18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 MART 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA 15 Hizmet Alımları Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen’in bir makalesinde okuduk, kamuda “hizmet alımları”nda nasıl bir dönüşüm yaşandığını. Örneğin, belediyelerde “asansör, bilgisayar, fotokopi makinesi, taşıtların bakım ve onarımı” gibi iki elin parmaklarından daha az alanda uygulanan hizmet alımlarındaki değişimi şöyle anlatmış: “Zabıta, itfaiye, fen işleri, sağlık, bilgi işlem müdürlüklerinde destek personel çalıştırılması; resmi bayramların kutlama organizasyonu, gıda ve temizlik malzemelerinin dağıtımı; sosyal yardımlar için bilgi işlem destek; haşere mücadelesi; park, bahçe ve yeşil alanların bakımı; hazır iftar yemeği verilmesi ve çadır kurulması; belediye faaliyet raporu kitabının tasarımı ve basımı; hayvan kısırlaştırma ve rehabilitasyon vb. bir bölümü belediyelerin asli görevi olan ve Kamu İhale Kanunu’ndaki hizmet tanımında yer almayan bazı hizmetlerde artık satın alma yöntemi ile bağlanır hale gelmiştir.” Neden satın alma? Bu sorunun yanıtı, beylerbeyi durumuna gelmiş kimi belediye başkanlarına ve yakın çevrelerine bakıp kolayca verilebilir. Yüzde 30’a Doğru Seçime koşarken CHP’ye göre CHP’nin durumu ne? Parti yönetimi, 2009 yerel seçimlerinde alınan yüzde 23’ün olduğu gibi korunacağı kanısındalar. Bugünkü verilere göre, bu oranın üzerine 59 puan eklenecek gibi görünüyormuş. Yani, yüzde 30’u bulacaklarına inanıyorlar. Dahası, yüzde 30’a ulaşılacağının toplumda hissedildiği an, yüzde 35’e doğru bir sıçrama yaşanabileceğini değerlendiriyorlar. “Yeter ki” diyorlar, “CHP’yi şimdiye değin hep ayakta tutan orta sınıf kendi gücüne güvensin. Kartopu gibi toplumun diğer kesimlerini de etkileyecekler, sürükleyeceklerdir.” Yaşayıp göreceğiz... GÖRÜŞ Av. HÜSEYİN ÖZBEK İstanbul Barosu Genel Sekreteri lk Soruşturma Gazeteci Ahmet Şık’ın savunmanı Akın Atalay’ın dikkat çekici bir tanıklığı yansıdı kamuoyuna. Atalay’a göre, savcı, soruşturma sürecini aslında polisin yürüttüğünü kendisine şu sözlerle dile getirmişti: “Ben bu son gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve arama istenildiğini bilmiyorum. Ahmet Bey’in (Şık) de ismi var mı, yok mu dikkat etmedim. Biliyorsunuz, emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman olduğu gibi imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz.” Atalay’a, savcının bu gerçekliği dile getirmekteki samimiyetinin kaynağını sorduk. Dedi ki: “Türkiye’deki soruşturmaların yüzde 90’ında süreç böyle işler. Gerçi yasalarda ve kitaplarda, soruşturmanın savcı tarafından yürütüldüğü yazılıdır ama uygulama hiç de öyle değildir. Uygulamada polis yürütür ilk soruşturmayı. Onun için de yıllardır biz hukukçular, bunun böyle olmaması gerektiğini savunur dururuz, adli kolluk kuvvetinin kurulmasını öneririz ama hiç kimse dinlemez.” Tarih Yazılırken Tarihin Diyalektiğini Iskalamak Kitleler çoğu kez yaşanan toplumsal, siyasal sürecin arka planını anlamakta zorlanır. Yaşanılanlar tarih olduktan sonraysa yapılacak bir şey kalmaz. Geçmişi kitaplardan okuyup belleğine eksiksiz kazıyan insanoğlu, yaşananların nedenlerini ve olası sonuçlarını algılamakta nedense aynı feraseti gösteremez. Emperyalizm, Türkiye’de başlattığı değişim dönüşüm operasyonunun başarılı sonuç vermesini arzulamaktadır. Medya illüzyonuyla topluma şırıngaladığı psikokültürel narkozun etkisinin, operasyon tamamlanıncaya kadar geçmemesini istemektedir. Türk halkının feraset testinden sınıfta kalıp kalmayacağı verilen narkozun etkisinden kurtulup kurtulamamasına bağlı görülüyor. Türkiye’nin tabi tutulduğu değişimdönüşüm operasyonunun paragraf başlıklarına kısaca göz atalım: Ulus devlet niteliğinin çözülmesi, siyasi coğrafyanın küçülmesi, millet bilincinin dağıtılıp etnik ve mezhepsel kompartımanlara bölünme, geleceğe yönelik ortak hedeflerden vazgeçilerek özgür ülkenin yurttaşlığından amaçsız sürüye dönüşümün tamamlanması. Yukarıda çizilen panorama göz önüne alınmadan Türkiye’de yaşananlar anlaşılamaz. Bulunduğu coğrafyada hiçbir iddiası kalmamış, kaderini ve geleceğini belirleme iradesini kaybetmiş, emperyal sistemin verdiği rolü itirazsız benimseme psikolojisinin yönetimden başlayarak tüm halkı etkisi altına alması için adeta toplu hipnoz seansı yapılmış gibidir. Tarih bize devletlerin güç katsayısının sahip bulundukları ekonomileri olduğunu göstermektedir. Ekonomik olarak komşularından üstün olanın siyasal, askeri gücünün de yüksek olması doğaldır. Ekonomik üstünlüğü sağlayıp çekim merkezi olan, diğerlerinin ekonomik gelişmesini engelleyip kendisine rakip olmalarının da önünü kesmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının, ekonomik bağımsızlığı siyasal bağımsızlığın öncülü saymaları üzerinde düşünülmelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin milli ekonomiye dayalı, bağımsız bir güç olması halinde ulus devlet olarak bu coğrafyada yaşayabileceğini Osmanlı çöküşünün acı deneyimlerinden öğrenmişlerdi. Bürokrasinin, ordunun milli olabilmesinin temel şartının ülke ekonomisinin milli olmasından geçtiğini yaşanan trajedilerden çıkarmışlardı. Cumhuriyetin temel niteliklerinin değiştirilip ulus devletten postmodern sömürgeye dönüşümün kurumsal ve fiziki en büyük engelinin ortadan kaldırılması herkesin gözü önünde gerçekleştirilmektedir! Ülkenin siyasi coğrafyasının küçültülmesi için düğmeye basıldığında Silahlı Kuvvetler’den itiraz gelmemesi için kışladan çıkamayacak ölçüde itibar kaybına uğraması arzu edilmektedir! Eli kulağındaki etnik kalkışmanın, Ege’de tezgâhlanan oldu bittilerin caydırıcı unsuru böylece devreden çıkarılmak istenmektedir. Kısacası arka arkaya gelen darbe suçlamalarıyla bunaltılan orduya yönelik darbeye halk desteği sağlamak için toplum mühendisliğinin gerekleri yerine getirilmektedir. Ülkenin ve ulusun varlığının teminatı ordu algısını, ulusun ve ülkenin gereksiz yükü algısına dönüştürünceye kadar aralıksız sürdürüleceği anlaşılan operasyonun ulus ötesi karar merkezleri, Türkiye ayağındaki görevlilerini kuşkusuz ki dikkat ve takdirle izlemektedirler! Adaylıklar Adaylık istifalarında, emniyet ve İçişleri kadrosu hani neredeyse tümüyle boşalacaktı. AKP adaylığı için kuyruğa girenlerden biri de Emniyet Genel Müdürü Oğuz Kaan Köksal’dı. Hani, Recep Tayyip Erdoğan’a bir tören sırasında “Her sıkıştığımızda bizim üstümüze en fazla gelindiği zamanda sizin çıkıp polis teşkilatını savunmanız yok mu, işte o bizi bitiriyor” diyen emniyet müdürü var ya, işte o... CHP’ye gelince... Öğrendiğimize göre, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi’ye, YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan’a ve Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün’e bizzat CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu adaylık önermiş... CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Almanya gezisi sırasında “anadilde eğitim” konusunda görüşlerini açıklarken “Anadilde eğitimi uygun görmüyoruz” dedi, “Anadilde öğrenim ayrı, bu yapılabilir. Ama anadilde eğitim için öğretmeni nereden bulacaksınız? Anadilde eğitime başladığınız andan itibaren toplum bölünebilir.” Üç gün sonra gazetelerde bir haber yayımlandı: “Kürtçe okullarda seçmeli ders okutulması vaadi CHP’nin seçim bildirgesinde Seçmeli Ders yer alacak.” Seçmeli ders demek, Kılıçdaroğlu’nun ifade ettiği gibi Kürtçenin, öğrenim içinde değil, “zorunlu eğitim” içinde yer alması demek. Dahası, Türkiye genelinde 33 bin 310 ilköğretim okulu olduğunu varsayarsak bu öneri, en az 33 bin 310 donanımlı, eğitbilim uzmanlığından geçmiş, elinde Kürtçe dersi verebileceğine ilişkin diplomaya sahip öğretmen bulunması demek aynı zamanda. Burada, Kılıçdaroğlu’nun “Anadilde eğitim için öğretmeni nereden bulacaksınız” sorusu ister istemez devreye girmiş oluyor. Hazır konu açılmışken bir saptama daha yapalım: CHP Programı’nda “anadil” ile ilgili ifade şöyle: “Her etnik kökenden yurttaşımızın, kendi özgür irade ve talepleri çerçevesinde; kendi anadilini özgürce kullanabilmelerine, özel dershaneler veya kurslar gibi kurumlar kurarak anadillerini özgürce öğrenebilmelerine ve öğretebilmelerine olanak tanımayı çağdaş demokrasi anlayışının gereği sayar.” Devlet okulunda “seçmeli ders” ayrı şey, “özel dershaneler veya kurslarda öğrenim” ayrı şey... Eğer, basında yer aldığı gibi “Kürtçe seçmeli ders” önerisi seçim bildirgesine girecek olursa, CHP, programını da değiştirmek zorunda kalacak. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK [email protected] ‘ nsan Hakları’ Üzerine Masallar: ‘8 Mart Kadınlar Günü’ 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde yaklaşık 40 bin dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle, bir tekstil fabrikasında greve başlar. Ancak fabrika sahipleri de bu greve engel olmaya çalışır. “Patronlar grevin başka fabrikalara sıçramasını, yayılmasını önlemek, engellemek için, greve giden kadın işçileri fabrikaya kilitler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Grev bir felakete dönüşür. Yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçarak kurtulmayı başarır. Yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür.” Çeşitli ülkelerde 8 Mart, “Dünya Kadınlar Günü” olarak ilan edilir. Dünya Savaşı yıllarında bazı ülkelerde kutlanması yasaklanan 8 Mart’ın, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nca 1977 yılında, “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması kabul edilir. Kadına uygulanan dışlanma ve şiddet eylemleri hız kesmeden günümüze kadar süregelmiştir. Bu şiddet eylemlerinden biri de, 2002 yılında Suudi Arabistan’da bir okulda yaşanmış ve okulun 15 kız öğrencisi okulda çıkan yangında görevlilerin gözleri önünde can vermiştir. Basında yer alan haberlere göre: Bu 15 kız öğrenci kurtarılabilirdi. Ancak kurtarılmadı. Çünkü yasaktı. Suudi Arabistan’da bulunan ve Mutaween adı verilen ve “Din polisi” denilen kişiler kız öğrencilerin yanan binadan ayrılmasına izin vermemiş, hatta bununla da yetinmemiş kızları kurtarmak isteyen itfaiye erlerine de engel olmuş. Çünkü yangından kurtulmaya çalışan kızların giyimleri İslami usullere uygun değilmiş. Bu “cinayetin” üzerinden 8 yıl geçtikten sonra, Suudi Arabistan’da “devrim” niteliğinde bir karar alınmış. “Suudi Arabistan Eğitim Bakanlığı olaydan 8 yıl sonra gerekli dersleri çıkararak, bundan böyle kız çocuklarının da okullarda meydana gelen yangınlar sırasında itfaiye erlerince kurtarılmasına izin vermiştir.” 21. yüzyılda 15 kız çocuğunu döve döve ateşe atanların, ortaçağ Avrupa’sında, “cadı avında” yakaladıkları kadınları ateşe atıp yakanlardan hiç farkı yoktur. Herkes, kadın erkek eşitliğinden söz etmekte, bu konu sürekli gündemde tutulmaktadır. Ancak yapılan araştırmalarda ortaya çıkan gerçekler, “söylemlerle” nedense çakışmıyor. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre: “Kadınlara karşı şiddet dünyada en yaygın, ancak en az cezalandırılan suçtur. Tahminlere göre 113 ile 200 milyon arasında kadın demografik olarak ‘kayıp’ (yok) görünmektedir. Fuhşa zorlanan ya da bunun için satılan kadınların sayısı yılda 700 bin ile 4 milyon arasındadır. Cinsel kölelik düzeninden elde edilen kazançlar yılda tahminen on iki milyar dolardır. Küresel olarak, on beş ile kırk beş yaş arası kadınlar, kanser, sıtma, trafik kazaları ve savaşlardan daha ziyade, erkek şiddetinin sonucu hayatını kaybetmekte veya sakatlanmaktadır. En az üç kadından biri dövülmüş, cinsel ilişkiye zorlanmış ya da hayatı boyunca başka türlü suiistimal edilmiştir (tecavüz, kötü davranış).” Yaşananlar karşısında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “insan hakları” üzerine yazılmış bir “masal kitabı” gibi okunmaktadır. “Madde 1 Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar. Madde 2 Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir.” HARB SEM H POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] OTOBÜSTEK LER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Çeşitli seb 1 zelerin etle pişirilmesiyle ya 2 pılan yemek... 3 İlave. 2/ Buy 4 ruk... İslamlık öncesi Türk 5 edebiyatında, 6 ölen bir kimse7 nin ardından yazılan şiire 8 verilen ad. 3/ 9 Kısa saplı odun 1 2 3 4 5 6 7 8 9 baltası... Kayısı, erik, zerdali gibi meyvele 1 M E L A M İ L İ K rin kurusu. 4/ Doğal 2 E Ğ İ N S EME gazın önemli bir bi 3 T E P İ R Ş A T leşeni olan gaz... Bir 4 İ L A Ç MA nota. 5/ Hayat arka 5 S A T İ A G E L daşı... Sahip olma, 6A L N A P A kazanma. 6/ Osmanlı devletinde başba 7 R İ M N A Z İ K T E R E kan. 7/ Eskrimde kul 8 O Z A N 9S E L E F İ L İ K lanılan üç silahtan biri... Bir ilimiz. 8/ Okul, kışla gibi yerlerde hastalar için ayrılmış bölüm... İskambilde koz. 9/ İtalyan mutfağına özgü bir tür hamur işi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya özgü, tavuk eti, sarmısak ve ekmekle yapılan bir tür pilav. 2/ Üstü kapalı olarak anlatma... Küçük kilise. 3/ Diyarbakır’ın bir ilçesi... “Gamzedeyim bulmam” (Tatyos Efendi). 4/ Yanardağ ağzı... Belirti. 5/ Tıp öğreniminde, üzerinde çalışmak için hazırlanmış ölü insan vücudu. 6/ Notada durak işareti... Çekişme, kavga. 7/ Yiyecek bulamayan, yoksul kimse... “Yok” anlamında argo sözcük. 8/ İçgüdüsel istek... Tantal elementinin simgesi. 9/ Teori... “Gözlerim gözlerine değince/ katılıyor rakıya” (Cahit Külebi). Düzeltme ve özür Dünkü Pazar Dergi bulmacasında yukarıdan aşağıya 1. sıradaki bilim tarihçimiz Aydın Sayılı olacakken Adnan Sayılı olarak sorulmuştur. Okurlarımızdan özür diler, düzeltiriz. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle