19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 11 MAYIS 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bıçaklanan Ressam, Yıkılan Heykel... Çocukların Dilleri Türkiye devletinin resmi dili Türkçedir. Nüfusunun da büyük çoğunluğu Türkçe konuşur, okur ve yazar. Kiminin ana baba dili Türkçe değildir, bebekliğinden başlayıp evde o dili öğrenir, Türkçeyi de başka çocuklarla oynarken kapar. Bir bakıma, bu ülkede anadili Türkçe olmayanların Türkçe öğrenmesi, hele erkekler için büyük sorun değildir; çarşıda, işte ve özellikle askerlikte iyi kötü çözülür o konu. Asıl sorun, Türkçe öğrenemeden kalan milyonlarca kadının sorunudur. Türkiye Cumhuriyeti’nin büyük ihmali, kusuru, başarısızlığı, hatta affedilmez ayıbı o noktada sırıtır. Koskoca devlet, Türkçe bilmeyen kadın vatandaşlarının büyükçe bir bölümüne Türkçe öğretmeyi başaramamış olmakla kalmamış, zaman zaman Kürtçe konuşmayı yasaklamak gibi akıl almaz yasaklar koymaya kadar gitmiş ve hatta işkenceli zorlamalara başvurmaktan bile kaçınmamıştır. Şimdi, kaybedilmiş bunca yıldan sonra, hiç değilse sorunun o yüz kızartıcı uygulamaları bitti; insanlar dillerini serbestçe konuşabiliyorlar. Ama konu hâlâ sağlam bir temele oturtulmuş sayılamaz. Henüz çözülmemiş birçok yanı var sorunun. er şeyden önce, “anadilde öğretim” gibi bir çıkmazda dönüp dolaşılıyor. İşin tuhafı, bu çıkmaz içindekiler hep bir araya gelip doğru dürüst bir model oluşturma zahmetini göze alamıyorlar bir türlü. Örneğin, varlıklı Kürt ailelerinin iyi okullarda okutup, akıcı İstanbul Türkçesi konuşur duruma getirdiği birtakım şık hanım politikacılar ekranlara çıkıp Güneydoğu çocuklarına “anadilde öğretim verilsin” diyorlar da, bunun nasıl yapılacağını, nereye varacağını, o çocukları daha başarılı kılmaya ve toplumdaki büyük hengâmede ön saflara geçmelerine yarayıp yaramayacağını iyice düşünmeden. Üstelik, Milli Eğitim Bakanlığı da bu duruma seyirci kalmakta. Oysa, pekâlâ şöyle bir model üzerinde çalışılabilir: Ana babanın Kürtçe konuştuğu, ailelerin çocukları için okulöncesinde ve ilköğretimin ilk üç sınıfında görev almak üzere eğitim fakültelerinin özel programlarında Kürtçe ve Türkçeyi birlikte bilen öğretmenler yetiştirmek ve Kürtçe konuşabilen bu öğretmenlerin düzgün Türkçe öğretmiş olacağı o küçük yaştaki öğrencileri ilköğretimin dördüncü yılına aktararak bütün vatandaşlar gibi daha sonraki olağan öğrenim basamaklarında yükselmelerini sağlamak. aşka türlüsü, Güneydoğu halkının çocuklarını ülkenin tüm olanaklarından yoksun bırakıp toplumun basamaklarında geri kalmaya mahkum etmek olur onları. Kendileri ülkenin eğitim sistemi içinde iyi yetişerek üst basamaklara yükselmiş olan o politikacı Kürt hanımlar daha da yükselecekler de, bölgenin çocukları aynı çağdaş sistemin olanaklardan yararlanmayacaklar mı? Anadilde öğretim gibi sonu belirsiz bazı sloganlara kapılan bu yeni kuşak Kürt politikacılar, o ayrılıkçı görüşleri gerçekleştirmek uğruna bölgenin halk çocuklarını handikaplı durumlara düşürdüklerinin farkındalar mı acaba? “Bıçaklanan, yok edilmek istenen Bedri Baykam’ın kişiliğinde resim sanatıdır. Mehmet Aksoy’un nsanlık Anıtı’nın yıkılmasıyla yok edilmek istenen heykel sanatıdır; özgür, yaratıcı düşüncedir. Bedri Baykam’ın bıçaklanmasının, nsanlık Anıtı’nın yıktırılmaya kalkışılmasının vebali de suçu da bir bakıma suça azmettirenlerin üzerinde değil midir?” Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci “Hocaefendi” Fethullah Gülen diyor ki: “İçinde suret (resim, heykel) ve köpek bulunan bir eve melekler girmez.” Sonra ekliyor: “İslamda resim ve heykelin yasaklanmasına sebep olarak pek çok hikmet söylenebilir... Ahirette, resim yapanlara Cenabı Hakk, yaptıkları resimlere can vermelerini emredecek. Bunu yapamadıkları sürece de onlara azapta bulunacak...” (Fethullah Gülen, İnsanMelek Münasebetini Zedeleyen Hususlar, 23 Mayıs 2006) Bizce Mehmet Aksoy’un heykelini “ucube” diye niteleyen anlayışın kaynağı bu satırlarda yatıyor. ru’lBurc’u, İbn Tulun’un Kasr’ı, Zahir Baybars Köprüsü heykellerle, oyma resimlerle süslü yerlerdir. 14. ya da 15. yüzyılda Orta Asya’da yaşadığı sanılan “İnsanların ve Ecinnilerin Ustası” Mehmet Siyah Kalem’in eşsiz figürleri, Türkİslam sanatının birer şaheseridir. Nedir ki içtihat kapısı kapandıktan sonra düşünce dondu. Darkafalılık geldi baş köşeye kuruldu. Heykeli, resmi değil, putları ve puta tapmayı yasaklayan İslamın çığır açıcı peygamberi, ensâb’dan yani “kötülük ve beladan uzak durun” diyordu. Bu sözler, 1500 yıl sonra “heykelden, resimden uzak durun” diye yorumlanmaya kalkışılırsa bu yobazlığın ta kendisi değil mi? Enbiyâ suresinin 52. ayetindeki “temâsîl” (timsaller) sözcüğünü çoğu ilahiyatçı “heykel” diye çevirmeye kalkışıyor... Elbette kolay değil yüzyıllar önceki bir sözcüğü bağlamından soyutlayıp, ortamından sıyırıp günümüze aktarmak... Oysa İslam bilgini Ömer Nasuhi Bilmen doğrusunu yapıyor ve “timsal” sözcüğünü “heykel” diye çevirmiyor. “Nedir bu timsaller ki, siz onlara ‘tapınmaya’ devam edip duruyorsunuz?” diyor. Hiç bin küsur yıl önceki Arapça “timsal” sözcüğü bugün heykel diye yorumlanabilir mi? Burada “timsal”in tapınılan put anlamına geldiği besbelli. Başlı başına birer mimarlık şaheseri olan Süleymaniye, Selimiye İslamın en güzel timsali, en yüce anıtı, bir bakıma İslamın en güzel heykelleri değil mi? Heykel put mudur? Heykel ve resim yapanlara neden öbür dünyada bunlara can vermeleri emredilecek? Can veremezlerse niye azap çekecek, işkence görecekler? Heykel put mudur? 21. yüzyılda “kanaat önderi” diye tanıtılmaya kalkışılan bir insan nasıl ve hangi amaçla böyle bir safsatayı, saçmalığı savunabilir? Ressam Bedri Baykam’ın bıçaklanması, Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın “ucube” denilip yıktırılmaya kalkışılması, Hocaefendi’nin “resmin, heykelin yasaklanmasının pek çok hikmeti vardır” görüşünden ayrı sayılabilir mi? “Bizce burada bıçaklanan, yok edilmek istenen Bedri Baykam’ın kişiliğinde resim sanatıdır. Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nın yıkılmasıyla yok edilmek istenen heykel sanatıdır; özgür, yaratıcı düşüncedir. Bedri Baykam’ın bıçaklanmasının, İnsanlık Anıtı’nın yıktırılmaya kalkışılmasının vebali de suçu da bir bakıma suça azmettirenlerin üzerinde değil midir?” Oysa biliyoruz ki, İslam dini puta tapanlara karşı cahiliyye (cehalet) döneminde doğdu. Peygamber putları (esnâmı) kaldırdı, puta tapmayı yasakladı; heykeli, resmi, sanat eserini değil... İslam uygarlığı bir zamanlar insanlık tarihinde yeni bir çığır açtı. İspanya’da başta Kurtuba Camii olmak üzere bütün bir Endülüs Emevileri dönemi uygarlık anıtlarıyla donanmış, heykellerle bezenmiştir. Kudüs’teki Kubbetü’sSahrâ Sarayı, Mütevekkil’in Kas H Hurafenin çifte dokunulmazlık zırhı 21. yüzyılda “ucube” diye heykeli yıktıranlar tam bir ikiyüzlülükle çifte dokunulmazlık zırhına bürünüyorlar... Siyaset bezirgânı, milletvekili dokunulmazlığını kalkan olarak kullanıyor. Din bezirgânı ise safsatalarını ideolojik dokunulmazlık zırhına büründürüyor. Her ikisi de kendi kalesine birer duvar örüp tek kale siyaset oyunu oynamaya yelteniyor. “Kutsalın tahakküm anlayışı” ile kadına saçının bir telini göstermeyi bile yasaklıyor... Beyni uyuşturup kıskaç altına alıyorlar... Kutsallık zırhına sarınan hurafe zihinlerde B putlaştırılıyor. Yüzlerce yıl önceki âyetlerin, hadislerin kutsallığını sütre yapıp yoksulluğun iç çekişiyle dine sarılan kitleleri bu tür boş inançlarla şeytanca aldatmaya yelteniyorlar. Kılıçdaroğlu, “Statükocunun Allah’ı Ankara’da oturuyor” demeyegörsün... RTE bunu Allah’a hakaret sayıyor. Böyle giderse, bu anlayış yarın kendisinden hiçbir yarar umulmayan saf ve zararsız kimse anlamındaki “allahlık” kelimesini de sözlüklerden çıkarırsa şaşılır mı? Garip, saf, zavallı anlamına “Allah’ın adamı” deyimi de saldırı konusu olacak mı? Hortumcuya, vurguncuya “Allah yürü ya kulum demiş” bile diyemeyecek miyiz? Bir zamanların sevilen çizgiromanı Güngörmüş ailesi de “Allahlık Ali Bey” de iyi ki bugünleri görmemiş... Bu kafaya kalırsa, “Azrail gibi bakıyorsun” diyerek melekleri küçültücü söz söyleyemezsiniz. “İmanım gevredi” demek günah... “Nuh der, peygamber demez” diyemezsiniz. “Satranç oynamak günah mıdır, değil midir?” diye sözümona tartışıyorlar Samanyolu televizyonunda... “Satranç oynamaya düşkün olmak ve bunun için faydalı işlere gevşeklik vermek doğru değildir. En azından mekruhtur, yani dinen yasak olmasa bile yapılmaması, satranç oynanmaması gerekir” diyorlar... Arkasından “Yetmez ama evetçi” Eser Karakaş, Şahin Alpay, Mehmet Altan, Etyen Mahçupyan çıkıyorlar aynı televizyona, çağdaş anayasa ve demokrasi havariliği yapmaya kalkışıyorlar... Prof. Ergun Özbudun, Serap Aksoy, Murat Belge, Osman Can, Hocaefendi’nin gölgesindeki Abant Platformu’nda “Yeni Dönem Yeni Anayasa” masalları anlatmaya yelteniyorlar... Köpek giren eve melek giremez diyen, öbür dünyada resme, heykele can veremeyenler işkence görecek fetvası veren bir zihniyetin peşine takılıp sözümona özgürlükçü anayasa hazırlayacaklar ve biz de buna inanacağız... Heykeli “ucube” diye niteleyen siyasetçinin mürşidinin, yol göstericisinin kim olduğunu göremeyecek kadar miyop mu bunlar? Yoksul insanların kutsal inançlarını bir paket makarna, bir çuval kömürle, sadaka kültürüyle, iane çadırlarıyla sömürmeye kalkışan safsata tacirlerine siftinip yaltaklanarak mı ileri demokrasiye geçilecek? Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nı “ucube” diyerek yıktıranları göremeyecek kadar kör müsünüz? “Mehmet Aksoy’un İnsanlık Anıtı’nı tekbir getirerek yıktıran din bezirgânları da siyaset çığırtkanları da yıktırdıkları anıtın altında kalacaklardır. Heykeli yıkanlar bir gün mutlaka yıkılacaktır.” Seçimleri ÖSYM Yapsın... En iyisi bu... Çünkü “Şifre var ama kopya yok” savı, geçen seçimlerde “pusulaların çöp bidonunda bulunması ama oyların çalınmamış olmasına” uyuyor bir bakıma... “Şifrenin olduğu, ama kopyanın olmadığı” açıklandıktan sonra, son iki günden bu yana da sorulara yanıt verenlerin düşük, veremeyenlerin yüksek puan aldıkları anlaşıldı... Bu da iyi bir şey... Dört sene bir tek soruya olsun yanıt veremeyen bizim Lemi’nin yüzü gülüyor... Bu sene zaten sınava da girmediğine göre... Demek ki kazandı... 12 Haziran seçimlerini ÖSYM yapsın... Şifre; ampul... Kim denetleyecek?.. YSK... O an milletvekili olanlara bile “Milletvekili olamazlar” dedikten 16 saat sonra... Bir ölü, iki yüz yaralının ardından “Milletvekili olabilirler” dediğine göre... Biliyorsunuzdur; 2002 seçimlerinde “Milletvekili olamaz” denildiği için zaten Tayyip Erdoğan sekiz senedir Türkiye’yi yönetiyor... O zaman siyasi çözüm arandı... Hukukisi bulundu... Siirt’te iki sandığın kaybolduğunu fark ettiler... Seçim yenilendi... Tayyip Erdoğan milletvekili oldu.. Böylece Erdoğan, kazandıktan sonra seçilen ilk Başbakandır, YSK sayesinde... Şimdi Türkiye seçime gidiyor... Oy değerlendirmesini yine bilgisayar yapacak... Bilgisayarlara kimse güvenmiyor... Çıkan sonuçların doğru olduğuna inanan yok... Ki ÖSYM sınavları, bilgisayarlarla oynama konusunda arkadaşların ne denli maharetli olduklarını ilk kez ve yeterince kanıtladı... Bilgisayarlar güvensizse kim denetleyecek?.. YSK... Koyun ikisini üst üste... 52 milyon seçmen var... 159 bin 207 sandık... Seçimleri ÖSYM yapar, YSK de denetlerse... Bakarsınız AKP 1800 milletvekili çıkartırken, seçmenler de zaten ODTÜ’yü tutturmuş... Halit Çelenk çin... Öner YAĞCI Ç ağdaş Hukuk dergisinin özel sayısında “Halit Çelenk’in yaşamı bir tarihtir. Onurlu bir tarih” deniliyordu. Yıllar boyunca mahkeme kürsülerinde demokrasi ve hukuk savaşımı veren, on binlerce demokrasi savaşımcısı kişiye ve kuruma savunmanlık yapan, zaman zaman kendisi de sanık olan, toplumsalsiyasal muhalefetin hep içinde ve en önlerinde yerini alan Halit Çelenk, “insan haklarına dayalı bir hukuk için mücadele eden” direngen bir hukukçumuzdu, “önce insan, sonra hukukçu olacağız” diyen bir hukukçumuzdu. Ama yalnızca bir hukukçu değildi o. Savunmanlığının verdiği söz ustalığını aydınlık düşünceleriyle bütünleştiren ve dil sevgisini de kattığı yazdıklarıyla toplumumuzun hukuk, özgürlük ve demokrasi savaşımına katılan bir düşünce adamı ve düşünceleri doğrultusunda siyasal ve toplumsal savaşımın içinde yer almış bir eylem adamıydı. Hukuk ve demokrasi savaşımımızın yılmaz adlarından biriydi. Özellikle sıkıyönetim dönemlerindeki savunmanlık görevlerini de onurla yapan bir düşünce ve eylem ustamızdı. 12 Mart öncesinde TİP yönetici ve üyelerinin; Kemal Türkler’in, ABD Büyükelçisi Komer’in arabasını yakan devrimci gençlerin; Sol Yayınları ve Bilim ve Sosyalizm Yayınları’nca çıkarılan kitaplar hakkındaki davaların savunmanlığını yapan Halit Çelenk’in, 12 Mart döneminde üstlendiği davaların bir kısmı DEVGENÇ, TÖS, Aydınlık, Deniz Gezmiş ve arkadaşları, THKPC, KÖYKOOP, Mihri Belli davalarıdır. O, 12 Eylül döneminde de DİSK, TÖBDER, Barış Derneği, TİP, TSİP, TKP, TDKP, Partizan, TKPB, Kurtuluş, Halkevleri, TYS, İlhan Erdost, Yeşilyurt köylüleri, İlhami Soysal, Sadun Aren, Nâzım Hikmet’in yurttaşlık hakkı gibi davaların savunmanıdır. Onun savunmanlığını yaptığı yüzlerce yazar, şair, öğretmen, öğretim üyesi, ressam, müzikçi, milletvekili, avukat, gazeteci, doktor, mühendis, işçi, sendikacı, yayıncı, devrimci genç vardır. “Ben bir savunmanım. Güzel insanları savundum. Halkını seven, onların ‘Bir orman gibi kardeşçesine yaşaması’ için gencecik yaşamlarını veren insanları. Özgürlüklerini, yaşanmamış yemyeşil yıllarını ortaya koyan insanları, Hakça toplumsal bir düzene giden yola ışık saçan insanları savundum.” diyen ve savunduğu insanları, “her biri bir dünya” diye tanımlayıp içtenlikle seven Halit Çelenk’in Hukuk Yazıları, 141142 Üzerine, Devlet Güvenlik Mahkemeleri Niçin Kaldırılmalıdır? Hazırlık Soruşturmasında Savunma Hakkı, Bildiri Yayınlama Toplantılar ve Yürüyüşler adlı yapıtları hukuksal hakların tanıtılması, kavratılması, yaygınlaşması kaygısını güden kitaplarıdır. İdam Gecesi Anıları ve Kararlar, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın davaları ve idam edildikleri gecenin tanıklığıdır. Hukuk, Hukuksuz Demokrasi ve 12 Eylül ve Hukuk adlı kitaplarında 12 Eylül dönemindeki hukuk dışı uygulamalara, çağdaş bir hukukçu gözüyle yaptığı eleştiri ve uyarılarını içeren yazılarını topladı. Hukuk Açısından TÖBDER Davası’nda bu davayı siyasalhukuksal boyutlarıyla irdeledi. Umut Hangi Dağın Ardında ve Demokrasi Masalı’nda, 12 Eylül hukukunun üzerine gitti ve incelemeleriyle demokrasi savaşımındaki insanlara umut aktarma görevini yaptı. Halit Çelenk’in ülkemizin siyasal, toplumsal ve hukuksal savaşımından can alıcı kesitlerle dolu olan Barış Savaşçıları ve Beş Kapı Beş Kilit’te yakın tarihimize tutulan bir ışığı yakalıyoruz. Bu saygın ömrün Türkiye İşçi Partisi’nde İç Demokrasi Yaşadıklarım adlı anılarında, 1962 yılında eşi Şekibe ile birlikte üye olduğu TİP içindeki çalışmalarını okuyoruz. “Bir büyük yaşamın küçük bir özeti” olan Geleceğe Adanmış Bir Ömür: Halit Çelenk adlı kitap, Çelenk’in düşüncesi, eylemi, ahlakı, hatta giyim kuşamı, aile yaşamıyla büyük bir devrimci örnek olarak genç kuşaklar tarafından değerlendirilmesine bir katkı olarak sunuldu. Yaşamda ve Yargıda Devrimci Duruş: Halit Çelenk adlı kitap ise, onun için hazırlanan bir saygı kitabı. Metin Demirtaş, “İnsan olmanın onurunu ayakta tutmaya adanmış bir hayat!” diyor Çelenk’in ömrüne. Veli Devecioğlu, “yiğit savunman, büyük hukukçu, örnek insan” diyor onun için. Vecihi Timuroğlu’nun yazısının son cümlesi şöyle: “Hukuk herkese gereklidir, ama Halit Çelenk de hukuka gereklidir.” Halit Çelenk Ağabeyimizi, onun çağdaş hukuk anıtı olan aydınlık ve devrimci yüreğini tanımanın onuru ve kıvancıyla, saygıyla selamlıyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle