16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 15 N SAN 2011 CUMA [email protected] 16 KÜLTÜR İstanbul Film Festivali’nde hem ulusal hem de uluslararası bölümde yarışan ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’ bugün sinemalarda ‘Çaresiz’ bir aşk üçgeni... Polonya’nın ünlü sinema okulu Lodz’da yönetmenlik eğitimi almış, Kayseri 1977 doğumlu Seyfi Teoman’ın epeyce festival dolaşan, ödüllü ilk filmi “Tatil Kitabı”nın (2008) ardından son Berlinale’de yarışma bölümüne seçilmeyi başaran, şimdi de Altın Lale için yarışan ikinci filmi “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” bugün gösterime giriyor. Barış Bardakçı’nın mektup yazılırcasına kaleme alınmış iç dökmeler bütünü halindeki romanından uyarlanan senaryosu, yönetmenle yazara ait olan film, büyük dostlukları ilkgençliklerine, okul yıllarına dayanan iki eski arkadaşın Ankara fonundaki ilişkisine (ve aynı kıza sevdalanmalarına) odaklanıyor. 12 Eylül’ün kararttığı 1980’lerin Ankarası’nda, kendini dış dünyadan soyutlayıp kitap çevirisi yaptığı evine kapatmış görünen, 30’lu yaşlarındaki Ender (İlker Aksum), akıllı, özgürlükçü, hoşgörülü, alışılagelmiş yaygın erkeksi zihniyetten pek hazzetmeyen, zarif, hassas ve sinik bir ‘iyi insan’. Salinger’ın “Gönülçelen” romanını döne döne yeniden okuyan ve çok okumanın yazmayı unutturduğu Ender’in tersine, Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar”ının iki kahramanından Lennie’yi andıran bir başka ‘iyi insan’ olan, işine gidip gelen tosuncuk kanka Çetin ise (Fatih Al), aynı çatının altında mütevazı bir yaşamı paylaşarak birbirlerini tamamlayan bu bekâr, mar Seyfi Teoman’ın bu ikinci filmi, klişelere yüz vermeyen, mizahla hüznü kaynaştıran, özenli bir yapım. Yönetmenin ilk filmi ‘Tatil Kitabı’ndan kuşkusuz daha iyi ve görülesi bir film. VÂLÂ NURETT N’ N EŞ NÂZIM H KMET’ N YAKIN DOSTUYDU (Soldan sağa) Münevver Andaç, Müzehher VâNu, Nâzım Hikmet ve Zekeriya Sertel, 16 Haziran 1951 günü Mühürdar Gazinosu’nda. (Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı arşivinden.) jinal ikilinin daha pragmatik ve dışarıya açık olanı. Yıllar önceki bir trafik kazasında annesini babasını (8 yaşındayken) kaybetmiş Çetin’i büyük ağabeyi Murat (Taner Birsel) yetiştirip büyütmüş. Beylik yakıştırmayla, adeta büyümeyi reddetmiş, iki muzip ve afacan çocuk havasında, bağlantıların hiç kopmadığı geçmişlerini, büyük kentin rutin çarklarında yeniden sürdürmeye çalışan bu iki yetişkin erkeğin (kesinlikle eşcinsellik etiketi yapıştırılamayacak) yoğun ilişki si, Berlin’i mesken tutmuş, gençlik dostları Taner’in (Baki Davrak), ansızın meydana gelen bir kazada, annesinin babasının ölümüyle sarsılmış, dağıtmış, yeis içindeki acılı kız kardeşi Nihal’i iki eski arkadaşına emanet etmesiyle farklı mecralara yöneliyor. çten ve özenli... Ufukta ufaktan ufaktan naif bir aşk üçgeni belirse de, ‘Yaşımıza başımıza bakalım, bizim korumamıza bırakılmış arkadaşımızın bacısına abayı yakmak hiç bize yakışır mı ya?’ diyen ikilinin hız kesip üstlendikleri veli sorumluluğunu hatırladıkları Nihal’i, sonunda Almanya’dan almaya gelen ağabeyine, mezuniyetinin ardından teslim edip uğurladıkları, makul bir finale bağlıyor “Çaresizliğimiz”i yönetmen Seyfi Teoman. Sonunda Nihal’in ve yitirilen aşkın yerini, eve aldıkları langırt masasıyla dolduran, beraber oldukları zaman dışında, hayatlarına dair pek bir şey bilmediğimiz, habire mitoslaştırdıkları ortak geçmişlerini aynen sürdüren ikilinin, şiir okuyan, zırzop bir gençle (Mehmet Ali Nuroğlu) mercimeği fırına verip hamile kalarak kürtaj bile olan Nihal’le birlikte ‘büyüyüp olgunlaş 22 Nisan’da gösterime girecek ‘Kimliksiz’, usta Alfred Hitchock’un sinemasını anımsatan, başkahraman çevresinde gelişen karmaşık bir gerilim tıkları’ filmde karakterlerin ilişkisine ve sürdürdükleri farklı aile seçeneğine yoğunlaşıyor yönetmen. Romantik komedi türünün beylik kalıplarına ve tuzaklarına düşmeksizin, bildik bir hikâye anlatmaktansa seyirciye gündelik hayattaki belirli duyguları ve ruhsal durumları aktarmaya yönelik bir ifade tarzını seçmiş Teoman. Klişelere yüz vermeyen, mizahla hüznü kaynaştıran, içten, özenli anlatımının yanı sıra, masumiyet çağındaki küçük Nihal’in durdurulamayan büyümesini izleyen, (zaten dizi oyunculuğu döneminden mimlediğimiz) İlker Aksum’la, sahneden gelen Fatih Al’ın uyumuna ayak uydurmuş (Nihal rolüne de cuk oturmuş), gelecek vaat eden, gencecik Güneş Sayın’ın başarılı performansları, Birgit Gudjonsdottir’in Ankara mekânlarını iyi değerlendiren, cevval kamerası, Sakin grubunun müzikleri, “Jules ve Jim”vari bir aşk üçgeniyle karışık, karmaşık erkek dostluğunun derinlerine dalmayı deneyen ‘Çaresizliğimiz’i kuşkusuz “Tatil Kitabı”ndan daha iyi ve görülesi bir film yapıyor sonuçta. Seyfi Teoman’ın bundan sonra “Çaresizliğimiz”i de aşacak, daha iyi filmler çekeceğini umuyorum naçizane. Müzehher VâNu yaşamını yitirdi Kültür Servisi Nâzım Hikmet’in, Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere birlikte Anadolu’ya geçtiği, daha sonra da birlikte Sovyetler Birliği’ne gittiği gençlik arkadaşı gazeteci ve yazar Vâlâ Nurettin’in eşi Müzehher VâNu önceki gün doksan dokuz yaşında yaşama veda etti. Yaşlılığa bağlı rahatsızlığından dolayı yaşamını yitiren Müzehher VâNu’nun cenazesi, dün kılınan öğle namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verildi. Vâlâ Nurettin ve Müzehher VâNu, Nâzım Hikmet’le, Bursa Cezaevi’nde yattığı dönemin özellikle son yıllarında yakın arkadaş olmuşlardı. Nâzım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nden onlara yazdığı mektuplar sonraki yıllarda kitap olarak yayımlanmıştı. Nâzım Hikmet uzun cezaevi yıllarından sonra özgürlüğüne kavuştuğunda da ilk bir ayı, Vâlâ Nurettin ile Müzehher VâNu’nun Salacak’taki evlerinde geçirmişti. Anılarını “Bir Dönemin Tanıklığı” adıyla Sosyal Yayınlar’dan yayımlayan Müzehher VâNu, 1991 yılında kurulan Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı’nın kurucuları arasında yer almış ve uzun süre vakfın yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştu. Vâlâ Nurettin de, arkadaşı Nâzım Hikmet’le ilgili anılarını “Bu Dünyadan Nâzım Geçti” adıyla yayımlamıştı. STANBUL F LM FEST VAL 30. YILINI KUTLADI Bellek oyunları... Emek verenlerle el ele ASLI SELÇUK C MY B C MY B on yıllarda bağımsız İspanyol yönetmenler salt ülkelerinde ünlenmekle kalmayıp uluslararası arenaya da çıktılar. Büyük Amerikan stüdyoları onlara bol bol korku, gerilim, fantastik filmler ısmarlıyorlar. İki binlerin başında beliren, kırklarındaki bu yeni sinemacılar önceden saptanmış kurallara, temalara göre çalışmadıklarını, izleyiciyi korkutmaktan, heyecanlandırmaktan hoşlandıklarını, sinemanın giderek küreselleştiğini vurguluyorlar. Yetimha (Juan Antonia Bayona) ve Rec (Jaume Balaguero/Paco Plaza) 2007’de, ateizmi savunan metafizik tarihi Agora (Alejandro Amenabar) 2009’da koyu Katolik İspanya’da gişe rekorları kırdılar. Üçüncü başarı ‘Orphan’ın (Evdeki Düşman/2010). Orphan’ın yaratıcısı Jaume ColletSerra’nın ikinci uzun metrajı Unknown (Kimliksiz/2011) 22 Nisan’da gösterimde. Kimliksiz, usta Alfred Hitchock’un sinemasını anımsatan, başkahraman çevresinde gelişen karmaşık bir gerilim. İzleyici, tüm olayları onunla birlikte keşfediyor. Amerikalı botanikçi Profesör Martin Harris (Liam Neeson) karısı Elizabeth’le (January Jones) birlikte Ortadoğulu bir prensçe düzenlenen biyoteknoloji toplantısına katılmak üzere Berlin’e gelir. Karısı otele yerleşirken Bosnalı sığınmacı Gina’nın (Diane Kruger) kullandığı taksiye binen Harris trafik kazası geçirir. Dört gün komada kalan profesör otele döndüğünde karısı Elizabeth onu tanımaz, başka birinin (Aidan Quinn) kendi yerine geçtiğini öğrenir. Martin kim olduğunu polise kanıtlamak zorundadır. Didier van Cauwelaert’in çok satışlı romanı “Out of My Head”den uyarlanan kimliksiz, felsefe, metafizik, bilimkurgu, polisiye türlerini içeren bir iz sürme öyküsü. İçinde Kafka’nın Dönüşüm’ünü çağrıştıran doğaüstü bir yan da var. Martin Harris endüstriyel bir komplonun kurbanı mı, bir sahtekâr mı, kişilik bölünmesi mi yaşıyor, deli mi yoksa bilinmeyen güçlerce güdümle S niyor mu? Karabasanı çağrıştıran arayışında Martin kendinden kuşkulanmaya, anılarının başkasına ait olduğunu düşünmeye, bilinçaltını sorgulamaya girişir. Taksi şoförü Gina’yı da kendisiyle birlikte sürükler çünkü Gina onun gerçekten kim olduğunu bilen tek tanıktır. January Jones, Elizabeth’in Hitchcock’un gizemli kadınları gibi güç bir karakter olduğunu vurguluyor: “İyilerden mi yoksa kötülerden yana mı anlaşılmıyor. Birini taklit eden bir karakteri oynuyorum. Elizabeth’in davranış nedenleri filmin sonunda anlaşılıyor”. Martin’in yerine geçen Aidan Quinn’se Martin’ler arasında çok gelgit olunca gerçeğiyle sahtesini karıştırdığını belirtiyor: “Ben bile kim olduğumu ancak finalde anlıyorum”. Yapımcı Joel Silver, Martin Harris rolü için Liam Neeson’ın kusursuz olduğunu irdeliyor. Ona inanıyor, güveniyorsunuz, kimliğiyle ilgili sorular soruyor, yine de neyi göreceğinizi, neyi duyacağınızı kestiremiyorsunuz. Liam Neeson izleyicinin bağ kurabileceği aktörler sınıfından, izleyici onun başına kötü şeyler gelmesini istemiyor, onu destekliyor, onun yüzde yüz iyi olduğundan emin. Başlangıcı Alfred Hitchcock’un ‘North By Northwest’ini (Gizli Teşkilat/1959) anımsatan gerilim, masum bir kişinin karmaşık bir duruma itildikten sonra belleğinin, kimliğinin, komplocuların peşine düştüğünü soluk kesici biçemde sergiliyor. Birbirlerinin içinden çıkan matruşkalar gibi bu karabasanın mantıksal açıklamaları da geliyor. Paris’te geçen romanı Berlin’e taşıyan ColletSerra, Berlin’in ürkütücü olduğunu, prodüksiyon açısından ucuz olduğunu, sokaklarda kolay çekim yapıldığını irdeliyor. Aralık 2009’dan Mart 2010’a dek Berlin’de, çoğunlukla dış mekânlarda çalışan, “Başkentin en görkemli anıtlarının önünde, 48 günde 38 ayrı mekânda çekim yaptık. Başkahramanım yerleşik olmadığından sürekli onunla hareket ettim” diyen Jaume ColletSerra bazı sahneleri tarihi Babelsberg Stüdyoları’nda gerçekleştirmiş. S BEL ÇORBACIOĞLU İstanbul Film Festivali’nin 30. yılı önceki akşam The Marmara Esma Sultan’da düzenlenen özel bir geceyle kutlandı. Meltem Cumbul’un sunduğu ve bir ‘aile toplantısı’ havasında geçen gece, İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın konuşmasıyla başladı. Eczacıbaşı, “Bu yıl sizleri festivale ‘film gibi 30 yıl’ diyerek çağırdık. İlk kez gerçekleştirildiği 1982’den bu yana İKSV de ‘film gibi 30 yıl’ yaşadı. Bu festivali 30 yaşına getirdiğimiz için gurur duyuyoruz” dedi. Festival sponsorluğunu üstlenen Akbank’ın Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer ise, “Akbank kuruluşundan bu yana sanatla iç içe olmuş bir kurum. 40 yıldır tiyatroya, 20 yıldır caza destek veriyoruz. 7 yıldır da İstanbul Film Festivali’ne destek vermenin mutluluğunu yaşıyoruz” dedi. Gece, festival direktörü Azize Tan’ın konuşmasının ardından, 30 yıl boyunca festivale ev sahipliği yapan ve Beyoğlu’nu bir festival merkezine dönüştüren Beyoğlu sinemaları yetkililerine teşekkür plaketlerinin verilmesi ile devam etti. Bugün ayakta kalma çabası içinde olan Beyoğlu Sineması adına Temel Kerimoğlu’na plaketini, oyuncu Nejat İşler sunarken, festivale 25 yıldır ev sahipliği yapan, bugün festivalin ana salonu olan Atlas Sineması adına Cevdet Pişkin’e ise plaketini oyuncu Halit Ergenç verdi. Gecede, İstanbul Film Festivali’ne 27 yıl boyunca ev sahipliği yapan ve 25 Ekim 2009 tarihinden bu yana kapalı olduğu için festival seyircisini ağırlayamayan Emek Sineması bir kez daha anıldı. Emek Sineması adına teşekkür plaketini yıllar boyunca Emek Sineması’nda çalışan Hikmet Dikmen, oyuncu Ceyda Düvenci’nin elinden aldı. Geceye katılanlardan büyük alkış alan üç sinema emektarı konuşmalarında, Beyoğlu’ndaki sinemalar olmazsa kültürün olmayacağının ve bu sinemalara verilen desteğin çok önemli olduğunun altını çizdiler. Festivalin destekçileri ve sponsorlarına da birer teşekkür plaketi sunulan 30. Yıl Özel Gecesi, festivalin mutfağında çalışarak 30. yılına taşıyan kişilere verilen Emek Ödülleri ile devam etti. Festivalin “30. Yıl Emek Ödülleri”ni sırasıyla, tüm açılış ve kapanış törenlerinin “mimarlığını yapan” Yekta Kara, festivale yıllarca emek veren sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, İstanbul Film Festivali’nde başladığı kültürsanat gönüllülüğüne bugün de devam eden Nilgün Mirze, protokol denince festivalin akla gelen ilk ismi Zeliha Kaya, tam Emek Sineması adına teşekkür plaketini yıllar boyunca Emek Sineması’nda çalışan Hikmet Dikmen, oyuncu Ceyda Düvenci’nin elinden aldı. (Fotoğraf: UĞUR DEM R) Bu hafta biri yerli 6 yeni film Kültür Servisi Seyfi Teoman’ın yönettiği “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”, bu hafta vizyona girecek filmler arasında yer alıyor. Bugün gösterime giren diğer filmler Wes Craven’in yönettiği “Çığlık 4”, yönetmenliğini Francis Lawrence’ın yaptığı “Aşkın Büyüsü”, Stephen Anderson ve Don Hall’ın yönettiği “Winnie The Pooh”, “Londra Bulvarı” (London Boulevard). Zack Snyder’in yönettiği “Sucker Punch” filmi ise sinemaseverlerle buluşuyor. 22 yıldır festival filmlerini ilk gören kişi olan makinist Gökhan Pamukçu, dünya sinemasının önemli simalarını ağırlayan Sara Berker, 16 yıl boyunca festivalin yönetmen yardımcılığını üstlenen Ali Sönmez, festivalin kurucularından Vecdi Sayar ve 25. yılına kadar Uluslararası İstanbul Film Festivali’ni yöneten Hülya Uçansu, Bülent Eczacıbaşı’nın elinden aldılar. İstanbul Film Festivali’nin 30.Yıl Özel Gecesi ve Plaket Töreni, Model grubunun konseriyle sona erdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle