16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 HAZ RAN 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 eden, malum çağrışımları davet eden, harika bir buluş! Kampanya daha ilk andan etkili oldu. Tarım Bakanlığı, denetimleri arttırdı. Ayrıca bu konuyu resmi olarak gündeme aldığını açıkladı. Gelin görün ki, balıkların avlanma boylarıyla ilgili kurul toplantısını, seçimler sonrasına attı. Bu kurul 21 Haziran’da toplanacak! ‘1819. yüzyıl Anadolu Kilimleri’ sergisi 17 Temmuz’a dek Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde Kilimdeki gizli ritim Fotoğraf: VEDAT ARIK ‘Seninki Kaç Santim?’ Duyduk duymadık demeyin! “Seninki Kaç Santim?” kampanyasının sonu için gün sayıyoruz. Hâlâ kampanyaya katılmadıysanız acele edin! Derhal imzanızı verin! Greenpeace’in Türkiye denizlerindeki avlanma standartlarının yeniden belirlenmesi amacıyla sürdürdüğü kampanyadan söz ediyorum! (Yoksa siz başka bir şey mi sandınız!) Derhal kampanyaya katılın, imza verin ki, günün birinde çocuklarınız, torunlarınız size “Denizlerimizde balıklar tükenirken sen ne yapıyordun?” diye sorduklarında en azından yerin dibine geçmeyin! Greenpeace, yavru balık avcılığının, yasadışı avlanmanın engellenmesi, amacıyla geçen yıl aralık ayında başlattı bu kampanyayı. Hatta Türkiye sularındaki balıkların avlanma boylarını belirleyen cetveller hazırladılar. Kamuoyunu etkilediler... Bugün dünya denizlerinin balıkların yüzde 90’ı, balık türlerinin yüzde 60’ı tükenmiş durumda... Böyle giderse 2050 yılında ise hiç ama hiç balık kalmayacak. “Yavru balık yoksa, büyük balık da yok”! Balıkların yok olması demek denizlerin ölmesi demek! Kampanyaya beklenenin üstünde destek geldi. Hatta bu büyük ilgiye Greenpeace Türkiye temsilcileri ve destekçileri bile çok şaşırdı! Oysa şaşacak bir şey yok, cinsellik çağrıştıran her olay, her slogan bizimki gibi ‘erkek’ milletin büyük ilgisini çeker! Kabul etmeliyim ki, kampanyaya buldukları başlık, erkek çocukların kafasını fena halde meşgul Gülgönen için kilim, Anadolu geleneği sonucunda ortaya çıkan bir sanat objesi. Kilimi en çok cazla ilişkilendiriyor: “Kilimde de serbest doğaçlama şeklinde bir tasarım ritmi var” diyor. CEREN ÇIPLAK Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde şu günlerde “18 19. yüzyıl Anadolu Kilimleri” başlıklı ilginç bir kilim koleksiyonu sergisi var. Motifleri, renkleri ile dile gelen ve Anadolu insanının gündelik yaşamından izler sunan sergi, müzenin koleksiyonuna ek olarak Prof. Dr. Ayan Gülgönen’in koleksiyonundan derlendi. Gözyaşı şişeleri, parfüm şişeleri gibi eski cam objeler, bronz ve dökümden yapılmış kapı tokmakları, el cerrahı olduğu için ellerle ilgili objelerin de koleksiyonunu yapan mikrocerrahinin duayenlerinden Prof. Dr. Gülgönen’le kilimlerin hikâyesinin peşine düşüyoruz. Özellikle göçebe yaşamın önemli bir parçası olan kilimlerin gündelik yaşam nesnesinden sanat objesine dönüşme süreci oldukça kısa. 60’lı yıllarda hippilerin Anadolu’dan Avrupa’ya taşıdığı kilimlere ilgi 80’li yıllarda başlamış, ama bu geç bir keşif olarak yorumlanıyor. Gülgönen bu keşfin ardından yaşanan patlamaya dikkat çekiyor: “Birbiri ardına çok sayıda sergi, yayın ve müzayede, ayrıca özel koleksiyonların oluşması, müzelerin bölümler açmasıyla el sanatları dünyasında bir ‘kilim çağı’ doğdu” diyor. Kilim koleksiyonu oluşturmaya nasıl başladınız? Kilime, Anadolu geleneği ve göreneği sonucunda ortaya çıkan bir sanat objesi gözüyle bakıyorum. Kilim koleksiyoneri olarak beni serbest dokunmuş, asimetrik, Prof. Dr. Ayan Gülgönen kilimin yanı sıra halı, cam obje, kapı tokmağı koleksiyonu da yapıyor. yaratıcının kendisinden ilave koyduğu kilimler daha çok ilgilendiriyor. Koleksiyonu oluştururken kilimin yaşına ve doğal boyadan olmasına özellikle dikkat ediyo rum. Biz eski kilim koleksiyoncuları için doğal boyalarla, yani kök boyalarla boyanmış yünlerden yapılan kilimler özel bir grup oluşturuyor. Çünkü büyük emek le üretilen bu boyaların renkleri yüzyıllar boyunca canlı kalıyor. Halı ile kilim arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? Kilim düz dokuma, halı atkı üze rine düğüm atma yöntemiyle yapılıyor. Belkıs Balpınar, halıyla kilimi ayırırken bir benzetme kullanır. Halı dokumayı, daktilo kullanmaya benzetir. Çünkü halıda da şablona bakarak düğümler atılır. Kilimler ise serbest dokunur, dokuyan gözünde canlandırdığı motiflerden, yani gelenek göreneği, çevresinde gördüklerini katarak dokur. Peki Anadolu kilimleri?.. Anadolu kilimleri daha çok göçebelerin dokudukları kilimlerdir. Kendine has bir grup da Yörüklerin, Türkmenlerin, aşiretlerin dokuduklarıdır. Anadolu kilimleri arasında da aşiret, gelenek görenek ve yerleşime göre farklı özellikler gösteren kilimler var. Sergi kitabındaki yazınızda caz müziği ile kilim arasında bir ilişki kurmuşsunuz... Kilimde de serbest doğaçlama şeklinde bir tasarım ritmi var. Klasik müzik yerine cazla ilişki kurmamın nedeni de bu. Cazda nasıl notalar serbestse, burada da renkler ve motifler serbest. Herkese iş düşüyor Greenpeace’çiler diyor ki, “Hep birlikte kampanyanın ilk bölümünü kazanıp yavru balıkları resmi toplantı gündemi nasıl yaptıysak, sürdürülebilir bir balıkçılık için de doğru kararların çıkmasını sağlayabiliriz.” Haklılar! Diyorlar ki: “Toplantıda yasal balık avlanma boylarıyla ilgili net bir karar çıkmazsa, ülkemizin deniz kaynaklarının korunması adına çok önemli bir fırsat kaçmış olacak.” Haklılar! Ve soruyorlar: “Toplam balık stoklarının yüzde 75’i yok olmuşken ‘bir dahaki sefere’ deme lüksümüz gerçekten var mı?” Hayır yok! Şimdi yan gelip yatma zamanı değil! Yani bugün oy verdiniz, işiniz bitti demek değil! Şimdi yeniden seferberlik zamanı. Yavru balıkları, denizleri kurtarmak için seferberlik zamanı! Hep vatan kurtaracak (!) değiliz ya, biraz da yavru balıkları, denizleri, geleceğimizi kurtaralım! İnternete girip (www.kacsantim.org) kampanyaya destek verebilirsiniz. Tam zamanıdır, bugün her rastladığınıza, “Seninki kaç santim” diye sorun... Hem bu davamızı yayın, hem de şu seçim gününde insanların yüzünü güldürün! “Levrek, hamsi, kalkan / kader anı 21 Haziran / ben eyleme katıldım / keşke sen de katılsan!” Hepinize iyi pazarlar. Yavru balık yoksa... stanbul Resitalleri’nde sezona Liszt’le veda EGEMEN BERKÖZ Birkaç yıl içinde kentin çoksesli müzik etkinlikleri arasında ön sıralarda yer alan İstanbul Resitalleri Teo Gheorghiu dinletisiyle dördüncü sezonunu kapattı. Dinletinin ilk bölümünde Schubert’in “Op.90 Dört Impromptu”, ikinci bölümünde ise “Liszt’in Yolculuk Yılları 1. Yıl İsviçre” adlı yapıtlarını yumuşak, saydam bir yorumla seslendirdi İsviçreli genç piyanist. Dinletiden önce, İstanbul Resitalleri’ni düzenleyen Vizonshow’un kurucusu ve yöneticisi Kamil Şükun’la küçük bir söyleşi yaptık. “Sanatçıları seçme ölçütlerini”ni “Efsane olmuş çok ünlü sanatçılarla ilgilenmiyoruz. Son yıllarda dünyanın önde gelen müzik kentlerinde, iyi orkestralar stanbul Resitalleri Gheorghiu konseriyle son buldu. la çalan, önemli salonlarda resitaller veren sanatçıları seçiyoruz” diye açıklıyor Şükun. Sonra ekliyor: “İstanbul Resitalleri ağırlıklı olarak, klasik müziğin temel çalgısı olan piyanoya odaklı. Amacımız, sınırları belli bir dizi dinletiyle nitelik olarak iyi bir çizgi tutturmak.” “Ulaştığınız en yüksek dinleyici sayısı ne” sorumun yanıtıysa “900 kişilik Mustafa Kemal Merkezi salonunda 700 dinleyiciye, 600 kişilik Fulya Sanat salonunda ise 550 kişiye ulaştık” oldu. En büyük ilgiyi ise İrlanda Kraliyet Akademisi başkanı John O’Connor’un dinletisi görmüş. Sözlerini “Resital kavramını yerleştirdiğimiz, klasik müziğe uzak bazı insanlara da bu müziği sevdirdiğimizi düşünüyoruz” diye noktalıyor Şükun. İstanbul Resitalleri, ikinci sezondan başlayarak her sezon bir besteciye adandı. Haydn’la başlayan bu gelenek, Chopin ve Lizst’le sürdü. Gelecek sezonun ise doğumunun 150. yılı nedeniyle Debussy’ye adandığını ve dinletilerin Sakıp Sabancı Müzesi The Seed Salonu’nda yapılacağını şimdiden duyuralım. www.istanbulresitalleri.com Borusan Müzik Evi Kim demiş öğretim üyesi bir sosyolog duyguların sosyolojisini yapamaz, notaları parmağının ucuna dolayıp havada uçuşturamaz, kalbimizin sinir uçlarına giden sözcükleri birbiri ardına sıralayamaz diye. İlk albümünü (sadece 22 dakika ve altı parçalık bir kısaçalar) “Mi?”yi çıkaran Gözde Özelce, bir akademisyen tutumunu dışarda bırakarak, kalbinin sesini kaydettiği şarkılarını bir araya getirmiş. Akustik bir çalışma bu; gitar, kontrbas ve vurmalı çalgıların sadeliğine arada bir görünüp kaybolan kemanlar renk katıyor. Parçaların düzenlemeleri Acil Servis topluluğundan tanıdığımız gitarcı Emre Karabulut tarafından gerçekleştirilmiş. Akustik gitarda yine Emre Karabulut, kontrbasta Kaan Yıldız, vurmalı çalgılarda İzzet Kızıl, kemanda ise Nedim Nalbantoğlu var. Sesini ya severseniz ya sevmezsiniz, ya alışkanlık yapar ya da bir daha dinlemek istemezsiniz Gözde’nin; çünkü ikisinin ortasında durmuyor. Alt perdelerden, pes bir sesle söylediği şarkılarında mevsimsiz bir kırılgan, sevecen bir naif görüntüsü veriyor. İçinden arada bir Akdeniz ezgilerinin gelip geçtiği akustik bir pop albümü “Mi?”. Neticede sorunları bir kadının penceresinden bakarak dillendiren, kadın duyarlılığı üzerine kurulu bir çalışma. Genç kadının albümdeki şarkılar yaşadığımız dünyada insan ilişkilerinin karmaşıklığı, hatta çoğu kez çözümsüzlüğü üzerine. Bir sosyolog insan ilişkilerinin mikro kozmosunu çözecek diye bir kural yok; bazen de işte böyle onları çözmek yerine güzel şarkılar haline getirebiliyorlar. [email protected] Gözde Özelce “Mi?” (Piccatura) Danger Mouse / Daniele Luppi Rome Danger Mouse adıyla tanıdığımız Brian Burton, son yılların en parlak prodüktörlerinden birisi. Gorillaz, Gnarls Barkley, Broken Bells, Dark Side of the Soul ve David Lynch ile yaptığı çalışmalarla yeteneğini defalarca kanıtladı. Daniele Luppi ise, Burton’ın birçok projesinde düzenlemeleri üstlenen İtalyan besteci. Her ikisinin de klasik İtalyan film müziklerine duydukları sevgi, bu yıl ortak bir albümle sonuçlandı. 1960 ve 70’li yıllarda İtalyan yönetmenler tarafından çekilen kovboy filmlerinin yani “spaghetti western”lerin o dönemde çok popüler olan müziklerini yeniden canlandırıyor “Rome” albümü. Kayıt, tamamen akustik ve vintage enstrümanlarla, Sergio Leone ve Ennio Morricone gibi ünlü müzisyenler tarafından da kullanılan Roma’nın eski Ortophonic Stüdyoları’nda yapılmış. Burton ve Luppi’nin toplam beş yıla yayılan yoğun bir besteleme ve kayıt aşamasından sonra hayata geçirdiği “Rome”, eski soundu müziğe yansıtmak için, Sergio Leone’nin “The Good, the Bad and the Ugly” ve “Once Upon a Time in the West” gibi film müziklerinde de çalan “I Cantori Moderni” korosunu ve sesini 44 yıl önce “The Good, the Bad and the Ugly”nin film müziklerinde de duyduğumuz opera şarkıcısı Edda Dell’Orso’yu da işin içine katmış. Ayrıca günümüzden müzisyenler de katkı yapmış albüme. Norah Jones ve Jack White üçer şarkı seslendirmiş. Danger Mouse ve Daniele Luppi’nin, geleneksel yöntemlerle kaydedip çağdaş bir sound yakaladığı “Rome”, kaliteli prodüksiyonu ve özgün besteleriyle alkışı hak ediyor. www.zulalkalkandelen.com Kahlo koleksiyonu sahte mi? Kültür Servisi Meksika Ulusal Galerisi’nde sergilenen Carlos ve Leticia Noyola’ya ait 1200 parçalık Frida Kahlo koleksiyonunun sahte olduğu iddiası yeniden gündemde. Geçen hafta bir basın toplantısında yeniden masaya yatırılan iddia için Kahlo’nun eşi Diego Rivera’nın ilk evliliğinden olan kızı Guadalupe Rivera Marin ve Kahlo uzmanları bir araya geldi. Frida’nın hayatı boyunca 400 ila 500 arasında eseri olduğunun bilindiğini söyleyen uzmanlar, sanatçının bu koleksiyondaki kadar çok resim yapmış olamayacağını belirtti. Frida’nın neredeyse her eserinde farklı imzalar kullanması, fakat bu koleksiyondaki eserlerin hepsinde tıpa tıp aynı imzanın kullanılmış olması da sanat tarihçileri tarafından sahtekârlığın bir delili olarak görülüyor. Koleksiyonun sahte olduğu iddiası ilk kez 2009 yılında çıkan bir kitap üzerine gündeme gelmişti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle