17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 1 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR Çoksesli bir şiirin yaratıcısı Edip Cansever’i yirmi beş yıl önce yitirmiştik Düşlerinde hep şiir vardı ları ile de kuşağını ve Şiirleri kadar, şiir üzerine yazdık “ölümsüzlük insanda sonrasını etkiledi. Bir yazısında u. Evet, Edip Cansever değil, şiirdeki insandadır” diyord rak her şiirinde öldü; gerçekteyse yaşıyor şair ola ölümün” diyerek. yenileyerek kendini, “imgesiyim Şiirleri kadar, şiir üzerine yazdıkları ile de kuşağını ve sonrasını etkiledi. Mesela, Anılarımın “not defteri”nde ne zaman “Mısra işlevini yitirdi” gibi yazılarıyla geEdip Cansever’in adını arasam, karşılığına niş tartışmalar yarattı; ölümünden sonra “şiir ile düşündü, şiir ile yaşadı, düşleözellikle gençler arasında yeni bir okur kurinde hep şiir vardı” cümlesi sayfanın ilk şağı edindi. Ölümünün ardından, 1 Hazisatırına. “Gül içinde sümbülün iç çekiran 1986’da Cumhuriyet gazetesinde şöyşi” de denebilir buna... Ve “bazı olaylale yazmıştım: rın tarihçisi” olarak çoksesli bir şiirin ya“’Çünkü’ diyordu bir yazısında; ‘ölümratıcısı... Memet Fuat, “Çağdaş Türk Şiisüzlük insanda değil, şiirdeki insandadır. ri Antolojisi”nin Giriş’inde onun şiirini Şairse ölünce su, bitki, kum da olabilir, ama şöyle değerlendirmişti: gerçekte yeniden insan olur, dur“Özgünlüğü, kendisinden madan yenileyerek kendini.’ Evet, SON Ş RLER NDEN: esinlenenleri damgalayıp ‘takEdip Cansever öldü; gerçeklitçi’ durumuna düşürecek boteyse yaşıyor şair olarak her yutlardaydı. Bu yüzden tek şiirinde yenileyerek kendini, kaldı. İkinci Yeni içindeki ye“imgesiyim ölümün” diyerek...” ri, anlama verdiği önemle, TurVe yirmi beş olmuş bu imgenin gut Uyar’a yakındı. Anlatılaher geçen gün kendisini yenileBana hiç görmediğin bir çiçek adı söyle Bir mayan, anlatılmadan kalan mesi... Aramızdan ayrılışının yirdeğil, birkaç değil, binlerce Bir yaşam boyu şeyleri bulup çıkarmaya, anminci beşinci yılında bir daha besledim onu Büyütüp can verdim gözlerimde // latmaya çabaladı. Orta malı saygı ile anıyorum Cansever’i... Bana bir giz gibi bir çiçek adı söyle / Önümüz edilmemiş anlamları sadece inilkyaz, menekşe değilse ne? ayatının amacı şiirdi: sanın iç dünyasında değil, yaREF K DURBAŞ şi, şimdiyi ve geleceği sorguladı. Amacını şöyle açıklıyordu: “Şairin amacı bir şey’i güncelliğe getirmek değil, o şey’i güncellikten ayıklayarak genelleştirmek, bir bakıma evrenselleştirmektir.” Bu bakımdan olağan durumların da şiiri değildi yazdıkları...“Çekildiği zaman fotoğraf olmamış, çekilmediği zaman fotoğraf olmuş bir fotoğraf” gibiydi kimi şiirleri... ‘Hava Kurşun Gibi Ağır’ İki gün sonra Nâzım Hikmet, 48. ölüm yıldönümünde yine yurdumuzun dört bir köşesinde anılacak. Bu anmalar çoğunlukla kendiliğinden gerçekleşiyor. Bir dernek, bir yerel yönetim birimi, şiirseverler, yurtseverler bulundukları çevrelerde Nâzım Hikmet’i anma etkinlikleri düzenliyorlar. Günümüz toplumunun giderek duyarsızlaştığı sık sık yinelense de, insanlarımızın Nâzım Hikmet’e karşı bu eksilmeyen ilgisi, özellikle üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Ben bu ilginin temelinde onun toplum vicdanının sesi olmayı başarabilmiş bir ozan olmasının yattığını düşünüyorum. Öyle dürüst bir vicdan ki, kimsenin söylemeye cesaret edemeyeceği doğruları, her ortamda, hiçbir güçten ve sonuçlarından çekinmeden söyleyebilmiş. Günlük dille söylersek, hiç “siyaset” yapmamış, hep yalın gerçeğin yanında, onun sözcüsü olmuş. Bütün insanlığı etkilemiş o benzersiz şiirler, yalansız bir hayatın ürünlerinden başka ne olabilirdi? Nâzım Hikmet’e karşı eksilmeyen ilgi, her dönemde yayın dünyasında da karşılık buluyor. Onun hayatına, şiirlerine, mücadelesine ilişkin sık sık yeni kitaplar yayımlanıyor. Şu günlerde de, Hıfzı Topuz’un “Hava Kurşun Gibi Ağır”ı (Remzi Kitabevi) yayımlandı. Hıfzı Topuz, uzun gazetecilik ve UNESCO’daki görevlerinden sonra araştırma ve inceleme kitaplarının yanı sıra roman olarak adlandırdığı bir dizi yaşamöyküsü kitabı yayımladı. Hava Kurşun Gibi Ağır’ın alt başlığı olarak da “Nâzım Hikmet’in Romanı” denilmiş. Kitapta gerçekten de yazarın kaleminden, yer yer konuşmalar, betimlemeler de içeren bir biçimde Nâzım Hikmet anlatılıyor. Ancak bir yaşamöyküsü anlatımı, bir kurmaca sanatı olan roman diye nitelendiğinde bu kez nerede gerçek, nerede kurmaca sorusu akla geliyor. Hava Kurşun Gibi Ağır’ı okurken, kafamda sık sık bu soru dolaştı ama Nâzım Hikmet’in bildiğim yaşamöyküsünün dışında, farklı bir kurgu anlatıma rastlamadım. Yazar rahat anlatımına roman adını vermiş olmalı. Kitabı ilginç kılan en önemli etken ise yazarın kimi olayların tanığı olması, kendini de yazdığı kitabın kahramanlarından birine dönüştürmesi. Sözgelimi Nâzım Hikmet’in İstanbul’dan kaçışının duyulmasıyla, “Akşam gazetesi istihbarat şefi Hıfzı Topuz, derhal Vâlâ Nurettin’i arayarak kendisinden bilgi istedi” gibi cümlelere rastlıyoruz. Kitabın roman olarak nitelenmesi, içerdiği kimi küçük hataları da bağışlatabilir: Sözgelimi, Nâzım Hikmet’in Mayakovski’yle karşılaşması, onun şiirinin yapısal özelliklerinden etkilenmesinin, 1926’da Moskova’ya ikinci gidişinde olduğu yazılıyor. Oysa bu olay, ilk gidişte gerçekleşiyor. Nâzım, bu anlayıştaki yeni şiirlerini 1922’de yazmaya başlamıştı. Roman anlatımının en çok tadının çıktığı bölüm ise yazarın tanıklığını da içeren Nâzım’ın Paris günleri... Hava Kurşun Gibi Ağır, Nâzım Hikmet’in yaşamöyküsünü, cana yakın bir anlatımla her türden okurun beğeniyle, tat alarak okuyabileceği bir biçimde anlatıyor. Günümüz okurunun kolay okuma alışkanlığına uygun düşen, bu nedenle çok satılabilecek, çok okunabilecek, Nâzım Hikmet’i geniş okur kesimlerine tanıtacak bir kitap. Nâzım Hikmet’in yaşamı, ne denli tanısanız, ne denli bilseniz de hep insanlara yeni yeni zenginlikler sunan bir efsane. Bu kitabı okurken bu duyguyu bir kez daha yaşadım. Kazıldıkça tükenmek yerine, zenginleşen bir yaşam madeni Nâzım Hikmet. Ne yazılsa az, ne söylense az... 15 Mart 1985 için şamın çeşitli dış görünümlerinde de yakalamayı başardı.” Cansever’in şiir kitapları hep kendi içlerinde bir tema bütünlüğü taşımalarıyla dikkat çekti. Şiirini “uzun” tutmaya eğilimliydi. Sözü, anlamın dar kalıplarına sıkıştırmadı. “Tragedyalar”ın gün ışığına çıktığı günlerden kalan bu lezzet, son kitaplarından “Oteller Kenti”ne kadar varlığını sürdürdü. Güncellikten yola çıkarak güncelin sınırlarını genişletti. Duruşlardan durumlara geçişin sınırlarını zorladı. Doğrudan bir söyleyiş yerine iç konuşmalarla, kendi kendine de sorular sorarak ve yargılayarak geçmi H İletişimsizlikle iç içe duran bir iletişimin şiiri... Çünkü geçmiş, silindikçe bugün ile donanmış; şimdi, gelecek ile süslenmişti. Yaşamı boyunca “insan” çevresinde dönenen bir şiiri yazmayı amaçladı. Tomris Uyar ile bir konuşmasında şöyle demişti: “Gelişmeye inanmıyorum. Kendi adıma, bir eksen çevresinde şiirimi büyütmeye çalışıyorum. Gerçekte, sanatçıların çok derinlerden tutundukları bir ana damar vardır. Üstte kalan bazı değişimler silinip, yitip gidebilir. Önemli olan, o damarı çeşitlendirmektir.”  08 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu.  Lise öğrenimini 1946’da İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamladı.  Yüksek Ticaret Okulu’nu bitirmeden ayrıldı.  1950’den sonra Kapalıçarşı’da turistik eşya ticareti yaptı.  Halı konusunda uzmandı.  1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı.  İlk şiiri 1 Mart 1944’te “İstanbul” dergisinde yayımlandı.  Arkadaşlarıyla sekiz sayı “Nokta” dergisini çıkardı (15.01.1951 15.11.1951).  28 Mayıs 1986’da İstanbul’da öldü. ARTER’DEK ‘GÖRÜNMEZL K TAKT KLER ’ SERG S N ‘GÖRMEK’ Ç N SON HAFTA Görünenin ardındaki gerçek NAZLI PEKTAŞ Athanasius Kircher, “Her şey her şeyin içinde mevcuttur” der. ARTER’in son sergisi “Görünmezlik Taktikleri”, çağdaş sanat üretiminde görünmezliği bir metafor olarak kurgulayarak var olanın gerçekte taşıdıklarına dikkat çekiyor. “Görünmezlik Taktikleri” görme eylemine sorgulayıcı bir tavırla yaklaşmıyor. Emre Baykal ve Daniela Zyman’ın eşküratörlüğünde gerçekleştirilen sergi, aslında var olanın bağlarından kurtulup yüzeye çıkmasını dilerken, görünenin ardındaki gerçeğin sesini açıyor. “İstanbul Diyor ki…” Nasan Tur’un serginin açılışında gerçekleştirdiği performansı. Bu performans, şimdi ARTER’in girişinde kırmızı bir duvar. Anlamak için hemen yanındaki monitörü izlemeniz yeterli. İstanbul’un duvarlarında toplanan duvar yazıları performansla birlikte dilin duvarlar aracılığı ile kentle girdiği hesaplaşmayı, özlemi, şiddeti ve isyanı sunuyor. Sanatçı bu performansı ile kentin graffitilerle şekillenen anonim yüzünü, galeride sonunda kıpkırmızı bir lekeye dönüştürüyor. Esra Ersen’in “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım...” adlı işi de çoğumuzun belleğine kazınmış, zoraki üniforma da diyebileceğimiz, benci Eviner’in “Harem” adlı işi. yaz yakalı siyah okul önlüklerin izlerini başka bir kültürde aynı yaş grubunda çocuklar üzerinde arıyor. Ersen, Avusturyalı çocuklara Türk okul önlüklerini giydirerek önlükleri giydikleri süre boyunca günlük tutmalarını istiyor. Sanatçı, çocukluğumuzda birey olma ile maruz kalma arasında sıkıştığımız anları başka bir coğrafyadan seçtiği kimliklerle köşeye sıkıştırıyor. Kara önlüğün görünmezlik pelerini birden su üs tüne çıkıyor. Cevdet Erek’in, “Şaşaa”, “Ses Yapan 3 Nokta”, “Kolon” ve “Güvercin Ağı ile Gökyüzü Süslemesi” görünmezlik meselesini zaman, mekân ve ses ilişkisi düzleminde okutuyor ve çok iyi bir taktikle uyguluyor. Kutluğ Ataman’ın “On İki” adlı çalışması ise bizi altı kişinin iki farklı yaşam hikâyesi ile karşı karşıya getiriyor. Kimlik meselesine reenkarnas yon düzleminden, görünmez ve bilinmez bir noktadan ama inanılan bir mekândan bakan dile gelişler, yaşanılan kimliğin sanatçının deyişiyle aslında “üretilen” olduğuna dikkat çekiyor. “Yazılan” adlı video yerleştirmesinde Ali Kazma, kişisel okumaları arasından seçtiği felsefe notlarının belleğe geçykal ve işleri ile oynuyor. YaEmre Ba zılar yanarak yok Daniela Zyman’ın olurken videonun diliyle yeniden doğueşküratörlüğünde yorlar. Yanma meleştirilen gerçek taforu ve teknik bir r sergi, aslında va geri dönüşle görünür olanın bağlarından olan yazılanlar, izleyeni ateşin aydınkurtulup yüzeye rken, lattığı derin bir boçıkmasını dile yuta sürüklüyor. görünenin İnci Eviner’in “Harem” adlı ardındaki gerçeğin işinde kadınlar gösesini açıyor. rünen ilişkilerin ötesinde bilinen ve gizlenen varlıklarıyla Melling’in gravüründe direnişe geçiyorlar. Sarkis’in “İki Gölet Arasında K” yerleştirmesi yıllardır üzerinde durduğu “Savaş Ganimetleri” kavramı etrafından kayıtlı ve kayıt dışı olmaya artık duyulamayan ses bantları aracılığı ile bakıyor. Görünenin taşıdığı ideal görünmezlerin tekinsizliği, dışlanmışlığı, saklanmışlığı ve sessizliği üzerinde duran sergide yer alan işleri izlerken belleği mesken tutmuş bilinenleri temizleyerek şimdiye kadar kayıtlı olanları savurmak istiyorsunuz. Sergi 5 Haziran’a kadar izlenebilir. Yabancı müzik eserlerinin yayınının bugünden başlayarak durdurulması gündemde ‘Yabancı şarkı’ krizi büyüyor... K MELTEM YILMAZ ‘The Hobbit’in vizyon tarihi açıklandı Kültür Servisi “Yüzüklerin Efendisi” üçlemesinin başlangıç noktası olan “The Hobbit” filminin vizyon tarihi açıklandı. New Line, Warner Bros ve MGM stüdyolarının ortaklaşa yürüttüğü projenin ilk ayağı “The Hobbit: An Unexpected Journey” (Hobbit: Beklenmedik Yolculuk) ismiyle 14 Aralık 2012’de tüm dünyada aynı anda 3D olarak vizyona girecek. Filmin ikinci bölümüyse, “The Hobbit: There and Back Again” (Oradaydık ve Şimdi Buradayız) adıyla ilk filmden tam bir yıl sonra, 13 Aralık 2013’te sinemaseverlerle buluşacak. C MY B C MY B ültür ve Turizm Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın, Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği (MESAM) ile Musiki Eseri Sahipleri Meslek Grubu’nun (MSG) Türkiye’de kullanılan yabancı müzik eserleri için mükerrer telif ödemesi yapması nedeniyle yurtdışına para akışının kesilmesi yönünde verdiği kararın ardından, bu eserlerin Türkiye’de satışı ve yayınının engellenmesi tehlikesi gündeme gelmişti. Tüm bu gelişmelerin ardından yaşananlarsa, krizin çözülmek yerine giderek büyüyeceğine işaret ediyor. Yasağın uygulanması durumunda, bugünden itibaren gece kulüpleri dahil, radyo, televizyon gibi müzik yayını yapılan mecralarda yabancı müzik yapıtlarının yayınının durdurulacağı belirtiliyor. Çünkü yurtdışındaki telif kuruluşlarına 1 Haziran itibarıyla ödeme yapılması gerekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkilileri, “MESAM ve MSG’nin kendi aralarında anlaşmadığı sürece, yurtdışındaki telif kuruluşlarına ödeme yapılmasına izin verilemeyeceğini” belirtiyor. Ancak ne MESAM ne de MSG, henüz uzlaşmaya hazır görünmüyor. Dahası, MESAM, önümüzdeki günlerde MSG’ye dava açmaya hazırlanıyor. MESAM Başkanı Faruk Demir, yabancı Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın “MESAM ve MSG kendi aralarında anlaşmadığı sürece, yurtdışındaki telif kuruluşlarına ödeme yapılmasına izin verilemeyeceği” kararına karşın MESAM, MSG’ye dava açmaya hazırlanıyor. müzik yapıtlarının teliflerini dağıtma yetkisinin uluslararası anlamda kendilerinde olduğunu, mükerrerliğin, MSG’nin bu hakları toplayıp dağıttığını iddia etmesinden kaynaklandığını belirterek “Konuyla ilgili 2008’de açılmış bir dava zaten var. Yargı süreci devam ederken bakanlıkın aldığı bu kararı anlamak mümkün değil” diyor. Demir, yeni bir dava da açacaklarını belirterek şöyle devam ediyor: “Biz besteci, aranjör, söz yazarının parasını yurtdışındaki meslek birliğine gön deriyoruz. Yabancı müzik piyasası iç işleyişteki hatayı düzeltmeyi beklemez, 6 ayda bir alacağı paraya bakar. Para gelmiyorsa yabancı repertuvarı Türkiye’den çeker ve 189 ülke bize dava açar, uluslararası mahkemeye kadar düşeriz. Birinci derecede Türkiye, sonra bakanlık ve meslek birliği zarar görür. O zaman asansörlerde bile yabancı müzik çalamazsınız.” MSG Genel Sekreteri Barış Şensoy ise mükerrer ödemelerin MESAM’dan kaynaklandığını iddia ederek “Bakanlık raporuyla, MESAM’ın yıllardır yapmış olduğu ödemelerin yanlışlığı da ortaya çıktı. Şu an yurtdışı telif kuruluşlarına MESAM ödeme yapıyor ama biz yapmıyoruz. O parayı faize koyduk, Bakanlık ödemelerin yapılması talimatı verdiğinde, parayı faiziyle aktaracağız” diyor. Akbank Sanat Sinema Kuşağı Miyazaki’yi ağırlıyor Kültür Servisi Japon anime ustası Hayao Miyazaki ve oğlu Goro Miyazaki’nin rengârenk masalsı ve fantastik dünyasını anlatan filmleri, 718 Haziran 2011 tarihleri arasında Akbank Sanat’ta gösterilecek. Yapıtlarında sıra dışı mitolojik alıntılara yer veren baba oğul Miyazaki’ler, filmlerinde doğaüstü varlıkları, kayıp medeniyetleri ve hayallerini gerçekleştirmeye çalışan kahramanları anlatırken bir yandan da insanların çevreye verdiği zararları gözler önüne seriyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle