16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 N SAN 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Yaşasın Sinema ve Tabulara Dokunmak Tüm sanatların amacı yaşam sanatına hizmet etmekse… Bakıp da göremediklerimizi bize göstermekse… Olağan diye karşıladıklarımızın hiç ama hiç de olağan olmadığını içimize yerleştirmekse… Kanıksadığımız, alıştığımız, kabullendiğimiz kimi gerçekler karşısında bizi sarsıp harekete geçirmekse… Yaşasın tüm sanatlar! Yaşasın İstanbul Film Festivali! Uluslararası İstanbul Film Festivali, her birimizin bireysel tarihinde önemli rol oynadı. Hepimizi zenginleştirdi, gençleştirdi. Şu yukarıda saydıklarımı ve çok fazlasını gerçekleştirdi. Sadece birkaç kuşak sinema izleyicisi değil, yönetmeninden oyuncusuna, teknisyenine sayısız sinemacı yetiştirdi. 30. yılını kutlayan festival doludizgin başladı. Başta IKSV, emeği geçen herkese teşekkür ediyor, okurlara bu şölenden pay almaya çalışın diyorum. 2010 Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde izlediğim, oradan ödüllerle dönen filmler birbiri peşinden vizyona girdi. Derviş Zaim’in filmi “Gölgeler ve Suretler”, 60’lı yılların Kıbrıs’ında iyi / kötü, haklıhaksız, doğruyanlış demeden “insan”ı öne çıkaran, şiddetin tırmanışını çarpıcı biçimde irdeleyen, vicdana, akla ve yüreğe dokunan bir filmdi. Güneydoğu’da basına, gazetecilere uygulanan baskıları işleyen Sedat Yılmaz’ın “Press” filmi ise çok kimsenin gözlerini kapadığı gerçeklere ışık tutuyor. Anlatılanın ötesinde en aydın, en “liberal”, “en demokrat” olanların bile nasıl kimi gerçeklere sırt döndüğünü ortaya koyuyor. Her iki filmde de kendimize bakmayı, kendimizi eleştirme gereğini duyuyoruz… İlkinde kendime sorduğum soru “Şiddetin tırmanmasını önlemek için ben ne yapıyorum” sorusuydu. İkincisinde ise “Güneydoğu’daki gazetecilik sorunları için üzerime düşeni yaptım mı?..” Türk filmleri birbiri ardından tabulara dokunuyor… Tabuları kırmakta İlksen Başarır’ın “Atlıkarınca” filmi çok çarpıcı ve başarılı. İki gündür bu sayfalarda okuyorsunuz. Yazılanları tekrarlamayacağım. Sadece feodal sistemde değil, günümüzün en modern, en kapitalist sistemlerinde bile “ensest” olayı hem çok yaygın hem de gizlilik temeline dayanıyor. Çocuklarda “korku”, yetişkinlerde “utanç” gizliliğin ve düzenin sürmesini sağlıyor. Bu kısırdöngüyü kırmanın yolu suskunluğu kırmaktan geçiyor. “Atlıkarınca” başarılı senaryosu, yorumu, oyuncularıyla, en önce bunu başarıyor. Ama en büyük başarısı bence şu: Erkek egemen zihniyet, şiddete karşıyız kampanyalarında bile şiddetten parsa topluyor. Pornoyu lanetlerken pornodan rant sağlıyor. Gazetelerin, kimi dizilerin kadın cinayetlerini verişine bakın: İştah kabartan, konuyu sömüren yorumlar… Oysa bu kez öyle değil. Sonsuz bir sağduyu, duyarlılık ve özenle ele alınıyor çok önemli bir tabu. Bu filmleri kaçırmayın. Daha önce de yazmıştım. Ama baktım ki gazetedeki arkadaşlarım bile, “Demek böyle, Ali Sirmen’den sonra, şimdi de sen oyuncu oldun” deyip duruyor, yeniden açıklayalım. Filmi izlemeyip sadece afişleri, yazıları görenler için de belirteyim. O Zeynep Oral ben değilim. O Zeynep Oral, filmin 12 yaşındaki oyuncusu. Kızım ya da torunum da değil. Onu ve ailesini tanıdım. Anası babası çok uzun yıllardır okurummuş… Adaşım muhteşem! Önceki gün YıIdız Kenter, “o benim öğrencim” demez mi! Şimdi oldu! O oyunculuk “büyüsü”nü nereden kaptığı anlaşıldı! Tilbe Saran’ın ilk yönetmenlik denemesi, bir kadın imecesi ‘Düğün’ 5 Nisan’da izleyiciyle buluşuyor Bu ‘düğün’de şenlik yok S BEL ÇORBACIOĞLU Kendimize bakmak… Önce Tilbe Saran’ın içine düşmüş ateş. Sonra imeceye dönüşen bir sarmalla diğerlerine de yayılmış. “Son zamanlarda hangi gazeteyi elime alsam içinde bir şiddet, bir ayrımcılık, bir nefret suçuna ilişkin haberler oluyordu” diyor Tilbe Saran, “Hâlâ oluyor, bir süre sonra bir şeyler yapmazsam o suçların parçası olacakmışım gibi hissetmeye başladım. Bir boğulma hissi...” İşte bu tıkanıklık, bu boğulma hissi, Saran’ı ilk yönetmenlik denemesi “Düğün”ü tamamı kadınlardan oluşan bir oyun koymaya itmiş.... Yazımından müziğine, “Her saniyesinde dilimize, hücrelerimize ışığından sahne amirliğine, tasarımından fotoğrafişlemiş bir eril dünya yansıması, kadınların lanmasına kadınların çakoşulsuz içselleştirdikleri erkek egemen lıştığı, onların kotardığı dünyanın izleri var” diyor Tilbe Saran bir oyun Düğün. “Minicik “Düğün” için. bir kar tanesi gibi başlayıp kadınların imecesiyle büyüyen bir kartopuna lar” sorusundan yola çıkıldönüştü” diyor Saran bu “dayamış. “Evlerde mutfak, yazlıklarnışma” için, “artık sıra seyircida da balkonları vardır kadınlanin katkısında”. rın” diyor Saran, “Mutfak kadınOyunun yazarı Ayşe Bayramoğların bir anlamda zorla itildiklelu, Saran’ın eski öğrencisi, Tiyatro ri, onların üstlerine biçilmiş rol tem’in başarılı oyunlarından ‘Hamodelini uyguladıkları ama aynı kiki Gala’nın da yazarı Bayramoğ zamanda en özgür oldukları yerlu ile çalışmak hep aklının bir köşe lerden de biri”. sinde imiş. Aralarındaki sohbet, “Düğün”de kadınlar, bu özgür Eda Çatalçam, Evren Ercan deralanda içlerinde ne varsa ortaya döken Güler Ökten, Zerrin Sümer, kebiliyorlar. Oyuna adını veren Serpil Göral ve Maria Akgül‘Düğün’ ise sadece bir anlatı, kalü’nün de katılmasıyla günden güdınların sistem tarafından itildiği ne büyümüş, koyulaşmış. “Kadınbir başka yer. İşte bu düğün vesilelar her şeyi sezgisel olarak bilisiyle bir araya geliyor kadınlar yorlar, anlıyorlar ve çok hızlılar” mutfakta. diyor Saran. Neredeyse bütün yaz Oyun sıradan, gündelik, herkesin okumalar yapılmış, gazeteler taran yaşadığı bir düğün gününü anlatı mış, feminist teoriler araştırılmış... Ekibin en büyük problemi ise salon sorunu olmuş. Düzenli olarak prova yapacakları bir salonlarının olmayışını Kafkaesk bir duruma benzetiyor Saran ve “Bundan sonra sadece bunu anlatan bir oyun bile yapabilirim” diyor. Her oyunun hikâyesi ayrı tabii. “Düğün” öncesi bu “toplu kafa yorma” nihayetinde hepsine en ağır yerde, “içselleştirilmiş şiddetin dile yerleşmiş ve gündelik hayatın her anına sinmiş gizli eril dilini anlatmak” noktasında kilitlenmiş. Fikirden metne geçilirken “Kadınlar nerelerde toplanır yor. “Travmatik bir şiddet anlatımı yok, ama aslında her saniyesinde dilimize, hücrelerimize işlemiş bir eril dünya yansıması, kadınların koşulsuz içselleştirdikleri erkek egemen dünyanın izleri var” diyor Saran. Amaçsa ortada elbette, “Dileğim izleyicinin çok uzağımızda zannettiğimiz şiddetin bizim dilimizde başladığını ve töre, namus, örf âdet, inanç dediğimiz şeylerin nasıl bir ‘eril dünya’ modellemesi olduğunu sezebilmesi”. Bir de bir ilki yaşatıyor Tilbe Saran’a bu macera. Bu ilk yönetmenlik denemesi için “Aklıma, aklımıza düştüğü andan itibaren tüm yazım sürecini paylaştığım için oyunu bir başkasına teslim etmem mümkün değildi. O yüzden ilk andan itibaren zaten yönetmek istiyordum” diyor. (Prömiyeri, 5 Nisan’da saat 20.30’da Kozzy Alışveriş ve Kültür Merkezi Gazanfer Özcan Sahnesi’nde yapılacak “Düğün”, 910 ve 27 Nisan’da Kenter Tiyatrosu’nda, 20 Nisan’da Yunus Emre Kültür Merkezi Büyük Salon’da, 26 Nisan’da Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde.) Suskunluğu kırmak O Zeynep Oral ben değilim Gülden Artun’un son dönem çalışmalarından oluşan sergisi Tem Sanat Galerisi’nde Resmi yazmak, şiiri boyamak... “Çizgideki yazısallık bana sayısız düşünceyi getiriyor ve bunlarla bir resim dili ortaya çıkarıyorum. Bu dilde, şiirsel bir mantık söz konusu. Öyle ki bazen resmi yazmak, şiiri boyamak gibi.” GÜLTEK N EMRE Gülden Artun, Berlin Galeri Bernau’daki sergisinin ardından Tem Sanat Galerisi’nde yeni sergisini açtı. Son dönem işleri için “Doğanın için için kıpırdayan, nefes alan tavrı ve onun karşıtı nesnelerin hareketsiz, inatçı bakışları. İşte bu zıtlık zaman olgusu ve bağlantılarla birlikte bu çalışmaları oluşturdu” diyen sanatçının sergisi 6 Nisan’a kadar sürecek. Son dönem resimlerinizde çizgi ve semboller iyice öne çıkmaya başladı. Bunun nedeni nedir? Çizgi beni çok etkiliyor, onu her yerde görüyorum, hatta duyuyorum, doğada, müzikte, kalp atışında, ufuk çizgisinde, zaman kavramında... Çizgideki yazısallık bana sayısız düşünceyi getiriyor ve bunlarla bir resim dili ortaya çıkarıyorum. Bu dil, bana her defasında sınırsız bir özgürlük duygusu veren renk alanına yoğunlaşmamı sağlıyor. Burada şi irsel bir mantık söz konusu. Öyle ki bazen resmi yazmak, şiiri boyamak gibi. Yarattığınız dünyada iletişim de büyük yer tutuyor. Yalnızlaşan insanlık hallerine gönderme mi yapıyorsunuz? Yalnızlaşmaya değil, aksine yaşanılanlarla sürekli bir bağlantı içinde olmamıza gönderme yapıyorum.Yaşamımız göbek bağıyla başlıyor ve ölünceye dek sürekli bağlantılar kuruyoruz. Olaylarla, yaşayan varlıklarla, yaşamayan nesnelerle, sayılamayacak kadar çok ayrıntıyla hep ilişki içindeyiz. İşte algıladığım bu gerçek, resim veya üç boyutlu iş lerimi yaparken beni çok büyük bir zenginliğe götürüyor. “Evler” ve çocukluk halleri de göze çarpıyor resimlerinizde... Yalnız evler değil yaşanılan birçok başka yerler var resimlerde. Çocukluk hallerine gelince, içimizde bir sürü benlik olduğunu düşünüyorum, kadın, erkek, çocuk, hatta hayvan ve bitki. Mesela bir yaprağı boyadığımda bazen onun damarlarıyla benimkilerin büyük bir benzerlik içinde birleştiğini hissediyorum. İşte bu, o anda o varlığı bir şekilde içselleştirmektir. Daha önce açtığınız sergilerden farkı ne bu serginizin? Burada tamamıyla farklı iki bakış ve duruş var: Doğanın için için kıpırdayan, nefes alan tavrı ve onun karşıtı nesnelerin bütünüyle hareketsiz, inatçı bakışları. İşte bu zıtlık zaman olgusu ve bağlantılarla birlikte beni bu son dönem işlerime götürdü. YAPI KRED KÜLTÜR MERKEZ ’NDE Mengü Ertel’in dünyasını oğlu anlattı Kültür Servisi Yapı Kredi Kültür Merkezi nisan ayı etkinlikleri grafik tasarımcısı Mengü Ertel’in 80. doğum yıldönümü nedeniyle Vedat Nedim Tör Salonu’nda açılan “Bir Usta Bir Dünya: Mengü Ertel Tepe Tepe Kullanıyorum Hülyalarımı” sergi gezisiyle başladı. Sanatçının oğlu, müzisyen Murat Ertel’in ev sahipliği yaptığı gezide, Ertel babasının yaratıcı dünyasının ayrıntılarını anlattı. Etkinlik dizisi, 4 Nisan’da“Rubens ve zleyicileri” söyleşisiyle devam ediyor. Koç Üniversitesi Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi’nde saat 18.30’da gerçekleşecek söyleşinin konuğu ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Kemal skender. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle