18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 2 MART 2011 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Ergenekon davasının tutuklu yargılanan 54 sanığı, önceki gün apar topar yeni cezaevine taşındı Balbay ve Özkan tecritte Ergenekon davasında tutuklu yargılanan 54 sanık 28 Şubat pazartesi akşamı önceden haber verilmeden Silivri 1 No’lu Cezaevi’ne sevk edildi. Daha önce aynı koğuşta kalan gazetemiz yazarı Mustafa Balbay ve Yeni Parti Genel Başkanı Tuncay Özkan tek kişilik hücreye konuldu. İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasının tutuklu 54 sanığı, önceki gün akşam saatlerinde, Silivri 4 ve 5 No’lu Cezaevi’nden, Silivri 1 No’lu Cezaevi’ne sevk edildi. Aynı koğuşta kalan tutuklu sanıklar gazetemiz yazarı Mustafa Balbay ile Yeni Parti Genel Başkanı Tuncay Özkan, tek kişilik hücreye konuldular. Özkan’ın avukatı Celal Ülgen, Silivri Cezaevi’nde 28 Şubat Pazartesi akşamı önceden haber verilmeksizin bir taşınma işleminin gerçekleştiğini ifade ederek, “Müvekkillerimiz henüz inşaatı bitmemiş, yeterince ısıtılmamış, inşaat artıklarının hâlâ ortalıkta bulunduğu bir ortama apar topar taşınmıştır. Taşınma sonrasında ve öncesinde tutuklulara akşam yemeği verilmemiş, sabah kahvaltısı da verilmemiştir. Bu durum pek fena muamele ve işkence sayılmaktadır” dedi. Tutuklu ailelerine ve avukatlarına haber verilmeden yapılan bu değişikliğin hukukla izah edilemeyeceğini söyleyen Ülgen, şunları anlattı: “Bir öç almanın, bir rövanş almanın aşamaları gibi bir davranış sergilenmektedir. Neyin rövanşını kimden aldıklarını bulmakta zorluk çekmekteyiz. Özkan ve Balbay’ın da aralarında olduğu birçok tutuklu çok zor ve insan onuru ile bağdaşmayan koşullarda yaşam uğraşı vermek zorunda bırakılmışlardır. Bu hoyrat ve hotbehot durumun hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmadığını bir kez daha vurgulamak istiyorum.” Ülgen, aynı koğuşta kalan Balbay ve Özkan’ın tek kişilik hücre gibi odalarda tutulduğu haberini aldıklarını söyleyerek, “Bu uygulama tecrittir” dedi. Cezaevinden saat 21.30’da zorla çıkarıldıklarını belirten Özkan ise TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na başvurdu. Özkan, gönderdiği dilekçede “Mustafa Balbay ile Adalet Bakanlığı’nın siyasi emri denilerek zor kullanma tehdidiyle F ve B bloklardaki hücrelere konulduk. Can güvenliğimiz artık yoktur. Benim ve Mustafa Balbay’ın siyasi hedef haline getirilip can güvenliğimizin yok edildiğini kamuoyuyla paylaşıyor, herkesi ve kurumları göreve davet ediyorum.” Adalet Bakanlığı ise tutuklulara yemek verdilmediği, kötü muamele yapıldığı, cezaevinin inşaat halinde olduğu ve ısıtılmadığı iddialarını yalanladı. Bakanlıktan yapılan açıklamada, “Cezaevlerindeki yoğunluk nedeniyle ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı’nca kampüsteki diğer binalar ile Metris 1 ve 2 Nolu T Tipi Ceza İnfaz Kurumları’ndan yeni açılan bölümlere hükümlü ve tutuklu nakilleri yapılmaktadır” denildi. Silivri’den mektup ‘KARAR ANKARA’DAN’ geçirildi. 01.30 sıralarında 1 No’lu Cezaevi’ne getirildik. Öteki tutukluların bir kısmı bizden önce getirilip koğuşlarına aynen kondu. Bizden sonra getirilenler de kısa bir süre sonra koğuşlarına geçti. Biz, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan saat 03.00’e kadar bekletildik. Birlikte yeni koğuşumuza geçmeye hazırlanırken bir görevli yanımıza gelip, “Eşyalarınızı ayırın, sizi tek tek ayrı koğuşlara koyacağız” dedi. Nedenini sorduk, “Ankara’dan gelen emir” dediler. Ankara’nın Türkiye’deki 75 bin tutuklu ve hükümlünün hangi koğuşlarda kalacağını saptama işi olmadığını, bunun bize yönelik bir “hapis içinde hapis yaratma, bir daha cezalandırma” olduğunu söyledik. Israrla bu kararın değişemeyeceğini, biraz daha direnirsek zor kullanacaklarını sert bir ifadeyle birkaç kez yinelediler. Bu sırada çevremizi 50’ye yakın gardiyan sardı. Eşyaları birlikte topladığımızı, pek çok günlük kullanım malzemesinin ortak olduğunu, bunu ayıramayacağımızı anımsattık, “Şimdi çok acil eşyalarınızı alın, yarın sabah ayırırsınız” dediler. Yapılan bu tecrit işleminin yazılı olarak bize bildirilmesini istedik. Bunun olmayacağını anımsatıp, gerekirse zorla koğuşlara götürüleceğimizi yinelediler. Bu koşullarda tek tek koğuşlarımıza götürüldük. Mustafa Balbay F3’e, Tuncay Özkan B3’e. 1 No’lu Cezaevi’ne ilk getirilen tutuklular biziz. Koğuşlar yeni inşaat artıkları, izleri ile dolu. Yeni inşaat tozu içinde. Sormadan edemiyoruz: Bir 28 Şubat günü yapılan bu zulüm, intikam mı? Cezaevi yönetimine hiç sorun çıkarmamış, herhangi bir disiplin cezası almamış 2 tutuklunun hiç gerekçe gösterilmeden ayrılıp tek tek hücrelere konması hangi yasada var? Adalet Bakanlığı’nın görevi Türkiye’deki tüm tutuklu ve hükümlülerin hangi koğuşlarda kalacağını düzenlemek mi, yoksa kamuoyunda tanınmış iki aydınla özel olarak uğraşmak mı? Hakkımızı yasalar önünde arayacağız demek istiyoruz ama, böyle bir mekanizmanın da kalmadığı hissi içindeyiz. Bu hukuksuzluğa, bu zulme karşı artık hitap edebileceğimiz tek kurumun halkın vicdanı ve onun temsilcileri olduğu düşüncesindeyiz. Mustafa Balbay Tuncay Özkan ‘Büyük nsanlık’ Uygarlığı Uyarıyor Kuzey Afrika’da patlak veren devrimler dalgasının arkasındaki etkenler derin ve kalıcı sorunlardan kaynaklanıyor. Bu da uygarlığımızın yoluna artık böyle devam edemeyeceğini gösteriyor. 28 Şubat 2011 Pazartesi günü saat 16.45’te koğuşun demir kapısı şangırdadı. çeri hızla 3 ikinci müdür, 3 gardiyan girdi; “Hazırlanın, bu akşam sizi 1 No’lu Cezaevi’ne nakledeceğiz” dedi. “Neden” diye sorduk, “Ankara’dan” yanıtını verdiler. Gerekçesinin açıklanmasını istedik, “Yeniden düzenleme, tüm Ergenekon tutuklularını oraya naklediyoruz. 5 No’ludakiler de dahil” dediler. Böyle ani naklin olamayacağını, bunun bize yazılı olarak bildirilmesini, naklin belli bir süre sonra olması gerektiğini söyledik. Uzun itirazlardan sonra 2 satır yazılı bilgi getirdiler. Yazıda sadece “Ankara’dan gelen emrin” sayısı yer alıyordu. Akşam saat 21.00 sıralarında toparlanmaya başladık. Gece yarısından hemen sonra 00.30’da tüm eşyalarımızı poşetlere koyup koğuşu terk ettik. Tüm eşyalar çıkarılırken tek tek Xray cihazından Su, gıda, enerji Sermaye insanın, doğal çevrenin gereksinimlerine öncelik vermeyen bir “kâr makinesi” olarak yaşar. Bu var oluşun mantığı, günümüzde artık insanın ve doğanın var oluşunun mantığıyla uzlaştırılamaz bir noktaya ulaşmış gibi görünüyor. Su ve gıda insan yaşamının, hidrokarbonlar ise uygarlığını egemen örgütlenme tarzının enerji kaynaklarını oluşturuyorlar. Bu yüzden bunları, yaşam açısından stratejik, dolayısıyla tedariki insanın karar mekanizmalarının dışında, “kendiliğinden” işlediği varsayılan, üstelik insan iradesinden hiç hoşlanmayan bir varlığa bırakılamayacak mallar olarak görmemiz gerekmez mi? Yaklaşık 30 yıldır bize göremeyeceğimiz söylendi. Bunu bize söyleyen “akla” göre insan yaşamının, hatta uygarlığının, piyasa ekonomisinin yasalarına, diğer bir deyişle “kâr makinesi” olarak sermayenin yaşam önceliklerine göre düzenlenmesi gerekiyordu. Bunun böyle olamayacağının, bu malların özellikle de enerji mallarının tedarikinin “parası olan alır” mantığına bırakılamayacağının ayırdına, ilk önce, mali kaynaklarının, yükselen güçler karşısında yetersiz kalmaya başladığını gören, hegemonik güç ABD vardı. Bunun sonuçlarını Irak savaşında, Büyük Ortadoğu Projesi saçmalığında hep birlikte gördük. Tüketimi, insanın ve diğer canlıların yaşam koşullarını tehdit eden (küresel ısınma üzerinden, su ve gıda stokları), hatta uygarlığı öldürmekte olan bir malı (petrol) daha fazla tüketebilmek için Irak’ta bir milyon insan öldürüldü! Enerji tedarikinde piyasa mekanizmasına güvenilemeyeceğini artık tüm büyük güçler biliyor; enerji piyasası kavramının yerini de giderek enerji güvenliği kavramı alıyor. Su ve gıda tedarikinin de artık piyasaya bırakılamayacağı noktaya gelmiş bulunuyoruz. Çin’in ekonomik yollarla, “piyasa mekanizması” içinde Afrika’nın kaynakları üzerindeki etkisini arttırmakta olması, ABD’yi, Avrupa ülkelerini giderek daha fazla tedirgin ediyor. MAM HAT P ÖNLEM TSK’nin ‘irtica’ tutumu değişmedi 28 Şubat süreci bitti tartışmaları yaşanırken Genelkurmay Başkanlığı‘nın yayımladığı duyuruda imam hatip lisesinden diğer liselere geçerek Harp Okulları‘na giriş yapmak isteyenlere kapılar kapalı tutuldu. BARKIN ŞIK Kayıp yakınlarının oluşturduğu YAKAYDER, dün Taksim Cezayir Restoran’da bir basın toplantısı düzenledi. Aileler toplantıda, kaybolan yakınlarının mezarlarını ziyaret etme taleplerini dile getirdi. (Fotoğraf: AL AÇAR) Ayaklanmalardan devrimlere Bir taraftan, enerji fiyatlarındaki artışlar, girdi ve taşımacılık maliyetleri üzerinden gıda fiyatlarına yansıyor. Diğer taraftan finansallaşmayla (kredi balonu) hızlandırılan tüketim, Çin, Hindistan gibi yükselen güçlerde şekillenen işçi sınıfının, orta sınıfın getirdiği ek talep, gıda fiyatlarını yukarı doğru itiyor. Bu gelişmeler karşısında, gıda ihracatçısı yoksul ülkelerin egemen sınıfları, halkı ile kurduğu “toplumsal mutabakatı” koruyabilmek için on yıllardır gıda fiyatlarını destekliyorlardı. Bu destekler devletin mali dengelerini bozarken, 1980’lerden bu yana IMF, piyasa kuralları gereği, bu ülkeleri destekleri kaldırmaya zorluyordu. Kaynak sıkıntısında olan egemen sınıflar da yabancı sermaye girişini sürdürebilmek için IMF baskısına boyun eğmeye başlamışlardı. Gıda fiyatlarında dalgalanmalar, devletlerin destekleri çekme girişimleri 2008’de Haiti, Bangladeş, Meksika, Özbekistan, Eritre’nin yanı sıra Yemen, Fas, Mısır, Tunus, Senegal, Zimbabve gibi yoksul ülkelerde, ekmek fiyatlarındaki ani artışlara karşı protesto eylemlerine (“ekmek isyanlarına”) yol açmıştı. Dünya gıda, enerji fiyatları 2009’da depresyonun etkisiyle gerilediyse de gıda piyasalarında çok kırılganlaşmış olan arz talep dengesi, 2010 yılında yeniden bozuldu. Rusya’da yüz binlerce hektar tahıl alanını etkileyen yangınların, Kanada’da aşırı yağışların, Arjantin’de kuraklığın (hepsi küresel ısınmayla, iklim değişikliği sorunuyla ilgili) etkisiyle gıda fiyatları endeksi bir yılda yüzde 30’dan fazla arttırdı. Buğday fiyatındaki artış Haziran 2010 Ocak 2011 arasında yüzde yüzü geçti. Bu fiyat artışları, mali kriz sonrasının Avrupa’da yükselen gençlik isyanıyla, Yunanistan’dan Portekiz, İspanya, Fransa gibi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yla yakın bağları olan ülkelerdeki grev dalgasıyla, yeni iletişim teknolojilerinin anında taşıdığı isyan imajlarıyla çakıştı. Açlık, işsizlik kaygısı, bu kez adalet talebiyle birleşerek özgürlük, eşitlik gibi evrensel sloganlarla devleti hedef alan bir protesto eylemleri dalgası başlattı. Böylece, bu kez isyan, yerel talepleri ekmek peynir davasını ve egemen sınıfların taviz verebilme sınırlarını aşarak devrim süreci alanına geçmiş oluyordu... Böylece başlayan devrim süreci, piyasa modelinin yerine halkın iradesine, genel toplumsal çıkarlara ve gezegenin yaşam önceliklerine dayanan bir modelin geçmemesi halinde uygarlığın geleceği olmadığını da gösteriyordu. ANKARA Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin (MGSB) iç tehdit bölümünden “irticai faaliyetlerin” çıkarıldığı ve 28 Şubat sürecinin bittiğine ilişkin tartışmaların yaşandığı bir dönemde, Genelkurmay Başkanlığı tutumunda bir değişiklik olmadığını gösterdi. Genelkurmay Başkanlığı’nca yayımlanan “Harp Okullarına Giriş Genel Başvuru Koşulları” duyurusunda, “irticai faaliyetler” yine sakıncalı haller arasında sıralandı. Bir dönem imam hatip lisesinde okuyarak daha sonra Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kabul ettiği liselere geçenlere de başvuru kapısı kapandı. Genelkurmay Başkanlığı, dün, Harp Okulları’na giriş için gerekli genel başvuru koşullarını açıkladı. Genelkurmay Başkanlığı, kendisine bağlı Kara, Deniz ve Hava Harp Okulları’na başvuracak adaylar için istenen bazı koşullar şöyle: Herhangi bir nedenle askeri okullardan çıkmamış/çıkarılmamış, sivil okullardan çıkarılmamış olmak, 2011 Yılı Yükseköğretime Geçiş (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı’na (LYS) katılmış ve tespit edilecek taban puanı almış olmak, Deniz Harp Okulu ve Hava Harp Okulu için Fen Bilimleri alanından mezun olmak, Kara Harp Okulu için Fen Bilimleri veya TürkçeMatematik alanından mezun olmak. Kendisinin, annesinin, babasının, kardeşlerinin ve velisinin; tutum ve davranışları ile yasadışı, siyasi, yıkıcı, irticai, bölücü ideolojik görüşleri benimsememiş, bu gibi faaliyetlerde bulunmamış veya bu gibi faaliyetlere karışmamış olmak, TSK’nin manevi şahsiyetine gölge düşürmemiş ve askerliğin şeref ve haysiyeti ile bağdaşmayacak fiil ve hareketlerde bulunmamış olmak, Toplumca tasvip edilmeyen ve uygun görülmeyen kazanç yollarında çalışmamış ve halen çalışmamakta olmak, Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlar ile yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçlar ile istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç olmak üzere kaçakçılık, resmi ihalede alım ve satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarını açığa vurma suçlarından birinden mahkumiyeti bulunmamak. Taksirli suçlar hariç olmak üzere, affa veya zamanaşımına uğramış yahut para cezasına çevrilmiş veya ertelenmiş hükümlülüklerine ilişkin kayıtları adli sicilden çıkartılmış olsa bile bir cürümden hükümlü bulunmamak veya soruşturma altında olmamak, Nişanlı, evli, dul, hamile, çocuklu olmamak veya herhangi bir kadınla veya erkekle nikâhsız olarak birlikte yaşamamak, Kayıp yakınları ‘Biz yakınlarımızın mezarını istiyoruz’ dedi: ş makineli kazılar dursun İstanbul Haber Servisi Yakınlarını Kaybedenler Derneği (YAKAYDER) Başkanı Hanım Tosun, Türkiye’deki toplu mezarların bu ülkenin acısı olduğunu belirtti. Kayıp yakını Cemal Bektaş ise bugüne kadar 85 toplu mezar bulunduğunu, 1298 ile 1400 kişininse faillerinin ve akıbetinin belli olmadığını söyledi. YAKAYDER tarafından dün Taksim Cezayir Restoran’da basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya aralarında Türkiye İnsan Hakları Vakfı Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ile yazar Ertuğrul Kürkçü’nün de bulunduğu çok sayıda kişi katıldı. Toplantıda konuşan Tosun, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde son 2 aydır birçok yerde insan kemiklerinin ortaya çıktığını belirterek “Bölgede insan kemiklerinin ortaya çıkması bizim acımızı bir kez daha katlıyor. Bu acı ülkemizin ayıbıdır. Artık gazete ve televizyonlara bakamaz duruma geldik” dedi. Toplu mezar aramalarında iş makinelerinin kullanılmasına da tepki gösteren Tosun, “İnsana saygının bu olmadığını düşünüyoruz” diye konuştu. Bektaş ise bugüne kadar 85 toplu mezar bulunduğunu belirterek “Bu çocuklar bu ülkenin evlatları. Biz çok şey istemiyoruz. Ziyaret edeceğimiz bir mezarımız olsun yeter” dedi. Terör örgütü PKK’nin ‘Eylemsizlik bitti’ açıklamasının ardından: Bölgede tansiyon yükseldi Kışanak: Her damla kanın sorumlusu Erdoğan’dır Yurt Haberleri Servisi Şırnak’ın Silopi ilçesinde konuşan BDP Genel Başkan Yardımcısı Gültan Kışanak, terör örgütü PKK’nin eylemsizlik kararını sonlandırdığını anımsatarak “Bundan sonra bu topraklarda her damla kanın sorumlusu Tayyip Erdoğan’dır. Toprağa düşen her canın katili Tayyip Erdoğan’dır. Kürtçeyi kullandığımız için bizi cezaevine tıkan Başbakan, bizim Başbakanımız olamaz. O gitsin Merkel’in yardımcısı olsun” dedi. Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek’in “Pazarlık yapmayız” sözlerine de sert çıkan Kışanak, “Ne haddine Cemil Çiçek Kürt halkı ile pazarlık yapmak, biz senden hesap soracağız ” diye konuştu. DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) PKK’nin seçimlere kadar uzatılacağını açıkladığı eylemsizlik sürecini sona erdirip “aktif savunma pozisyonuna geçileceğini” açıklamasıyla bölgede de askeri hareketlilik arttı. Dün sabah saatlerinden itibaren Diyarbakır’daki 2. Hava Kuvvet Komutanlığı’ndan savaş uçakları havalandı. 7. Kolordu Komutanlığı kışlasından da helikopterlerin aralıklarla kalkıp indikleri görüldü. Örgütün Kuzey Irak’tan Türkiye’ye geçtikten sonra güvenle barınabildiği sınır kesimindeki Şırnak’ta bulunan Gabar Dağı da bombalandı. Tunceli’de ise 4. Komando Tugayı’ndan kalkan Kobra tipi helikopterlerin Pülümür Vadisi ve Kutu Deresi’ni bombaladığı bildirildi. Tunceli ve ilçelerinde bulunan karakollara ise yaklaşık bir haftadır askeri sevkıyatın sürdüğü öğrenildi. Birçok askeri karakola komando birlikleri takviye edilirken, Ovacık karayolu üzerinde kontrol noktaları arttırıldı. Şırnak’ta da kontrol noktalarının aktif hale getirildiği bildirildi. Bu kapsamda Vali Vahdettin Özkan, Kasrik Beldesi Jandarma kontrol noktasında görev yapan askerleri ziyaret edip, incelemelerde bulundu. Diyarbakır’da ise sivil kanadın hareketliliği vardı. BDP MYK toplantısı Genel Başkan Selahattin Demirtaş’ın KCK’nin eylemsizlik kararına ilişkin düzenlediği basın konferansının ardından geç saatlere kadar devam etti. DTK’nin yeni bir bildiri açıklaması bekleniyor. mam hatibe girip çıkmak yok Öğreniminin herhangi bir safhasında meslek veya mesleğe yönelik okullarda okumamış olmak gerekmektedir. (İmam hatipte okuyup daha sonra kaydını başka liselere alanlar bu kapsama giriyor.) DP’L Baday tutuklandı Mardin’in Kızıltepe ilçesinin BDP’li Belediye Başkan Yardımcısı Haşim Baday, hakkında örgüt propagandası yaptığı iddiasıyla verilen 10 aylık hapis cezasının kesinleşmesi üzerine tutuklandı. KCK operasyonları kapsamında Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk de 24 Aralık 2009’da tutuklanmıştı. B Telegraph Erdoğan’dan özür diledi LONDRA (AA) İngiliz Daily Telegraph gazetesinin dünkü sayısının 16. sayfasında, dünya haberleri bölümünün ilk sayfasında ‘İran, Türkiye’nin iktidar partisine 25 milyon dolarlık bağışta bulundu’ başlıklı 15 Eylül 2010 tarihli yazı nedeniyle, Recep Tayyip Erdoğan’dan özür dilendi. Erdoğan’ın İngiltere’de Daily Telegraph’a açtığı dava süreci devam ediyor. Bu özürle birlikte davanın düşebileceği savlanıyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle