19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 11 MAYIS 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 16 KÜLTÜR 64. Cannes Film Festivali bu akşam Woody Allen’ın ‘Paris’te Geceyarısı’ filmi ile başlıyor Hafif, ciddi ve de siyasi... MEHMET BASUTÇU Paris’te Geceyarısı Herkesin üzerinde birleştiği nokta, Cannes’ın bu sene çok heyecan verici olacağı. Hem hafif, hem de ciddi bir festival yaşanacağı. Bu akşamki açılış töreni bu çelişkili yelpazenin güzel bir simgesi olarak belleklerde iz bırakmaya aday. CarlaBruni Sarkozy’nin küçük rolü nedeniyle medyayı meşgul eden Woody Allen’ın açılış filminin yanı sıra gecede usta yönetmen Bernardo Bertolucci’ye de ‘Onur Palmiyesi’ verilecek. Mehmet Aksoy Belgeseli Gazetemizin geçen pazar günü verdiği “Mehmet Aksoy, Zamana Tanıklık Eden Bir Işık Avcısı” adlı belgeseli izlediniz mi? Tarık Akan, mesleğinde yeni bir sıçrama yaparak belgesel yönetmeni olarak karşımıza çıkıyor bu çalışmada. Mehmet Aksoy gibi 70’li yıllardan bu yana ünü dünyayı tutmuş bir sanatçı için geç kalmış bir çalışma bile denebilir. Böyle bir eksiği görüp bunu çağdaş bir aydın duyarlığıyla gidermeye yönelen Tarık Akan’a teşekkür borçluyuz. Filmde yönetmenin gözüyle anlatılan bir Mehmet Aksoy var. Doğduğu yer Hatay’ın Yayladağı ilçesinde geçen çocukluğu, öğrenim yılları, Berlin’deki çalışmaları sırasında sanatını nasıl geliştirdiği, yurda dönüşünden sonraki çalışmaları, dünyanın ve yurdumuzun dört bir yanına dağılmış ürünlerinde sanatçının peşinden koştuğu insanlığın barış ve özgürlük mücadelesinin yansımalarının anlatılması. Böylesi filmlerde genellikle arkadan gelen anlatıcı ses yerine Tarık Akan’ın yanı sıra tiyatromuzun ünlü isimleri Yıldız Kenter, Rutkay Aziz ve Işık Yenersu, kendi görüntüleriyle ekrana gelip Mehmet Aksoy üstüne konuşur gibi metinleri seslendiriyorlar. Böylece sinema, heykel ve tiyatro sanatı aynı görüntülerde buluşuyor. Ayrı bir belgesel denebilecek bir başka bölümde ise Mehmet Aksoy, kendi sanatsal serüvenini anlatıyor. Picasso’nun nasıl heykel yaptığını gösteren bir belgesel izlemiştim. Bu dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sanat dehalarından biri, evinin bahçesinde kıyıda köşede bulduğu süpürge, tahtametal parçaları, ağaç dalları gibi malzemeleri beş dakikada yan yana getirip onlardan güzeller güzeli bir sanatsal bütünlük yaratıveriyordu. Mehmet Aksoy öyle değil. O bir taş işçisi. Koca koca taş kütleleri elleriyle oya oya, ipeksi yumuşaklıkta kıvrımlara dönüştürüyor. Sözcükler dergisinin Ocak 2007 tarihli 5. sayısında Mehmet Aksoy’un desen defterinden yapraklar yayımlamıştım. Desenlerinde karakalemle yarattığı ayrıntıların sonradan taş kütle üzerine aynı incelikle işlenmiş olması şaşırtmıştı beni. Düşünün, mermeri de kâğıt ve kalem kadar kolaylıkla ve hünerle işleyebilen bir sanatçı karşımızdaki. Böylesine yetenekli bir sanatçı, yine kendi toprağının, halkının kültür birikimini işliyor taşlara: Kibeleler, şaman gelenekleri, Kurtuluş Savaşı kahramanları, Nâzım Hikmet, göçmen işçiler, 1 Mayıs ve daha niceleri Mehmet Aksoy’un heykellerinde yeniden dirilip, yeniden ölümsüzleşiyorlar. Bir halkın tarihini taştan yazabilmek kolay mıdır? Yeryüzünde kaç sanatçı vardır, halkının bunca özelliğini taşa dökebilmiş? “İnsanlık Anıtı” çevresinde gelişen olayların bir yararı olduysa, o da heykel sanatının ilk kez böylesine geniş kesimlerde uzun uzun tartışılması oldu. Mehmet Aksoy, her ortamda hem kendi sanatını hem de sanatçı onurunu ödünsüzce savundu. Heykel sanatı, artık çok daha fazla insanımızın gündeminde, ilgi alanında. Tarık Akan’ın belgeselinin ana temasını Mehmet Aksoy’un heykellerindeki ışık düşüncesi oluşturuyor. Büyük heykelcimiz, taşı yalnızca ipek yumuşaklığında oymayı değil, ona ışığın gücünü, oyunlarını da katmayı biliyor. Belgesel, heykellerindeki ışığı görüntü diline aktarabilmiş olmasıyla da değer taşıyor. Mehmet Aksoy için bir değil, bin belgesel olmalı. Sanat tarihi derslerinin artık olmadığı okullarımızda çocuklara, gençlere izletilip sanat yoluyla ne denli güzelliklere ulaşılabileceği gösterilmeli. Çünkü Mehmet Aksoy yalnızca bugünün değil, geleceğin dünyasının da kalıcı güzelliklerinden biri. CANNES Cannes’da 12 günlük sinema serüveni yeniden başlıyor. Aslında Cannes süregeliyor. Thierry Frémaux’nun festival sitesinde yazdığı gibi, “Tarih devam ediyor; tarih yeniden başlıyor, yeniden yaratılıyor, kendi kendini türetiyor”. Festivalin geniş coğrafyalara açılan, farklı sinema türlerini kucaklayan yelpazesinin gördüğü ilgi, etkinliğin geçen yıldan bu yana 8 dilde hizmet veren internet sitesinde de giderek ivme kazanıyor. Onur konukları Bertolucci ve Belmondo Herkesin üzerinde birleştiği nokta, Cannes’ın bu sene çok heyecan verici olacağı. Hem hafif, hem de ciddi bir festival yaşanacağı. Bu gece izlenecek açılış töreni bu çelişkili yelpazenin güzel bir simgesi olarak belleklerde iz bırakmaya aday. 75. baharında, psikanalistinin önerisiyle her yıl bir film çekmeyi sürdüren, türler arası köprülerin incelikli mimarı Woody Allen, “Paris’te Geceyarısı”yla Fransa’nın başkentine ve sinemaya olan bağlılığını, sızan haberlere bakılırsa, bir başyapıtla sergileyecek. CarlaBruni Sarkozy’nin küçük rolü nedeniyle medyayı meşgul eden filmin gösterimine, böyle bir ayrıntıyla ilintili olarak sinema bayramının tadını kaçırmaması için olsa gerek, ne Başkan Sarkozy, ne de şarkıcıoyuncu eşi, son anda bir sürpriz olmazsa, katılmayacaklar. Bu noktada, 40 yıldan bu yana Cannes Festivali’nin siyasi iktidardan tümüyle bağımsız bir yapıya sahip olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Açılış gecesinin en yoğun anı, 70 yaşındaki usta yönetmen Bernardo Bertolucci’ye verilecek “Onur Palmiyesi”. Önceki yıllarda arada sırada verilmiş olan bu ödül, artık düzenli olarak, sinema sanatının unutulmaz adlarından birini her yıl onurlandıracak. Cannes başka bir yaşlı çınarı, Fransız sinemasını unutulmaz oyuncusu JeanPaul Belmondo’yu da, özel bir gün düzenleyerek, dostlarıyla birlikte konuk edecek. Kırmızı halının yıldızları bir yana, politik konuların sadece beyazperdeye yansımakla kalmayacağı, daha festival başlamadan anlaşıldı. Işıkların sönmesine 4 gün kala, film çekmeleri 20 yıl boyunca yasaklanan Cafer Penahi ve Muhammed Resulov’un, bu yasağı altı ay içinde delerek gerçekleştirdikleri iki filmin de resmi programa alındığı haberi geldi. İranlı yönetmenler geçen yıl “rejim karşıtı bir film çekmeye hazırlanıyor olmak” suçlamasıyla tutuklanmışlardı. İlginç olan, her iki filmin de festival bürosuna dijital ortamda, kolaylıkla iletilmiş olması. Bu arada, tam 29 yıl önce, Cannes Festivali’nin başka bir yasaklı yönetmene, Yılmaz Güney’e sahip çıktığını da unutmayalım. Beyrut, Lübnan. (2000) ‘Yanan Gözler Ermenilerin Hatıraları’ sergisi 5 Haziran’a kadar DEPO’da Karanlıktan yarı AYŞEGÜL ÖZBEK ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ Kim ne derse desin, olabildiğince nesnel bakınca bile, kâğıt üzerinde gerçekten heyecan verici bir liste var. Altın Palmiye adayları Pedro Almodovar’ın, Nanni Moretti, Dardenne kardeşler, Terrence Malick, Lars von Trier, Alain Cavalier, Aki Kaurismäki ya da Nuri Bilge Ceylan’ın yeni filmlerini görebilmeyi kim heyecanla beklemez ki. Bu arada, Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu’da”sını izlemek için festivalin son gününe dek sabretmek gerekecek. Filmlerin hangi gün gösterileceği konusunda, yönetmen ve yapımcıların genellikle ilk ve son günlere karşı savaş verdikleri bilinir. “İlk ve son günlerde gösterilen filmler ‘zor’ filmlerdir” gibi önyargılara karşı en iyi örnek, Dardenne kardeşlere ilk Altın Palmiye’lerini kazandıran “Rosetta”nın (1999), festivalin son günü gösterilmiş olduğudur. Yan bölümler Altın Palmiye adayı 20 film ve yarışma dışı katılanlar dışında, festivalin biri resmi nitelikli (Belirli Bir Bakış) ikisi de bağımsız (Yönetmenlerin On Beş Günü ve Eleştirmenlerin Haftası) üç yan bölümünde sunulan, aralarında Gus Van Sant, Kim KiDuk, Bruno Dumont, Robert Guédiguian gibi usta yönetmenlerin de bulunduğu yaklaşık 50 filmlik listenin de heyecan verici olduğunu unutmayalım. C MY B C MY B “Aydınlığa doğru ilerleyen bu seyahate 20 yıl önce karanlığın içinde başladım. Ermeni sürgünlerinden bana miras kalan düşsel anlatıları resmetmeye çalıştım” diyor fotoğraf sanatçısı Antoine Agoudjian. Gürcistan, Lübnan, Ermenistan, Türkiye, Suriye, İran, Irak ve İsrail gibi ülkelerde çektiği fotoğraflar şu sıralar “Yanan Gözler – Ermenilerin Hatıraları” isimli sergide DEPO’da izleyiciyle buluşuyor. Ermeni asıllı Fransız fotoğrafçı, Ermenilerin yaşadığı topraklara çıktığı yolculuklarda kendisine anlatılanların izini sürüyor. Agoudjian gölge ve ışıkla oynayarak siyah beyaz fotoğrafların kimi öğelerini ön plana çıkarıyor ya da tamamen yok ediyor. Fotoğrafları etkili ve güçlü kılan da bu, sanki “düşsel anlatıların” kendi belleğinde oluşan noktasına ışık tutuyor. Sergide bir de Agoudjian’ın ailesine ait doküman, fotoğraf ve yolculuklar sırasında çektiği videolardan oluşan Necati Sönmez’in hazırladığı bir film yer alıyor. “Kayıp Belleğin İzinde” isimli 13 dakikalık film, Türkiye topraklarını birlikte fotoğraflayan Agoudjian ve Ahmet Şık üzerinden ilerliyor. Fransa’da doğup büyüse de Agoudjian, bu film sayesinde sergiye gelen insanların kendisinin de bu topraklara ait olduğunu görmesini istiyor. Ermenilerin yaşadığı toprakları fotoğraflamak planlı bir şey miydi? Yoksa yolculuklar sırasında mı uzun... gelişti? Fotoğraflarınız Ermenistan’a 1988’teErmeni asıllı Fransız bir laboratuvar süki büyük depremden fotoğrafçı Antoine reci geçiren, ışığın sonra ilk kez insani yarbelli noktalara dım çalışmaları kapsaAgoudjian, Ermenilerin odaklandığı işler... mında gittim. Fotoğraf yaşadığı topraklara Fotoğrafta gördüçekmeye de öyle başlaçıktığı yolculuklarda ğümüz sahnede ne dım. Bu seyahatlerle olduğu ya da fotoğzihnimde canlandırdıkendisine anlatılanların rafın içerdiği tüm ğım hikâyeleri bir resme izini sürüyor. veriler beni ilgilenkoymuş oldum. dirmiyor, ben o sah Dinlediklerinizin nede gördüğümü ışığında sizi şaşırtan ya da tam tersi izlere rastladınız mı? yansıtmak istiyorum. Anlatmak isteBelleğe dair izler... Bütün yaşanan diğim hikâyeyi illüstre eden fotoğralar unutuldu zannediyordum, ama fı arıyorum. İlk anda algılaması zor fotoğunutulmamış. İnsanlar neler yaşandığını hatırlıyor. Devletin resmi tezi ve raflar olduğunu düşünüyor musuinsanların anlattıkları birbirinden bu ka nuz? Ermenilerin tarihini, hikâyesini bidar uzak olabilir mi? Ermenilerin yaşadığı toprakla lenler fotoğraflardaki sembolleri çok rı görüntülediniz ama fotoğraflarda net görebilirler. Belki bilmeyenler alsadece Ermeniler yok, öyle değil mi? gılamakta zorlanabilir. Başlarda bir arayış olarak başlayan çalışmada sonradan tanıklık, veri içeren fotoğraflar çekmenin beni ilgilenPeyami Safa anılacak dirmediğini fark ettim. Sadece ErKültür Servisi Cumhuriyet menileri çekmek gibi de bir derdim döneminin önemli romancı ve yoktu. İç dünyamda kendime sordugazetecilerinden Peyami Safa, ğum sorular ve hikâyeleri yansıtan foölümünün 50. yılında, 14 Mayıs toğraflar söz konusuydu. Aslında basaat 14.00’te Tarık Zafer Tunaya na anlatılan hikâyeleri ve devraldığım Kültür Merkezi’nde bir etkinlikle mirası görüntülüyorum. Hep zulmeanılacak. “Elli Yıl Sonra Peyami denlerin resmi kalmış Ermenilerin Safa” başlığıyla organize edilen aklında. Bu çalışma sayesinde bana anve Prof. Dr. Kazım Yetiş, Prof. latılanların dışında Türkiye’de birDr. Mehmet Tekin, Doç. Dr. çok insanla tanışıp dost oldum. Mehmet Narlı, Sevinç Çokum ve Karanlık yol aydınlandı diyebiBeşir Ayvazoğlu’nun konuşmacı lir miyiz? olarak katılacağı etkinlikte, Tamamen aydınlanmadı. Karanlıkyazarın hayatı, eserleri, üslubu ve tan yarı aydınlığa geçti. Ama yol dönemin edebi hayatı ele alınacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle