17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 1 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yüz On Bir Sendikacı Yargılanıyor Orkestralar SEÇİM öncesinde halkı kendi yönlerine çekmeye uğraşan iki koro var. Korolardan birinin “şef” denecek tek bir yöneticisi yok ortalıkta. Ama, sanki çok iyi yetişmiş biri tarafından yönetilirmiş gibi tutarlı ve uyumlu sesler çıkarmaktalar. Ustaca bestelenmiş bir havayı seslendirmekte çok başarılılar. Belli ki, uzaklarda ya da tam içimizde, fakat iyi saklanmış ve amaçlarına uygun bilgilerle donatılmış insanlarca bir merkezden yönetilmekteler. Öbür değişik seslerin sahiplerine koro diyebilmek için bin şahit lazım. Hep cumhuriyet ve özgürlük sözü ediliyor ama tutarlılık ve uyum yok. Oysa, koskoca bir ülkeyle halkının geleceği onların başarısına bağlı. zerine büyük oyunların oynandığı bir ülkedeyiz. Coğrafyadaki yeri öylesine kritik ve ilginç bir tarihten gelen halkının potansiyeli öylesine yüksek ki, ülkeyi ve halkını avuçlarına alıp kendi çıkarlarına uygun hedeflere yöneltmek isteyenler böyle bir duruma seyirci kalamıyorlar ve kendi amaçlarına elverişli oyunları sahneye koymadan duramıyorlar. İşin kötüsü, içte de kendi inançlarına uygun bir toplum yaratmak ve dıştakilerin çıkar hesaplarıyla kendi heveslerini birleştirmek isteyen işbirlikçiler hiç eksik olmuyor. Atlantik ötesinin Genişletilmiş Ortadoğu hesapları ile Ankara’daki iktidarın ileri demokrasi, çılgın proje, yeni anayasa heveslerini ve cumhuriyetçi kurumları yıpratıcı komploları o “uzak ve başarılı merkez”in defterine yazabilirsiniz. öylesine karanlık ve sinsi bir girişime karşı cumhuriyetçi bir cephe kurulamaz mıydı? Ana muhalefetin öncülüğünde illerdeki kuvvet durumlarını tartışarak, oy hesapları yapıp partiler arasında akıllıca güç kaydırmaları yaparak iktidar partisinin karşısına çıkmak başarılabilirdi. Ama olmadı: Ana muhalefet partisi öncülüğe yanaşmadı; öbür partiler, irili ufaklı, bağımsız adaylarla seçime girip sonra gruplaşma yolunu denemek istediler. Oysa, AKP’nin iktidar planını önlemek için CHP yanında cumhuriyetçi iki partinin daha Meclis’e girmesine yönelik bir strateji izlenebilirdi. D’Hondt sistemi denen oy hesabı çeşitli olasılıklara kapı açabiliyor. Örneğin, MHP’yle birlikte DSP gibi bir partinin de varlığıyla Meclis aritmetiği dengelenebilir, sistemin yine en büyük muhalefet partisi durumuna getireceği CHP’nin öncülüğünde cumhuriyetçi bir koalisyon olasılığı bile ortaya çıkabilirdi. Hayal ama, gerçek de olabilir, istense. Uluslararası normları yok sayarak ülkemizde işçilerin ve sendikaların temel hak ve özgürlüklerine müdahale çağdaş bir devlet yönetim anlayışı olarak kabul edilemez. Davaya bakacak yargıcın suç oluşmadığı gerekçesi ile ilk duruşmada beraat kararı vermesi ILO Genel Kurulu’nda Türkiye’nin çarmıha gerilmesini önleyecektir. Dr. Engin ÜNSAL TEKGIDA Ş Sendikası Genel Başkan Danışmanı A Ü KP hükümeti TEKEL sigara fabrikalarını yok pahasına yabancı bir şirkete sattıktan sonra 103 tütün işleme tesisini kapatarak buralarda çalışan 12 bin işçiyi 657 sayılı yasanın 4/C maddesi kapsamında kısa süreli, asgari ücretle güvencesiz çalışmaya zorladı. İşçiler, sendikaya üye olma dahil, kazanılmış haklarının yok sayılmasına karşı geçen yıl mart ayına kadar süren 78 günlük bir direniş başlattılar. Bu direniş işçi hareketinin uzun süredir yaşamadığı en kapsamlı, en uzun işçi eylemiydi ve tüm dünya işçilerinin desteği ve katkısı ile gerçekleştirildi. Ankara halkının ekmeğini paylaştığı bu eyleme hükümet duyarsız kaldı. TEKGIDAİŞ sendikası eyleme, 1 Nisan 2010 tarihinde yeniden başlamak üzere, ara verdi. nedeni ile Başbakanlık’a, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na uluslararası sendika ortamından 5 bine yakın protesto telgrafı gönderilmiştir. AKP’nin bakışı HSYK’de yapılan son değişiklikler ve bu kurulun üyelerinin büyük çoğunluğunun hükümet ve yandaşı kurumlarca atandığı düşünülürse bu davanın bağımsız yargının, bağımsız savcılarının kararı ile açıldığı sonucuna varmak olanaklı değildir. Bu dava AKP hükümetinin işçiye ve özgür sendikacılığa nasıl baktığının çok net bir fotoğrafıdır. AKP hükümeti yandaş medya, yandaş üniversite, yandaş işveren gibi yandaş sendikalar yaratmak istemektedir. AKP hükümeti var olan işçi konfederasyonlarından birini parti birimine dönüştürmüş, en büyük işçi konfederasyonunu ise tamamen etkisizleştirmeyi başarmıştır. Bu iki konfederasyon hükümetin sosyal politikaları konusunda ya iktidarın dümen suyunda gitmiş ya da muhalefet etmekten korkarak susmuştur. Oysa Türkiye bugüne kadar beş milyon işsiz yaratan vahşi kapitalizme böylesine destek veren başka bir hükümete sahip olmamıştır. Kamuda ve özelde taşeronluk ve buna bağlı güvencesiz istihdam inanılmaz boyutlarda artmış, işsizlere ödenmesi gereken paralar yasaya aykırı biçimde işverenlere ve hükümet projelerine yönlendirilmiş, iş güvencesi ve sendika, toplusözleşme hakkı konularında ILO’nun istediği hiçbir iyileşme yapılmamış, memura grevli toplusözleşme hakkı unutulmuş, sendika üye sayısının üç milyonlardan 500 bine gerilemesine göz yumulmuş, sendikaların kâğıttan kaplana dönüştürülmesine özen gösterilmiştir. Türkiye’de yaşanan bu olumsuzluklara, Başbakan’ın deyişi ile ILO ve diğer uluslararası kuruluşlar Fransız kalmamışlar ve yaşananları sürekli protesto etmişlerdir. 111 sendikacının yargılanacağı dava yaşananların üstüne tuz biber ekecek ve haziran ayı başında Cenevre’de başlayacak olan ILO Genel Kurulu’nda, bu nedenlerle, Türkiye’nin yüzü bir kez daha kızaracaktır. ILO’nun Uzmanlar Komitesi ve Sendika Özgürlüğü Komitesi, sendikalar için grev ve direniş hakkının toplusözleşme ile sınırlanamayacağı, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını geliştirmek, sendikaların temel özgürlüklerini güvence altına alabilmek için grev ve direniş yapabilecekleri görüşündedir (Horacio GUIDO et.al., ILO Principles Concerning The Right To Strike, International Labor Review, Vol.137, No: 4, 2000, s.14). Her iki komite bu eylemlere aynı zamanda hükümetlerin ekonomik ve sosyal politikalarının eleştirilmesi amacı ile de başvurulabileceğini belirtmektedir. Cin... Bedene giren cin gibi... Sinsice giriyor, kimliğine yerleşiyor, onu ele geçiriyor, ona kabahatler, suçlar, günahlar işletiyor... Beden tükenirken... O kazanıyor... Yargı... Polis... İstihbarat... YÖK... Üniversiteler... TRT’den RTÜK’e kadar kurumlar, kuruluşlar... İşte ÖSYM... Tarikatın girdiği her yer yıpranıp tükeniyor... O güçleniyor... Kimliklere sızıp onun ruhunu ele geçiren... Onun enerjisi ile ona günahlar ve suçlar işleten... O yakalanıp insanlığın gözünde mahkum olurken, usulca bedeni terk eden korku filmlerindeki gözükmez ve ölümsüz cin gibi... ANAP... DYP... DSP... Sızdığı siyasi partiler bitiyor... MHP çırpınıyor... O güçleniyor... Sıra AKP’de... İktidar partisinin bedenine girerek, ruhunu ele geçirerek devletin tepesine oturdu... İktidar olmanın tüm olanaklarını ve gücünü kullanarak, devlet katmanlarına tamı tamına yerleşti cin. Ortada gözükmeden, oradaydı... Hoca Efendi’nin ünlü talimatıyla “kılcal damarlara kadar” yayıldı... Önüne çıkan engelleri, yine bedenine girdiği iktidar partisinin kimliğini, etkisini, yetkisini kullanarak ortadan kaldırdı... Bu arada AKP işlediği günahlarla tükendi... Suçlarının altında itibarsızlaştı... Cin güçlendi... O ortada gözükmüyor... Girdiği bedeni ele geçiriyor... O bedene işlettiği suçlarla kuvvetleniyor... Beden, işlediği günahların altında tükenip ölürken, o başka bedenlerde devam ediyor... Cin... şçi karşıtlığı 1 Nisan’da Ankara’da toplanan işçilere sendika özgürlüğüne sahip çıkan tüm kuruluşlar destek vermiş, işçilerin bu gösterisi emniyet güçlerinin orantısız güç kullanımına tanık olmuştur. Sonuçta AKP hükümeti işçi karşıtlığını kanıtlayarak işçilerin belirsiz süreli güvenceli istihdam istemini kabul etmemiş ve işçileri karanlık bir geleceğin acımasızlığına terk etmiştir. Olaydan tam bir yıl sonra ve genel seçim öncesinde işçilere ve sendikacılara gözdağı vermek istercesine 1 Nisan gösterisi ile ilgili olarak bu olaya destek vermiş 111 sendikacı ve işçi hakkında TCK ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na karşı gelmekten beş yıla kadar hapis istemi ile Ankara Cumhuriyet Savcılığı tarafından dava açılmıştır. İlk duruşması 3 Haziran’da yapılacak bu dava uluslararası sendika ortamına bomba gibi düşmüş ve sendika özgürlüğüne yapılan bir saldırı olarak algılanan bu dava B LO normlarına uygun TEKEL işçilerinin ve destek verenlerin 1 Nisan 2010’da yaptıkları eylem tamamen ILO normlarına uygun ve hukuk içinde kalan eylemlerdir. Bu uluslararası norm ve hukuk anlayışına ters düşen hükümet politikaları ve savcılık iddianamesi, anayasanın 90. maddesine de aykırı olarak hukuki dayanaktan yoksundur. Türkiye’nin onayladığı 87 sayılı ILO Sözleşmesi’nin 3. maddesi kamu makamlarının sendikalar özgürlüklere her türlü müdahalesini yasaklamıştır. Bu nedenle savcılık iddianamesi ile işçilerin çalışma ve yaşam hakkına ilişkin gösterisine beş yıla kadar hapis istemi sendika özgürlüğüne açık bir müdahaledir. Uluslararası normları yok sayarak ülkemizde işçilerin ve sendikaların temel hak ve özgürlüklerine müdahale, çağdaş bir devlet yönetim anlayışı olarak kabul edilemez. Davaya bakacak yargıcın suç oluşmadığı gerekçesi ile ilk duruşmada beraat kararı vermesi ILO Genel Kurulu’nda Türkiye’nin çarmıha gerilmesini önleyecektir. I Duyarsızlık Böyle Devam Ederse… Daver DARENDE Emekli Diplomat B ARD A IN DOLU T A R A F I oplumumuzun değerler sisteminin altüst olduğu, duyarsızlığın ve vurdumduymazlığın doruk noktasına ulaştığı bu zorlu günlerde, Eugène Ionescu’nun ünlü “Gergedan” adlı oyununu yeniden okumaya başladım. Bu oyunda olay küçük bir taşra kentinde geçer. Kent halkının tümü gergedanlaşırken oyunun kahramanı olan Bélanger, inanılması güç bu değişime karşı tek başına direnç gösteren kişidir. Taşra kentine artık gergedanlar egemen olmuştur, toplumun kurtuluş umudu her geçen gün azalmaktadır. Değişime karşı direnenler de sonunda gergedanlaşmaktan kurtulamayacaklardır. Tek başına kalan Bélanger ise insan kalmanın savaşımını sürdürmeye çalışacaktır… Almanya’da Hitler faşizminin yaşandığı 1938 yılında Romanya’yı terk ederek Fransa’ya yerleşen Ionescu, “Gergedan”da toplum yaşamında fanatizme dönüşen bir akımın insanı nasıl insanlıktan uzaklaştırdığını, duygularını yitiren insanın gergedanlaşarak başka bir kimliğe nasıl büründüğünü dile getirir. Artık o insandan her şey beklenebilir. İkiyüzlüdür, kişilik değiştirmiştir, acımasızdır. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyenlerdendir. İnsanlık, bugüne kadar gergedanlaşmanın ne büyük tehlike oluşturduğunu bir türlü fark edemedi. Gergedanlar ülkemizden ve dünyamızdan hiç eksik olmadı. Gergedanın girdiği yerde değişim başlar, insanlar artık baskıyla değil, inanarak, kendi istekleriyle gergedanlaşırlar. İşte asıl tehlike buradadır. T C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle