kılınmaya çalışılıyor açıklandığı, insanların siyasete. Herhangi bir gelecek hayallerinin başarı ortaya falcıların ellerine konulmasa bile son teslim edildiği, gelecek yıllardaki şöhretini, okuyucularının, rüya siyasetin gündemine yorumcularının art arda taşıdığı açılım televizyon ekranlarının projelerine borçlu olan gözde konukları iktidar partisi şimdi de durumuna geldiği bir üslupta açılım ülkede ancak ileri yapmaya merak sardı demokrasi sürecine anlaşılan. Diğer girilmiştir herhalde. En partiler de geri basit bir konu üzerinde durmayıp sürece dahil bile tartışmayı oluyorlar elbet. Haksız beceremeyip kavgaya da sayılmazlar. İleri tutuşmak da özgürlük demokrasinin olsa gerek. konuşulmakta olduğu Türkiye Büyük bir ülkede her tür Millet Meclisi açılımın ilgiyle içerisinde ve karşılanması beklenir çevresinde yaşananlar ne de olsa. da ileri demokrasinin Bizim ileri yansıması olmalı. demokrasiden Öyle ya, bir yanda anladığımız da bu olsa yüzde elli oy oranıyla gerek. Herkesin, iktidar sarhoşluğu ağzına geleni yaşayan AKP söylemesi. S kurmayları verip veriştiriyor: “gelmese gelmesinler, hükümet bal gibi de çalışır”, “tükürdüklerini yalayacaklar” diye. Diğer yandan “biz senin gibi arkadaşlarımızı satmayız”, “sen önce dön de bir kendine bak”, “sana mı soracaktım…” , “sen de kim oluyorsun” tarzı söylemlerle muhalefet partileri. Diğer yandan seçim öncesi milletvekili adaylığı sürecinde başlayan kaos seçim sonrasında tam bir tıkanma noktasına geldi. Yüksek Seçim Kurulu’nun adaylık sürecinde netleştirmekten özenle kaçındığı tavrı, halkın seçtiği adayların Meclis’e gönderilmeyip cezaevlerinde ısrarla tutuklu bırakılmaları, iktidar partisinin ara seçim tehditleri vb. yönelimler ister istemez niyet ikilemini gündeme getirmekte. Her ne kadar hukuksal süreçlere sığınılmakta ve olup bitenler hukukun işleyiş sınırları içerisine hapsedilmeye çalışılmaktaysa da asıl sorunun niyet olduğu kanaati de giderek ağır basmaktadır. Ne ilginçtir ki ülke yönetiminde söz sahibi olmak vaadiyle iktidara talip olan siyasi partiler bir araya gelip de çözüm oluşturmaya çalışmak yerine her biri söz konusu kaosu kendi cephesinden haklılaştırmakta ısrar etmekteler. Herkes durumu kendi durduğu yerden değerlendirmekte, kendi bakış açısından diğerlerine saldırmakta. Diğer yandan TBMM genelinde yaşanmakta olan bu iletişim çökmesi seçim öncesinde zaten bozulmuş olan parti içi dengelerin daha da bozulmasına yol açmakta. Özellikle de CHP ve MHP’de bildik nedenlerle yaşanmakta olan parti içi çekişmelerin artarak devam ettiği gözlenmekte. Her ne kadar Başbakan Erdoğan’ın sert ve kışkırtıcı çıkışları muhalefette, özellikle de CHP’de ters tepki yaratarak parti içi çekişmelerin görece azalmasına yol açıyor gibi görünse de bunların geçici oydaşımlar olduğunu söylemek yanlış olmaz. Gerçek şudur ki gerek TBMM gerekse de siyasi partilerin örgüt içi ilişkilerinde tam anlamıyla bir iletişim çökmesi yaşanıyor. Bunun temel nedeni ise özellikle de 1980’li yılların başından bu yana Türkiye’de siyasetin asıl kulvarından sapmasıdır. Özünde bir kamu hizmeti olan siyaset, bugün gelinen noktada Türkiye’de daha çok birtakım bireysel hırs ve çıkarlara alet edilmekte. Siyasetin aktörleri siyasi arenada kendi bireysel başarı projelerini uygulamaya koyma hırsına öylesine kendilerini kaptırmışlardır ki, kamu çıkarları, ülke geleceği gibi kavramlar onların öncelik listesinin hayli gerisinde kalmış bulunuyor. Bugün Türkiye’de siyasetin, geleceğe projeksiyon tutan uzun vadeli, kapsamlı ve kendi içinde tutarlı bir proje olarak algılanmasında ve uygulanmasında da sorun olduğu gözlenmektedir. Kısa vadeli çözümlerle ya da temelsiz vaatlerle gündelik yaşanan bir siyaset söz konusu. Tıpkı kültürün ticari versiyonu olan pop kültür gibi siyasette de bir ticarileşme, dolayısıyla da bir poplaşma yaşanmaktadır. İşte bugün TBMM’de yaşanmakta olan iletişim çöküntüsünün asıl nedeni de Türkiye’de 80’li yıllardan itibaren başlayan bu pop siyasettir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle