19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 HAZ RAN 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 anlamaya çalışır ve milletimin bağrındaki yerimi saptamaya uğraşırım. Bu arayışımda henüz başarıya ulaşamadım ve kendimi bildim bileli, niteliğini niceliğini benimsediğim, paylaştığım birini bulamadım. Özü benzese sözü, yanlışı benzese doğrusu benzemiyor. Sanırım size de benzemiyorlar. Oysa bu kişiler, demokratik yoldan seçiliyorlar ve madem demokrasi halkın temsiliyeti, azınlık bile olsak, bizim de iktidar koltuklarında değilse bile muhalefet koltuklarında vekillerimiz bulunması gerekirdi, diye düşünüyorum. Seçimden önce biraz benzeyenler var, Meclis’e girince değişiyorlar. En çok benzeyeni bile en azından pısırıklaşıyor, kendisine oy veren bir yığın insanı temsil etmekle uğraşacağına tek bir genel başkana teslimiyeti ve elini genel başkan yönünde indirip kaldırmayı yeğliyor. Zamanla benim gibilerin millet bağrında öksüz, demokrasi içinde yetim kaldığına inancım pekişti. Aristoteles, demokraside yönetimin “demos”, yani halkın elinde olduğunu, ancak bu halktan sokaktaki kalabalığın anlaşıldığını söyler ve; “Sokaktaki kalabalığın demokrasi yönetimi, ülkenin halk tarafından bütün toplumun çıkarını gözetecek biçimde yönetilmesi değildir” der. Aristoteles’e göre demokrasi sisteminde sıradan insanlar, sahip olacakları gücü kendi çıkarları için kullanmak isteyecekler, yeterli bilgi ve bilgeliğe sahip olmadıklarından, demagoji yapmakla yetineceklerdir. 2400 yıl sonra ve en azından Türkiye’de, Aristoteles haksız mı çıktı sizce? Demokrasi diye bir “çoğunluk Yıllardır TBMM’yi dolduran milletvekili kadrolarına bakarak benim gibileri kimin temsil ettiğini Benim Demokrasim Seni Döver iktidar tıkıyor. Dün asker tepeliyordu iktidarları, bugün iktidar tepeliyor orduyu. Dün, ordu ve iktidar bir olup kısıtlıyordu düşünce ve ifade özgürlüğünü. Bugün “çoğunluk diktası”, yargısı, polisi, maliyesi ve maşallah ordunun istihbaratına rahmet okutan, çünkü çakma kanıt da üretebilen elektronik uzmanı jurnalcileriyle sıkıysa konuş, sıkıysa yaz, Silivri’de on yıl tutuklu yargılanmak var Edirne’den Ardahan’a memleketin ses tellerini kesti! İnternet sansürlü, telefonlar böcekli, kitaplar çıkmadan sansürlü, medya grupları ya yandaş ya da iflas, sokaktan yatak odasına “mobese” kayıtlarında gönülsüz oyuncuyuz. Neden, nasıl böyle olabildi? Çünkü Türkiye’de politikacılar başta, kamu yönderleri dahil çok az kişi, demokrasinin masuniyet karinesini ithamdan, savunma hakkını cezadan üstün kılan Roma hukukuna dayalı olduğunu anladı ve kabullendi. Bu halk, yandaşı ve muhalifiyle, öç hukuku demek olan kısas şeriatıyla demokrasinin değil, ancak zulmün taraf değiştirerek geleceğini asla öğrenemedi! Ergenekon’du, Balyoz’du, KCK’ydi, kimi darbeci, kimi ayrımcı diye asker, sivil, hatta seçimle işbaşına getirilmiş belediye başkanları, kesinlikle güvenirliği kalmayan suçlamalar, çoğu çakma kanıtlar, yalancı tanıklıklarla içeri tıkıldıkça, hatta porno kasetlerle siyasal partiler tasfiye edilirken, “Ooooh, bir zamanlar tepeleyen, şimdi tepeleniyor!” diye seviniyorlar. Bazılarına demek isterdim ki: “Bu demokrasi yarın da seni döver salak!” Türkiye’de, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e “baki” ne var, ne kaldı ki “senin demokrasin” dayansın zamana? “Düşünmek, ‘Hayır!’ demektir” ALAIN Boş Rastlantılar eğerli araştırmacı ve siyasetçi Bülent Tanla, 2007 seçimlerinde 42 milyon 799 bin olan seçmen sayısının bu seçimde 52 milyon 700 bin diye açıklandığına dikkat çekerek, çok yerinde saptamalarda bulundu. (Cumhuriyet/Cihan Oruçoğlu, 28.05.2011) 4 yılda 10 milyon seçmen yaratan bu acaip üreme, anayasa referandumu öncesi fark edilmişti. Bakıyorum, 12 Eylül 2010’dan 12 Haziran 2011’e hız kesmemiş, on ayda 700 bin seçmen daha türemiş! Liderler oy toplayacağız diye meydanlarda gırtlak patlatıyor. Oysa seçim sonuçlarını insan eli değmeden elektronik ortamda çoğaltılan bu “tüp oylar” belirleyecek. Acaba CHP ve MHP bu çoğalmayı araştırdı mı? YSK laboratuvarlarını soruşturdu mu? On milyon seçmenlik artış açıklanmadığı takdirde, boşuna soluk tüketiyorlar çünkü... D N O K T A S I Alman, Belçikalı ya da İsveçli olsam bu olup bitenlere “kaşkariko” diyeceğim, ama diyemiyorum, yumurtaya can veren ulu Rabbime şükürler olsun ki Türk’üm ve Türkiye gibi her türlü kaşkarikodan azade bir kurallar ülkesinde yaşıyorum. Yoksa seçimlere tam 13 gün kala 30 Ağustos’ta Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na getirileceği varsayılan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Bilgin Balanlı’nın tutuklanmasının, yine aynı gün özel yetkili Ankara Savcısı’nın 12 Eylül darbecileri Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’yı ifade vermeye çağırmasının ardında “bir şeyler” arardım. Neyse ki Türkiye’de “böyle şeyler” olmaz. Türkiye bir “hukuk devleti”dir ve bu ülkede yaşayan herkesin “yüce Türk yargısı”na güveni tamdır. Yargıya güvenimiz tam olmasa, “Bak sen şu savcılara, yargıçlara, durmuşlar durmuşlar tam zamanını bulmuşlar” diye düşünebilirdik. Öyle ya, tam darbe marbe işleri belleklerde uykuya yatmışken sen tut bir muvazzaf askeri hem de bir orgenerali “Balyozculuktan” tutukla! Tutukla ki Başbakan miting meydanlarında o bildik “mağduriyet” kisvesine yeniden bürünebilsin, “Bakın, bunlar hâlâ pusudalar” falan diye haykırarak. Belki daha da ileri gider, Kenan Evren ile Tahsin Şahinkaya’nın ifadeye çağrılmasını son zamanlarda AKP’ye küsen liberallere bir göz kırpması olarak değerlendirirdik. Ama ne o, ne bu, yalnızca ve yalnızca rastlantıdır bu olanlar. Bu rastlantının Başbakan’ın sözünün bittiği günlerde meydana gelmesi de tabii ki bir başka rastlantıdır; buna “üst rastlantı” da diyebiliriz. “Üst yapı”, “üst kimlik” gibi üst bir şey yani! Oyunu bozan yeni CHP olmuştur. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Başbakan’ın umduğunun tersine çetin ceviz çıktı. Çevresine ne yapacaklarını bilen, bildiklerini kaleme dökmekte usta, akıllı ve çalışkan insanlar toplamış, rapor üstüne rapor yayımlıyorlar, üstelik içerikleri de inandırıcı, okudukça, dinledikçe insanların kafalarında sönmeye yüz tutan umutlar yeniden filizleniyor. İnsanlar bir Erdoğan’ı, bir Kılıçdaroğlu’nu dinliyorlar. İlkinin konuşmaları saldırgan, itici ve bıktırıcı; içerikleri de biçemi de eğitim düzeyleri düşük, alkışçı kalabalıklara göre programlanmış. İkincisi ise somut projelerle, önerilerle çıkıyor kitlelerin karşısına; kendini dinletiyor. İnsanlar onu içten buluyor, kendilerinden biri olarak görüyorlar. Uzun süren yağlıgüreşlerde olduğu gibi Başbakan yavaş yavaş yeniliyor Kılıçdaroğlu’na. “Yavaş yavaş” diyorum, belki AKP önümüzdeki seçimlerden de birinci çıkacak, fakat yorulmuş, yaralanmış ve bir daha eski sağlığına kavuşamayacak durumda olarak. Belki “iktidar” olabilecek fakat artık “muktedir” olamayacak. Köprünün altından geçen suların desibeli sürekli yükseliyor. Öyle ki korkunun ecele faydası olmadığı gibi gecikmiş rastlantıların da AKP’ye bir faydası yok. Toplum “balyozculuğu” da, “Ergenekonculuğu” da kanıksadı artık. İnsanları “derin devlet terörü” ile yıldırmış, sindirmiş, nice canlar almış gerçek suçlulardan birinin bile dört yıldır süregelen davalarda mahkumiyet almadığını gördükçe Silivri’de, Hasdal’da yatan sivilasker çoğunluğun suçsuzluğuna inanıyor. Dolayısıyla en ilginç rastlantıların bile bu saatten sonra kimseye bir yararı yok. Dedik ya, hele AKP’ye hiç yok! Fotoğraf : AL AR F ERSEN diktası” altında eziliyoruz. Kuşkusuz çağdaş demokrasilerin önde gelen niteliği, çoğunluğun yönetim hakkı. Ama bu hakkın kullanılması, önceden belirlenmiş sınırlar içinde gerçekleşmeli. İşte bizim zurnanın zırt dediği yer burası ve demokrasinin sınırlarını esnete esnete, bugün o sınırları hiçe sayanların çoğunluk diktasını demokrasi ve Tayyip’lere tahammülü demokrasi gereği sanmaya başladık. Yukardaki satırlar, 3 Ekim 1998’te yayımlanan “Çoğunluk Diktası” başlıklı yazımdan alıntı olup, AKP henüz kurulmamıştı ve Sayın Tayyip Erdoğan belediye başkanıydı. O günden bu yana ben “demokrasi” konulu yüzlerce yazı yazdım, başkaları binlerce yazdı. AKP iktidarında sekiz yılı devirdik, Türkiye’ye 60 yıldır demokrasi diye dayatılan “çoğunluk diktası” azalmadı, azmanlaştı. İnsan hakları ve özgürlükler, dün Yassıada, Selimiye kışlasında bitiyordu, bugün Silivri’de bitiriliyor. Dün de iktidar tıkıyordu muhalifleri içeri, bugün de K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ [email protected] ‘Hedef 2023’!.. İktidar partisi seçim beyannamesinde diyor ki; “Hedef 2023”; doğrusu insanı etkileyen bir slogan. 100’üncü yılımızda, o efsanevi 1923 ruhuyla ülkeyi yeniden sarmalamak, kimi memnun etmez ki? Ama şu “gidişat”ın 100’üncü yıla dek sürdüğü varsayıldığında; aynı ruhtan eser kalabilir mi? Sevgili şairimiz Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” (Epsilon Yayınları2008) kitabındaki “Türkiye, Üzgün Yurdum Güzel Yurdum” şiirini anımsıyorum; “Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum, / Harlı bir ateş gibi derinde yanan / Haramilerin elinde bunalan...” larımız, Cumhuriyetin özenli mimarileriyle kentlerimizi bezeyen kamu binalarımız ve tarımda kalkınmanın önderleri olan devlet çiftliklerimiz ve hatta Atatürk Orman Çiftliği bile var… Böylesi “pazarlamacı” bir özeleştirme politikasıyla 100’üncü yıla vardığımızda, elimizde Cumhuriyet kalabilir mi; ya da kalanın adına şöyle yürekten “Cumhuriyet” denebilir mi? Aynı satış furyasının “imar oyunları”na bakarsak durum daha da vahim görünüyor; çünkü kamu işletmeleri özel sektörle işler hale getirilmesi için değil, o emek ve alın teri kokan tesislerin arazilerine satılık gayrimenkuller inşa edilmek için pazarlanıyorlar. Üstelik bunu yapabilmek için Cumhuriyetin “planlama kültürü”nü de terk ettiler; kamu tesislerinin “imar durumları”nı satışa yönelik değiştirerek, kentlerin yapılaşma dengelerini altüst ediyorlar. Başta TOKİ olmak üzere, toplumun arazilerini teslim ettikleri kamu kuruluşlarının “emlak pazarı”na hizmet etmelerine “kalkınma”(!) diyebiliyorlar... Ulusal kaynaklarımıza böylesine bir aymazlıkla 2023 karşılanırsa, 100’üncü yılı kutlanan Cumhuriyet mi; yoksa Cumhuriyet değerlerinin tümüyle elden çıkarılması mı olacaktır? Örneklere nasıl devam etmeli bilemiyorum; çarşılarımızda “Türkçe” işyeri tabelasını artık ara ki bulasın... Akarsularımız HES işgalinde; antik kentlerimiz baraj suları altında kalmaya başladı; Hasankeyf gitti gider... Efsanevi dağlarımız maden ruhsatlarıyla kapış kapış; yaylalarda “AB’nin siparişi” çimento fabrikaları, göl kenarlarında “ABD siparişi” fabrikalar özel yasalarla kuruluyor; kıyıları talan planları ardı ardına yürürlükte; 2B işgalcileri tapuyla ödüllendirilecek... Söyler misiniz; “hedef 2023” bütün bunların “tamamlanması” anlamındaysa, geriye “ülke” kalacak mı ki Cumhuriyetin de 100’üncü yılı kutlanıversin? Ataol Behramoğlu şiirini şöyle noktalamış: “Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdum / Zinciri altında kımıldayan / Bitecek sanıldığı yerde başlayan...” (Bugün 20.30’da Ulusal Kanal’daki İmar Dosyası’nda, Prof. Dr. İsmail Duman’la 2023’e “esenlikli kavuşma”nın koşullarını ele alıyoruz.” Üretim yerine rant Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 2023’e 12 yıl kala! HARB SEM H POROY 2023’te üzgün yüzün gülecek mi; harlı ateşin sönecek; haramilerin egemenliği yerine 1923’ün yurtseverliği gelecek mi? Ülke pazarlanıyor Önce şu yapılacakların güvencesi sayılan “yapılan”lara bakalım; özelleştirme için başlangıçta denilmişti ki: “Devletin çalıştıramadığı işletmeler özel sektöre emanet edilerek kâr etmeleri sağlanacak.” O işletmelerin çoğu, Cumhuriyetin özverili ulusal kalkınma projeleri değiller miydi? Şimdi ne Etibank kaldı, ne Sümerbank, ne Petkim, ne Erdemir ne de diğerleri... Osmanlı Bankası’nı bile “genç” bir bankanın elinde “müze”leştirdiler; TEKEL artık yok; sayısız Cumhuriyet fabrikası tarihe gömüldü. Dahası, “kendi evlatları” olan İDO’yu bile sattılar; çünkü o da Cumhuriyetin “kamu hizmeti” anlayışıyla serpilip gelişmişti; belli ki hazmedemediler, en delikanlı çağında elden çıkardılar. Şimdilerde sırada “arsa”ları uğruna göz konulan tarihi okul HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] 1/ Osmanlı devle 1 tinde gümrük koruma memuru. 2/ 2 Hastalık nedenle 3 rini araştıran tıp 4 dalı. 3/ Açık elle 5 yüze vurulan tokat... “Ölür ise 6 ölür / Canlar ölesi 7 değil” (Yunus 8 Emre). 4/ Mahkeme sonucunu gös 9 teren resmi belge... Sod 1 2 3 4 5 6 7 8 9 yum elementinin sim 1 H A L İ L E İ M gesi. 5/ Dolma yapmak 2 İ GO R S OMA için hazırlanan karışım... 3 CO B O L K A V Erkekliğini gidermek, 4A R N A R M İ iğdiş etmek. 6/ Düz, ensiz ve yassı bağ... Yunan 5 B A B İ Y A R M E K R E mitolojisinde, Apollon 6 İ F A ile Artemis’in annesi. 7/ 7 O T O M O B İ L Kırkpınar güreşlerini dü 8 A B N U R İ Y E S A K zenlemeyi üstlenen kişi 9 H İ L A T ye verilen ad... Üzerinde film çevrilen stüdyo düzlüğü. 8/ Bir cins ince ve sık dokunmuş patiska... Tellür elementinin simgesi. 9/ Yapısına girdiği sözcüğe “yeni” anlamı katan yabancı önek... “Yaşadım / ağaçları şahidimdir” (B. R. Eyüboğlu). YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kır bekçisi, korucu. 2/ Verme, ödeme... Kimi Türk topluluklarında nevruza verilen ad. 3/ Sıkı dokunmuş bir tür pamuklu kumaş... Itırlı bir bitki. 4/ Bir tür bağımsızlığı olan büyük il... Somali’nin plaka imi. 5/ Yel, şimşek ve gök gürültüsüyle ortaya çıkan sağanak yağışlı hava olayı... Başlıca içeceğimiz. 6/ “Ben havada uçar idim / ile tuttun beni” (Türkü)... Yineleme sonucu kazanılan yatkınlık. 7/ Kısa yazı... Eskişehir’e özgü, çubuk biçiminde bir tür helva. 8/ Postu palto yapımında kullanılan memeli bir hayvan... Boru sesi. 9/ Almanya ve İtalya’da resim müzelerine verilen ad. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle