14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 ARALIK 2011 PERŞEMBE 14 tutarlar. Enflasyon düzeltmesi Ülkemizde birçok yanlış algı var; uygulaması, her iki şartın “muhasebe işlemleri vergi matrahının birlikte gerçekleşmemesi tespit edilmesi amacıyla yapılır” halinde sona erer. değerlendirmesi de bunlardan biri. Oysa bu şartlar Oysa muhasebe bu amaçla yapıldığı gerçekleşmiyor ve dolayısıyla, sürece gerçek fonksiyonunu hiçbir enflasyon düzeltmesi de zaman yerine getiremez. Aslında bu yapılmıyor. yanlış algıya çoğu zaman vergi İşte burada, “Peki enflasyon mevzuatı neden olur. Malum, oranı sıfır mı” diye sormak işletmeler dönem sonları itibarıyla, gerekir. Yanıt belli, “hayır”. O sahip oldukları varlıkların gerçek halde sonuç: Varlıklarımız değerlerini tespit etmeye çalışır. Bu eriyor. amaçla yapılan envanter ve değerleme Bu saptama şunun için işlemlerinde Vergi Usul Kanunu’nda önemli: Varlıkların yıllardır hüküm altına alınan değerleme ölçüleri aynı değerde kalması kullanılır. yürürlüğe girmesi ile birlikte artık yeniden finansman temini başta olmak üzere, VUK hükümleri uyarınca, gayrimenkuller, değerleme yapılamaz hale geldi. işletmelerin bazı zorluklarla taşıtlar, demirbaşlar gibi işletmelerde Peki, varlıklarımızın değerindeki karşılaşmalarına sebep oluyor. Bu kayıtlı varlıklar maliyet bedeli ile aşınmayı önleyebilmek için enflasyon durumda ise işletmeler kendileri çözüm değerlemeye tabi tutulur. Yani bu düzeltmesi yapabiliyor muyuz? Hayır. üretmeye başlıyor. Vergisel varlıklara sahip olabilmek için yapılan 5024 sayılı Kanun ile VUK’nin mükerrer yükümlülüklerini de göz önüne alarak yani harcamaların tamamı, bu varlıkların değeri 298. maddesinde hüküm altına alınan, doğabilecek vergileri ödemeyi olarak muhasebeleştirilir ve dönem enflasyon düzeltmesini yapabilmek için kabullenerek varlıkların değerini çeşitli sonlarında da bu değerde herhangi bir bazı şartların gerçekleşmesi gerekiyor. şekillerde arttırma adımı atılıyor. Bu değişiklik yapılmaz. Daha açık bir ifadeyle, Buna göre, kazançlarını bilanço esasına kapsamda, gayrimenkul değerleme işletmelere dahil varlıkların değerinde yıllar göre tespit eden gelir ve kurumlar vergisi şirketlerinden değerleme raporu alınıyor itibarıyla bir değişiklik olmaz. Bunlar tarihi mükellefleri fiyat endeksindeki artışın, ya da asliye ticaret mahkemelerinden maliyetleri ile takip edilir. içinde bulunulan dönem dahil son üç değer tespiti talep ediliyor. Örneğin, 2006 yılında 200 bin liraya hesap döneminde yüzde 100’den ve satın alınan ve bu bedelle kayıtlara alınan Böyle davranan bir mükellef de durumu içinde bulunulan hesap döneminde yüzde taşınmazın değeri 2011 yılı mali Gelir İdaresi Başkanlığı’na sormuş. Yani 10’dan fazla olması halinde mali tablolarında da 200 bin lira olarak görülür. özelge talep etmiş. Gelen özelgede, tablolarını enflasyon düzeltmesine tabi Oysa ki, enflasyonist varlıkların maliyet ortamlarda, tarihi maliyetleri bedeli ile ile değerlemeye tabi tutulan değerleneceği, bunun DUL VE YETİM MAAŞINDA YENİDEN HESAPLAMA İSTENEBİLİR varlıklar, reel olarak değer dışında herhangi bir kaybeder. Bu varlıklar değerleme Vefat eden Emekli Sandığı üzerinde enflasyonun yapılmasının mümkün emeklisi babamdan annem dul, yarattığı aşınmanın dikkate olmadığını belirtilmiş. evlenmemiş ablam yetim maaşı alınması gerekir. Ya da Oysa bu şekilde almaktaydı. Ablam vefat etti, annem piyasa fiyatlarındaki devam ederse ablamın maaşını da alabilir Sorularınız için malicodeğişiklikler tarihi maliyetleri varlıklar gün zum ?ismmmo.org.tr mi? Ahmet Sırrı Gökkaya güncel olmaktan uzaklaştırır. geçtikçe değer adresine mail atabilirAnneniz başka aylık alan kişi yok Geçmişte uygulanan kaybedecek. siniz. Tüm sorular eise babanızdan kalan maaşın yüzde posta ile tek tek “yeniden değerleme” Varlıkların piyasa cevaplanacaktır. 75’ini alabilir. SGK’ye dilekçe ile müessesesi bu olumsuzluğu değerlerinin mali başvurulup annenizin maaşının gidermede önemli roller tablolara hesaplanmasını isteyebilirsiniz. üstlenmişti. Ancak, 2004 yılı yansıtılmasının önü başından itibaren “enflasyon bir an önce düzeltmesi” müessesesinin açılmalıdır. Yabancı işçiler de SGK’li olur Gurbetçilerimiz dünyanın dört bir yanına çalışmaya giderken, Çinli, Amerikalı, Ruslar dahil çok sayıdaki yabancı da Türkiye’de işçi olarak çalışıyor. Türkiye’de yabancı uyruklu işçi çalıştırılması halinde birçok incelik var. Örneğin sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmamış ülkede kurulu bir kuruluş tarafından ve o kuruluş adına Türkiye’ye iş için en fazla üç ay süreyle gönderilen kişiler; kendi ülkesinde sigortaya tabi ise ya da aylık alıyorsa burada sigortalı sayılmazlar. Ancak, üç aydan fazla süre için çalışma izni alınan sigortalılar ise üç ayın bitiminden sonra sigortalı olurlar. Geçici görevli olarak çalıştığı üç aylık sürenin dolduğu tarihten sonra Türkiye’den ayrılan ya da ayrılmadan yeniden çalışma izni talep edilen yabancı uyruklular hakkında ise üç aylık süre şartı aranmaksızın çalışmaya başladıkları tarihten itibaren sigortalı bildirimleri yapılır. Sosyal güvenlik sözleşmesi imzalanmış ülkelerde kurulu bir kuruluş tarafından o kuruluş adına çalışmaya gönderilenler içinse farklı bir durum söz konusu. Yabancı uyruklu kişilerin akit ülkede kurulu kuruluş tarafından belirli bir işin icrası amacıyla geçici olarak Türkiye’ye gönderilmesi halinde, sigortalının kendi ülkesinde çalışıyormuş gibi iş merkezinin bulunduğu ülkenin mevzuatına tabi tutulması mümkün. Geldikleri ülkenin sosyal güvenlik mevzuatına tabi olarak kendi çalışmalarından dolayı aylık alanlar dahil geçici görevle Türkiye’de çalışanlar sigortasız sayıldıkları sürelerin bittiği tarihten itibaren 4/A bendi kapsamında sigortalı olurlar. ‘Varlıkların Erimesi’ İşletmelere Tehdit Müstahak Olmak!.. Bugün 29 Aralık... Bir “yazık yıl” daha geride kalıyor... Akıl almaz bir hızla, anlaşılması zor bir iştahla “toplum” olmaktan, “kabileler topluluğu” olmaya savruluşumuza tanıklık eden bir eskimiş yılı daha geçmişe gömmemize yalnızca iki gün kaldı... Tıpkı, doymak bilmez bir iştah ve de görülmemiş bir vicdansızlıkla kendi geçmişimizi gömdüğümüz gibi... Hem de anılarımızın, kavgalarımızın, aşklarımızın bir daha dönmemecesine yitip gideceğini, geleceğe ait umutlarımızın ise bir haysiyetsizlik ve erdemsizlik çukurunda ve de gözlerimizin önünde can çekişerek yok olacağını bilerek gömdüğümüz gibi... 2011’i de güle oynaya gömüyoruz... ??? Nasıl bir ülkede yaşadığımızı, nasıl bir “topluluğa” dönüştüğümüzü, hangi acılar, hangi korkularla yeni yıla adım attığımızı görmek için çok çaba göstermemize de gerek yok; son birkaç günün haberlerine, yüksekteki Türk büyüklerinin demeçlerine bakmak yeterli... Tasarlanmış yeni ülkenin ya da moda deyimle “ileri demokrasi”nin İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan muhterem zat, yeni yıla girmemizin eşiğinde, kimlerin teröre katkı sağlayabileceğini, kimlerin “terörist” sayılabileceğini o kadar açık seçik anlattı ki; yeni yılda “ihtimallerin de kelepçeye vurulabileceği” gayet net şekilde anlaşılmış oldu: “...Terör örgütü her alanda faaliyet gösteriyor... Psikolojik terör var, bilimsel terör var, terörü besleyen arka bahçe var. Bir başka ifadeyle terör propagandası var... Birileri saptırarak, makulleştirerek teröre destek veriyor. Neyiyle veriyor, belki resim yaparak tuvale yansıtıyor, şiir yazarak şiirine yansıtıyor, günlük makale, fıkra yazıyor...” İçişleri Bakanı büyük bir inanç ve ciddiyetle bu açıklamaları yaparken, Ankara’da, Anayasa Uzlaşma Komisyonu üyeleriyle bir araya gelen sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri, komisyonun ve aynı zamanda TBMM’nin Başkanı Cemil Çiçek’e şu soruyu yönelttiler: Görüşlerimizi söylersek başımıza bir iş gelir mi?!.. Bir gün sonra Meclis Başkanı Çiçek’le görüşen KESK yöneticileri bir adım daha ileri giderek, “Demokratik bir anayasa ile ilgili söyledikleri sözlerden dolayı yarın gözaltına alınmayacaklarına dair garanti vermesini” istediler... Aynı gün İstanbul’da Odatv davası vardı. Yıldız Teknik ve Boğaziçi üniversitelerinden sonra ABD’li üçüncü bilirkişi raporu da davaya temel olan dijital delillerin “virüs yoluyla Odatv bilgisayarına gönderildiğini” saptamasına karşın değişen hiçbir şey olmadı!.. Aynı gün, gazetelerde şu haber vardı: Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 2011’de devletin kendisine başvuran kadınların yüzde 73’ünü koruyamadığını, 160 kadının korunmadığı için katledildiğini açıkladı... Ayrıca her yıl ortalama 4500 kişinin bireysel silahlanma yüzünden yaşamını yitirdiği belirlendi... ??? Hemen ertesi gün, bu defa ileri demokrasinin Adalet Bakanı, cezaevleri konusunda Danimarka’dan, Hollanda’dan, hatta İsveç’ten bile iyi noktada olduğumuzu açıkladı!.. Türkiye’deki cezaevi kapasitesinin 116 bin, şu anda içerde bulunan tutuklu ve hükümlü sayısının ise 128 bin olduğunu nedense atladı!.. Gazeteci örgütleri içerideki gazeteci sayısının 99’a ulaştığını haykırırken, Bakan Bey bu sayıyı da uluslararası kuruluş CPJ’ye dayanarak 8 olarak açıkladı... Ancak muhterem Bakan, o kuruluşun daha sonra “yanıldığını açıklayarak özür dilediğini” de atladı... Aynı zaman dilimi içinde Kahramanmaraş katliamını anmak isteyen Alevi yurttaşların tıpkı Sivas’ta olduğu gibi şehre bile sokulmadığı, biber gazı ve copla ağırlandığı(!) ise birkaç onurlu yayın kuruluşu dışında bahse değer bile bulunmadı!.. Yılın son günlerinde Tuna Kiremitçi’nin “Selanik’te Sonbahar” kitabını okuyorum... Tuna kurgu romanında, Mustafa Kemal’in bir suikasta hedef olması sonucu Kurtuluş Savaşı’nın gerçekleşmediği, Cumhuriyet’in kurulamadığı, Osmanlı’nın ABD mandasına girdiği ve kanlı bir iç savaşın yaşandığı bir süreci anlatıyor... İçim burkularak okurken zaman zaman “acaba?” dedim, Acaba böyle mi olmalıydı?.. Müstahak olan bu muydu?..” Çok Üzülüyor ve Öfkeleniyorum... PERİHAN ERGUN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Kişinin inanç ve düşüncelerine ters düşen oluşumlara sabır ve itidalle dayanması gerektiği tanımı, genelde iyi niyetli, eğitimli ve kültürlü insanlarca kabul gören bir kavramdır. Bu tanım benim de ilkelerimin önde gelenlerindendir. Gelin görün ki son yıllar, aylar ve giderek günlerde erenlerin bile sabrını taşırıp isyan ettirecek dayanılmaz olay ve işlemleri yaşıyoruz. Önde gelen ilk tepkim, Milli Eğitim’deki uygulamalardır. Atatürk’ün bizlere emanet ettiği cumhuriyetin ortaöğretiminde Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak, 24 yıl, 12 Eylül darbesinden önce İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün Özel Öğretim Kurumları Müdür Yardımcılığı’nda 3 yıl, 6 ay, 24 gün olmak üzere 27 yıl, 6 ay, 24 gün içtenlikle eğitime hizmet vermiş bir kişi olarak, bugün milli eğitimimizin aydınlanma yolundan uzaklaştırılmasını içeren uygulamalarını kabul edemiyorum. İlk şaşırtan uygulama ivedilikle Meclis’e getirilmeden Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre hazırlanmış olan Teşkilat Kanunu’nun KHK ile ortadan kaldırılması olmuştur. Bu kaldırılan yasa; 1924’te getirilen üç temel yasadan biri olan tekke ve zaviyelerin ortadan kaldırılmasından sonra anayasanın 42. maddesi kapsamında, Milli Eğitim’de “Eğitim ve öğretim Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda çağdaş, bilim esaslarına göre yapılacaktır” derken, çocuklarımıza, Atatürk cumhuriyetinin ilke ve devrimleriyle milliyetçiliğini öğretme amacını taşır. Eğiticilikte bu kuralları cüretle kaldıran Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, bir de “Teşkilat kanununun yeri ve zamanı geçmiştir” diyerek Cumhuriyetin temel ilkelerini öğretimden yoksun kılmıştır. Bu yetmemiş, yıllardır kadro bekleyen 400’e yakın gerçek öğretmenlere, “Hiç beklemesinler, onlara kadro açamıyoruz, gitsin kendilerine başka işler arasınlar” dedikten sonra, boş kalan sınıflara öğretmen olmayanları, geçici, ücretli öğretmen olarak görevlendirmiş, böylece eğitimiöğretimi altüst etmiş, niteliksizleştirmiştir. Bir ihaneti de Kadın Araştırmaları Derneği’nin gazetemizde çıkan duyurusundan öğrendik. Buna göre; ilköğretimde 4. sınıf öğrencilerine, büyüklerin bile öğrenmekte güçlük çektiği Arap harfleriyle yazım ve bunu kolaylaştırmak için de Arap dilini öğretime koymuş?! Eğitimde ilk devrimle Osmanlı’da Arapça, Farsça ve az miktarda Türkçeden oluşan karma Esperanto dil ortadan kaldırılmış, anadilimize dönülmüştü. Bunu sağlamak için de Dil Tarih Kurumu oluşturulmuştu. 12 Eylül darbesinde bu resmi kurum özel dernekler haline getirilerek suikasta uğradı. İşte şimdiki Bakan da Arap alfabesiyle dilinin öğretilmesine kalkışarak, Atatürk’e ve Harf Devrimi’ne doğrudan saldırıyla ihanet etmiştir. Ana muhalefet, hem de Atatürk’ün kurduğu CHP nerede? Milli Eğitim davul zurnayla ilkelerinden koparılırken onların gözleri görmez, kulakları işitmez mi? Benim onlardan bir beklentim daha var. Dersim’den CHP milletvekili yapılan Hüseyin Aygün’ün iktidarın suçlamaları eşliğinde, o tarihlerde İngilizlerin kışkırtmalarına kendisi de o fikirde olan Seyit Rıza’nın öncülüğünde başlatılan kalkışmanın, o günlerin tek partisi CHP hükümetince bastırılmasına ki hangi devlet olursa olsun düzeni korumak için her türlü önlemi almak zorundadır“Dersim’de katliamı yapan CHP, yaptıran da Atatürk’tür” diyebilmiş. Bu zat, düşünmeden olaylardan yoksunca zorunlu savunmayı, bilinçsizce suç sayan sözleri sarf ederken suçlamada AKP ile eş çizgide olmuştur. Ondan bunun hesabı sorulmalıdır. Kuvayı Milliye’den gelen, Kurtuluş Savaşı’nda İzmir’in Yunanlılarca işgaliyle iki şehit veren, ailesi, evi barkı yok edilen, Mustafa Kemal’in Başkumandan olarak zaferle sonlandırdığı Kurtuluş Savaşı’ndan geriye sadece anneannesiyle annesi kalan ve CHP’ye 60 yılı aşkın hizmet veren, çağdaş ülkelerdeki gibi ‘kadın kotası’nın parti tüzüğüne konmasında başı çeken bir Cumhuriyet kadını olarak bu aymazlıklara karşı içimin yanmasıyla öfke duymamı önleyemiyorum. Aynı nitelikte bir aymazlık da, geçen yazımda da değinmiştim, AKP’nin Ordu milletvekili İhsan Şener’den geldi. Ona göre “15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İzmir’e çıkmamış, onların tarihinde bu işgal yokmuş!”... ??? Tepki getiren bir konu da Cumhurbaşkanı’nın Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne’yi Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun Yönetim Kurulu’na ataması oldu. Bu zatın gazetesindeki yazıları, TV’de katıldığı açık oturumlardaki söylemleriyle Atatürk’e ve cumhuriyete karşıtlığı bilinirken, Sayın Gül’ün bu hatayı yapması, gençlerimizin haklı olarak tepkiyle sokaklara dökülmelerine neden olmuştur. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Birbirini öldür 1 me, boğazlaşma. 2/ Görgü, deneyim... 2 Doğu Timor dev 3 letinin başkenti. 3/ 4 Az pişmiş et... Dahil. 4/ Yiyecek bu 5 lamayan, yoksul 6 kimse... Belli bir 7 ödemenin ötesinde verilen para, prim. 8 5/ Japon müziğine 9 özgü, üç telli bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 çalgı. 6/ Türk tuluat tiyatrosunda baş komik gör 1 Ç O K R A Ğ A N evindeki uşak tiplemesi... 2 A K A İ T J E T Bir nota. 7/ Bahçelerde 3 M S T A T Ü K O süs bitkisi olarak yetiştiri 4 L A T K A S Y len, kırmızı çiçekli otsu bir 5 I R A K S T E N bitki... Salgı oluşturan or6B A B E T E L A gan. 8/ Uzaklık işareti... 7 E B A B İ L MK “Altınkökü” de denilen, kusturucu bir kök. 9/ Can 8 L A L A P A Ş A 9 N A N P U S U lı, etkin, hareketli. YUKAR1DAN AŞAĞIYA: 1/ Suudi Arabistan’da din polislerine verilen ad. 2/ Una su katılarak yapılan bir tür çorba... Yavaş, ağır. 3/ Uğur, talih... Briçte, oyunculardan birinin elinde bir renkten hiç kâğıt olmaması. 4/ Tavuğun göğüs etiyle hazırlanan ve pişmiş hamurla yenen bir tür çorba. 5/ Şekerkamışından elde edilen bir içki... “Misket limonu” da denilen, acı sulu küçük limon cinsi. 6/ Sahip olma, kazanma... Çemberin çevresinin çapına oranını gösteren sayı. 7/ Lityum elementinin simgesi... Akıl... Avcı kulübesi. 8/ Cömert. 9/ Dolma yapmak için hazırlanan karışım... Göz değmesi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle