18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 10 ŞUBAT 2011 PERŞEMBE EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Hangi Kâğıttan Kaplan! Şeyhinin huzuruna dört elle sürünerek çıkan, ABD hesabına vatan kurtaran bu aslanlara Süheyl Batum, nasıl olur da “kâğıttan kaplan” diyebilirdi! Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i asanlar onlar değil miydi? Vatanı, ABD hesabına, asa asa, kese kese, biçe biçe kurtarmışlar, bizi, bugün Müslüman Kardeşler’in kelepçesiyle AKP’ye kelepçelememişler miydi? ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN Örnek Olmak! Örnek ülke, Türkiye!.. Mısır’a, Tunus’a, Yemen’e, bu gidişle Suriye’ye, Fas’a, Cezayir’e, daha ötekilere... “İşte demokrasiyle yönetilen Türkiye”. Hemen her gün ülkenin dört bir yanında yürüyüşler, hak arayışlar, başkaldırımsı direnişler yaşandığı, bir polis ordusunun ellerinde gözyaşartıcı gazlarla, tazyikli sularla ortalığı yatıştırmaya çalıştığı bir Türkiye!.. Esaret kampına benzetilen Silivri zindanında aylardır, yıllardır bekletilen, bir türlü davaları sonuçlandırılmayan, genç yaşlı hemen hepsi belli bir öğrenimden geçmiş, aydınlanmış insanlar... Demokrat bir Türkiye’nin yüz yıllık kurumlarının, Danıştay’ının, Yargıtay’ının, YSK’sinin hatta Anayasa Mahkemesi’nin iktidardaki bir partinin, daha doğrusu bir liderinin keyfine göre biçimlendirildiği bir Türkiye!.. Ülkenin neredeyse üçte birinin açlık içinde yaşadığı, işsizlik sorununun durmaksızın milyonlara vardığı, yurttaşın hiçbir güven duymadığı, kendini bir korku imparatorluğunda hissederek endişe içinde yaşadığı bir Türkiye!.. Bu mu örnek olacak ötekilere; Mısır’a, Tunus’a, Yemen’e, iç kargaşalıklar içinde çırpınan; özgürlük için, ekmek için, yaşamak için başkaldıran ülke halklarına? Bir de böyle bir ülkenin Başbakan’ı kalkıyor demokrasi öğütleri vermeye girişiyor, gidip o ülkelerin iç işlerinde etkin olmak istiyor, kimi otuz, kimi yirmi yıl tek başına bir dikta yönetimi kurmuş olanlara, sağduyu, barış, demokrasi dersleri vermek istiyor... Önce sen kendi ülkene bak demezler mi? Sen sekiz yıldasın daha, ama “tek adam” olmak için anayasayı da, tüm yasaları da kendine bağlamak çabasında değil misin? Biraz ayıp, biraz komik, biraz çirkin!.. Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı HP Genel Başkan Yardımcısı Süheyl Batum’un, “Koca bir askeri yıktılar. Meğer kâğıttan kaplanmış. Biz bunu asker zannedermişiz. Meğer ABD içini oymuş. O koca ağacı hop diye yıktılar!” sözleri, AKP yöneticilerini kükretmişe benzer. “Darbe”, “Ergenekon”, “Balyoz”, gene ortalığa darı gibi saçılıverdi, AK “güvercin”e gün doğdu. Biz, “kâğıttan kaplan” söylemini, devrim dalgasının kabardığı 60’lı yıllarda sık işitir olmuştuk. Mao Çetung’un sözüydü, “emperyalizmi” “kâğıttan kaplana” benzetmişti. Emperyalizm, Çin için, önce Japonya, sonra Amerika “kâğıttan kaplan”dı, doğruydu. Ama Türkiye için doğru olabilir miydi? Bizim kaplanlarımız, Amerika’nın, “Vietnammodeli”nde, türlü tevir işkence yöntemleri öğretilerek eğittiği askerlerdi. Onlar, ilerici, ulusalcı, devrimci kim varsa hepsini, bir çuvala doldurur gibi, “kontrgerilla” hücrelerine tıkamış, deyim yerindeyse her birinin ayrı yöntemlerle analarını ağlatmışlardı. Örneğin, devrimci gençliğin “gözde”si İl C han Selçuk’u kollarından ve ayaklarından zincirleterek prangaladığı yatakta kurt köpeğiyle dalaştıran “albaylar”ı, “kâğıttan kaplan” olarak niteleyebilir miydik? Omzunda “korgeneral” apoleti, Erenköy’de şeyhinin ayakları dibine dizleri üzerinde sürünerek yaklaşmış olan ve her biri ayrı rütbede kurmay subay olan Talat Turhan’a, Celil Gürkan’a, Numan Esin’e ağır işkence yaptıran Orgeneral Faik Türün’e “kâğıttan kaplan” demek doğru olur muydu? 22 Temmuz 2007 seçimlerinde, AKP, yeniden tek başına iktidara geldiğinde, bunu, TürkiyeAB Karma Parlamenter Komisyonu Eşbaşkanı Lagendik, “Türk ordusunun yüzüne atılan tokat” olarak (Zaman, 23 Temmuz 2007); Financial Times ise “laiklerin ve ordunun dişlerine atılmış bir yumruk” olarak nitelemişlerdi. O zaman birbirleriyle kendi aralarında gülüşen AKP’liler, şimdi, Süheyl Batum’un “kâğıttan kaplan” sözüne, yılana sarılır gibi sarılmış görünüyorlar. Şu da eklenmeli ki, Türk Silahlı Kuvvetleri için “kâğıttan kaplan” söylemi daha önce “dış basın”da dillendirilmişti: “28 Şubat” (1997) kararlarının yıldönümüne beş kala, 22 Şubat’ta (2010) “dördü muvazzaf 17 general ve amiral gözaltına alındığı” zaman, bu “Balyoz Operasyonu”nu, Newsweek, AKP’nin “en büyük rakibi olan ordunun kâğıttan kaplan olduğunu ortaya koyduğunu” yazmıştı. “Balyoz” darbesini “AKP’nin ordu karşısında elde ettiği zafer” olarak niteleyen Newsweek, askerin gücünün azaltılması ile, (1) ‘laiklik’in daha demokratik biçimde tanımlanacağı, (2) Kürt azınlığın özerklik taleplerinin açık bir biçimde ele alınacağı vurgusunu yapıyordu. The Times’in “Balyoz” operasyonu yorumu ise farklıydı: “Türkiye’nin bugün bir felaketin eşiğinde olduğu” yazılıyor, “Tayyip Erdoğan’ın ılımlı İslamcı hükümetiyle ordu arasındaki mevcut gerilimin bir darbeyi tetikleyeceğini ya da siyasi ve dini şiddeti teşvik edeceğini” savlıyordu. Şeyhinin huzuruna dört elle sürünerek çıkan, ABD hesabına vatan kurtaran bu aslanlara Süheyl Batum, nasıl olur da, “kâğıttan kaplan” diyebilirdi! Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i asanlar onlar değil miydi? Vatanı, ABD hesabına, asa asa, kese kese, biçe biçe kurtarmışlar, bizi, bugün Müslüman Kardeşler’in kelepçesiyle AKP’ye kelepçelememişler miydi? Ulusal Kurtuluş geleneğini sürdüren asker çoğunlukta değil miydi o zaman! Ve bugün, orada burada, “Biz Mustafa Kemal’in askeri değiliz!” diye şişinen Gülen’in “kaplan”ları karşısında sinenler, “kâğıttan kaplan” değildi de kurşun asker miydi? Başbakan’ı Mahkemeye Vereceğim... Başbakan ne zaman “Göbeğini kaşıyan adam diyerek aziz milletimize hakaret ettiler” dese, tehditler artıyor… Küfür ve hakaret yağmaya başlıyor… Sayıyorum; bir yılda 22 kez ekranlarda milletin gözünün içine baka baka bunu söyledi, önceki gün grup toplantısında da, etti 23… Bir daha böyle saldırı sinyali verirse, onu mahkemeye vereceğim… Çünkü herkes biliyor ki “göbeğini kaşıyan adam” millet değil… Ama ciddi bir çoğunluktur o… Ben onu tanırım… Şu sıralarda “Seçim ne zaman” diye soruyordur… Demokratik hakkını kullanmak için değil… Geçen seçimde vali üçlü kanepe getirdiğine göre, bu seçimde oturma odası takımının ne zaman geleceğini kestirmek için… Ki oyunu gönderene verecek… O asla gazete, dergi, kitap mitap okumaz… Zaten diziler dışında haberlere de bakmaz… Baksaydı “Obama kim” diye sorulduğunda “Futbolcu” demezdi… Ben onu tanırım… İlgilenmez, duymaz, görmez, bilmez… Kimden beleşavanta gelirse, onu alkışlar… “Niye ben şu bereketli topraklar üzerinde asırlardır yoksulum” diye asla sorgulamaz… Başbakan’ın iktidarını sürdürmesi için “göbeğini kaşıyan adama” ihtiyacı vardır... Bu yüzden ona toz kondurmaz… Yoksa bir Başbakan’ın, demokrasinin kalitesini düşüren göbeğini kaşıyan adama kızması gerekmez mi?.. Benim ise bir gazete yazarı olarak “göbeğini kaşıyan adamı” eleştirme hakkım vardır… Hele ülkemizin kaderini, çocuklarımızın geleceğini o belirliyorsa… Başbakan’ın da tabii ki yazarı eleştirme hakkı olmalı... Ama bilinçli olarak saptırarak, ısrarla yanlış yorumlayarak, gazete yazarlarını susturmak için kullanamaz ve yazarı yandaşlarına hedef gösteremez… Gösterirse, benim bu yazıyı yazma hakkım doğar… Bu ülke Başbakan’ın babasının çiftliği değil… Bizler de onun uşakları olmayız… Militanlarını üzerimize salması sürerse… Onu mahkemeye vereceğim… [email protected] Siyaset ve Yönetimde Referans... 21. yüzyılda artık dünyasal konular, siyasetyönetim bilim ve düşünde rasyonel yerine, öznel ve inançlara dayalı ve/veya metafizik yaklaşımlarla çözüm aramak çağdaşlıkla bağdaşmaz. Liberal düşünceliler kadar muhafazakârlar için de bu geçerlidir sanırım. Prof. Dr. Kemal ÖNEN iyasetçiler, kişiler, çeşitli kurumlar, ülkenin siyasal, “sosyal düzeni ve yönetimine” ilişkin olarak, sık sık, laikdemokratik yapısını vurgularlar. Bazı çevreler ise zaman zaman söylemler ve eylemleri ile “referansımız dindirİslamdır” demekteler. Birbiri ile bağdaşmaz tabiatta olan bu yaklaşımlardan dinin referans olarak alınmasına, çağdaş demek olası değildir. Yaklaşık 500 yıllık tarihsel dönemde Batı toplumları ve özellikle Avrupa’da bu türdeki referans (kaynak, dayanak) düşüncesi ve de politikaları, giderek artan bir kararlılıkla, hemen hemen tama S men terk edildi. “Cumhuriyet Türkiyesi, 1923’ten beri adım adım seküler devlet ve halk egemenliği kavram ve anlayışı ile siyasalsosyal düzen ve yönetimde dinsel referansı bırakarak çağdaş bir düzene yöneldi.” Bu, bazen kasıtlı ve/veya bilgisizce söylendiği gibi, dinin dışlanması değildi. Esasen buna hiçbir kişi, siyaset ve/veya güç girişemez, girişenler de başarısız kalırlar. Reformist dinsel hareketler de büyük ölçüde gene dini tefekkürün işi olagelmiştir. M. Kemal’in düşünsel ve fiili önderliğinde kurulmaya başlanan düzenin hedefi, “Medeni bir heyeti içtimaiye” oluşması idi. 19231960’lı yıllar boyunca bu hedefe oldukça istikrarla (kararlılıkla) gidildi ve bu anlayış büyük halk kitlelerince benimsendi, sindirildi. Tarihi bir vakıa olarak, Selim III ve daha sonra Tanzimat’la Türkiye’de Osmanlı denilen toplumda, az belirgin de olsa, çabalar, özlemler, o günlerdeki Avrupa medeniyetine yönelme ve onu bazı yönleri ve öğeleri ile iktibastır (aktarım). Bu, istibdat ve meşrutiyet dönemlerinde de sürmüş ve de yaşam, birtakım kurumlar, bir ölçüde eğitim vb. alanlarda değişim göreceli olarak yerleşmişti. Bu gelişmelerle beraber özellikle 19’uncu asrın sonlarından itibaren ulus ve ulusçuluk (milliyetçilik), Türklük kavram ve fikirleri gelişmeye ve yaygın olmasa da yerleşmeye başlamıştır. Nitekim o dönemlerin düşün, siyaset, sanat alanında öne çıkan kişileri ve bir kısım aydın bu bakımdan oldukça etkinlik de göstermişlerdir. Hürriyet (özgürlük) fikrinin unutulmaz savunucusu Namık Kemal’den başlayarak Şinasi, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet, Yusuf Akçura, Yahya Kemal, Mehmet Emin, hatta bir yönü ile Mehmet Akif ve başka birçok kişinin ismi sayılabilir. Mustafa Kemal’in devrimci girişimlerinin düşünsel temellerinde bu Batıcı ve değişim yanlısı odakların da etkili olduğunu düşünmek olasıdır. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı ve Kurtuluş Savaşı’nı izleyerek ulaşılan, Cumhuriyet ve devrimler döneminde, çağdaşlaşma ve medeni bir heyeti içtimaiye (modern bir toplum) olma iradesi devreye girer. Bu irade, önceki girişimler gibi sadece zayıf özlemler ve mevcut düzene dokunmaksızın ıslahat değil ve fakat kesin ve kararlı bir değişim, devrimdir. Bu, yeni bir medeniyet çevresine yönelmedir. Yahya Kemal bir yazısında, “Hepimizin o zamanki fikirlerimiz tıpkı Abdülhamid’in fikirleri gibi, mevcut memaliki Osmaniye’nin kendi tefevvukunu (yükselme) temin etmek hedefine müteveccih (yönelik) idi. Meşrutiyet ile meşruiyet (yasallık) kesb edileceğini tevehhüm (sanıyorduk) ediyorduk” der. Cumhuriyetle, artık halk “tebeai Osmaniye” denilen (kapı kulu) halkı değil ve fakat özgür Türk milletidir. Ancak cumhuriyet ve devrimler daha başından itibaren birtakım kişi ve kesimlerin tepkisine hedef oldu. Esasen bu beklenendi. Selim III’den beri her yenilik, değişim ve düzenlemeye yönelik olan girişim; başlıca bazı dinsel çevreler ve zamanın bir kısım uleması ve de çıkarcı statükocuların tepkisi ile karşılaşmıştır. Cumhuriyet ve devrimler de benzer veya aynı odakların tepkisini çekti. 600 yıllık bir saltanathilafet dönemi ve dinin her alanda etken olduğu bir düzenin değişmesi kolay değildi, özellikle o düzeni benimsemiş olanlar ve onun sömürücüleri için. Sürüp giden bu düzende din hep siyaset, idare, eğitim ve ya şamda yer ve rol alagelmişti. Yaklaşık son 3040 yıllık dönemde yeniden dinsel düzeni öne çıkarmaya yönelik bazen masum talepler ve bazen de doğmatikmaziperest yaklaşım ve girişimlere değişik çevreler ve bir kısım siyasetçilerin yanaştıklarını ve hatta yönlendirdikleri görülegeldi. Din ve dinselin siyaset ve yönetimde rol ve güç kazandığı çağdaş ülke yoktur günümüzde. Demokrasi, inanç özgürlüğü ve benzeri kavram ve deyimleri, fikirsel ve asli içerikleri çok kez göz ardı edilerek dinin simgesel yanını ve yönlerini öne çıkarıp onları yaşam, siyaset, eğitim ve devlet kurumları içine sokma yönündeki çabalar, sureti haktan görünen ve/fakat şeri özlem çeşnili taktikleri düşündürür. Dine, dindara saygı, anlayış vazgeçilmez bir toplumsal gerçektir. Ancak bu saygı, siyaset ve yönetimde dinin yanlı yorum ve söylemler ve eylemlerle referans olmasını istemek değildir. Esasen üç büyük dinde (Musevilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) zuhurlarında; bozuk, zalim, ahlaki, gerilik içindeki toplum ve düzenin değişimi ve düzeltilmesine yönelik yönleri ile öne çıkarlar ruhsal ve insani içerikleri bakımından. Hazreti Muhammed “Ben mekarimi ahlaki ikmal için gönderildim” diyor. Bu belirleyiş o günün toplum ve ortamı içinde bir “aydınlanmadır.” Geçmişimizle pek çok yönden gurur duyarız ama olumsuzluk ve hatalarından ders almak hem doğal, hem de kaçınılmaz bir tutumdur. Yahya Kemal, Ziya Gökalp’in dostu idi. Bir gün Ziya Bey, Yahya Kemal’e hafif tariz yollu(dokundurarak): “harabisin harabatisin. gözün mazidedir, âti değilsin” der. Şairin yanıtı hazırdır: “ne harabi, ne harabatiyim. kökü mazide olan âtiyim.” Yanıtta vurgu “âtiye”dir (geleceğe), geçmişe değil. Nitekim gözüm mazidedir demiyor. 21. yüzyılda artık dünyasal konular, siyaset yönetim bilim ve düşünde rasyonel yerine, öznel ve inançlara dayalı ve/veya metafizik yaklaşımlarla çözüm aramak çağdaşlıkla bağdaşmaz. Liberal düşünceliler kadar muhafazakârlar için de bu geçerlidir sanırım. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle