18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 MART 2011 ÇARŞAMBA CUMHUR YET SAYFA 15 ve Türkiye, bir ucundan Japonya Batılıların “Orient” diye ötekine adlandırdığı Doğu’nun sınırlarını çizen iki ülkedir. Coğrafyadaki uzaklık, adeta bu uç topraklar üzerinde yaşayan halkların varoluş biçimini de birbirinden ayırır. Türkler ve Japonlar ne işte, ne aşta benzer birbirine. Hatta mutfaktan sanata, toplumsal kültürleri taban tabana zıt uygarlıklar yaratmışlardır. Oysa bu karşıtlık, bir mıknatısın artı ve eksi uçları gibi, Doğu’nun iki sınır boyunu akraba bir bütünde buluşturur. Düşüncem size garip geldiyse, kanıtlayabilirim: Japonya’nın simgesi, bin yıllardır bayrağındaki gibi doğan güneştir, gün ışığını müjdeler. Türkiye’nin bayrağı ise 18. yüzyılda eklenen yıldızla tamamlanan hilaldir, geceyi simgeler. Başka bir deyişle, Doğu’nun günü Japonya’da atar, Türkiye’de batar. Ve iki ülke, ak ile karanın, Yang ile Ying’in tamamlayıcı prensibine uygun bir bütünün karşıt ikizlerini oluştururlar. Bu karşıtlık, yaşam felsefesinden toplum düzenine, sorumluluk mantığından iş disiplinine, sürer gider... Ama her iki ülke ve halkları, depremlerle sarsılan bir kaderi paylaşır, aynı tehlikelerle iç içe yaşar ve sonuçlarına katlanırlar. Bilimciler, yerkürenin 2011’le 2016 arasında büyük felaketlere yol açacak doğal hareketlere sahne olacağını öngörmüşlerdi, dedikleri çıktı ve perde, ‘Doğu Güneşi’nin doğduğu Japonya’da açıldı. Richter ölçeğindeki 8.9’luk deprem ve sonuçlarını, biz Türkler, giderek yaklaşan Marmara depremini düşünerek, bambaşka duygularla izliyoruz. Hele, böyle bir deprem sonucunda İstanbul’la birlikte elbette bir şeyler sezebiliriz. Ama tam olarak ne olur, asla bilemeyeceğiz. Doğanın karşı duramayacağımız değişim sürecini beklerken, onun üstünlüğünün bilinciyle, hiç olmazsa dengelerine saygılı, yasalarıyla uyumlu yaşamayı öğrenebilirdik. Oysa öğrenmediğimiz gibi, dengelerini bozmak için her şeyi yaptık. Petrol bölgelerini düşünün: Yeraltındaki haznelerden çekilen petrol bittiğinde, o devasa hazneler boş mu kalacak? Yerküre biçimini değiştirerek, toprağı çökerterek doldurmayacak mı o boşlukları? Toprak dediğiniz, muazzam bir ateş denizinin üstünde yüzen bir kül kabuğu. Bunca oynak bir tabana, Japonya’da bile sağlama alınamayan nükleer santralları da yerleştirince, gerçekten tüy dikmiş olmadı mı insanlık, soyunu bekleyen tehlikenin üstüne? Yerkürenin radyoaktif gücünü tetikleyecek bomba santrallar yetmedi, doğayla oynadığımız tehlikeli kumarda. Toprağını, suyunu, havasını zehirledik, ormanlarını, göllerini, ırmaklarını yok ettik. Bağ bahçe demedik, karasını betona boğduk, denizini moloz ve kanalizasyonla doldurduk. Dağlarını oyduk, altın bulacağız hırsıyla, derelerine siyanür akıttık. Ekilir topraklarını kimyasal gübrelerle kirlettik. Tohumlarının genetiğini değiştirdik, her yıl parayla alınsın diye kendi kendini imha eden garabet tohumlar yarattık kimyasal ilaç fabrikalarında. Sonuç? Aptallıklarımızın coğrafyadan silinmesini beklerken, kendi kendimizi zehirliyor ve gelecek kuşaklara da hem zehirli hem de nükleer santrallarla bombası kurulmuş bir dünya bırakıyoruz. (*) Literatür Yayıncılık, 2008 Doğan ve Batan Güneşler (Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN) “Dünya, kötülük yapanla r sayesinde değil; yapılan kötülüğe bakıp ses çıkarmayanlar yüzünd en tehlikeli bir yerdir.” ALBERT EİNSTEİN 8.9’luk Japonya’daki Marmara afete bakıp, depremine önlem olarak, “kentsel dönüşüm projeleri” gösteriliyor. Yetkililer, başta TOKİ’nin aynı tornadan çıkmış ucubeleri, birbiri ardına dikilen gökdelenlerin yıkılmayacağından emin konuşuyor. Depremi, sadece bir toprak üstü yıkım olarak düşünüyorlar. Oysa deprem, İstanbul’un altından gelip üstünü vuracak, tersi değil. Ve 15 milyonluk bu kentin kanalizasyon haritası bile olmadığı gibi, zaten yeraltından geçen hiçbir borunun kofraj çalışması da yok. Kısacası deprem, İstanbul’da önce kanalizasyonları patlatacak. Gökdelenlerde ve zaten her yerde çıkacak yangınlar da cabası. İtfaiye örgütünün ne halde olduğu düşünülecek olursa, deprem yıkımından kurtulanları pis sulardan ve yangından kim kurtaracak? Yargının Bağımsızlığı Dilimiz alışmış, hep “bağımsız yargı” diyoruz. Bize öyle öğretmişler, ayrıca öyle olmasını da istiyoruz. Doğrusu bu “bağımsızlık” meselesi bana ezelden beri biraz tuhaf gelmiştir. Öyle ya “yargı” kurumu kendiliğinden düşünce üretme yetisine sahip robotlardan oluşan bir teknomekanizma değil ki. Bu kurum yargıcından savcısına, mübaşirinden tutanak yazmanına çeşitli inançlara, düşüncelere, ideolojilere, siyasal çizgilere sahip insanlardan oluşuyor. Yargı kurumunda görev yapan her bir insanın kendine özel dertleri, tasaları, sorunları var ve bunların üstesinden gelebilmek için bir inanca, bir düşünceye, bir ideolojiye, bir siyasal çizgiye bağlanıyorlar. Bu onların anayasal hakları ve bu haklarını kullanıyorlar, seçimlerde gidip çeşitli siyasal partilere oy veriyorlar. Dolayısıyla düşünce ve inançları itibarıyla bu insanlar doğal olarak tarafsız değiller. Sonuç olarak yargı kurumunda görev yapan insanları, bireyler olarak bir ideolojinin, düşüncenin, inancın, siyasetin taraftarları olarak nitelendirmek yanlış bir söylem değil. Biz ise bu insanlardan görevleri sırasında tarafsız olmalarını, inanç ve düşüncelerinden bağımsız olarak karar vermelerini bekliyoruz. Savcıların davaları belli hukuksal ölçütlere göre açmaları, yargıçların da kararlarını yasalara uygun olarak vermeleri, süreçlerin böyle işlemesi gerekiyor. Fakat bu her davada, her durumda ne yazık ki böyle yürümediği, savcı ve yargıçların kendilerini çok zaman inanç ve düşüncelerinden soyutlayıp tarafsız/bağımsız davranamadıkları duygusuna kapılıyoruz. Salt Ergenekon, Balyoz, KCK gibi toplu davalarda değil, pankart açan öğrenciler, Hrant Dink cinayeti gibi davalar da bizde bu duyguyu uyandırıyor. Bu duyguyla birlikte kafamızdaki “Bağımsız Türk Yargısı” kavramının giderek içi boşalmaya başlıyor. Yargıya olan güvenimizi yitirmeye başlıyoruz. Örneğin, Mustafa Balbay ve Tuncay Özkan’ın yargılandığı mahkemede üç kişilik heyetten bir yargıç tahliye lehinde, iki yargıç da tutukluluk lehinde karar veriyor. Ve bu bilmem kaçıncı kez tekrarlanıyor. Bunun bir nedeni olmalı diye düşünüyoruz haklı olarak. Anayasa Mahkemesi, evlilikten sonra kadının kızlık soyadını tek başına kullanmasını yasaklıyor. Kadın ya kocasının soyadını alacak ya da kızlık soyadını kocasının soyadıyla birlikte kullanacak diyor. Oysa Türkiye bu nedenle 2004 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından tazminat ödemeye mahkum edilmiş. Anayasa Mahkemesi bu karara kulak asmıyor. Bu davranışı haklı olarak kafamızda, “Acaba bu mahkemenin yargıçları erkek egemenliğinin temsilcileri mi” sorusunun doğmasına neden oluyor. 12 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde aday adayı olmak üzere görevlerinden istifa eden savcılara, yargıçlara bakıyorum. Çeşitli partilerin kapılarını aşındırıyorlar TBMM’ye kapağı atabilmek için. Bu insanların tarafsızlıkları/bağımsızlıkları bir gün içinde mi değişti, bir gün içinde mi bir partiye gönül verdiler, o partinin siyasetini benimsediler diye soruyorum kendime. Eğer çok zamandır bir partinin taraftarı idiyseler, o partiye ya da o partiden bir sanığa karşı gerçekten tarafsız/bağımsız davranabildiler mi sorusu takılıyor kafama. Gerçekten görevleri sırasında kendilerini gönül verdikleri partinin siyasetinden soyutlayabilmişlerse, tarafsız/bağımsız davranabilmişlerse bu başarılarını kutluyorum, çünkü her insanın yapamayacağını yapmışlar, mesai saatleri içinde tarafsız, mesai saatleri dışında taraflı olabilmenin üstesinden gelmişler/gelebilmişler. Bravo diyorum. Türkiye’nin bağımsızlığını kaybedeceğini öne süren “Bir Gün Gece”(*) romanını yazan ben, kaygı ötesi bir boyuta geçtim. Deprem mi beterdi, tsunami mi derken, Fukuşima’daki nükleer sızıntıyla bitmeyip yanardağ patlamasıyla süren dehşette, yukarda anlattığım tamamlayıcı karşıtlığın yurduma biçtiği rolü sorguluyorum! Doğanın yıkıcı gücüne insan eliyle eklenen nükleer tehditle birlikte bir yanardağın da faaliyete geçmesi, sanki Japonya’yı belki bin, belki milyon yılda, ama er geç haritadan silecek bir sürecin başladığına işaret ediyor. Salt Japon takımadalarının değil, kıtaların böyle bir süreç sonunda oluştuğu düşünülürse, doğanın milyonlarca yıl önce yaptığını bozmayacağını kim garanti edebilir? Herhalde doğayla aşık atan ve her kükreyişinde tokadı yiyen insanlar değil... Eğer sonsuz evrenin ancak milyarlarca yıl önce küçük bir parçası olabilen yerkürenin doğası, kabuğunun biçimini değiştirmeye kalktı ve Japonya’dan başladıysa işe, onun karşıt ikizi Türkiye’ye nasıl bir iz düşer acaba? Anadolu topraklarına gömülen onlarca muhteşem uygarlık kalıntısına bakıp, bir ucundan bir ucuna beklenen depremleri düşünerek K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Japonya Depremi ve Türkiye’de Durum! Japonya’daki depreme yoğun yı önemseyen bir imar siyasetinin, ilgimiz elbette ki öncelikle “in ülkemizi tutsak alan rant ekonosani” nedenleydi. “Büyük kıya misinin kaçınılmaz sonucu oldumet”i nefesimizi tutarak izledik. ğunu ise artık herkes biliyor... Japon halkına nasıl geçmiş olsun Nitekim, Türkiye’nin en gelişkin diyeceğimizi bilemedik... bölgesini yıkan 99 depreminde bu Ne var ki görüntülere donup kal sonucu tüm açıklığıyla gözleyince, mamızın önemli bir nedeni de değerlendirmelerimizi içeren kita“biz”im durumumuzu anımsat bımın adına da “Rant Ekonomimasıydı... Cuma sabahı “8.9”u si Çöktü” demiştim (Anahtar Yaduyunca ekranlarda “çöken yapı yınları). lar”ı ararken, bunun yerine “tsuO büyük çöküşün ardından ülnami” kıyametini izlemek şaşırtıcı kenin imarından sorumlu siyasileolduğu kadar sanki “teselli” gi rin “Artık ders aldık” sözlerinin biydi... ise ekonomideki emlak getirisinden Nitekim, TV’lerimizin uzman vazgeçemedikleri için “havada” lara yönelttikleri alışılagelmiş dep kaldığını sayısı kez yazmışızdır. rem soruları da değişti: “Bizde de O kadar ki 99 felaketini yaratan tsunami olur mu; olursa dalga imar keyfiliğine “yaptırım” bile yükseklikleri nereye çıkar; han getirmeyen mevzuatımız 11 yıldır gi kıyı yerleşmelerimizi yutar?..” düzeltilmedi. DaUzmanlarımız ise hası, son değişikböylesi bir tsunamiliklerle daha danin bizde kesinlikle ha çıkarcı uygugörülemeyeceğini lamalara uygun bilimsel gerekçelehale getirildi. riyle açıklasalar biDepremi felale, bundan böyle kete dönüştüren “deprem” denince imar başıbozuklubinalara değil “değuyla beslenen niz”e bakanlarımız şehircilik yoksuaz olmayacak... Yeni korkumuz! nu emlak pazarınÇünkü, en çürük dan vazgeçilemezyapılarda yaşayanlarımız bile depreme karşı “umarsızlığın sakin ken, “yapı denetimi” gibi yaşamliği” içindeler. Buna, yönetimlerin sal bir kamu hizmeti bile şirketleakıl almaz “imar aymazlıkları” re devredilip özelleştirildi. Günümüzde “belediyeden ayda eklenince, Türkiye’nin deprem durumunu en kısa ifadeyle rıcalıkı imar izni elde etme”ye şöyle özetlemek mümkün: “Al söz vererek yapı denetimi işleri alan; hatta kurucuları arasında bu lah’a emanet...” Peki, bu sadece cehaletten mi “garanti”yi sağlayan belediye dir? En okumuşlarımızın bile dep meclis üyelerinin de bulunduğu şirrem için temel güvence olan “imar ketler var. Hemen tüm “torba yasalar”a disiplini”ne aldırmazlıkları neeklenen maddelerle de, imar plandendir? larının toplumsal gereksinimler için değil, kamu arazilerinde “saimarlık ve Felsefe tış çekiciliği” yaratacak şekilde deDepreme 12 saat kala, başarılı bir ğiştirilmesini sağlayan, yalnızca vakıf üniversitemizde “tanınmış “gayrimenkul ticareti”ne odaklı mimarlar”ımızın konuştukları bir özelleştirme ve TOKİ mevzuatı “mimarlık ve felsefe” paneli ya yaratılmış durumda... pılıyordu. Kimi konuşmacılar bazı “bümar Tsunamisi yük” projelerini anlatmakla yeEvet Türkiye’de tsunami olmaz tindiler. İstanbul’un imar dengelerini altüst eden, şehirciliğin deniyor ama kentleşmedeki “biliyok sayıldığı plan kararlarının sağ mi ve planlamayı yutan imar ladığı bu tasarımlar, nasıl bir “fel rantı tsunamisi” 50 yılın en yüksek düzeyine tırmanmış durumda... sefe”nin ürünleriydiler? Bu gerçek “yaşamsal sorun” En özgür ve gelişkin akademik ortamlarda bile sorgulanmak yeri kabul edilerek sorgulanmadığı süne “alkışlanan” bu “plansız mi rece, depremlerine öncelikle “yımari”nin, kentlerimizin kaçak ya kılmamak” için değil, “yıkıntıda imarlı tüm yapılaşma düzenin ların altından insan kurtarmak” deki “genel felsefe”yi oluşturma için hazırlanan ülke olma ayıbını sı, “depremi göğüsleme”nin ön kim bilir daha kaç yıl taşıyacağız... (Bugün 20.30’da; ULUSAL koşulu kentsel planlamayı unutKANAL’daki İMAR DOSYAturmuş görünüyor... Yaşanılacak mekânların kurgu SI’nda, İMO İstanbul Şubesi lanmasında “yaşanılır kent”in de Başkanı Cemal Gökçe’yle Jayaratılmasını amaçlamak yerine, ponya Depremi ve Türkiye’deki sadece emlak getirisini çoğaltma Durum”u değerlendiriyoruz.) Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA HARB SEM H POROY M HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] SOLDAN SAĞA: 1/ Yurdumuzun 1 sulak alanlarında 2 da yaşayan göçmen bir kuş. 2/ 3 Piyangoda en kü 4 çük ikramiye... 5 Neptünyum elementinin simge 6 si. 3/ Antalya’nın 7 bir plajı... Yavaş, 8 ağır. 4/ “Gel ey 9 hilal kaşlım dizim üstüne/ bir yandan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 sen bir yandan sar beni” 1 M Ü S T E A R O (Sabahattin Ali)... Güney 2 U M U T B A H T Amerika’da yaşayan bir 3 H İ M A L A Y A kuş. 5/ Kuzeydoğudan 4 A T A K Ö Y R A esen soğuk rüzgâr. 6/ 5 M K İ K İ R İ K Varılmak istenen bir 6 MA T E U C A amaca doğru geçilmesi 7 E L A Ş A H İ N gerekli dönemlerden her 8S E N S E N Y A biri... Bir yağış şekli. 7/ 9 T A U İ N E K Afrika’da bir ırmak... Olumsuzluk belirten bir önek... Rutenyum elementinin simgesi. 8/ Bir ilimiz... Hollanda’nın plaka imi. 9/ Dibi tutturularak hafif yanık kokusu verilmiş muhallebi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kartal, atmaca, çaylak gibi yırtıcı kuşlara verilen genel ad. 2/ Maden eşya üzerine vurulan bir cins cila... Hinduizmin en büyük tanrılarından biri. 3/ Peynir suyundan yapılan yağsız ve ekşimsi bir peynir... Bir fındık cinsi. 4/ Bulaşıcı bir göz hastalığı... Sodyum elementinin simgesi. 5/ Köpek... Atın başına geçirilen dizgin ve süsler. 6/ İnce ve nazik olan... Güney Amerika’daki dağ sırası. 7/ Karadeniz’in kuzeyindeki iç deniz... Adları sıfat yapan bir yapım eki. 8/ İlenme, beddua. 9/ Kümes... Mora dönük canlı kırmızı renk. SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle