22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 13 Fiyat bekleyen çay üreticisine kota çilesi Worldcard 20 yaşında Ekonomi Servisi Türkiye’nin ilk kredi kartı Yapı Kredi Worldcard, 20. yaşını kutluyor. Taksitli alışveriş, puanlarla bedava alışveriş, puanlarla cep telefonu konuşma süresi satın alma gibi pek çok yeniliğe imza atan World, 8 milyon kullanıcıya ulaştı. Yapı Kredi Perakende Bankacılık’tan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Nazan Somer, “Yenilikleri tüketiciyi dinleyerek, ihtiyaç ve beklentilerini bazen onlardan bile önce görerek başarıyoruz. 20 yıldır ilk tercih olmamızın altında bu var” dedi. Başbakan Erdoğan’ın mayıs ortasında söz vermesine karşın fiyatlar açıklanmazken üretici ürününü ucuza elden çıkarmak zorunda kalıyor. ÖMER ŞAN RİZE Yaş çay üreticileri, sezon başlamasına karşın fiyat açıklanmamasına tepkili. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 14 Mayıs’taki Rize mitinginde, yaş çay fiyatına ilişkin açıklamayı Tarım ve Köyişleri Bakanı’nın belirtirken bugüne kadar bu konuda herhangi bir açıklama yapılmadı. Yaş çayda kota uygulaması da tepki çekiyor. Öte yandan, 85 kuruşluk yaş çay için önceki yıl 1.25 TL fiyat talebinde bulunan ancak 11.5 kuruşluk destekleme ile birlikte 1 li ra olan yaş çaya bu yıl 1.30 TL isteyen Rize Ziraat Odası Başkanı Nevzat Paliç, fiyatların seçim sonrasına kalmasından endişe ettiklerini ve bunun yanlış olacağını söyledi. Bu arada seçim öncesine kadar 1. sürgün dönemini aşmak isteyen ve Çaykur’un Mayıs ayı yaş çay paralarını seçim öncesinde ödeme açıklamaları karşısında çay toplamayı yoğunlaştıran üreticiler, bu kez de özel sektör firmalarının ağına takıldı.Yaş çay fiyatındaki belirsizliği fırsat bilen bazı özel sektör firmaları, üreticilerin içerisinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan da yararlanarak ge çen yılın yaş çay fiyatı olan 88.5 kuruşun da altında, 80 kuruştan, peşin para ile yaş çay almaya başladı. Ekonomik sıkıntı yaşayan birçok üretici ise fiyat belirsizliği ve yaşadıkları endişeler nedeniyle bu firmalara yaş çay sattıklarını kaydediyor. Üreticiler, önceki gün uygulanmaya başlayan ve nerdeyse erkenden konan kontenjanla adeta şok yaşadı. Kimi bölgelerde 12 kiloya kadar düşen kontenjan nedeniyle yaş çay üreticileri fiyatı henüz belli olmayan yaş çayını özel sektöre satmak zorunda kalıyor. Derinleşen Küresel Kriz, Ücretli Emek ve Sermaye Bu haftaki Ekonomi Politik’te sizlere Bağımsız Sosyal Bilimciler’in 2011 Raporu’nu tanıtmak arzusundayım. (*) Yirmiye yakın yazar ve araştırmacının katkılarıyla hazırlanan bu kolektif ürün, 2000’li yıllardaki son ekonomik bunalıma gidiş sürecinde ve bunalım yıllarında “Türkiye’de emeğin durumu”na odaklanmakta. Ekonomik ve siyasal olgular, bu durum değerlendirmesinin altyapısını oluşturuyor. Raporun Giriş bölümünden birlikte okuyalım: “Kapitalizm 6080 senelik uzun dönemli devrevi salınımlarından birinden geçmekte. Bu salınımın yansıma biçimleri sadece ulusal gelir düzeyinde daralmalar ve istihdam kayıplarından ibaret kalmamakta; emeğin ücret ve sosyal kazanımlarında kalıcı tahribata yol açmakta; ulusal maliye sistemlerinde oluşan derin açıkların karşılanması için devletin sosyal işlevlerinin daha da daraltılmasını öngörmekte; istihdam biçimlerini parçalamakta; emeği enformalleştirilmiş iş biçimlerine mahkum etmekte ve sosyal dışlanmışlık üretmektedir. Dolayısıyla, mevcut kriz dalgasını yakından tahlil edebilmek için küresel ekonominin sadece ulusal büyüme ve istihdam rakamlarını incelememiz yetersiz olacaktır. Kapitalizmin uzun dönemli salınımının durgunluk/daralma aşamalarını içeren mevcut konjonktür, içinde sıcak savaş ve terör unsurlarını da barındıran ve uzun zamana yayılmış bir belirsizlik ve durgunluk dönemini yansıtmaktadır. Bu nedenle bu çalışma boyunca, kapitalizmin 1970’li yılların ortalarından başlayarak yayılan kriz dalgasının 2008/2010 arasındaki daralmasını ‘büyük durgunluk’ sözcüğü ile karşılamaktayız.” “‘Büyük Durgunluk’ denen olguya doğru giden süreç üzerine düşünürken iki gelişmeyi daha değerlendirmek gerekiyor. Birincisi, küreselleşme ve finansallaşmanın hızlandırdığı tüketim tutkusu, gezegenimizin gıda, su ve enerji kaynakları üzerinde yıpratıcı basınç yaratarak, kaynak tedariki sorunu yaratmaya başlamıştır. İkincisi, ABD hegemonyası gerilerken, şekillenmeye başlayan yeni sermaye birikim ve tüketim merkezlerinden ve buralarda yoğunlaşan siyasi kapasitelerden gelen basınçlar ABDAvrupa merkezli dünya sisteminin dengelerinde ve verili gıda ve enerji düzenlerinde yıkıcı etkiler yaratmaktadır.” “Sözünü ettiğimiz gelişmeler, sınıf mücadelelerinin ve büyük güçler arası rekabetin giderek sertleşeceğini, emperyalist kaynak denetimine yönelik stratejilerin giderek daha fazla gündeme geleceği bir döneme girdiğimizi ve ‘Büyük Durgunluğun’ bir ‘Büyük Kargaşaya’ dönüşme olasılığının arttığını düşündürüyor.” Bağımsız Sosyal Bilimciler 2011 yılı raporu on bölümden kurulu. İncelemenin birinci bölümü, 2000’li yılların “büyük durgunluk”unu karakteristik çizgileriyle betimliyor. İkinci bölümde “küresel kriz”in giderek “küresel istihdam krizi”ne dönüştüğü gözleminden yola çıkılarak, “istihdam yaratmayan büyüme” ile “güvencesiz/enformal/kayıtdışı” çalışmanın Türkiye’ye özgü süreçler olmadığına dikkat çekiliyor. Üçüncü bölümde, bunalım yıllarında Türkiye’de verimlilik ve bölüşüm ilişkileri ayrıştırılarak, Marksgil artık değer ve kâr oranlarının 1988 sonrasındaki seyri irdelenmekte. Dördüncü bölüm ise, Türkiye’nin çalışan kesimlerine ilişkin detaylı bir durum saptaması sunmakta. Beşinci bölümde emeğin uluslararası hukuktaki konumundan yola çıkılarak, Türkiye’de çalışma hayatını düzenleyen mevzuat, çalışanların sendikal hakları ve sendikalaşma düzeyine ilişkin gözlem ve değerlendirmeler sunuluyor. Altıncı bölümde yer alan anlatı, TEKEL işçilerinin (Türkiye’de işçi sınıfı hareketinin yeni bir yükselişini simgeleyen) 200910 direnişi ve bunun öncülleri üzerine kurulmuş. 2000’li yılların giderek tarımda küçük üreticiliğin tasfiyesine ve tarım emekçilerinin yoksullaşmasına varacağı anlaşılan siyasal ve kurumsal düzenlemeler yedinci bölümde ele alınıyor. Sekizinci bölümde, 2000’li yıllarda uygulanmasına geçilen Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın eleştirel bir değerlendirmesi yapılmakta. Dokuzuncu bölümde de 200911 Türkiyesi’ndeki makroekonomik gelişmeler, ödemeler dengesi ve kamu maliyesi bağlamında gözden geçirilmekte, 20089’daki hasıla ve istihdam kayıplarının büyüklüğü ile 2010 “toparlanma”sının kırılganlığı ve sürdürülemezliği vurgulanmakta. “İktisatçının gerçek problem alanı piyasa değil, toplumdur” görüşüyle yola çıkan Bağımsız Sosyal Bilimciler raporu, onuncu ve sonuç bölümünde “emekçilerin kolektif hakları için mücadele etmelerinin önündeki tek engelin yasal çerçeveler olmadığını” vurgulamakta; ve “1980 sonrası yaşanan dönüşümün bugün de hâlâ başat konumunu koruyan özelliklerinden birinin sınıftemelli siyasete son vermek olduğunu” anımsatarak, emekçileri ve emek saflarında yer alan aydınları yeniden sınıftemelli siyasi mücadeleye davet etmektedir. (*) “Derinleşen Küresel Kriz, Ücretli Emek ve Sermaye”, Yordam Kitap, İstanbul: 2011 Ernst&Young’ın anketine göre, rüşvetin yaygın olduğunu bildirenlerin oranı yüzde 77’ye çıktı Rüşvet salgını Türkiye’de rüşvet ve yolsuzluğun kriz ile arttığını düşünenlerin oranı yüzde 55. Katılımcıların yüzde 35’i yeni iş almak için rüşvet vermenin olağan kabul edildiğini belirtti. Ekonomi Servisi Denetim ve danışmanlık firması Ernst&Young’ın “Avrupa Yolsuzluk ve Usulsüzlük Anketi 2011” raporunda, Türkiye’de rüşvet ve yolsuzluğun yaygın olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 77. Türkiye’nin de olduğu 25 ülkede yapılan araştırmada bazı sonuçlar şöyle: Türkiye’de rüşvet ve yolsuzluğun yaygın olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 77 oldu. Rüşvet ve yolsuzluğun kriz nedeniyle arttığını düşünenlerin oranı yüzde 55 olurken katılımcıların yüzde 35’i sektörlerinde yeni iş almak için rüşvet vermenin olağan kabul edildiğini belirtti. Son iki yılda “başına ciddi bir yolsuzluk olayı geldiğini” bildiren katılımcıların oranı 2009’a göre 3 puan artarak yüzde 17’ye yükseldi. Avrupalı her 5 katılımcıdan biri rüşveti çalışma hayatının gerekliliklerinden biri olarak görüyor. Üçte ikisi rüşvetin ülkelerinde yaygın olduğunu, yüzde 40’ı ise etkilerinin krizle birlikte arttığını belirtti. Türk şirket temsilcilerinin yüzde 60’ı mali sıkıntının sürdüğünü düşünüyor, Avrupalılar’da oran yüzde 64. Katılımcıların yüzde 70’i işten çıkarmaların da artarak süreceğini düşünüyor. Pınar Et Genel Müdürü Zeki Ilgaz, Yaşar Holding Gıda ve çecek Grubu Başkanı Ali Sözen, Pazarlama Koordinatörü Kemal Keskin (soldan sağa) mangalda sucuk kızarttı. Akbank TLYuan köprüsü kurdu Ekonomi Servisi Akbank, Çin ile bankacılık işlemlerinde Çin parası Yuan kullanımına başladı. Akbank Genel Müdürü Ziya Akkurt ve Çin Kalkınma Bankası Başkan Yardımcısı Gao Jian tarafından geçen aralık ayında imzalanan anlaşma çerçevesinde, Akbank, Nisan 2011 itibarıyla Çin parası Yuan üzerinden işlem yapmaya başladı. Akbank’ın tüm şubelerinde uygulamaya başladığı YuanTL işlemleri ile kambiyodan mevduata kadar birçok işlem yapılabiliyor. Pınar Et’in hedefi 390 milyon TL ciro ş’te yeni vekil Füsun Tümsavaş Ekonomi Servisi Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği’ne Füsun Tümsavaş seçildi. Yapılan açıklamaya göre, Türkiye İş Bankası’nda Yönetim Kurulu Başkanvekili olarak görev yapan H. Fevzi Onat’ın TSKB Genel Müdürlüğü’ne getirilmesi nedeniyle görevinden istifa etmesi üzerine, boşalan Yönetim Kurulu üyeliğine Başkent Kurumsal Şube Müdürü olarak görev yapan Murat Vulkan, Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği görevine de Yönetim Kurulu Üyesi Füsun Tümsavaş seçildi. Ekonomi Servisi Yaşar Grubu bünyesindeki Pınar Et, sucuk kategorisine eklediği “Çemenli”, “Kimyonlu”, “Gurme” ve “Delight” ile pazarda en az yüzde 10 büyüme planlıyor. Türkiye’de 2.2 milyar TL’lik şarküteri pazarında açık ara lider olduklarını söyleyen Yaşar Holding Gıda ve İçecek Grubu Başkanı Ali Sözen, “Bu yıl beklenen büyümeyi başarırsak en yakın rakibimize iki kat fark atmış olacağız. Yeni ürünlerimizin de etkisiyle bu yıl 390 milyon TL ciro hedefliyoruz” dedi. Pınar Et’in bu yıla ilişkin hedefleriyle ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan Sözen, Türkiye’de 260 bin ton işlenmiş şarküteri ürünü satıldığını ve kişi başına 3.6 kilogram şarküteri tüketimi bulunduğunu bildirdi. Pınar Et Genel Müdürü Zeki Ilgaz da işlenmiş et ihracatıyla ilgili şunları söyledi: “Şu anda Türkiye iç pazarındaki fiyatlar, dünya fiyatlarının yaklaşık yüzde 100 üzerinde. Bu şartlar altında açık pazar denilen Ortadoğu’da rekabetçi olmamız mümkün olmuyor. Dahilde işleme rejimi ile ilgili değerlendirme kurulu 3 ayda bir toplantı yapıyor, önümüzdeki toplantıda bu konuyu değerlendirecekler. Olumlu sonuç bekliyoruz.” Piyasalarda iyimserlik rüzgârı Cari açık, bankalar ve Yunanistan’a yönelik olumlu beklentilerle borsa 2.53 yükseldi, kur ve faiz geriledi. Ekonomi Servisi Dış ticaret açığı nisanda, 10 milyar dolar olan tahminlerin altında yüzde 63.4 artarak 9.05 milyar dolar olurken, önemli kalemlerinden biri olduğu ve endişe verici seviyelere yükselen cari açığa da olumlu yansıyacağı beklentisiyle piyasaları rahatlattı. Almanya’nın Yunanistan’a yönelik yardım paketine olumlu yaklaştığı haberi de içerideki olumlu havayı destekledi. Veri öncesinde 1.60 seviyelerinde olan dolar/TL, verinin ardından 1.5904’e kadar geriledikten sonra 1.6000 seviyesinden kapandı. Gösterge faiz ise yüzde 8.99’dan yüzde 8.87 seviyesine kadar geriledi. Güne yükselişle başlayan İMKB’de, dış ticaret verileriyle alımlar güçlenirken; dış piyasalardaki olumlu havanın da etkisiyle borsa kazanımlarını yüzde 2’nin üzerine taşıdı. İMKB günü yüzde 2.53 yükselişle 63 bin 046 puanda tamamladı. Bankacılık endeksi de yüzde 3.76 yükseldi. Endeksteki yükselişe, BDDK başkanının kredilerde yılsonu ortalama hedefi olan yüzde 25 civarında büyüyeceğini açıkladığı bankacılık hisseleri öncülük etti. Seçim öncesinin tozu dumanı arasında yok olup gitti İSMMMO’nun “Türkiye Sanayi Üretimi ve Gerçekler” raporu. Oysa bugün iktidar partisinin seçim gündemi içinde “kasıtlı” olarak yer almayan “yoksulluk ve işsizlik” ana köklerini bu ülkenin sanayi üretiminde çuvallamasından alıyor. “Kasıtlı yer almıyor” dedik; çünkü 8 yıl boyunca tek başına iktidar olmasına karşın işsizliği ve yoksulluğu azaltacak en küçük bir adım atmamış olan AKP’nin şimdi meydanlara çıkıp yapacaklarını sıralaması komik kaçardı. Onlar da zaten bunun farkında oldukları için enerjilerini “Kanal İstanbul” benzeri “çılgın projelerine” sarf etmeyi yeğlediler. Miting meydanlarında Başbakan yeni projelerini sıralarken yanına yaklaşarak “İşsizim” diye haykıran bir iki kendini bilmezin üzerine 10’ar polisin atılıp biçareleri coplaması ile diğer sesler de kendiliğinden kesiliverince o konu da kapandı şimdilik... Gelelim İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın raporuna... Sanayi sektörünün 3 bin ürün kalemi incelenerek hazırlanan rapora göre Türkiye üretemediği 18 ürüne, 5 yılda 29.4 milyar dolar ödüyor. Optik cihazlar, tıbbi görüntüleme cihazları, yazıcı ve kopyalama cihazları gibi yüksek teknoloji ürünlerin başı çekiyor. Tabii cep telefonları ve dijital kameralar olmak üzere birçok tüketici elektroniğini de unutmayalım. Tansiyon aletini, klavyeli çalgıları, bankaların ATM’lerini, matbaaa makinelerini hep ithal ediyoruz. Helikopter ve uçakları saymayalım bile... Özel havayolu şirketlerinin de devreye girmesi ile her yıl onlarca uçak satın alınıyor, “herkesi uçuruyoruz” reklamları ile vatandaş göklerden yere inmiyor, ancak kendi uçağımızı üretmeyi daima erteliyoruz. Sadece tekstile dayalı ekonomi ile yol alınama Dayaklı ve Coplu Ekonomi... yacağını gördük. Ancak bir türlü “katma değerli üretim temelli ulusal bir ekonomi” inşa etme yoluna gidilmedi. İşin gelip dayandığı yer ise kaçınılmaz şekilde “ulusal ekonomi”. Ötesi yok. Liberaller “ulusal” sözcüğünden bile hâlâ dehşete düşseler de, güçlü bir ulusal ekonomi oluşturulmadıkça cari açığa mahkumiyetimiz sürecek... Bugüne kadar AKP’nin ekonomideki şansı hem Türk bankacılık sektörünün güçlü olmasıydı hem de küresel ekonominin zafiyetiydi. Sıcak para girişleri daima imdadına yetişti. Ancak küresel ekonomi üzerindeki kara bulutlar dağılmış değil. Her ne kadar G8 ülkeleri 5 gün önce Fransa’nın Deauville kentinde toplanarak dünyaya iyimserlik mesajları vermeye çalışsalar da Avrupa’daki borç krizi henüz aşılamadı. Ergin Yıldızoğlu önceki gün köşesinde “ABD ekonomisinin günde yaklaşık 6 milyar dolar açık ürettiğini ve 14.294 trilyon dolarlık borç sınırına çarpmak üzere olduğunu” yazdı. Yıldızoğlu’na göre “artık ABD’nin temerrüde düşmesinin engellenemeyeceğine inanılıyor. Öyleyse durumu idare etmenin yollarını aramak, panik önlemeye yönelik bir söylem yaratmak gerekiyor”. Zaten G8’de küresel ekonominin baronları tam da bunu yapıyor. Türkiye ve Türkiye gibi ülkelerin tek şansları ise kendi ayakları üzerinde durabilen, katma değerli üretime odaklı bir ekonomi yaratmaktan geçiyor. Çin bunu anladı ve kendi özgün ekonomisini yaratıyor. Yoksulluk ve işsizliğin de en önemli ilacı bu... Bu yapılamaz ve AKP de iktidarda kalmayı sürdürürse önümüze dayatılacak olan ‘dayaklı ve coplu ekonomi’dir... Alev Coşkun’un ‘Liberal Ekonomi’nin Çöküşü Küresel Kriz’ kitabı tam da ulusalcı ekonomilerin yükselişine vurgu yapıyor. “2011’in ilk çeyreğinde kriz hâlâ sürüyor ve ne zaman sona ereceği belli değil. Ekonominin eski düzeyine ulaşması uzun sürecek. BM, AB, Dünya Bankası, IMF gibi kurumlar bu krizi ‘yüzyılın tsunamisi’ diye niteliyor. Kriz liberal piyasa ekonomisinin çöküşü. Adam Smith’in ortaya koyduğu liberal ekonominin temelindeki o ünlü kuralı ‘her şeyi piyasaya bırakın, piyasanın görünmez eli her şeyi düzenler’ anlayışı çöktü. Bu kriz piyasanın görünmez elinin her şeyi düzenleyemediğini ortaya çıkardı. Bunun analiz edilmesi gerekiyordu” diyen Coşkun, “Son otuz yıldır, ‘Ulus devlet çöktü’, ‘Ulusalcı ekonomi yoktur, küreselleşme vardır’ denildi. Ama bütün bu savlar, 2008 küresel kriziyle ters kepçe geldi” vurgusunu yapıyor. Kitap 2008 krizini ve dünyadaki ekonomik gelişmeleri anlamaya yarayacak bir kaynak kitap niteliğinde... ABBAS GÜÇLÜ, GENÇLER HER ŞEY N FARKINDA... Evet; gençler her şeyin farkında. YGS’deki şifre skandalının ardından bugüne kadar olup bitenlerden bahsediyorum. Erdoğan ve Gül konu yargıya intikal etmiş olsa da “tatmin oldum” açıklamalarında bulundular ve ısrarla ÖSYM Başkanı Ali Demir’i savundular. “Biz tatmin olmadık, hakkımızı istiyoruz” diye sokaklara dökülen binlerce gence “Biz de karşınıza on binleri çıkartırız” tehdidi yapıldı. Bu arada YGS sınavının sonuçları geldi. 80 bini aşkın haklı itiraz bile sınavın iptal edilmesi için yeterli iken sınav iptal edilmedi. İtiraz edenler doğal olarak yanıtları eksik puanlanmış olanlardı. Ya sonuç kartları olması gerekenin üstünde gelip de ses çıkarmayanlar? Dedik ya hükümet seçim öncesi bir iptal riskini göze alamazdı. Peşinden medyaya tehditler yağmaya başladı. YGS skandalının üzerine azimle giden Milliyet Eğitim Editörü Abbas Güçlü’ye Başbakan Erdoğan bir canlı yayında ismini vermeden, “Mensubu olduğu yayın organının televizyonunda da köşesinde de sürekli bu işi takip etti.. Gelecekte bedelini ağır ödeyecekler ” diye açık tehdit savurdu. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti kısa bir açıklamayla tehdidi kınarken, medyanın sessizliği dikkat çekici idi. Sonra bıçak gibi kesildi şifreli sınav skandalı. Bir eğitim yılının üniversite adayı gençliği bozuk para gibi harcandı. Gençlerin kendilerini ifade edebilecekleri tek merci internet ve sosyal ağlar. Şöyle bir tarayın interneti ve duyun seslerini... Ama acele edin, internete yasak gelince o sesleri de duyamayabiliriz... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle