25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 16 KÜLTÜR CUMHURİYET 16 ŞUBAT 2011 ÇARŞAMBA [email protected] Bir dönemin ‘Siyah Kuğu’su Hülya Aksular, beyazperdenin ‘Siyah Kuğu’su Natalie Portman’ı yorumladı DEFNE GÖLGESİ TURGAY FİŞEKÇİ Dansçı gözüyle ‘Siyah Kuğu’ SİBEL ÇORBACIOĞLU Sanatçının Bireyselliği ve Toplumsallığı Çağdaş şiirimizin temelindeki ana damarlardan biri Tevfik Fikret’tir. Fikret, pek çok başka şiirlerinin yanı sıra “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şairim” dizesiyle de ünlüdür. Nedir bu dizelerle anlatılmak istenen? Ozan bütün hayatı boyunca bu dizelerde anlattığı insan olabilmiştir. Hem edebiyatta, hem çalışma hayatında, hem de siyasal tavırlarında ancak büyük bir sanatçının sahip olabileceği özgüven ve özgürlük içinde davranabilmiştir. Düşünün ki, 1905’te baskı yönetiminin başındaki II. Abdülhamit’e karşı girişilen suikastın başarılı olamaması üzerine duyduğu üzüntüyü belirten bir şiir yazabilmiş; 31 Mart ayaklanması olduğunda gericilerin, müdürü olduğu Galatasaray Lisesi’ni yıkacakları haberi gelince, “önce beni yıkmaları gerekir” diyerek okulun kapısına dikilebilmiştir. Yalnızca padişahı değil, iktidar partisi İttihat ve Terakki’yi de sert biçimde eleştirmiş, devrin yolsuzluklarını dile getiren “Yiyin efendiler yiyin, bu hanı iştiha sizin / Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin” dizeleriyle ünlü “Hanı Yağma” şiirini yazabilmiştir. Fikret’in bütün hayatı, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şair” örneğidir. Fikret’in yolunda yürüyen ikinci ozanımız Nâzım Hikmet oldu. Önce kendisine önerilen devlet olanaklarının hiçbirini kabul etmedi, “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şair” olarak yaşamak istedi. Ardından durduk yerde yirmi sekiz yıl hapse hüküm giyince gıkı çıkmadı; İstanbul, Ankara, Çankırı, Bursa cezaevlerinde on iki yıl yatıp, gürül gürül şiirlerini yazdı. Yurdundan ayrılıp Sovyetler Birliği’nde yaşamak zorunda kalınca, bu ülkedeki baskıcı uygulamaları daha ilk günden eleştirdi. Burada da türlü baskılarla karşılaştı ama yine Fikret’in dediği gibi, “Hak bildiği yolda” yalnız gidebildi. Fikret’in ve Nâzım’ın açtığı yolda şiirimiz 80’lere dek “namus” çizgisini yitirmeden geldi. Fikret ve Nâzım örneklerini anmamın nedeni büyük sanatçıların bireysel özgürlüklerini her şeyin üzerinde tutmalarıdır. Buradaki bireysel özgürlükle anlatmak istediğim, düşüncesi ve vicdanı (içinin sesi) özgür insanlar olmalarıdır. Kişisel, güncel, bütün küçük hesapların üstüne çıkıp, evrensel soy insanın tutum ve davranış biçimi içinde olabilmeleridir. Böylesi sanatçılar hem kendi toplumları, hem de bütün insanlık için örnek oluştururlar. Aslında kalıcı insani ve sanatsal değerlerin yaratılabilmesi ancak ardında böylesi dürüst hayatlarla olanaklıdır. Fikret’in çağdaşı Abdülhak Hamit’i düşünün bir de. Yaşadığı dönemde “şairi âzam” sayılırdı. Devletten aldığı maaş ve yardımlarla geçirdi ömrünü. Hiç özgür düşünceli bir insan gibi davranamadı. Bugün kaç dizesi anımsanıyor? Sözü günümüze getirirsek, bugün sanatın türlü dallarıyla uğraşan sayıları binleri aşan her yaştan sanatçılarımız, alanlarında ürünler verirken kendilerini ister istemez “piyasa koşulları”nın, devletle ya da sermaye gruplarıyla uzak yakın ilişkilerin içinde buluyorlar. Hatta böyle ilişkiler kurabilmek için çaba gösteriyorlar. Geçen aylarda başbakanla bir araya gelen edebiyatçılardan, ülkemizin, insanımızın temel kültürel sorunlarına ilişkin sözler duyamamış olmamız düşündürücü değil mi? Kimi TRT’deki programının kaldırılmasından yakınmış, kimi azınlıklardan bakan olsun demiş, kimi “sayın” sözcüğünü kullanamadığı için üzüntülerini iletmiş... Dönüp Tevfik Fikret’e, Nâzım Hikmet’e bakıp, aydın ve sanatçı olmanın anlamı üstüne yeniden düşünmenin zamanıdır. [email protected] adıköy’de sabahın delici soğuğunu kıran sıcacık bir sohbet... Gündelik hayatında sıkça tercih ettiğini söylediği siyah renge tepeden tırnağa bürünerek geldiği sohbetimizde yalnızca bir ‘Siyah Kuğu’nun değil, gerçek bir balerinin zarafetini taşıyor Hülya Aksular. İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde 18 yaşında oynadığı “Kuğu Gölü” balesi ile ‘En Genç Başbalerin’ unvanına sahip olan ve bu unvanı uzun yıllar taşıyan Aksular... “Kuğu Gölü” balesinde ‘Siyah’ ve ‘Beyaz’ Kuğu rollerini kapsayan “Kraliçe Kuğu”yu yıllarca başarıyla oynayan Aksular ile Natalie Portman’ı Altın Küre ve İngiliz Film ve TV Sanatları Akademisi ödüllerinde En İyi Kadın Oyuncu seçtiren, Oscar Ödülleri’nde aynı dalda en güçlü aday kılan “Black Swan” (Siyah Kuğu) filmini konuştuk. Yurtdışında gösterime girmesiyle birlikte sinema eleştirmenleri tarafından çok beğenilen, ama dans çevrelerinde tedirginlikle karşılanan film, 17, 19 ve 20 Şubat’ta !f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali’nde gös K Ali İlhan’ın ilk filmi ‘Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak’ın ünlü oyuncusu Claudia Cardinale İstanbul’da Sinyora Claudia’yla Türk olmak Bir zamanlar büyük usta Visconti’nin vazgeçilmezlerinden olan Cardinale, Ali İlhan’dan sonra Ferzan Özpetek’le de çalışmak istiyor. ‘Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak’ filminin oyuncularını başarılı bulan Cardinale, İsmail Hacıoğlu’nu ise çok başarılı olarak niteliyor. ALPER TURGUT MUSTAFA ATA, ‘KİŞİSEL SERGİSİ’NDEN ‘TESADÜFEN’ HABERDAR OLDU Natalie Portman terilecek, 25 Şubat’ta ise tüm sinemalarda gösterime giriyor. Filmi nasıl buldunuz? Film beni her şeyiyle çok etkiledi, hatta sarstı. Filmi ve Natalie Portman’ı bir dansçı gözüyle izledim ve çok beğendim. Çocukluğumdan beri hep ‘Kuğu Gölü’nün film olmasını istemişimdir, bu yüzden de çok hoşuma gitti, düşlerimi elimle tutmuş oldum. Bale zorlu, disiplinli ve sizi hep rekabet içine salan bir sanattır. Bunların filmde çok abartıldığını düşünmüyorum. Filmde, sanatımızın içinde aslında var olan ama örtmeye çalıştığımız bu tarz noktalara değinilmiş. Bale dünyasında ve sanatın her dalında ‘iyiler’, filmdeki kadar uç noktalarda sorunlar yaşamıyor. Bu sorunları yaşayanların ise bir şeyi kazanmak için sanatta veya yaşamda feda ettiklerinin sınırları yok. Ama herkesin başına bunlar gelmiyor. Filmde “Mükemmellik sadece kontrol demek değildir” deniliyor, katılıyor musunuz? Bu doğru bir yaklaşım. Ama mükemmeliğin tohumlarını atabilmek için çok kontrollü olmak lazım. Hem ürettiğiniz işte, sanatta, hem de yaşamda. Filmde Portman için ‘Kraliçe Kuğu’ rolü kendisiyle bir savaşa dönüşüyor. Bu rol gerçekten sınırları zorlayan bir rol müdür? Benim ilk klasik, büyük başrolüm ‘Kuğu Gölü’ olduğu ve daha 18’ime girmeden bunu oynadığım için, başlangıcı çok zorluydu benim adıma. Ben ‘Siyah Kuğu’yu daha çok beğeniyordum çünkü daha çok benim kontrolümdeydi, daha sertti. Yıllanmış şarabı nasıl belli bir yaşta bilir, içer ve tadını anlarsanız ‘Beyaz Kuğu’ da öyledir. Gençken çok anlaşılmayan bir roldür. ‘Kuğu Gölü’nün en büyük zorluğu bale sanatının getirdiği tüm zorlu tekniklerin de içinde barınıyor olmasıdır. İki farklı karakter hepimizin içinde olan bir şey olduğundan çok da zorlanmazsınız. Siz de filme yöneltilen eleştirilerdeki gibi, filmde kullanılan iyilik ve saflık unsurlarını biraz abar Hülya Aksular Natalie Portman tılmış buldunuz mu? Bale sanatçıları çocukken çok büyük bir disiplin içine sokulurlar ve çocukluklarını yaşayamazlar. O yüzden de oyuncaklar, çocukluklarına sığınmadır. Filmde kullanılan unsurlar çocukluğa dönüşü yansıtıyor diye düşünüyorum. Çocuklukla balenin tek bağlantısı, kullanılan somon pembesidir. Yoksa balede çocukluk diye bir şey olmaz. Hülya Aksular, “Zor herkesi çeker, aşk gibi” diyor ve balenin de bu yüzden çok çekici olduğunu söylüyor. “Bu filmi seyredip çocuklarını baleye vereceklerin olacağını düşünüyorum” diyor, ama çocukların bu filmi tek başlarına seyretmesinden yana değil. Daha 18 yaşındayken oynadığı ‘Kuğu Gölü’ ile En Genç Başbalerin unvanını alan Aksular, “Film beni her şeyiyle çok etkiledi, hatta sarstı” diyor. “Filmi ve Natalie Portman’ı bir dansçı gözüyle izledim ve çok beğendim.” Sanatçısından habersiz bir sergi ÖZLEM ALTUNOK Claudia Cardinale, ‘Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak’taki rol arkadaşı İsmail Hacıoğlu ile birlikte. Claudia Cardinale, beyazperdenin evrensel ve efsanevi aktrislerinden biri, hiç kuşkusuz. Tunus’ta doğup İtalya’ya geçen, ardından da Hollywood’u fetheden Cardinale, 1960’ların en güzel kadınlarından biriydi, bizde de eski Ses ve Hayat dergilerinde 57 kez kapak olmuştu. Bugüne dek Mauro Bolognini, Federico Fellini gibi ustalarla çalışan Cardinale, Luchino Visconti’nin ise vazgeçilmeziydi. Bugün 73 yaşında olan Cardinale, tam 53 yıldır sinemanın içerisinde ve kariyerine yüzü aşkın projeyi sığdırmasını bildi. Bu hafta gösterime girecek olan Ali İlhan yönetimindeki “Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak” adlı filmde başrol oynayan Cardinale İstanbul’daydı. Henüz ilk filmini çeken yönetmen Ali İlhan’ın projesinde yer almak için John Malkovich’in teklifini reddetmişsiniz. Neden? Ali İlhan, Paris’e benimle tanışmaya geldiği zaman heyecanından çok etkilendim. Senaryosunu da çok beğendim. Kariyerimde genç yönetmenlerle çalışmaya önem veriyorum. Onlara destek olmak için değil, karşılıklı bir alışveriş içinde olduğumuz için onları seçiyorum. Ali’nin filminden önce de Tunus’ta ve New York’ta ilk filmlerini çeken yönetmenlerin filmlerinde rol aldım. İsmail Hacıoğlu ve Teoman Kumbaracıbaşı gibi Türk oyuncularla kamera karşısına geçtiniz. Oyunculuklarını nasıl buldunuz? Önemli olan karşınızda iyi aktör ve aktrisler olmasıdır. Onlar kötü olursa iyi bir sonuç çıkaramazsınız. Her biri birbirinden başarılıydı. Ama İsmail çok başarılıydı. Filmin en çok hangi sahnesini sevdiniz? “Erkekler ve köpekler giremez” tabelasının asıldığı sahneyi çok sevdim. Kariyeriniz sayısız ödülle dolu ama Altın Portakal Film Festivali’nde ‘En iyi kadın oyuncu ödülü’nü alarak ilk defa ulusal kategoride ödül alan yabancı bir oyuncu oldunuz. Bunun sizin için bir önemi var mı? Ödülleri koyacak yer bulamıyorum artık. Ama Türkiye’de bu kadar önemli bir festivalden ödül almak beni memnun etti. Hayatımda birçok ödül almış olabilirim ama bu ödül benim için önemliydi. Türk sinemasını nasıl buluyorsunuz? Sinemada en önemli şey işbirliğidir. Böylece sinema dünyadaki izleyicisine kavuşur. ‘Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak’ filmi aslında bir Türk yapımı ama ortak bir kültür var. Çalışmak istediğiniz başka Türk yönetmenler var mı? Ferzan Özpetek, filmlerini İtalya’da çeken bir dünya yönetmeni. Kültürel tanıtım için sinemada işbirliği güzel olacaktır. Ferzan Özpetek’le ve yeniden Ali İlhan’la film yapmak isterim. Yeni bir proje… Pek çok senaryo geliyor, hepsini tek tek okuyorum. İçlerinde yakın dostum Kevin Kline ile karşılıklı oynayacağımız bir film projesi de var. C MY B C MY B eçen haftalarda Teşvikiye’deki Troy Sanat Galerisi’nde sanatçısından habersiz bir sergi açıldı. Serginin sanatçısı, çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden Mustafa Ata, kendinden habersiz açılan bu sergiden ‘tesadüfen’, sanatçı dostları ve öğrencileri aracılığıyla haberdar oldu. Galeri sahibini arayarak neler olduğunu öğrenmek isteyen Ata’ya sergiyi açan kişiyi araması önerildi, sonuç olarak galeriyi kiralayarak bir süre önce toplu olarak satın aldığı Mustafa Ata resimlerini sergilemek ve satışa sunmak isteyen kişi, yaptığı yanlışı kabul ederek Ata’dan özür diledi. Konu kapanmış, ‘kibarca’ çözülmüş gibi görünse de bir sanatçının yapıtlarının sadece ticari bir meta olarak algılanması, sanatçı ve yapıt adına yapılan büyük bir yanlış değil mi? Yanıt Mustafa Ata’dan: “Söz konusu olan sanat eseriyse satılan ve satın alınan yapıttır, manevi hakları değil.” Bilindiği üzere, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na göre sanatçının eserlerinin sanatçısından izin alınmadan sergilenmesi mümkün değil. Çünkü burada sanatçının manevi hakları devreye giriyor. Peki Mustafa Ata bu durumda ne yapabilir? Ata, “Ülkemizde sanatçı haklarına dair yasalar var, ama bu yasalar yoruma ve istismara açık. Bugün sanat yapıtlarının ticari sirkülasyonunda sanatçı, galerici, koleksiyoner ya da genel olarak alıcı, kriter alındığında, hem bu kriterler G hem de sanatçı adına, telif hakları yasasının yoruma açık olmayacak biçimde yeniden ele alınması gerekir” diyor. Özellikle de genç kuşak sanatçılar adına bugünden çözülmesi gereken önemli bir problem olduğunu vurgulayarak. Son olarak “Bir sanat yapıtının, nerede, nasıl, hangi mekânda ve ne zaman sergileneceğine sanatçı karar verir. Çünkü sergileme artistik bir sunumdur. Sanat ‘Kuğu Gölü’ balesine ilgi arttı Kültür Servisi Natalie Portman’ı Oscar’ın en güçlü adayı haline getiren ‘Black Swan’ (Siyah Kuğu), filme ilham veren ‘Kuğu Gölü’ balesine olan ilgiyi de gözle görülür biçimde artırdı. Hollywood’da büyük başarı kazanan, klasik balenin en tanınmış eserinin, eski ihtişamlı günlerine geri dönmesi bekleniyor. Buna neden olarak da New York Şehir Balesi tarafından bu sezon sahnelenen ‘Kuğu Gölü’nün biletlerinin, alışılmışın dışında bir hızla tükenmesi ve yoğun talep üzerine gösteri için ek seanslar konulması gösteriliyor. Goya’nın en iyisi ‘Kara Ekmek’ Kültür Servisi İspanya sinemasının en prestijli ödülü Goya Ödülleri, Madrid’deki Kraliyet Tiyatro Salonu’nda düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Ödüllere, 14 dalda aday gösterilen yönetmen Agusti Villaronga’nın “Pa Negre” (Kara Ekmek) adlı filmi, “En İyi Film”, “En İyi Yönetmen” ve “En İyi Kadın Oyuncu” başta olmak üzere 9 dalda birden ödül aldı. Alejandro Gonzalez Inarritu’nun “Biutiful” filmindeki rolüyle Oscar adayları arasında da yer alan Javier Bardem ise “En İyi Erkek Oyuncu” ödülünü kazandı. “Goya Onur Ödülü” ise bu yıl 75 yaşındaki İspanyol yönetmen ve senarist Mario Camus’a verildi. çının yapıtı oluşturma esnasında duyduğu plastik endişesinin galeri duvarlarına kadar yansıması doğaldır. Sanat tarihi sanatçıların ömrünü tüketerek ortaya çıkan sanat yapıtlarıyla dolu. Hiç kimsenin kişisel yararlar adına bu süreci yok sayarak, sanatçının özlük haklarına müdahale etme hakkı yok” diyor Ata ve tüm yetkili mercileri gelecek kuşaklar adına bu yasalar üzerinde ivedilikle yeniden düşünmeye davet ediyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle