19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ARALIK 2011 PAZARTESİ 8 KÜLTÜR SÖYLEŞİLERİ Piyano virtüözü ve besteci Fazıl Say yeni eserlerini, ‘Sivas 93’ projesini, medya ve yeni kuşaklarla ilgili düşüncelerini anlattı ‘İsyanlarım eserlerime de yansır’ ZEYNEP ALTIOK AKATLI Dostum Fazıl Say’la onca zamansızlık içinde ade? “Mezopotamya ta zaman çalarak söyleştik. Onun hep kalabalık, hep Senfonisi”nde hem koşturmacalı yaşantısı içinde sonbahardan kalma griMezopotamya tarihi mavi bir kış gününde yeni evinde buluştuk. Fazıl İstanbul’dayken sıklıkla zaman geçirdiğimiz “Bach boyunca hem de che”li evde değiliz bu kez. Benim de ilk kez tanışgünümüzde yoğun tığım yeni ev, bana sorarsanız, Fazıl’ın “denize bakbir biçimde yaşanan ma durağı”. Kısa süreli yol aralarında yalnızca bedenen değil, manen de dinlendiği ve yeni eserleritrajik olaylar var. ni ürettiği huzurlu bir durak. Fazıl beni “Bu aralar Terör, savaş, acı çok bana beş tane ben lazım galiba” diyerek karşılavar. Savaşın dı. O, hep çok yoğun ama son iki yıldır her zamankinden de farklı bir üretim sürecinde. Bu süanlamsızlığını reçte birbirinden yapı olarak da farklı birçok büyük anlatan uzun eser besteledi. bölümler var. Bana Öncelikle yeni çalışmalarından söz eder misin? göre, dünyanın en Bu yıl dört eser var. “Hayyam Klarinet Konanlamsız şeyi savaş çertosu” biliyorsun gündemde. Klarinet Ömer ve “ölüm kültürü”. Hayyam’ı temsil ediyor. Orkestra içinde Hayyam’ın karısı da viyolonselle temsil ediliyor. Eser Hayyam’ın çocukluğundan başlayarak yaşamını anlatıyor. Neden Hayyam? Çünkü benim için 1314 yaşından ? Bundan beri önemi olan bir şair. Dörtsonraki kuşak lüklerinin bana yol göstericiliği var. Neredeyse bütün dörtlükbu eserleri lerini ezbere bilirim. Büyük dinleyecek ve üzerine bir sevgi ve bağlılık var yabir şeyler koyacak. Ben ni. Hayyam’cı insanlar öyne yazık ki yeni kuşak fonisi” 45 dakikaydı; o bile fazledir. Kendilerini Hayyam adına çok karamsarım. Bu la provalı, büyük ve masraflı bir gibi hissederler biraz... Bu eser benim de bir sürü şey ülke nereye gider, onu bile eserdi. Bu artık iyice fil, mamut durumunda yani. Ay ve Güneş öğrendiğim, yazmayı gebilmiyorum. Sanatta yeni diye iki bölüm var. Eski Mezoliştirdiğim bir eser oldu. kuşak olabilecek mi diye potamya uygarlıklarının inançO bittiğinde bahar aylaendişelenecek kadar larıydı, korkularıydı, taptıkları rında yazdığım dört şarkaramsarım. Bunu şeylerdi Ay ve Güneş. Bunların kım var. Piyano eşlikli ve bugünün insanı için de yansımasöyleyince de tonla klasik bir ses için yazıldılar. ları var. Dicle ve Fırat üzerine iki Yani caz ve pop sesleri için düşman kazanıyorum. bölüm var. Nehir bölümleri güzel. de uyarlanabilecek şarkılar Eserde hem Mezopotamya tarihi değil. İlla ki söyleyen klasik boyunca hem de günümüzde yoğun olacak. Virtüöz bir notasyonu yaşanan trajik olaylar var. Terör, savaş, var. İkisi Almanca şarkılar. İlk ? Beni acı çok var. Biliyorsun, günümüz fişarkı Nâzım’dan “Masalların Magerçek lozoflarının özellikle Ortadoğu için salı”. İkinci şarkı Avusturyalı şaanlamda en fazla “ölüm kültürü” gibi bir tanımları ir Ingeborg Bachmann’ın. Bilivar. Bölge kültürü olarak görümutlu eden şey yorsun onun trajik bir ölümü de var. Sigarayla yatakta uyuyakamüziği iyi yapmak. İyi yorlar bunu. Kürt, Arap, Yahudi olarak değil, bir bölgenin kültürü lıyor ve yanarak ölüyor. “Büyük bir eser yapmak. olarak tanımlıyorlar ölümü onlar. Yük” diye Almanca bir şarkı. Bütün dertlerimi, Bu sadece terörle ilgili bir durum Üçüncü şarkı Turgut Uyar’dan: yalnızlığımı paylaşmak da değil. Eserde yoğunlukla savaş “Göğe Bakma Durağı”. Muhteması var. Savaşın anlamsızlığıteşem bir ilişki şiiridir. Dert, özmüziğimden geçiyor. nı anlatan uzun bölümler var. Balem, hınç ve iyisi kötüsü, kaEserlerime de na göre dünyanın en anlamsız şeranlığı aydınlığı bir arada çok güisyanlarım, yi savaş ve bu ölüm kültürü. zel bir şiirdir. Son şarkı ise Rilmemleketle ilgili Ben özellikle Avrupa’da seni ceke’nin “Panter” şiiri. Rilke’nin de sur yorumların ile bir icracı olarak dertlerim Alman edebiyatında önemli bir yer özgün bulduklarını düşünüyorum, tutan şair olduğunu düşünüyorum. yansır. biliyorum. “İstanbul Senfonisi” Alüzik kendimi ifade manya’dan siparişti ve yurt dışında tayöntemim’ nınmayan enstrümanlar ile bestelenmişti. Bu eserler sana siparişle mi geliyor? Nasıl be “Mezopotamya”da enstrümanlar nasıl? Neler şalirliyorsun bir sonraki çalışmanın ne olacağını? şırtacak? “Mezopotamya”da Güneydoğu Anadolu’nun ya Siparişler çoğunlukla ikiüç yıl önceden veriliyor ve tema olarak da tamamen serbest bırakılıyo da Ortadoğu’nun etnik enstrümanlarını kullanmarum. Ben anlatmak istediklerini müzikle anlatan bi dım. Ama onlara çok yakın olan ve çok imkânları riyim. 5 yaşından beri kendini piyanoyla doğaçla olan bazı sazlar var. Blok flüt ailesinden fagot büma içgüdüsü ile anlatan biriyim. “İstanbul Senfo yüklüğünde bas blok flüt ve trombon büyüklüğünnisi”nde olsun, “Hayyam”da olsun ben hep pro de bas flüt var. Teremin diye elektromanyetik dalvalarda orkestranın içinde gezdim. Çalgıların yanında galarla çalınan bir enstrüman var. Meleği sembolioturdum, bir sonraki eser için enstrümanların orkestra ze ediyor. Bu kadar savaşın olduğu bir bölgeye bir içindeki ruhlarını daha iyi öğrenmek istedim. Eşlikte de melek lazım. Tasviri bir melek figürü. Ben meya da ana fikirde enstrümanları nasıl kullanacağın leklere şeytanlara inanan bir insan değilim, ama o önemlidir. Enstrümanların sınırlarını iyi bilmek bir iyilik sembolü. Peki, şu an üzerinde en yoğun olarak çalıştıgerek. Besteci için orkestrayı öğrenmek, anlamak ğın “Hezarfen” galiba? mühimdir, bu zenginleşme demek. “Hezarfen” bir ney konçertosu. Ney çok enteavaşın anlamsızlığı resan bir enstrüman. Bana göre olması gereken bir Peki, az önce söz ettiğin eserler tamamlandı, iş. Tamamen dini bir sembol aslında. İyi bir neyzen hatta icra edildi. Bu yılın çalışmaları devam edi sanki bir tek sesin içine bütün bir evreni sığdırmak yor, biliyorum. Heyecanla beklediğim “Mezo ister gibidir. Huzurla birlikte büyük bir doluluk gepotamya Senfonisi”nden söz edelim mi? lir. O doluluk sanırım huzur. Boş bir şey huzursuzAz önce anlattığım benim öznel gelişimim için luk yaratır. Neyin karakteri uzun notalardır. Hızlı şeyde “Mezopotamya”da anlatacak şeyim çoktu. Bir ler çalan, virtüöz şeyler yapan bir enstrüman değil. kere Mezopotamya ismi tarihi bir isim. Güneydo Ney konçertosu Hezarfen’in uçtuğu günü anlatan ğu ya da Ortadoğu değil eserin ismi. İçinde tarih de bir eser. Benim kafamdaki Hezarfen oldukça muvar. 10 bölümlük bir eser, 55 dakika. “İstanbul Sen halif de biri. Ney, Hezarfen’in kendisini ve iç sesi yıl bir iki yerde “Altıok Ağıtı”nı çalabilsek. Türkiye’de yeri daha önemli bu eserin. “Nâzım Oratoryosu” da ve “Altıok Ağıtı” da Türkçe olmaları nedeniyle yurtdışında sıkıntılı aslında. Böyle olunca müzikedebiyat buluşması ifade edilemiyor. Oysa bu ülkede bu buluşma hâlâ çok önemli ve çok şey kazandırır. “Sivas 93 Operası”nı bu gibi kaygılarla Almanca hazırlıyoruz. Hem Metin Altıok hem de Nâzım Hikmet benim hayatımda kilometretaşı niteliğinde. Bu ülkenin kültür hayatı içinde müzikle, edebiyatla buluşulmasının önemli olduğuna inanıyorum. Bundan sonraki kuşak inşallah olursa böyle sanatla ilgili bir kuşak bu eserleri dinleyecek ve üzerine bir şeyler koyacak. Bu buluşmalar onlara yol açacak. Ben ne yazık ki yeni kuşak adına çok karamsarım. Bu ülke nereye gidiyor onu bile bilmiyorum. Sanatta yeni kuşak olabilecek mi diye endişelenecek kadar karamsarım. Bunu söyleyince de tonla düşman kazanıyorum. Ülkende olup bitene duyarlığın var. Sanatçının taşıması gereken aydın sorumluluğu ile meselen var. Bunun yanı sıra yurtdışında kırmızı halılarda yürüyerek bayağı rahat ve kolay bir yaşamın olabilecekken bunca zamansızlıkta duyarsız kalmıyor, hırpalanıyorsun, üzülüyorsun, isyan ediyorsun. Etrafın kalabalık, yaşamın dolu, ama büyük bir yalnızlık duygusu var. Ancak sen bu duygularla çıkışlar yaptığında sürekli bir sataşmayla karşılaşıyorsun. Hem de senin temelde en karşı olduğun magazinleştirme ve yozlaşma tonunda! Zeynep’çiğim, beni gerçek anlamda en fazla mutlu eden şey müziği iyi yapmak. İyi bir konser vermiş olmak. İyi bir eser yapmak. Zaten bütün enerjimi ve dertlerimi anlatmak, yalnızlığımı paylaşmak müziğimden geçiyor. Gizli bir dehliz gibi. Bunu beni birazcık dinlemiş olan herkes bilir. Çünkü onlara ulaşır. En kötü günümde bile bu hissedilir. Eserlerime de isyanlarım, memleketle ilgili dertlerim yansır. Benim İstanbul’da çok daha geniş bir çevrem, daha yakın dostluklarım olabilecekken zamansızlığımdan bu mümkün değil. Benim hayatım kızım ve yakın dostlarımla sınırlıdır. Kurmak istediğin ilişkileri kuramadığın bir hayat içsel bir yorgunluk da getiriyor elbette. Bazen de o yalnızlığı yaşamak istiyorsun. Kendinle de hesaplaşarak. Yeni evimde kendime iyi gelen zamanı yaratıyorum. Boğaz’da uzun yürüyüşler yapıyorum. Birikmiş dertler akmaya başlıyor. Yıllardır tuttukların, sıktıkların akmaya başlıyor. Ama sanatçıların, müzisyenlerin, şairlerin hayatları böyle bir şey. Düzen olsa yapamazdık. Duyarsız olamayız. Senin eserlerinde Türkiye var. Sürgün Nâzım’ı anlatıyorsun. Sivas’ta yaşanan acıyı hissediyorsun. Metin Altıok’u, Turgut Uyar’ı, Cemal Süreya’yı bilip anlatıyorsun. Mezopotamya’nın acılarıyla buluşuyor, Âşık Veysel’in topraklarının müziğini eserine taşıyorsun. Saz var, türkü var. Yine de elitist olmakla, uzaklıkla itham ediliyorsun. Şuna biraz üzüldüğümü söylemeliyim. Hoş internet herkesin her şeyi söylediği, insanların fevri olduğu, hatta kimliksiz bile olduğu bir ortam. Buna rağmen, Fazıl Say Türkiye’nin sanatçısı değil; gâvur, Batılı gibi genellemelere üzülüyorum. Şöyle düşün. “İstanbul Senfonisi” değil Münih Senfonisi yazarsın, “Mezopotamya” değil de Westphalia yazarsın. Nâzım’ı değil Aragon’u, Altıok’u değil Neruda’yı, Hayyam’ı değil Shakespeare’i yazarsın. Alevi dedeleri, Âşık Veysel’i, Dede Efendi’yi değil, yabancıları ele alırsın. Buna hakkın da vardır aslında. Bütün bunlara rağmen bu eserlerin dünyaya yayılmışlığına, Türkiye’de de çok bilinmesine, internette yaygın olmasına rağmen genellenmeye başladı bu tavır. Bu beni üzüyor tabii, bunun önüne geçmek için de kendimden zaman ve çaba koyuyorum. Ama bu bir rüzgâr. Yalan bir şey bu, bakalım neresinden dönecek... Yalnızlığı yaşamak ‘M S ni simgeliyor. Biraz da o muhaliflik, evrensellik, doluluk simgeleniyor. 3. bölümden itibaren Hezarfen kendini boşluğa atıyor. Uçuştaki hisleri, teknik zorluk, heyecanları, yalnızlığı, yorgunluğu. Ben onun peşine martı sürüleri de takıyorum. Üsküdar’a indikten sonra kendisini karanlık bir gelecek beklediğinin de bilincinde. İnişten sonra biliyorsun onu hemen Cezayir’e sürdüler. Yani konçerto mutlu sonla bitmeyecek. Bir başka büyük projen var beni de özel olarak ilgilendiren. “Sivas 93” bir opera eseri olacak. Librettonun yazıldığını biliyorum. Biraz da heyecan içindeyim açıkçası. Daha çok yeni ve çalışmanın çok başındasın, ama ben söz etmeni istiyorum. Librettonun birinci yazımı yapıldı. Daha çok çalışacağız üzerinde. Genco Erkal’la çalışıyoruz. Genco’nun yaptığı tiyatro eserinden farklı biraz. O eser kişiye odaklanmayan, tiyatrocuların her an herkes olabildiği bir eser. Biraz bizim olayları bilmemize dayanan bir durum bu. Oysa operada tema Avrupa’da bilinmeyen olaylar ve insanları içerdiği için kişilerin anlatılması gerekli. Libretto biraz o kaygıyla yazıldı. Yurtdışında senin özgün bir yerin var dedik. Bence “Metin Altıok Ağıtı” da çağdaş bir eser. Belki “Nâzım Hikmet Oratoryosu” gibi yurtdışında da ilgi çekebilirdi. Ancak yaşadığımız sansür yüzünden sadece bir kez çalınabildi. Sansürlenmenin yıkıcılığının yanında bunun arkasındaki uzun çalışma süreci ve büyük bir emek de var. Bu esere ilişkin duyguların neler? Nâzım daha oral bir şair, Metin Altıok ise daha içsel bir şair bana göre. Nâzım’ın daha halka inmiş bir tarafı var. Altıok daha zor okunan bir şair değil, ama Nâzım’cılık popülistliğinde de değil. Hele ben oratoryoyu yazdığımda hiç değildi. Madımak olayları da hâlâ tartışılıyor. Ve mühimdir. Ben oratoryomda Metin Altıok’u anlattım. Bir Ankaralı şair anlatılıyordu. 9. bölümünde onun hayallerini, dünya görüşünü, yaşamını anlatıyordum. 10. bölümde ölümü ve Sivas vardı. Madımak konusu bir popülist yaklaşım da içerebilir belli bir yerden bakıldığında. Benim en büyük endişem Sivas’ın arkasına sığınıp bundan faydalanıp ortaya çıkıyor denmesiydi. “Altıok Ağıtı” bundan sıyrılmış bir eserdir. Popülist dalganın değemeyeceği bir yerde duran bu dalgayı reddetmiş bir eser. Keşke her İnternet ortamı Sosyal mecrada insanların tek bir konuya takılmasına basının senin dünya başarılarına hiç yer vermeyip sadece bu mecralarda magazinel konulara çekmesine içerliyorum ben. Eminim sen de hissediyorsun bunu. Bu tek taraflılık niye? Ben yozluğa karşı bir tepki koyuyorum. Etik olarak buna hakkım var. Yozluğa karşı kendini temiz hissederek söylediklerimi söylemeye hakkım var. Fevri olabilirim kimi zaman, ama bu vatan haini olarak tanımlanmayı gerektirmez. Ben dediğin gibi sadece yurtdışına odaklansam, bu tartışmalara hiç girmesem bile değişmeyecek bakışlar var. Ben konserlerin dışında aydınlanma için festivaller kurma amacı gütmeyen biri olsaydım, bunları adeta harekât gibi algılamasaydım düşmanım hemen hemen hiç olmazdı. Ama o zaman ben olmazdım. Bu besteler böyle çıkmazdı. Bu besteler bir şekilde kendini geliştirme hıncı. Tepki. Olan bitenin intikamı. Şu basit bir şey: Biraz bile kariyer ve para kaygısı taşıyan bir insan bu hükümetle ters düşmez. Bir kişiyi yok edebilecek, susturacak her türlü kaynağı kullanıyorlar. Her şey ellerinde. Para ve kariyer benim için hiç mühim olmadı. Müziği yapabilmek önemli oldu. Yanığı söndürmek ve tedavi edebilmek önemliydi. Magazinlere gelince bunlar boş. Gerici medyada, 2. Cumhuriyetçi medyada ve yandaş medyada bir Fazıl Say hesaplaşması zaten var. Bizim artık ne medyamız kaldı? Artık sadece kendi medyamız, internetimizde konuşabiliyoruz. O da varsa. Bu böyle. Medya oldum olası kültürsanata mesafelidir. Ana akım gazetelerde kültürsanat sayfası yoktu. Hep belli gazetelerdir buna yer veren. Son olarak Fazıl Say’ın dünyada ya da Türkiye’de yeni akımlara baktığında beğendiği, heyecanlandığı ne gelişmeler var? Benim jenerasyonum kendini geliştirmek zorunda daha iyi olmak için. Bizden sonra gelen jenerasyon biraz farklı. Fevkalade enteresan bulduklarım var. Örneğin Antalya Piyano Festivali’ne çağırdığımız kör Japon piyanist Nobuyiki Tsujii var. Gürcü piyanist Khatia Buniatishvili var. Lang Lang’ı beğenirim. Beste nereye gidiyor diye baktığımızda ise bizim jenerasyonumuz tam bir bilinmezlik dönemine denk geliyor. Avantgarde akımından hemen sonra geliyor. O akım insanları o kadar sanattan koparttı ki, insanlar dışlanmış hissettiler, anlamadan dinlediler. Bizim jenerasyonumuz o eksikliği hırsla kapatmaya çalışan, halka dokunmaya çalışan bir jenerasyon. Çağdaşlığı kaybetmeden bu dokunmayı arıyor yeni besteciler. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle