18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 MART 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 kuruluşu sayılan 927 İngiltere, kralların hep monarşiyle yılından bugüne yönetildi, mutlak otoritesi yerini zamanla demokratik bir kraliyete bıraktı, sanılır. Oysa modern dünyanın hem en eski demokrasisi, hem de en uzun ömürlü emperyal monarşisi olan bu ülke tarihinde kısacık da olsa bir “cumhuriyet” dönemi vardır. 1638’den 1660’a kadar kanlı iç savaşlara sahne olan İngiltere’de, komşusu Fransa’dan tam 141 yıl önce, tam olarak 1649 yılında bir kralın, Birinci Charles’ın kellesi kesilip “English Commenwealth” diye anılan bir cumhuriyet kurulmuştur. Hepi topu 4 yıl sürebilen cumhuriyet rejimi, kurucularından olan General Oliver Cromwell’in “parlamento” darbesiyle son bulmuştur. 20 Nisan 1653 günü parlamentoda kürsüye çıkan Cromwell, “Ben, senyörünüz artık bıktım! Bu işi burada bitirecek ve gevezeleri susturacağım. Defolun gidin, yerinizi sağlam adamlara bırakın!” diye kükrer ve emreder: “Açın kapıları!” Emir subayı Harrison’un işareti üzerine kapılar açılır, içeri 30 silahşör girer. Parlamento sıralarının önüne sağlı sollu dizilirler. İngiliz milletvekilleri neye uğradıklarını anlayamadan, kürsüden inip parlamentonun ortasına ilerleyen Cromwell ayağını yere vurarak, hırsla “Siz buna parlamento mu diyorsunuz?” diye haykırır. Milletvekillerinden Chaloner’i gösterir: “Aranızda sarhoşlar var!” Çapkın ozan Henri Marten’i gösterir: “Karı kız peşinde koşanlar var!” Bulstrone’a diker gözlerini: “Hırsızlar, ahlaksızlar, İncil’e hakaret edenler var! Bir de Tanrı kulu halkın parlamentosuyuz, diyorsunuz. Utanın. Defolup gidin, parlamento, demokrasinin de temelini attı. Despotluktan o kadar çekmiş ve yorulmuştu ki halk, İkinci Charles’ı tahta çıkaran parlamento, 1679 yılında kabul ettiği ünlü Habeas Corpus yasasıyla, kişisel özgürlükleri güvence altına aldı ve gerekçesiz tutuklamaları yasakladı. İngiliz kralları, bu tarihten öteye “ister asar, ister keser” olmaktan çıktı ve 1679’da ilk çentik atılan mutlak iktidar dönemi, kırpıla kırpıla bugünlerdeki simgeselliğine ulaştı. Bugünlerde dünya, Arap ülkelerini sarsan halk isyanlarının nereye varacağıyla meşgul. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’yle altyapısını hazırladığı ve canla başla tetiklediği bu isyanlardan, Türkiye’de “başarılı” olduğunu varsaydığı deneme modelinin yayılmasını, yani İslamcı bir demokrasi umuyor. İlk patlamayı İran’da bekliyordu, Tunus’ta patlayıp Mağrıp’a yayılınca şaşırıp biraz hazırlıksız yakalandı, ama umudunu yitirmedi. Bence ABD ve uyduları, İngiltere gibi Hıristiyan ülkelerin 17. yüzyılda başlattıkları demokrasi sürecinden, İslam coğrafyası da üç yüzyıl gecikmeyle, ama hâlâ geçer, diye düşünüyorlar. Belki doğrudur, belki yanlış. Ama varsayım doğruysa, diktatörlerini Mısır ve Tunus gibi kovan ya da Libya’daki gibi kovmak üzere olan halkların önünde çok uzun bir karışıklık dönemleri var. Yok model Türkiye ve demokrasi derken tepetaklak despotluğa yuvarlandığımıza bakılırsa, ya varsayım yanlış ya da BOP’un İslamcı demokrasisinin adı başka. Monokrasi olabilir mi acaba? Döner Demokrat Dönerci Despot bir daha duyulmasın adınız. Tanrı adına defolun buradan!” Cromwell’in beş yüz küsur yıl önce İngiliz parlamentosunun lağvını ilan eden sözlerinin tamamı, iki yıldan beri Türkçe olarak ve “tarihe geçen” bir söylev diye internette dolaşıyor. Ben Türkçe söylevin özgünlüğünü doğrulayamadım, ama yukardaki sözler, Cromwell hakkında yazılmış bir kitaptan alıntı olup, daha da önemlisi söyleyenin sonudur: Kendisini İngiltere, İrlanda ve İskoçya Uluslar Topluluğunun Koruyucu Lord’u ilan eden darbeci General Oliver Cromwell, lağvettiği parlamentonun genel kurul salonunun kapısına da “Mobilyasız kiralık oda” tabelası astırdı. İrlanda ve İskoçya üzerinde kurduğu kanlı baskıyla ektiği kin tohumları 20. yüzyılda bile yeşermesine karşın, zulüm diktası sadece 5 yıl sürdü. Bu beş yıl içerisinde, Britanya’yı köktendinci Protestan bir despotluğa dönüştürdü, tiyatroları kapattı, dansı ve müziği yasakladı. 1658 yılında malarya hastalığından öldüğünde, 59 yaşındaydı. Cenazesi, önce alayıvala ile Westminster Kilisesi “Louisiane’lı vahşiler* ağacı kökünden kestikte n sonra meyvesini toplar lar. Despot hükümet de böyledir.” CHARLES DE MONTESQUIEU (*Kuzey/Güney savaşında kölelik yanlı sı Amerikalılar.) Genelkurmay Başkanlığı’nın 28 Şubat Özürü 28 Şubat 1997 günü yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısı 9 saat sürmüş, kurul laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu sert bir şekilde vurgulamış, alınan kararlar hükümete bildirilmişti. Kararlar, laiklik için yasaların uygulanması, tarikatlara bağlı okulların denetlenip Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilmesi, 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesi, Kuran kurslarının denetlenmesi, Tevhidi Tedrisat’ın uygulanması, tarikatların kapatılması, irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medyanın kontrol altına alınması, kıyafet kanununa riayet edilmesi, kurban derilerinin derneklere verilmemesi, Atatürk aleyhindeki eylemlerin cezalandırılması istemlerini içeriyordu. 28 Şubat’ı bir dizi önemli olay izledi. Başbakan Necmettin Erbakan 4 Mart günü MGK kararlarının yumuşatılmaması durumunda altına imzasını koymayacağını açıklamasına karşın 13 Mart günü imzaladı. Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş “ülkeyi savaşa sürüklediği” gerekçesiyle 21 Mayıs günü Refah Partisi hakkında kapatma davası açtı. 7 Haziran’da Genelkurmay Başkanlığı “irticai faaliyetleri destekledikleri” gerekçesiyle bazı firmalara ambargo koydu. 10 Haziran günü Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’ın başkan ve üyeleri Genelkurmay’a çağrılarak kendilerine “irtica konusunda” brifing verildi. 18 Haziran günü Başbakan Necmettin Erbakan istifa edince RefahYol iktidarı son buldu. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel 19 Haziran günü hükümeti kurma görevini Anavatan Partisi lideri Mesut Yılmaz’a verdi; böylece AnasolD hükümetinin yolu açıldı. Necmettin Erbakan 27 Şubat 2011 günü hayata gözlerini yumdu. Aynı gün Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner şu mesajı yayımladı: “Saadet Partisi Genel Başkanı ve eski başbakanlarımızdan Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın vefatını büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum. Değerli bilim ve siyaset adamı olarak ülkemize yaptığı büyük hizmetleri daima hatırlanacaktır. Şahsım ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve ulusumuza başsağlığı dilerim.” Bu mesaj, içeriği itibarıyla bir “taziye duyurusu” olmasının ötesinde bir özür beyanıdır. Aksi durumda, bir “siyaset adamı olarak ülkemize yaptığı büyük hizmetlerle” hatırlanacak olan bir kişinin 14 yıl önce aynı güç odağı tarafından iktidarı terke zorlanmasının nedeni bir muammaya dönüşecektir. Günümüzün Genelkurmay Başkanı yayımladığı mesajla 14 yıl önceki selefi Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun başını çektiği, demokratik siyasal hayata yapılan müdahale nedeniyle merhum Necmettin Erbakan, onun yandaşları ve tüm ulustan özür dilemiştir. Görüyoruz ki Türk Silahlı Kuvvetleri geçmişte yaptığı hatalar nedeniyle toplumdan özür dileyebiliyor. Bu olumlu bir gelişmedir. Bu gelişme Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülkeye ve topluma çok büyük acılar yaşatmış 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini de anımsayacağı, bu darbeler nedeniyle başta mağdurları olmak üzere toplumdan özür dileyeceği yolundaki beklentilerimizi güçlendiriyor. Bekliyoruz. B mezarlığına gömüldü. Ama ölür ölmez yeni bir parlamento oluştu ve sürgündeki İkinci Charles’ı tahta çıkararak monarşiyi yeniden kurma kararı aldı. Kralcılar, despot Cromwell’in henüz çürümeye zaman bulamayan cesedini mezardan çıkardılar, zincire vurdular, tepetaklak astılar. Hırslarını alamadılar, kafasını da kestiler. İngiltere’yi monarşi rejimine yeniden döndüren aynı ugün ABD ve Avrupa’nın “Çek git!” çağrısı yaptığı Libya despotu Muammer Kaddafi, bir zamanlar aynı ülkelere yaptığı resmi ziyaretlerde kendisiyle saray bahçelerine kurdurduğu kendi çadırında görüşmeye bile boyun eğilirdi. Hatta Libya, despot Kaddafi’nin yönetimi altında, 2003 yılında oyçokluğuyla BM İnsan Hakları Konseyi Başkanlığı’na seçilmişti! Ya yarın? Cromwell gibi cesedi mi asılacak, yoksa Saddam Hüseyin gibi canlısı mı? Fotoğraf: DANİEL COLAGROSSİ www.mgkmedya.com K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] ‘Çirkince’de gerçekler “Çirkince” (Kırkıca) iken, bir valinin “Bu kadar güzel yer çirkin mi olur?” diyerek adını değiştirdiği “Şirince”de huzur veren sakinliğiyle bağdaşmayan gerilimler yaşanıyor… Nedeni ise “kaçak” yapılar için verilen “yıkım” kararları... Tarihsel dokusunun “yaşatılarak korunması” için sit ilan edilmiş ünlü Ege köyündeki “izinsiz” binalara “yasal yaptırım” uygulanmasına köylülerden çok “aydın”lar karşı çıkıyor; çünkü “suçlu yapı”lar arasında kültür turizminin emektarlarından Sevan Nişanyan’ın yasadışı inşa edilen 20’ye yakın binası ile Ali Nesin’in “Matematik Okulu” da var. Ali’nin, Aziz Nesin’in oğlu olması; Nişanyan’ın “Ermeni”liği, hatta “suçlu” binalarını tam da yıkım aşamasında “Nesin Vakfı”na bağışlaması, “yasal” müdahalenin “imar disiplini” için değil, “sakıncalı”(!) kimliklerden kaynaklandığı yorumlarını öne çıkartıyor. Yıkım kararı verilmiş “köylülere ait” binalardan hiç söz edilmemesi ise kamuoyunun Şirince’ye “adaletsiz” ilgisinin göstergesi değil mi? Buna karşın kimsenin aklına şu çağdaş uygarlık kuralı gelmiyor: “Geleneksel kentsel dokuları gözetmenin önkoşulu, koruma amaçlı ‘imar kurallarına saygı’dan ödün vermemektir.” Peki, Nişanyan ve Nesin dokuya “uymayan” kaçak binaları yüzünden mi; yoksa “uyumlu” binalarına “izin alamadıkları”ndan ötürü mü zor durumdalar? Yanıtlara geçmeden şunu söylemek gerekir ki Şirince’nin geleneksel yapısına bu denli önem veren devletin ilk yapması gereken, tarihi köyü eski “yerel ismi”ne kavuşturmak olmalıydı... Çünkü Ege’de sevilen güzelliklere “çi(r)kin” denir. Örneğin yaşlılar, nazar değmemesi için torunlarını “abo çikinliğineee” diyerek severler; çok güzel olan her şey, aynı nedenle “pek çikin”dir... İşte bu geleneğin adı olan Çirkince, 2004’de 95 yaşında yitirdiğimiz Şirince doğumlu Yunanlı yazar Dido Sotiriyu’nun eserlerinde aynı adla anlatılıp edebiyat tarihine de geçmiş; “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” romanında, 1920’lerde göçle ayrılan Rumların efsanevi “Anadolu sevdaları”nı anlatmıştı… Belli ki Dido’dan habersiz(!) bir valinin yanlışını düzeltmek, Şirince’ye ve Anadolu’nun gerçek “yaşanmışlık mirası”na da en anlamlı armağan olmaz mıydı? Nişanyan ve Nesin’in “direniş”lerine gelirsek... Amacı tarihsel dokularımızı ve kültür mirasımızı korumak olan; bu nedenle imar rantçılarının öteden beri diş biledikleri ve siyasilere sürekli şikâyet ettikleri “koruma yasalarımız”ı gözetmeleri, savunmaları ve uymaları gerekenler, öncelikle “kültür”e ve uygarlık değerlerimize sevdalı “aydın”larımız değil midir? Ya Ali Nesin’in, “Yasalar yüzünden çivi bile çakamıyoruz” sözünün, imar rantçılarının yıllardır yineledikleri hesaplı kitaplı sahte söylemle çakışmasına ne demeli? Yaşatılması hedeflenen dokuya uygun yapı ya da onarım izinlerinin Koruma Kurulu’ndan “doğru proje”lerle alınması mümkünken, “Biz zaten geleneksel mimariyi gözetiyoruz” diyerek mimari katkıdan yoksun kaçak yapılar inşa etmek, pek “çikin” olsalar bile asıl güzelliğin yasal güvencelerine aldırmazlık, onların kıymetini bilmezlik değil midir? Eğer koruma hukukumuzu yaşama geçirmeye çalışan kurullarımız olmasaydı, bugün ne Şirince vardı; ne Muğla, ne Safranbolu, ne Kapadokya ne de Mardin ve diğerleri... Kurullar, sitlerin kimlik değerlerini gözeten çivilerin çakılmasını özlemle isterler… Bunu kanıtlayan projeleri de coşkuyla onaylayıp hemen izin verirler… Bu nedenle Nişanyan evleri ile Matematik Köyü’nün “esenliği” de “Şirince’ye yakıştıkları”nı kanıtlayabilecek bir mimarlık ve şehircilik çalışmasına “saygılı ortam” sağlamaktan geçiyor. Umarız bu tartışma tarihsel güzellikleri “yasal ve bilimsel güvence”lerle yaşatma bilincinin egemen olmasıyla sonuçlanır. Tabii ‘Çirkince’ adının da yeniden anımsanmasıyla birlikte... ‘Aydın’ bilinci Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY Dido’un köyü HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Bodrum 1 Müzesi’nde sergilenen dün 2 yanın en eski 3 batığının çıka 4 rıldığı, Kaş il5 çesindeki burun. 2/ Argoda 6 gizli yere veri 7 len ad... Amaç. 8 3/ Merkür gezegenine veri 9 len bir başka ad... Ke1 2 3 4 5 6 7 8 9 nar süsü. 4/ Taşlık 1 V E L O D R OM yer, çıplak dağ tepe 2 E S AM İ R U H si... Ülkemiz suların3 L A A N A T A da yaşayan ve “biz” 4V A NON A V de denilen mersinba5E B R Z ON T A lığı türü. 5/ Satrancı U N andıran iki kişilik 6 L U K S O R A R A S T A oyun... Havacılar ve 7 E R K A Y pilotlar için yayım 8 K Ö S 9B A D I Ç F A N lanan bülten. 6/ Öldürücü hastalık salgını... Hatay ilinde bir ova. 7/ İtalyan mutfağına özgü bir tür kıymalı börek. 8/ Bir nota... Faktör. 9/ Yassı ya da silindir biçiminde katı ilaç; komprime... Suyosunu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Trabzon’un Çaykara ilçesinde, doğal güzelliğinden dolayı “tabiat parkı” kapsamına alınan göl. 2/ Ortadoğu’da, “Ölüdeniz” de denilen göl... Görünüşe göre olacağı sanılan. 3/ Belirteç olarak kullanılan eylem soylu sözcük... “Pancar pezik değil mi / Yürek değil mi” (Türkü). 4/ Yağma amacıyla düzenlenen akın. 5/ Uluslararası Çalışma Örgütü’nün simgesi... Kesintilerden sonra kalan miktar. 6/ Kabul etmeyerek geri çevirme... Bacakları sıkıca saran bir tür pantolon. 7/ Tümör... Güzel kokulu bir kavun cinsi. 8/ Şiirleri şeriata aykırı görüldüğü için Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüş ünlü tasavvuf şairi... Yabancı. 9/ Giysi kesimi... 52’lik desteyle oynanan bir kâğıt oyunu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle