28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2011 PERŞEMBE 2 bu türlü acı gerçeklere? Biri bile çıkmaz, iktidara gelip giden ne kadar bakan, başbakan varsa hesaplarını bir incelesin, nerden kalkıp nereye vardılar, birkaç yıl içinde hangi servetlere sahip oldular diye araştırsın, halkını aydınlatsın! O da yok, çünkü derebeyi iktidarlar o basındakileri de belirli yollardan kazanmışlardır. Böyle bir araştırma yapmak işlerine gelmez çoğunun. Birkaç dürüst gazeteci çıksa da ortalığı karıştırsa, gizlenmiş servetlerin kaynaklarını araştırsa... Olmaz, olamaz. Demokrasinin işine gelmez. Ama hangi demokrasinin; olmayan, yalnız adıyla geçindiğimiz bir vurgun düzeninin... Yoksulluk sınırının altında demek, açlıkla iç içe olmak... Karnını doyuramayan vatandaş çoğunluğu demek. Zenginin zengini bir azınlığın kölesi olmak demek... ??? Bu böyle sürüp gider mi? Bunu sordun mu soluğu nerde alırsın?.. Şu bu suçlamalarla... Susmak en iyisi dersin; benim az çok karnım doyuyor ya varsın halkımızın yüzde yirmisi kendi yoksulluğunu yaşasın, sesini çıkarmadan geçinip gittiğine göre... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Milletvekili Maaşları ve Asgari Ücret Milletvekilliği bir “meslek” değildir ve olmamalıdır. Milletvekiliği, kendisi istemediği için, partisince aday gösterilmediği için ya da seçilemediği için sona erebilecek, “geçici” bir görev sayılmalıdır. Bugünkü TBMM’nin öncüsü olan 1920 Meclisi’nin üyeleri arasında, o zamanın bozkır Ankara’sında, han odalarında kendi yemeklerini pişirerek görev yapan insanlar olduğu da unutulmamalıdır. Prof. Dr. Rona AYBAY illetvekillerine yapılan ödemeler ve zamlar, bugünlerde yine çok tartışılıyor. Bu tartışmalarda, çoğu zaman popülizmin, demagojinin, duygusallığın, “kendine yontmanın” örneklerine de sıkça rastlanıyor. Bu arada çok daha önemli kimi sorunlar da gölgede kalıyor. Tarihte, parlamento üyeliği gibi görevlerin “onursal” mevkiler sayıldığını; bu görevleri üstlenenlere herhangi bir ödeme yapılmasının söz konusu olmadığını gösteren örnekler vardır. Görevin onuru açısından bakıldığında pek yerinde görülebilecek bu örneklerin, aslında bu görevleri geçim derdinden uzak “soylu” ve sömürgen sınıfların tekeline bıraktığı, dolayısıyla çağdaş gerçeklere aykırı olduğu kuşkusuzdur. Milletvekillerine, yaptıkları işin onuruna uygun bir ücret ödenmesi çağdaş yaşamın gerçeklerinin getirdiği bir zorunluluktur. Bu sorunu olabildiğince nesnel bir temele oturtarak irdelemek için, bazı basit saptamalar yapmak, sanırım yararlı olacak. Öncelikle şunu belirtmek isterim: 1960’lardan günümüze, milletvekillerine yapılan ödemeler ne zaman arttırılsa, tartışmaların, eleştirilerin alevlendiği, ama kısa bir süre sonra her şeyin unutulduğu gerçeğine değinbu zam ve ilaveleri izleyen milletvekili genel seçimlerinden sonra uygulanabilecekti. Anayasanın bu açık hükmüne karşın, yapılacak zamlar ve ilavelerin de Anayasa Mahkemesi’nce denetlenmesine olanak vardı. 1961 Anayasası’nın bu maddesi, 12 Mart döneminde (1971 yılında) değiştirilmiş ve “birinci derece” yerine “en yüksek devlet memuru” ibaresi konulmuş, bir sonraki milletvekili seçimlerinden önce yürürlüğe girme engeli de kaldırılmıştır. 1982 metni, bu ilkeleri aynen yinelemiş, ayrıca emeklilik konusunda çok lehte hükümler getirmiştir (ayrıntılar için 2001 yılında değiştirilmiş olan 86. maddeye bakılabilir). Yüzde Yirmi Açlık Sınırında!.. Türkiye’nin yüzde 20’si yoksul bir yaşantıya mahkum! Yüzde 20’si ise en zengin bir yaşantıya... Aradaki yüzde 60’ın durumu da parlak değil!.. En zengin yüzde 20’nin yarısı lüksün de lüksü bir zenginlikte... İşte Türkiye’nin gerçeği!.. Devletin istatistik enstitüsünün ileri sürdüğü rapor... Emeklilerin aylığı en fazla bin lira. Milletvekillerininki yeni uygulamayla 12 bin lira... Yetmiyor; emirlerinde araba, şoför, yardımcı, sekreter vb’ler de var. Yeni kurulan bakan yardımcılarına, danışmanlarına en az beşer bin... Başbakan’ın emrinde özel uçaklar, yepyeni otomobiller... Milletvekillerinin de şoförleri, arabaları... ??? Utanmak diye bir şeyi hiç mi anımsamaz bizim politikacılarımız! Hangi partiden olurlarsa olsunlar bir seçildiler mi parasal bir göreve, gelsin milyonlar, bu arada gizli açık ihalelerle, şikelerle elde edilen servetler... Basın erleri de neden böyle meraksız, ilgisiz, uzak Cumhuriyet Kızları... Farkında mısınız? Direniş çadırlarında, açlık grevlerinde, mahkeme kapılarında... Derenin başında ya da kentin meydanında... Hep onlar var... O anlı şanlı erkekler yok ortada... ? Onun için belki, dün güvendikleri tek yiğidi çağırıyorlardı bir ağızdan: “Kurban olam yürüdüğün yollara Kara peçe yakışmıyor kullara Uyan bir bak bizim hallara Sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin...” ? Cumhuriyet mitingleri de onlarındı: Beş bin... On bin... Yüz bin... Kara, yeşil, çakır, ela gözlüler... Başları dimdik... Alınları açık... Sokaklardan, caddelerden meydana akan sel gibiydiler... Bir millet susmuştu... O türküyü o gün de söylediler: “Ararım izini Dolmabahçe’den Bir daha dönmez mi bu yola giden İçimde sen, gözümde sen Sarı saçlı, mavi gözlüm nerdesin?..” ? Hukukunu, adaletini, yargısını, demokrasisini, özgürlüğünü, bağımsızlığını, bütünlüğünü, aydınlarını, yiğitlerini, yurtseverlerini, çocuklarını elinden alırlar da... Bir ulus niçin susar... Niçin? Hatta şanlı tarihinin ak sayfalarına kara çalarlar... O ak sayfalardaki kahramanlarını bir bir mahkum edip asarlar... Bir millet niçin susar?.. ? Bir taş kadar sessiz... Toprak kadar tepkisiz... Sinmiş ve korkmuş... Söyler misin; kendisini kömüre, nohuda, una bile muhtaç edenlerin peşinden koşan bu kadar kör, dünyanın neresinde var?.. ? Sesi çıkan sadece kadınlar... Direniş çadırlarında, mahkeme kapılarında, barikatların önünde, yağmurun altında, çamurun içinde, soğukta... Bakın; hep onlar... Acılarının sıcaklığına sarılıp çığlık çığlığa bildikleri tek yiğidi çağırıyorlar: “Nerdesin?..” M mek isterim. Bugünün hararetli tartışmaları da kısa bir süre sonra unutulursa, buna şaşmamak gerekir. İlk ‘anayasal’ düzenleme Milletvekillerine verilecek ödenekler ve yolluklar konusu, ilk kez 1961 Anayasası ile “anayasal” düzeyde düzenlenmişti: Ödeneğin aylık tutarı birinci derecedeki devlet memurunun almakta olduğu miktarı, yolluk da ödeneğin yarısını aşamayacaktı. Bu konular da “kanunla” düzenlenecekti. Burada, çok önemli bir gerçeği anımsamak yerinde olacaktır: Milletvekillerinin ödenekleri ve yollukları “kanunla” düzenlenir. Bu demektir ki, milletvekillerinin çeşitli ayrıcalıklarının biri belki de başlıcası kendilerinin alacağı parayı kendilerinin belirleyebilmeleridir; çünkü kanunlar, milletvekillerinin oyuyla kabul edilir. Kendilerine kamu bütçesinden ödeme yapılanlar arasında, böyle bir yetkisi olan başka hiç kimse yoktur. Milletvekillerine tanınmış olan bu yetkinin, aynı zamanda büyük bir manevi sorumluluk gerektirdiğinde kuşku yoktur. Bu yetkinin kötüye kullanılması olasılığına karşı bir önlem olarak, 1961 Anayasası’nın düzenlemesine göre, TBMM üyelerinin aylıklarına ve ödeneklerine, her ne suretle olursa olsun, yapılacak zam ve ilaveler, ancak Günümüzde durum Milletvekilliği ne kadar onurlu ve önemli bir görev olursa olsun, milletvekili seçilmek için gerekli yasal koşullar, en alt düzeydeki bir kamu görevine atanmak için gerekenlerden fazla değildir: İlkokul mezunu olmak, yirmi beş yaşını doldurmuş olmak, (zorunlu askerlik yükümlüleri için) askerlik yapmış olmak; hırsızlık, dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırmak vb. “yüz kızartıcı” suçlardan hüküm giymiş olmamak gibi. Milletvekillerinin ödenek ve yolluklarının yanı sıra, milletvekilliği sona erdikten sonra bile yararlandıkları başka ayrıcalıkları da vardır: örneğin, kendilerinin ve aile bireylerinin en üst düzey sağlık hizmetlerinden yararlanmaları. Bu ayrıcalıklar, aile bireyleri için, milletvekilinin ölümünden sonra da devam eder. 12 Eylül “darbe anayasası”nın “mimarı” olan ve bütün üyeleri askeri cunta tarafından atanan Danışma Meclisi üyeleri de bu kapsamdadır. Milletvekilliği bir “meslek” değildir ve olmamalıdır. Milletvekiliği, kendisi istemediği için, partisince aday gösterilmediği için ya da seçilemediği için sona erebilecek, “geçici” bir görev sayılmalıdır. “Eski” milletvekilliği elbette milletvekilliği gibi önemli bir statüdür, ama bir meslek değildir. Meclis dışı kalan kişi, milletvekili olmadan önceki işine döndüğünde, milletvekilliği süresince edinmiş olduğu deneyimlerle kamuya daha yararlı hizmetler yapabilir. Bu arada, bilimsel anlamda kendini geliştirmek isteyenler için, Türkiye’nin en zengin (ama belki de çok az kullanılan) kitaplığının, TBMM Kütüphanesi olduğu da unutulmamalıdır. Sonuç Milletvekillerine yapılan ödemeler ve tanınan çeşitli ayrıcalıklar, çağdaş yaşamın gerçekleri göz önüne alınarak belirlenmeli; milletvekillerine, görevin saygınlığıyla uyumlu bir yaşam sağlanmalıdır. Ancak burada ölçüt “tüketim toplumu”nun yapay olarak şişirilmiş yaşam tarzı olmamalıdır. Milletvekilliği, zorunlu bir görev değil, ancak “talip” olanların, bazen parti genel merkezlerinde birbirinin önüne geçmek için savaşım verdikleri bir iştir. Bugünkü TBMM’nin öncüsü olan 1920 Meclisi’nin üyeleri arasında, o zamanın bozkır Ankara’sında, han odalarında kendi yemeklerini pişirerek görev yapan insanlar olduğu da unutulmamalıdır. Milletvekillerinin aylık, ödenek, yolluk, sağlık harcamaları ile görünen ve görünmeyen ayrıcalıklarının toplam maliyeti, dolambaçlı hesaplarla değil, açıkça ortaya konulmalıdır. Anayasasında “sosyal” devlet olduğu yazılı bir ülkede, milletvekillerine yapılacak ödemede “asgari ücret”in esas alınması ne kadar anlamlı olurdu, değil mi?.. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle