18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 12 TEMMUZ 2011 SALI [email protected] 16 ‘TANRILARIN CAZ BES ’ LONDRA ULUSAL PORTRE GALER S ’NDE KÜLTÜR Fotoğraflarla Hollywood’un ‘Altın Çağı’ Kültür Servisi Londra Ulusal Portre Galerisi, Hollywood’un “Altın Çağı”nı ağırlıyor. “Glamour of the Gods” (Tanrıların Cazibesi) başlıklı sergide Rock Hudson’dan, Clark Gable ve Joan Crawford’a Greta Garbo’dan Audrey Hepburn’e James Dean’dan Marilyn Monroe’ya kadar Hollywood’un ikonlaşmış isimlerinin fotoğrafları yer alıyor. 1920’lerden 1960’lara kadar olan dönemin yıldızlarını konuk eden sergide, 70’ten fazla fotoğraf yer alıyor ve bunların pek çoğu ilk kez sergileniyor. John Kobal Vakfı’nın arşivinden yararlanılarak oluşturulan ve Hollywood’un mistik dünyasının pazarlanmasında fotoğrafın etkisini gözler önüne seren sergi, 23 Ekim’e kadar devam edecek. Döneminin rakipsiz Hollywood film fotoğrafları koleksiyoncusu ve film tarihçisi olan John Kobal’ın adını taşıyan vakıf, 19201960 dönemine ait 22 binden fazla siyahbeyaz fotoğraf negatifine, Hollywood yıldızlarının portrelerine, filmlerden sahne çekimlerinin ve yapım aşamalarının fotoğraflarına sahip olma özelliğini taşıyor. Gürültüsever Ege’de, gençliğimin güzel yazlarını, orta yaşımın baharlarını ve en zor iki kışını geçirdiğim, uzun yıllar sessizce çalışabildiğim yerdeyim. Bu yazıyı pazar gecesi, gece yarısına yakın bir saatte yazıyorum. Odamın kapısı poyraza açık. Saatlerdir dışarıdaki bir hoparlörden bütün mahalleyi çınlatan ilahiler yükseliyor. Koronun ardında ise yoğun bir motor uğultusu var. Belediye zabıtasının hoparlörü de bütün gün susmadı. Düğün, cenaze, kayıp çocuk, yanlış park, bin türlü duyuruyla dur durak tanımadı. Tatil dendiğinde kaybettiğimiz şeyler geliyor aklıma artık. Sessizlik, huzur, dinginlik. Doğayla özgürce bütünleşmek, şehrin yıpratıcı hızı dışında kendinle kalabilmek. Hayatlarımıza zorla ve hileyle dahil edilmiş fazlalıklardan arınıp yeterli nesneler ve sağlıklı yiyeceklerle yetinme yavaşlığı. Yüzmek, spor yapmak, okumaya, düşünmeye fırsat bulmak. Tembellik hakkımızı kullanmak. Peki, ama nerde? Günün deli sıcağında güneşin altına serilip kavrulmak geceleri ise ızgara dumanları soluyarak avaz avaz piyasa müziğine boğulmak, dinlenmek ve eğlenmek sanılıyor artık. Oysa çoğunluğun anladığı bu tatil biçimi hem fiziksel hem de ruhsal yönden yorucu. Tatil köyleri ve yıldızlı otellerin görece “sterilleştirilmiş” ortamını, durmadan tıkınma ve harcıâlem oyalanmalara katılma zorluğunu da bir kenara bırakın. Havasından suyuna her şeyin yapay, ticari olduğu bu yerlerde insan kendini yarı felç hissediyor. Herkesin tatil kavrayışı, imkânı farklı kuşkusuz. Kimi sırt çantasını alıp dağlara tırmanmak, kimi üzerine sıkılan köpüklerin içinde sabahlara kadar dans etmek ve her gece başka sevgili bulmak, kimi de hiçbir şey yapmadan vakit geçirmek isteyebilir. Herkes düzeyine, ilgi alanına, ekonomisine uygun tatili seçecektir. Ancak ihtiyacımıza, kişiliğimize uygun seçimler yapabilme bilincimizin yönlendirilip çarpıtıldığı, belli bir kalıba uydurulmaya çalışıldığı da açık. Kabul edelim, tatil algımız iyice zevksizleşip sınırlandı. Çevremizi bir gürültü düşkünlüğü sardı. Kargaşa içinde kaybolmak, kendini unutmak, sıradana teslim olmak da bir seçim ama herkese dayatılmasına ne demeli? Plaj büfelerinde, hızla yanınızdan geçen otolarda, alışveriş merkezleri ve kısaca her yerde, pop ritmiyle vuran korkunç davullar, dalga seslerini, kuş cıvıltılarını, rüzgârın, ağaçların fısıltısını ezip geçiyor. Gece böceklerinin hüzün dolu şarkılarını, fıskiyenin şırıltısını duyamıyoruz epeydir. Denize doğru oturup sohbet edemiyoruz, sesimiz kayıp. Sabaha karşı, ancak salaş barlar ve diskolar sustuğunda uykuya dalsak bile patlayan ezanlar yetişip dehşetle sıçratıyor bizi. Kaçmak kolay değil. Kulak tıkaçlarıyla sağır, tedirgin uykular sinirleri geriyor. Buraların el değmemiş güzelliği çoktan anı oldu. Söğütlerin gölgesindeki öğle uykularından, çimenlere yalınayak basmaktan, arabesksiz deniz kıyısındaki uzun okumalardan yoksunuz artık. Mandalina, sebze bahçeleri çirkin sitelerle, beton apartmanlarla doldu tıka basa. Kahvaltı ettiğimiz çay bahçeleri özelleşip lüks “kafe”lere dönüştü. Dostlarla günbatımına karşı kadeh kaldırdığımız kıyı lokantasının dibinde cırlak bir şarkıcıyla göbek atılıyor şimdi. Yazları tatil saymıyorum bir süredir. Zorunluluk, biraz da alışkanlık o kadar. Kalabalıktan, pislikten, curcunadan kaçmak için herkes uyurken denize girip eve saklanıyorum. Yapacak bir şey yok. Çekip gitmek mi? Nereye? Özlediklerimi nerede bulacağım? Her yer arsızca işgal edildi, kirlendi, bitti. Ranta, görgüsüzlüğe, popülizme teslim edildi. Ferah, sessiz, huzurlu bir sahil kalmadı artık. Rock Hudson Clark Gable ve Joan Crawford Küratörlüğünü Jaime Ceron’un üstlendiği ‘Kolombiya’da Çağdaş Sanat’ sergisi santralistanbul’da Türkiye’de Kolombiyalı olmak MELTEM YILMAZ Venedik Film Festivali jürisi açıklandı Kültür Servisi 31 Ağustos10 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek Uluslararası Venedik Film Festivali’nin jürisi belli oldu. Başkanlığını Darren Aronofsky’nin yapacağı jüride İtalyan yönetmen Mario Martone, İtalyan oyuncu Alba Rohrwacher, Fin video sanatçısı EijaLiisa Ahtila, İngiliz oyuncu David Byrne, Amerikalı yönetmen Todd Haynes ve Fransız yönetmen Andre Techine yer alıyor. Yeni bir Michelangelo mu? Kültür Servisi Oxford Üniversitesi’nin salonlarından birinde yıllardır asılı duran “Crucifixion With The Madonna, St John And Two Mourning Angels” (Çarmıha Geriliş, Meryem Ana, Aziz John ve Yas Tutan İki Melek) tablosunun, Rönesans’ın ustası Michelangelo’ya ait olabileceği iddia edildi. Bugüne kadar Marcello Venusti’ye ait olduğu düşünülen fakat İtalyan bilim insanı Antonio Forcellino tarafından Michelangelo’ya ait olduğu savunulan tablo, 1930’lu yıllarda Sotheby’s’deki bir müzayedede satın alınarak Oxford Üniversitesi’ne getirilmişti. oğrafi anlamda göze alması zor mesafeler söz konusu olsa da Kolombiya bazıları için merak uyandıran, heyecan veren bir kültürü ifade eder; biraz da bu yüzden coğrafi algı yok olur gider, Kolombiya bir gün mutlaka görülecektir. Tam da bu noktada, “Kolombiyalı olmak nasıl bir şeydir?” gibi çocuksu bir sorunun yanıtını arayanlar varsa şayet, bugünlerde onlar için bir sergi açılıyor. Kolombiya’nın uluslararası sanat dünyasında yıldızı parlayan, aralarında Miler Lagos ve Milena Bonilla’nın da bulunduğu 19 sanatçının eserlerini bir araya getiren “Arazi Üzerine: Kolombiya’da Çağdaş Sanat Sergisi” bugünden başlayarak 11 Ağustos’a kadar santralistanbul’da. Küratörlüğünü Latin Amerika’nın tanınmış sanat eleştirmeni Jaime Ceron’un üstlendiği, fotoğraf, resim, heykel, enstalasyon ve video çalışmalarından oluşan sergide, “Kolombiyalı olmak” olgusu ve Kolombiya toprağı ile ilgili farklı bakış açıları ortaya konuyor. Serginin oluşum sürecinde sanatçılar ve işleri seçerken göz önünde bulundurduğunuz ölçütler nelerdi? Sergide eserleri bulunan sanatçılar 2544 yaş aralığında art arda üç kuşağa mensup isimler. Hepsi de sanat hayatlarında izledikleri yol ve yaptıkları işlerin türüne göre seçildi. Bu noktada önemli olan da sanatçıların toprakla kurdukları ilişkiyi, yaşam biçimlerini, geleneklerini eserlerine ve oradan da izleyiciye hangi yolla aktardıklarıydı. Sanat ve alan arasında bağlantı kuran peyzaj ağırlıklı çalışmalara yer verdik. Çünkü peyzaj, sınırların yeniden tanımlanması için önemli bir araç. Sergide Kolombiya’ya ilişkin ne bulacağız? Sergi, kültürel, tarihsel ya da siyasal olmak üzere farklı türlerdeki çatışmaları ortaya koyarken aynı zamanda Kolombiya’daki günlük yaşamı karakterize eden gündelik olağan du C “ ki ülke arasındaki kültürel ilişkide ana sorun her iki ülke insanının gündelik deneyimlerinin karşılıklı olarak yok sayılması. Bunun nedeni ise onları ayıran coğrafi uzaklık. Bu sergi, Türk ve Kolombiyalı sanatçılar arasında bağları güçlendirme ve kültürel diyaloğun oluşturulması isteğini gösteriyor.” rumları ve insanların günlük yaşamlarını nasıl organize ettiklerini ortaya koyuyor. Öteki kavramı, sınırlar ve kimlik meseleleri tartışmaya açılan başlıklardan en önemlileri gibi görünüyor... Sergideki yapıtlar kültürel farklılıklara işaret ederek izleyiciyi farklı bakış açıları ile tanıştırıyor. Kimliğin oluşmasında rol oynayan sınırların algılanması, sorunun boyutlarından yalnızca biri. Bu sınırları az da olsa geri çekilmeye zorlayan ve insanlar arasındaki etkileşim için daha fazla alan oluşturan yaratıcı stratejiler de önemli. Kolombiya ve Türkiye birbirine bir hayli uzak iki kültür olsa da bu sergide Kolombiyalı sanatçıları Türkiye ile buluşturuyorsunuz. İki ülke arasındaki kültürel ilişkide ana sorun her iki ülke insanının gündelik deneyimlerinin karşılıklı olarak yok sayılması. Bunun nedeni ise onları ayıran coğrafi uzaklık. Kolombiya sanatsal üretiminin bu en güncel sergisi, Türk ve Kolombiyalı sanatçılar arasında bağları kuvvetlendirme isteğini ve bu bağlar sayesinde kültürel diyalog olanaklarının oluşturulması konusundaki kararlılığını gösteriyor. K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K Tüm Latin Amerika, Arjantinli halk şarkıcısı Facundo Cabral için ağlıyor K Ü L T Ü R Müziğin filozof ozanıydı Facundo Cabral, 1970’lerde Arjantin’deki askeri yönetimi protesto eden şarkıları yüzünden ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştı. Amerikalı ozan Walt Whitman’dan etkilendiği söyleyen Cabral, müziğin ‘filozof ozanı’ olarak tanınıyordu. Kültür Servisi Ünlü halk şarkıcısı Facundo Cabral’in geçen cumartesi günü Guatemala’da havalimanına giderken arabasında taranarak öldürülmesi, tüm Latin Amerika’yı yasa boğdu. Guatemala Devlet Başkanı Alvaro Colom’la birlikte bir basın toplantısı düzenleyen İçişleri Bakanı Carlos Menocal, büYüzlerce Guatemalalı Cabral’ın öldürülmesini protesto etti. tün belirtilerin, katillerin aslında arabayı kullanan Nikaragualı işadamı Henry Farinas’ı öldürmek istediklerini gösterdiğini, Cabral’in büyük olasılıkla yanlışlıkla öldürüldüğünü açıkladı. Cabral’in konserlerini finanse eden Farinas’ın saldırıdan yaralı olarak kurtulduğu belirtildi. Polis yetkilileri, yine de soruşturmanın derinleştirileceğini vurguladılar. Arjantinli şarkıcı ve söz yazarı Cabral’in öldürülmesinin ardından, siyahlar giymiş yüzlerce Guatemalalı ülkenin başkenti Guatemala City’nin Anayasa Meydanı’nda toplanarak sanatçının şarkılarını söyledi. Gösteriye katılan Guatemalalılar, “Yalnızca Cabral ustanın ölümünden dolayı değil, her gün şiddete kurban giden bütün çocuklar, erkekler ve kadınlar için buradayız. Yalnızca Facundo Cabral için değil, çocuklarımızın geleceği için buradayız” dediler. Arjantinli tanınmış şarkıcı Isabel de Sebastian, “Facundo Cabral bizim son gezgin şarkıcımızdı. Yalnızca bir şarkıcı değil, ay nı zamanda bir filozof ozandı. Bizleri kültür ve toplumda birleştiren şeyin canlı kanıtıydı. Konserlerinden sonra ortak yaşamımızın daha zengin, daha gizemli ve daha derin olduğunu hissederdik” dedi. 1937’de Arjantin’de çok yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Cabral, genç yaşlarda gitar çalmaya, idolü olarak kabul ettiği Arjantinli folk şarkıcısı Atahualpa Yupanqui tarzında şarkılar söylemeye başlamıştı. 1970 yılında “No soy de aqui nialla” (Ne Oralıyım Ne de Buralı) adlı şarkısıyla uluslararası bir üne kavuşan Cabral, 1976’da Arjantin’de askeri yönetimin başa gelmesinden sonra özellikle protesto şarkılarıyla öne çıkmış, bir süre sonra öldürülmemek için Meksika’ya sığınmak zorunda kalmış, besteciliğini, kitap yazmayı ve konserlerini orada sürdürmüştü. Konserlerini felsefe ile folklorun bir bileşimine dönüştüren, şiirler okuyan, Arjantin kırsalının goşo kültürünü yansıtan şarkılar söyleyen Cabral, kendini zaman zaman hiçbir dine bağlı olmayan bir “anarşist” olarak tanımlıyordu. “Evrensel bir göçebe” olarak nitelenen ve Amerikalı ozan Walt Whitman’dan derinliğine etkilendiğini söyleyen Cabral’in şarkıları daha çok barış ve sevgiyle gündelik zevkler ve acıları işliyordu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle