24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 15 ŞUBAT 2011 SALI EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Yoksul Dünyanın Başkaldırısı... Dünyanın yoksulluğu hepimizin sorunu. Dünyayı yoksullaştıranların, yoksulluğa çözüm üretmeyenler varsıllıklarının keyfini sonsuza dek sürdüremeyeceklerini Mübarek üzerinden okumaya başlamalılar. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Yaşamak Bu Ucubeleri Görmek İçin mi? Keşke bu kadar yaşamasaydım, dedim birden! Yaşamak güzel şey, hele seksenleri de geçmişsen!.. Benim yaşıtım arkadaşlar çoktan çekip gittiler. Bugünleri görmemek için mi, diye düşündüm. Bir tek adam mı ülkeyi ele geçirmiş! Nasıl yapmış? Kimileri faşizm diyor, kimileri yüksek demokrasi diyor, kimileri liberallik diyor, kimileri cemaatçilik diyor. Yüzlerce askerinin, generalinden erlerine kadar tutuklandığı Atatürk Cumhuriyeti günden güne bir ucubeye benzemeye başlıyor. Hani Kars’ta değerli sanatçı Mehmet Aksoy’un yarattığı İnsanlık Anıtı heykeline... Ama benim dediğim ucube, demokrasinin kolu kanadı kırılmış, kafatası parçalanmış, gözleri körleşmiş, eli ayağı tutmaz olmuş... Anayasa Mahkemesi elinde; SavcılarYargıçlar Kurulu, derken Danıştay, Yargıtay, YÖK, daha ne kadar demokrasiyle yönetilen, yönetildiği söylenen, bir ülkeye yakışmayan ne varsa, hepsi geçmişte kalmış, gide gide gerçek bir ucubeye dönmüş bu güzelim ülke... Bir bilim adamı, bir hekim, bir üniversite rektörü, az kaldı Türkiye Cumhurbaşkanı bile olabilecekken bunu istemeyen Prof. Haberal, bir askeri darbenin yandaşı, belki de önde gelen bir tertipçisi sayılarak, ama hiçbir kanıta, tanıklığa, inanılır bir belgeye dayanmadan neredeyse iki yıldır hapiste... Dört metrekarelik bir hastane odasında yatıyor. Onun sağlığıyla ilgili iki profesör hekim bu yüzden tutuklanmış, hemşiresi de, kapısındaki nöbetçi er de!.. Ucube bu değilse ne? Gerçek ucube hukuktan, insanlıktan da haberi olmayan kişilerin anlaşılmaz bir kargaşada yarattıkları, bir ucube! Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de, daha başka yerlerde patlak veren ve daha da sürecek gibi görünen halk hareketleri birbirini izliyor! Faşist eğilimli insanlar tarafından yıllar yılı yönetilen liderler halk direnişleriyle ülkelerinden kovuluyor, daha da kovulacaklar! ABD bu tür ucubelerin oluşmasında ve çözümlenmelerinde kendine göre işler çeviriyor! Bütün bu olup bitenleri yetmiş milyonluk Türk halkı nasıl görmüyor, görmekten niye kaçınıyor? Neden bir türlü sesi çıkmıyor?.. Evet, ben çok yaşamışım! Keşke bütün bu birbirinden ucube işleri görmeden çekip gitseydim! İlhan’ın, Turhan’ın, Demirtaş’ın, Deniz Som’un yanına... Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN Senato’da Silahlı Hizmetler Komitesi ve İstihbarat Komitesi’nin de üyesi olan ABD Senatörü Mark Udall, Mısır’da ordunun, barışı muhafaza etmede ve dönüşümün ortaya çıkmasına katkı sağlamada kilit rol oynayacağına inandıklarını belirterek “Türkiye’nin 100 yıl önce gördüğü gibi, gerçekten bir Atatürk’e ihtiyacımız var. Bence Türk ordusu, Mısır ordusunun bu durumda oynayabileceği rol için iyi bir örnek” demiş ve adeta Mısır ordusunu göreve davet etmiş(?!)... ABD’nin Mübarek’in suyunu ısıttığı açık. Bunu her yolla deneyecekler, halk yetmezse askerle... Sonra bunun adına “halk devrimi” denilecek. Türkiye’nin bugün Atatürk’ün anlayışını iktidara taşımaya her zamankinden daha fazla gereksinme duyduğu bir gerçek. Türkiye’ye biçilen rol ise İslam coğrafyasına demokratik(!) İslam ülkesi olarak örnek olmak!.. Çelişkiye bakar mısınız? Kitlelerin başkaldırı için pek çok sebebi var ve biriken öfkeyi örgütlemek çok kolay. Bu öfkenin Mısır’da toplaştığı meydanın adı günümüzün ironisini yansıtıyor: Özgürlük Meydanı. Mısır’ın Mübarek sonrasında özgürlüğe kavuşacağını öngörmek içinden geçtiğimiz sürece bakınca olanaksız. Devrim birini devirmek üzerinden üretilmez. Devirdiğinizin yerine koyduklarınıza bakarak “devrim” adını verirsiniz yaşananlara. Kaos planlayıcılarının harekete geçirebildiği birikmiş öfkenin “başkaldırı”ya dönüşmüş olması, baskılanmış tüm toplumlar için bir umut gibi algılanıyor olması en çok kaos planlayıcıların işine yarıyor ve günümüz diktatörlükleri “demokrasi” ambalajı ile pazarlanıyor. Obama’nın “Mısır’da tarih değişiyor, demokrasiye geçişin arkasında olacağız” cümlesinden hareketle Mısır günümüz sürecine ayna tutan bir laboratuvar olabilir biz siyaset bilimcilerin öngörülerimizin test edilmesine. Mısır ziyaretimde Mübarek’in görkemli konutunun çok yakınında mezar evlerde yaşanan yoksulluk o gece gözüme uyku koymamıştı. Duygularımı paylaştığım bir arkadaşım, “Bu senin değil, Mübarek’in sorunu, bırak o uykusuz kalsın” yorumunu yapmıştı. Dünyanın yoksulluğu hepimizin sorunu. Dünyayı yoksullaştıranların, yoksulluğa çözüm üretmeyenler varsıllıklarının keyfini sonsuza dek sürdüremeyeceklerini Mübarek üzerinden okumaya başlamalılar. Mısır halkının Mübarek’le yoksulluğunu kovmak istediği açık. Açık olmayan ve kilit noktasındaki soru: “Mübarek’in kovulmasına destek çıkanlar ne istiyor?” Kapitalizmin vahşileşmesi karşısında savunmasız kalan kitlelerin harekete geçirilen tepkileri üzerinden “liberalizm” adı altında özgürlükten kaçış örgütleniyor. Bu paradoksal yapı sürdükçe, kaos yöneticileri dikta yönetimlerine “demokrasi” adı vererek kapitalizmin küreselleşmesini sürdürebiliyorlar. Gidişatı liberalizm üzerinden okumamız istenirken, sürecin liberallerini de “demokrat” olarak kabul etme gafletine düşürülüyoruz. “Yeni” kelimesini küresel yayılmacılar olumlayarak kullandığı için olsa gerek, “yeni faşizm”in başkaldırılar üzerinden dolanarak yayıldığını göremiyoruz. Görüneni olumlayan okutturucuların sayısı çok fazla olunca, görünenin arkasındaki gerçek üzerinde fazla düşünemez oluyoruz. Kim olmadığımız üzerinden pazarlanan tartışmalara çekilerek, kim olduğumuz üzerine oturtulan devlet yapımızın çözülüşünün parçası haline getirilişimizi göremeyişimiz bu yüzden. İnşa etmeye çalıştığımız ortak kimlik üzerinde yükselen ulusdevleti, farklı kimlik temaları ile yapboz tahtasına taşımaya iktidar ettiğimiz siyaset anlayışı ile Türkiye’nin kaosa ne kadar yakın durduğu uyarısını yapmak ve tablodaki yerimizin yanlışlığını, ABD senatörünün söylemine geri dönerek vurgulamamız gerek. Süreçteki çarpıklıklardan uzaklaşmanın reçetesidir Atatürk devrimi, yalnızca Mısır için değil, özellikle Türkiye için. Anti emperyalist bir mücadelenin başarısına imza atmış Atatürk’ü, emperyalizmin yaygınlaşmasının aracısı olarak kullanmaya çalışmaları çarpık sürecin özeti gibi. İran halkının başkaldırısı 13 Temmuz 2007’de yayımlanan bir yazımı anımsattı. “Chavez’e davet: Kıtasal başkaldırıdan küresel başkaldırıya” başlıklı yazımda; “Küreselleşmenin olumsuz etkilerinden en fazla nasiplenenler, sayıları giderek artan yoksullar. Dünyanın kaderini zenginler belirliyor. Yoksullar giderek bileniyorlar. Küreselleşmenin sonunu belirleyen, küreselleşmeyi başlatanlar değil, başkaldıranlar olacaklar. ….21. yüzyılın bitişi, başlangıcı gibi olmayacak.... Ortadoğu coğrafyasında oynanan oyun, yıllardır ABD’nin Latin ülkelerine pazarladığı oyunun benzeri. Kendi içinde çatışmayı körüklemek, halkı yoksullaştırıp kendi kukla başkanlarını yerleştirebilmek. ....Türkiye bu oyunun dışında değil. Sınırlarının değiştirildiği haritaların yaygınlaştırılması ve bunun dünyanın her yerine yaygınlaştırılma çabaları, başından bu yana ciddiye alınmalı ve kararlı bir karşı duruş sergilenmeliydi. Ancak artık tehdit edici derecede ciddi boyutlara ulaşan bu bölme gayretlerine ‘dur’ demenin zamanı geldi. Ortadoğu’nun ABD oyununu bozması için bu coğrafyanın da başkaldırıyı örgütlemesi gerek. ABD, AB ve onların iç ve dış destekçilerine karşı, bir karşı duruş için Türk tarihinde okunacak altın sayfalar var. Atatürk’ün ilkeleri anti emperyalist duruşundaki sağlamlık, Türkiye’nin başkaldırısı için yeterli bir seçenek. Latin dünyasının anti emperyalist duruşu için nasıl Bolivarcı duruş bir seçenekse Türkiye için de Atatürkçü seçenektir emperyalist kuşatmayı kırmanın reçetesi. Günümüzün koşulları, bu seçeneğin yaşama geçirilmesi için en uygun ortamı yaratmış durumda!..” diye yazmıştım. Atatürk’ü bizden uzaklaştırmaya çalışanlar, alıp Mısır’a örnek yapmaya kalkışınca yeniden paylaşmak istedim. Daha Ne Kadar Susacak Vicdan?.. Silivri önünde kadınlar bekliyor... Şallarına sarılı üşümüş yüzleri kızgın, gazeteciler için “özgürlük” diye bağırıyorlar... Ve dün gazetecilerden, televizyon yöneticilerinden sonra, sıra internet sitelerine gelmişti... Odatv basıldı, yöneticileri Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Ayhan Bozkurt götürüldü… Çünkü Odatv iktidarın işine gelmeyen haberler yayımlıyordu, tarikatı deşifre ediyordu... O kadar... Ve basıldığında, haber sitesinin ekranında Ergenekon davasını temelden etkileyecek, soruşturmaların ne denli çarpıtıldığını kanıtlayacak görüntülü çok önemli bir haber vardı. (İçeriğini Cumhuriyet’in diğer sayfalarında okursunuz.) İktidarın gazeteleritelevizyonları bunun tersi yönde çarşaf çarşaf çoğu düzmecegörüntüler, belgeler yayımladılar, haberler yaptılar da bir tekine dönüp bakan olmadı... Ama Odatv basıldı, yöneticileri alındı... Belki Mustafa’nın, Tuncay’ın yanına koyacaklardır mesleğimizin eğilmeyen, yürekli, genç çalışanlarını... Sanırım artık bıçağın kemiğe dayandığı yer… Vicdanın susmaması gerektiği zaman... Silivri’nin önünde ayağında eski ayakkabısı, belki cebinde sadece dolmuş parası, koca çantasında gözyaşları için mendilleri.. o kadınlar çığlık atarken, biz daha susacak mıyız?.. Koca Türk medyası... Onurlu gazetecilik... Şanlışerefli Türk basını... Korkusuz gazeteciler... Yüce meslek... Vazgeçilmez özgürlüğümüz... Tüm bunlar hâlâ geçerli midir?.. Doğru mudur?.. Var mı aslı astarı?.. Biz öyle miyiz ustalar?.. Dik mi başımız?.. Peki, şu soğuk günlerde Silivri önünde nöbet tutan üşümüş kadınlardan mı sorulur basın özgürlüğü?.. Onlar bizim özgürlüğümüzü savunacaklar... Biz yere bakarken... Öyle mi?.. [email protected] Toplumsal Bağlaşma... Sönmez TARGAN T ürkiye yakın tarihinin belkide en ilginç ve önemli bir genel seçimini yaşayacak bu yıl. Çünkü AKP 2011 genel seçimini de kazanır ve yeniden siyasal erkin tepesine oturursa, hiç kuşkunuz olmasın, Cumhuriyetin yönü ve rengi daha da değişecektir. Değişmekten de öte Türkiye tüm yetkilerin bir ki şinin elinde toplandığı totaliter bir rejimin anaforuna sürüklenecektir. Bunu görmek için falcı olmaya da gerek yok. İki dönem üst üste siyasal erki elinde tutan AKP’nin bu süre içinde yaptıklarına ve uygulamalarına bakmak bu saptamamızı haklı çıkaracak örneklerle doludur. Yasama ve yürütmeyi zaten elinde bu lunduran, yargıyı da büyük ölçüde eline geçiren, medya ve iletişim organlarını denetimi altında tutan AKP, artık bunlarla da yetinmiyor. Bütün yetkilerin tek adamın, tek kişinin istencine bağlanmasını sağlayacak ve ne olduğunu kendilerinin de bilmediği bir başkanlık dizgesine geçilmesi özlemlerini, son günlerde geveleyip duruyorlar. Bu olabilir mi, diye sormayın sakın. Çünkü Cumhuriyet Türkiyesi’nde olmaz dediğimiz ne varsa AKP’nin 8 yıllık iktidar döneminde hepsi bir bir gerçekleşti. Ama hiç olmasa bundan sonrakilerin olmasını istemiyorsak önümüzde tarihsel bir fırsat bulunuyor. O da 2011 genel seçimlerinde ayını söyleyemiyoruz, çünkü bunun da hangi günde olacağı kuşkuluAKP’yi sandıkta alaşağı etmek. Pekiyi, içinde yaşadığımız siyasal ve toplumsal ortama bakarak seçimlerde bu partiyi siyasal erkten uzaklaştırmak olası mı? Verili koşullara göre, parçalara ayrılmış bugünkü muhalefet yapısıyla ve siyasal örgüt dokusuyla bu da pek olası gözükmüyor. Gözükmüyor çünkü, sonuçta seçimler kullanılan oyların aritmetik toplamıyla kazanılıyor. O zaman ne yapmalı? Tek çıkar yol, tüm muhalefet güçlerini ortak bir paydada bir araya getirip sandığa tek bir yumruk olarak gitmek. Bunu siyaset diliyle biçimlendirirsek adına “toplumsal bağlaşma” da diyebiliriz. Ayrıca sağlanacak bir bağlaşma ortamının seçmen üzerinde yaratacağı olumlu etkileri ve moral değerleri de hesaba katarsak, geometrik bir sıçramayla sonuca ulaşmak öyle pek zor da görün müyor. Yazımıza da başlık olarak seçtiğimiz toplumsal bağlaşmayı biraz açmamız gerekecek. Önce belirtmek gerekirse toplumsal bağlaşmanın, öznel niyetin bir çabası olmanın çok ötesinde nesnel koşulların dayattığı bir politik yeğleme olduğu bilinmelidir. Böylesi durumlarda partiler ya da toplumun değişik sınıf ya da katmanları kendi özgün izlencelerini dayatmak yerine seçtikleri ortak hedefe karşı güç ve eylem birliği ekseninde birlikte davranma özverisinde bulunmak durumundadırlar. Toplumsal bağlaşma konusunda tarih çok zengin örneklerle doludur. Örneğin bizde Mustafa Kemal devinmesi buna en yakın örnektir. Mustafa Kemal devinmesinin başarısında da gerek ulusal ve gerekse evrensel ölçekte böylesi bir bağlaşmayı yaşama geçirebilmiş olmasının yadsınmaz bir payı vardır. Mustafa Kemal, içte işgal güçlerine karşı toplumun tüm antiemperyalist güçlerini anayurttan temizlenmesi amacında nasıl birleştirebilmiş ise, dışta da yeni kurulmuş Sovyetler Birliği ile rejimin renklerine bakmadan dostluk ve dayanışma kurmayı gerçekleştirmiştir. Buna dışımızdan da örnekler vermek gerekirse, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı koşullarında Bulgaristan’da Vatan Cephesi, Yunanistan’da Birleşik Cephe, Yugoslavya’da Yurtsever Cephe gibi bağlaşıklar oluşturularak faşizme ve düşman işgaline karşı içlerinde komünistlerin, solun değişik kesimlerinin ve tüm yurtsever güçlerin yer aldığı ortaklıklar gösterilebilir. Bu örnekler bu Balkan ülkeleriyle de sınırlı değildir. Hatta Sovyetler Birliği ve ABD siyasal olarak birbiriyle taban tabana zıt kutuplarda olmalarına karşın bu savaş süresince yer yer birlikte davranmasını bilmişlerdir. Toplumsal bağlaşmaya en çarpıcı örneklerden biri de Çin’den verilebilir. Çin’in devrimci önderi Mao, Çin’in sağcı önderi Çan Kay Şek’e karşı yürüttüğü iç savaş sürecinde Çin Japonlar tarafından istilaya uğrayınca ortak düşmana karşı birleşmişlerdir. Vermeye çalıştığımız bu tarihsel gerçeklerden de anlaşılacağı gibi, toplumsal bağlaşmalar sınıfsal olmaktan çok siyasal bir tutumu anlatan birlikteliklerdir. Bu tıpkı bir toplu taşıma aracında yapılan yolculuğa benzer. İstediğiniz bir toplu taşıma aracını seçme özgürlüğünüz vardır, ama birlikte yolculuk yapacağınız kişileri seçme lüksünüz yoktur. Amaçlanan yere topluca varıldıktan sonra herkes valizini alır istediği adrese yönelir. Evet, önümüzdeki seçimlerde toplumun değişik kesimleriyle birlikte yolculuk yapmak gibi tarihsel bir sorumluluğu, hatta zorunluluğu var. Bu yolculuğun sağlıklı ve başarılı olabilmesi için biz istesek de istemesek de dümenin başında CHP’nin olacağını kabul etmemizi, biz söylemiyoruz, yaşam dayatmaktadır. Yine buna koşut olarak CHP, bu siyasal yolculukta, araca binmek isteyen yolcuların tümünü almadan hareket etmesi durumunda da başarılı bir yolculuk yapma şansı bulunmamaktadır. İleride dizimizi dövmemek için artık bu gerçeği tüm Türkiye’nin görmesi gerekiyor. Kişisel beklentiler, dar parti ve grup çıkarları bir tarafa bırakılıp vurgulamaya çalıştığımız toplumsal bağlaşma için kollar sıvanmalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle