18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 MART 2011 PAZARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 DİSKAR’ın raporuna göre sanayide brüt reel birim ücretleri kriz öncesine göre yüzde 8.24 oranında düştü AKP yoksullaştırdı Sanayide Reel Birim Ücretler ve stihdam 2010 Raporu’nda, emekçilerin yoğun çalışma sürelerine karşın, düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakıldığı, halkın sefalete itilmesi üzerinden yaratılan zenginliğin halka geri dönmediği vurgulandı. Ekonomi Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü (DİSKAR), sanayide brüt reel birim ücretlerin kriz öncesine göre yüzde 8.24 oranında düştüğünü açıklayarak, 2007’de sanayide çalışan her 100 kişiye karşın 2010’da 95 kişinin bulunduğunu dile getirdi. DİSKAR, Sanayide Reel Birim Ücretler ve İstihdam 2010 raporunu açıkladı. Raporda 2. Erdoğan hükü şsizin parası GAP’a aktı Ekonomi Servisi İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’na (İSMMMO) göre, 10 yılda İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken 60.6 milyar liranın yalnızca 3.7 milyar lirası, yani yüzde 6.2’si işsizlere ödendi. İSMMMO’nun, ‘İşsizlik Sigortası Fonu’nda 10 Yılın Sonucu’ araştırmasına metinin çalışanları yoksullaştırdığına işaret edilerek sanayi istihdamında da 2007 rakamlarına ulaşılamadığı belirtildi. Raporda, üretimin sanayi sektöründe 3 yıl öncesi rakamlar yakalanırken, istihdamda kriz öncesi rakamlara ulaşılamamasının en önemli nedenlerden birinin işten çıkartılan göre, fondan işsizlere ödenen miktar, fon toplamının sadece yüzde 6.2’si düzeyinde kaldı. Buna karşılık, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan GAP için kullanılmak üzere Hazine hesaplarına aktarılan miktar 20082010 döneminde 9.1 milyar TL’yle işsizlere ödenen miktarın yaklaşık 2.7 katına ulaştı. Bu gerçekleşme de işsizlik fonunun işsizler için kullanılmadığını ortaya koydu. Rapora göre resmi işsiz sayısının 3 milyonu bulduğu Türkiye’de 10 yılda işsiz kalarak Fon’dan para almayı başarabilmiş kişi sayısı ise 2 milyonu biraz aşıyor. Fon’da 2010 sonu itibarıyla işsize dağıtılmayı bekleyen miktar ise yaklaşık 46 milyar lira. ken, diğerlerinin yoksullaştığı bir sistem ile övünülecek bir şey yoktur. Esnekliğin bu denli yaygınlaştığı, istihdamın yarısının kayıtdışında olduğu, reel ücretlerin gerilediği bu süreçte, krizin etkileri ile mücadele diye akıllarda kalan somut hiçbir şey yoktur” denildi. CHP’nin İnsanlık Anlayışı Farkı= Demokrasinin ‘Sigortası’ Seçimlere gidilirken, CHP’nin önerdiği Aile Sigortası’nın uzak ara en önemli proje olduğu görülüyor. Çünkü Aile Sigortası’yla Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyişiyle yalnız yoksulluğun tarihe gömülmesi sağlanmıyor, tüm yurttaşların ekonomik özgürlüğü güvence altına alınarak gerçek demokrasinin altyapısı da oluşturuluyor. AKP iki dönemdir sürdürdüğü iktidarı boyunca, kendisinden önce oluşturulan ekonomi politikalarını virgülüne dokunmadan uyguladı. Bilindiği gibi, uygulanan ekonomi politikasının sosyal ayağı bulunmamaktadır. Sosyal ayağı bulunmayan demokrasi de bir türlü gerçek demokrasi olmuyor; olamıyor. CHP’nin önerdiği Aile Sigortası’yla bu büyük açık ya da eksiklik giderilecek, demokratikleşme sürecinin rayına oturması yolunda önemli bir adım atılmış olacaktır. Tam metni www.chp.org.tr bağlantısında ya da CHP’nin tüm il ve ilçe örgütlerinde bulunan Ekonomi Bülteni’nin şubat II sayısında bulunabilecek olan Aile Sigortası’nın ayrıntılarına burada girilemiyor. Ancak, Aile Sigortası’na burada belirtilmesinde yarar gördüğümüz ve asıl üstünlüğünü veren iki özelliği var. Bunlardan birincisi sosyal hak kavramıdır, ikincisi de Aile Sigortası projesinin bilimselliğidir. On yıla yakın bir süredir iktidarda bulunan AKP de bazı sosyal yardım uygulamaları yapıyor. Dağınık, keyfi ve masraflı olan AKP sosyal yardımlarıyla CHP’nin Aile Sigortası yaklaşımı arasında, hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir anlayış ve nitelik farkı vardır. AKP anlayışında, sosyal yardımlar, “düşkün” ve “muhtaç” olanlara hükümetin verdiği bir tür “sadaka”dır. AKP anlayışı yurttaşı aşağılıyor; “incitici” bir özellik taşıyor. AKP yoksula sadaka vererek oy istiyor; sadakat bekliyor. CHP anlayışı ise Aile Sigortası desteğini, destek alan yurttaşın hakkı sayıyor. Hak alan yurttaş özgürleşir; CHP projesi bunu öngörüyor. CHP ile AKP yaklaşımları arasında hak ile sadaka kadar fark vardır! Bu fark, aynı zamanda gerçek demokrasi ile AKP’nin yapay ya da göstermelik demokrasisi arasındaki farktır! Aile Sigortası’nın ikinci özelliği, bilimselliğidir. Şurası bir gerçektir ki AKP’li yıllar, kamu yönetimi uygulamalarının giderek bilimsellikten uzaklaştığı yıllardır. Anaokulundan üniversiteye, doğal ve tarihsel çevrenin korunmasından kentleşmeye dek hemen her konuda yapılanlar bunun kanıtıdır. CHP Aile Sigortası önermesini olabildiğince bilimsel verilere dayandırıyor. Olabildiğince diyorum, çünkü AKP iktidarı döneminde derlenen toplumsal ve ekonomik konulara ilişkin istatistiklerin çok önemli bir eksiği olarak güven sorunu ön plana çıkıyor.. Aile Sigortası çözümlemeleri, genel anlamda ve çocuklar arasında yaşanan yoksulluk, özellikle gençler ve kadınlar arasında ülke ortalamasının çok üstünde olan işsizlik ve gelecek yıllarda toplam nüfus içindeki payı artacak olan yaşlılık, giderek ağırlaşan kırsal yoksullaşma, sosyal sigorta programlarından yararlanamayanlar ve özel olarak korunması gereken engelliler, çocuklar ve tek yetişkinli aileler konusundaki gerçeklere dayanıyor. Bugünkü sosyal koruma ve güvenlik sisteminin sorunlarını özetleyen Aile Sigortası çalışması, yetişkin, çocuk, çocuk eğitim, sosyal uyum, yaşlı, engelli ve sağlık destekleri başlıkları altında aylık ödeme tutarlarına uzanan ayrıntılar veriyor. Aile Sigortası projesi, AKP ve yandaşlarınca kaynak nerede diye sorgulanmak istendi. Oysa proje bu konuda da çok somut: “Kayıt dışı ekonomi ve kayıt dışı istihdam sorunlarının azaltılmasıyla elde edilecek ek gelirlerin küçük bir kısmıyla da ek parasal kaynak gereksinimi ortadan kaldırılmış olacaktır.” Devletin en yeni istatistikleri ekonominin yüzde 43.3’ünün kayıt dışı olduğunu gösteriyor. Bu kaçağı bir türlü azaltamayan AKP, aklı sıra CHP’ye kaynak nerede diye soruyor! Seçimlere dek diğer partiler dahil, seçmene sunulacak tüm projelerin içinde Aile Sigortası bilimselliğiyle ayrı bir yer edinecektir. Aile Sigortası’yla, insanının gelişmesi ve toplumsal ilerlemesi ekonomik gelişmesinin gerisinde kalan Türkiye’nin bu dengesizliği giderilmiş olacaktır. Aile Sigortası, Türkiye demokrasisinin en büyük eksiği olan ekonomik olarak özgür birey amacını gerçekleştirecek çok önemli bir girişimdir. Önemli olan, Aile Sigortası girişiminin toplumsallaşmasının sağlanmasıdır! Seçimlerden sonra yeniden bir AKP kâbusu istemeyenlere (ve kimi zaman biz ne yapabiliriz diye soranlara) düşen en temel görev budur! işçilerin geri alınmaması ve işverenlerin aynı işi mevcut kadrosu üzerinden daha yoğun ve esnek çalışma ile gerçekleştirmeyi tercih ettiği ifade edildi. Rapora göre son 3 yıllık süreçte reel birim ücretlerde ciddi kayıplar yaşandı. İşçi başına üretkenlik 3 yıllık süre zarfında yüzde 7.53 dü zeyinde yükseliş kaydetti. Buna karşın, son 3 yıllık dönemde sanayide reel birim ücretlerin en fazla gerilediği sektörlerin başında yüzde 35 ile ağaç ve ağaç ürünleri, yüzde 34 ile elektrik gaz üretimi ve dağıtımı, yüzde 33 ile diğer imalatlar geldi. Raporda “Birileri sürekli zenginleşir Deprem dev şirketleri de vurdu Ekonomi Servisi Japonya’da meydana gelen depremin ardından ülkede küresel çapta üretim yapan pek çok şirket büyük zarara uğrayarak üretimlerini durdurmaya başladı. Reuters’in derlediği hasar raporuna göre: Toyota: Toyota Motor, yedek parça fabrikalarındaki hasardan dolayı, ülkedeki üretimini pazartesiden itibaren durduracağını açıkladı. Nissan: Bölgedeki üç fabrikasında üretimi durdurdu Honda: Japonya’daki iki fabrikasını kapatması bekleniyor. Sony: Şirketin ikisi Fukushima, dördü de Miyagi de olmak üzere Japonya’daki altı fabrikasının tamamında faaliyetler de durduruldu. Panasonic: Fukishima’da ses sistemleri ve dijital kamera üreten iki fabrika, Miyagi’de ise fotoğraf makinesi lensi üreten bir fabrikada üretim durdu. Fujitsu: Bazı üretim tesisleri zarar gördü ancak ölü ya yaralı yok. Cosmo Oil: Tokyo’nun doğusundaki petrol rafinerisinde büyük yangın çıktı. Şirketin tüm faaliyetleri durdu. Hükümet Japonya’dan ders almıyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, “Fukuşima, birinci nesil bir nükleer santral. Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santral ise 3. nesil. Özellikle Çernobil kazasıyla beraber dizaynırlar teknolojik gelişmelerde güvenliği çok ön plana aldılar” diyerek Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santralları savundu. Yıldız, Japonya’daki nükleer santralda Doğa Savaşçıları Çevre Örgütü, Beşiktaş’ta gösteri yaparak nükleer santralları protesto etti. Barbaros Meydanı’nda toplanan grup “Çevre Korumacılığı Tüm nsanmeydana gelen sızıntının şu anda Türkiye’ye lığın Ortak Geleceğidir” yazılı pankart açarak “Nükleere hayır” sloganları attı. bir yansımasının bulunmadığını söyledi. Yıldız, Türkiye’nin çevresinde 99 noktada yapılan okumaların online sistemle an an kriz merkezine aktarıldığını, kriz merkezinde de böyle bir ölçümleme gelmediğini kaydetti. Fukuşima’nın 1971’de inşa edildiğini belirten Yıldız, “Oradaki olay Ekonomi Servisi Elektrik Mü yer aldığını belirten EMO, deprem ku sı’ndan bu yana depözellikle kamuoyunda Çernobil ile hendisleri Odası (EMO), Japonya’da şağında olan bu bölgeye nükleer sant remlerin tetiklediği, meykarşılaştırılıyor. Oysa Çernobil’den ki depremin ardından bölgede nükle ral kurulamayacağına ilişkin bugüne dana gelen onlarca kazanın farklı bir durum olduğunu görüer santrallar konusunda alarm veril kadar yapılan uyarıların dinlenmedi gizlendiğine ve sonuçları yoruz. Çünkü Çernobil’de zinhakkında güvenlik, teknolodiğine dikkat çekerek yaşanan tüm ge ğine işaret etti. cirleme bir reaksiyonun deEMO açıklamasında “Depremde jik sır vb. gerekçeler gösterilişmelerin, Türkiye’nin Akkuyu’da vam ettiğini görmüştük, Fukurmaya çalıştığı nükleer santral için Onagawa Nükleer Tesisi zarar gör lerek gerçeklerin açıklanmadığını kuşima’da ise bu reaksiçok önemli bir uyarı niteliği taşıdığı müş, Fukuşima 1 santralında pat kaydedilerek, nükleer güvenlik yonun durdurulduğu nı açıkladı. Akkuyu’da kurulmak is lama olduğu ve nükleer sızıntı mey konusunda sicili bozuk bir ülkede yabilgisi alındı” tenen nükleer santralın, Ecemiş Fay dana geldiği açıklanmıştır” denildi. şanan son olayın, bir dönüm noktasıdedi. Hattı’na 2530 kilometre uzaklıkta 1986’da yaşanan Çernobil Facia na gelindiğini gösterdiği belirtildi. Nükleer için uyarı “Bu kriz o kriz” derken, kapitalist uygarlığa ilişkin beklemeye başladığımız büyük dönüşüm olasılıklarına bir yenisi daha eklenmiş gibi görünüyor: Petrol çağının son evresine girmiş olabilir miyiz? Egemen kriz yönetim modeli, “Batı” merkezli neoliberal küreselleşme, 2007’de patlak veren mali bir krizle tükendi. Bu yıl da, kapitalist uygarlığın yüz yıldır dayandığı enerji kaynaklarının tedarikinde 1970’lerden bu yana belirleyici olan enerji düzeninin yıkılma olasılığı gündeme geldi. Enerji jeopolitiği alanındaki çalışmaların etkin isimlerinden, Kaynak Savaşları (2002), Petrol ve Kan (2004) kitaplarıyla da bildiğimiz Prof. M. Klare’ye göre “Kuzey Afrika’yı sarsan protestolar, ayaklanmalar, isyanlar nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, bir şey kesin: Petrol dünyası kalıcı olarak dönüşmüş olacak” (Le Monde Diplomatique, 4/03/11). etrol, Emperyalizm ve demokrasi Uluslararası finans devlerinden City Group’a işletme müdürü ve emtia piyasaları araştırma bölümü başkanı olarak katılacak olan Edward L. Morse da “2011 yılı, petrol piyasalarını yeniden şekillendiren 1971 yılı kadar sarsıcı olacak” diyor. (Foreign Affaires, 08/03/11) 1971 yılında Libya, Cezayir, Irak ve Suudi Arabistan, Avrupa’ya giden petrolün fiyatının saptanmasını Batı’nın petrol şirketlerinin elinden aldılar. Avrupa’da petrolün fiyatı bir günde yüzde 35 arttı. Libya, İngiliz BP’nin ülkedeki imtiyazlarını, Cezayir de Fransız CFP’nin hisselerinin yüzde P 51’ini devletleştirdi. OPEC (Petrol ihraç eden ülkeler örgütü) yabancı petrol şirketlerine uyguladıkları, yüzde 50’nin altında seyreden vergileri yüzde 80’lere yükselttiler, birbiri ardına petrol kaynaklarını devletleştirmeye başladılar. Bu madalyonun öbür yüzündeyse giderek bugünkü isyanlara zemin hazırlayacak olan bir petrol düzeni modeli şekilleniyordu. Dünya petrol üretimi içinde OPEC ülkelerinin payı 1973’te yüzde 55’ti. Bu oran 1980’de yüzde 30’a düştükten sonra, OPEC dışı üretimin gerilemeye başlamasıyla, 1990’larda yüzde 40’a, 2010’da da yüzde 50’ye yükseldi (Energy Bulletin, 17/09/10). Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin dünya üretimindeki payı 2007’de yüzde 35 olurken gelecek yıllarda artarak 2020’de yüzde 43’e ulaşması bekleniyor (Klare). Bu veriler dünya enerji tedarikinin bu ülkelerin ürettikleri petrole bağımlı olduğunu ve fiyatların dayanılmaz düzeylere yükselmemesi için üretilen petrolün neredeyse tümünün ihraç edilmesi gerektiğini gösteriyor. Bu ülkelerin ürettikleri petrolün büyük kısmını ihraç etmeye devam edebilmeleri için de ülkelerindeki petrol tüketiminin düşük düzeyde kalması gerekiyor. Bu da, bu ülkelerin halklarının refah düzeyinin giderek artan bir petrol tüketimine yol açmayacak düzeyde tutulması anlamına geliyor. Örneğin petrol gelirleri kalkınmada kullanılır, sanayi üretimi gelişir, çalışanların toplam nüfus içindeki oranı ve giderek alım gücü, tüketim kapasiteleri artarsa, bu ülkelerde enerji tüketimi giderek artar, petrol, gaz ihracatıysa azalır. Böyle bir senaryo, dünya petrol üretimi tarihsel olarak zirve yapar, Kriz ve ‘Yeni Enerji Düzeni’ eğilim olarak gerilemeye hazırlanırken petrol fiyatlarında sürekli, hızlı bir artış anlamına gelecektir. Bu senaryonun gerçekleşmesini önlemenin yolu da petrol ihraç eden ülkelerde, petrol gelirlerinin halka ulaşmasını engelleyerek dar bir yönetici, aile, klan ya da tabakanın elinde yoğunlaşmasına olanak sağlamaktan geçer. Ancak bu yönetimlerin meşruiyeti, istikrarı çok zayıf olur, en ufak bir demokratik halk hareketi karşısında yıkılırlar. Halk hareketi ve demokratikleşmeyse, refahın ve petrol tüketiminin artması anlamına gelecektir. Bu noktada da devreye “emperyalizmin” girerek, önce petrolü ele geçirmeye çalıştığını, sonra da bu tip baskıcı rejimlerin yaşaması, bu ailelerin, tabakaların vb. halklarına rağmen iktidarda kalması için gereken desteği sağladığını görüyoruz. Bu ailelerin, tabakaların elinde biriken parayı da Batı, özellikle de ABD, Filistin sorunu canlı tutularak yaratılan sürekli savaş ortamında silah satarak geri alıyor, “askerisınai kompleks” denen yapının sermaye birikimini, dolayısıyla ABD hegemonyasını destekliyordu. ABD 2008 ve 2009 yıllarında, Suudi Arabistan’a 9.2, Mısır’a 4.22 miyar dolarlık silah sattı. Bugün Arap dünyasını sarsan dalganın arkasında işte böyle çarpık bir enerji düzeninin yıllardır biriktirdiği, gıda fiyatlarındaki son artışlarla patlamaya başlayan halk öfkesi, “Yeter artık, git başımdan!” isyanı var. alkın tepkisi petrol düzenini yıkıyor H Suudi Arabistan petrol düzeninin en önemli taşıyıcı sütunu. Dünya petrol talebi günde 55 milyon varil (g/mv). Suudi kuyuları 12 g/mv üretiyor. Dünya petrol fiyatlarında ani bir artışı engelleyebileceği varsayılan ek kapasite yalnızca Suudi Arabistan’da var. Bu nedenlerden dolayı petrol piyasaları, halk ayaklanmaları ne zaman Suudi rejimini etkilemeye başlayacak korkusuyla yaşıyorlar. Suudi Arabistan’ın Bahreyn, Umman, Yemen gibi komşuları ayaklanmaların etkisi altına girdi. Bu ülkelerin yönetimleri taviz verdikçe göstericilerin daha da cesaretlenerek sayılarının arttığı; taleplerinin kapsamının genişlediği görülüyor. Bahreyn’in nüfusunun çoğunluğunu, Umman’ın nüfusunun yüzde 17’sini Şiiler oluşturuyor. Bu yüzden Suudi rejimi, hem isyan dalgasının kendi halkını etkilemesinden hem de Suudi Arabistan’ın toplam nüfus içinde payları yüzde 15 civarında olmakla birlikte en önemli petrol kuyularının bulunduğu bölgede yaşayan Şii nüfusunu ayaklandırarak üretimi aksatmasından korkuyor. Ancak, Suudi Arabistan’daki Sünni nüfusun, aydınlardan ve öğrencilerden başlayarak huzursuzlanmaya, Şii nüfusun da, henüz bir isyan dalgasına dönüşmemiş olsa da protesto gösterileri düzenlemeye başladığı görülüyor. Perşembe gecesi Arabistan’ın doğusunda Şiilerin çoğunluğu oluşturduğu bölgedeki Katif kentinde gösteri yapan protestoculara polis ateş açtı, göstericilerden bazıları yaralandı. Ancak sonra, cuma günü namazdan sonra, başkent Riyad’da gerçekleşmesi beklenen gösteriler büyük çaplı polis müdahalesiyle engellendi. The Guardian’da yazan Eman Al Nafjan, “Suudi Arabistan korkusunu kaybediyor” saptaması yaparken (08/03/11) Suudi hanedanına karşı öfkenin artmaya başladığı görülüyor. Bu ülkeyi yakından bilen askeri/siyasi analist Brian Downing, Suudi Arabistan’dan hem genel olarak genç kuşağın hem de Suudi hanedanının genç üyelerinin yaşlı ve tutucu kesime karşı öfkelerinin, meşruti monarşiye geçme talebinin giderek arttığını gözlemliyor (The Asia Times, 11/03/11). Bölge rejimleri ayakta kalabilmek için, halkın öfkesini yatıştırmaya yönelik “reformlarla” toplumsal harcamaları arttırmaya başladılar. Ürdün, Suriye, Fas rejimleri hemen bu trene atladı. Tunus, Mısır, Cezayir’de halk yeni elde ettiği pazarlık gücünü “demokratik” haklarını, refah düzeyini arttırma yönünde devlete baskı yapmakta kullanıyor. Suudi Arabistan, bölgenin en baskıcı rejimi, ayaklanmadan kurtulmak için kesenin ağzını açarak 36 milyar dolar harcayacağını açıkladı. Bu devrimci dalga, daha şimdiden petrol düzeninin taşlarını yerinden oynatmaya başladı. Boydak yurtdışında iki fabrika aldı Ekonomi Servisi Boydak Holding, Rusya ve Ukrayna’da Polonyalı Forte SA’ya ait iki ayrı mobilya fabrikasını 20 milyon dolara satın aldı. Bölgenin mobilya ihracatı konusunda zorlukla karşılaşılması ve gelecekte büyüme potansiyeline sahip olması nedeniyle yatırım kararı alan şirket, buraya ilk 5 yıl içerisinde 60 milyon dolar daha ilave bina ve makine yatırımı yapacak. Boydak Holding burada yatak, kanepe ve oturma gruplarından oluşan döşeme mobilya ve ev tekstili imalatı gerçekleştirecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle