19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 ARALIK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Zeyno çıkacak, yine yazacak Nâzım’ın sözleriyle “kokmuş karanlığımız”ı biraz olsun aydınlatmak, unutulmuşların sesi olmak için 24 saat çabalayan bu genç gazetecilere, her şey bir yana, hukuk ve demokrasi adına sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum 2. YILMAZ GÜNEY KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ ‘Beni Kör Kuyularda...’ Michael Skibbe gidiyor ve ben de kendimi hiç iyi hissetmiyorum! Şimdi tabii siz kültürsanat sayfası okuru olarak Michael Skibbe kimdir ve gençliğinde kızıl sakallı olmakla övünen açık ‘mektupçu’muz niye üzülüyor diye sorarsınız. Sorun ama ilk cümlenin başlıktaki o caanım şarkıyla ne ilgisi var... demeyin, zira vardır elbet bir ilgisi! Herkesin bildiğini sizden niye saklayayım! Efendim ben 30 yıla yakın zamandır memleket evlatlarının çoğu gibi İstanbul’da yaşıyor görünsem de aslında gönlüm Eskişehir’de. ‘Kadim’ Eskişehirliyim ve kentimi çok severim. O denizi, İstanbul’u, balıkları, çocukları, insanları bir gök yazısı gibi açık, mavi, bulutsuz yazan büyük yazarımız Sait Faik’in “Medarı Maişet Motoru”yla değil ama, ‘Medarı Maişet Treni’yle İstanbul’a gelenlerdenim. Edip Cansever’in pek sevdiğim ve hemen her yerde okuduğum şiiri gibi “Gelmiş Bulundum” demeliyim belki de. Ekmek kapısı, geçim, iş güç, ev bark, aşk, evlilik, çocuk derken de... Nerdeyse 30 yıl geçmiş aradan. İstanbul’da zaman da yıllar da çabuk geçiyormuş meğer! İstanbul’un zamanı başka, Türkiye’nin zamanı başka! ‘Kadim’ Eskişehirli olunca ‘fanatik’ Eskişehirsporlu olmak da kaçınılmaz oluyor. Hele çocukluğunuzdan beri, Eskişehirspor 1965’te kurulduğunda 9 yaşındaydım, ona ve siyahkırmızı renklerine tutkuyla bağlandıysanız, kendinize ‘fanatik’ sıfatını bile yakıştırabilirsiniz. Ben öyle diyeyim de siz onu yine ‘tutkulu’ diye okuyun. Hayatta en çok övündüğüm şeylerin başında da Eskişehirli ve Eskişehirsporlu olmak gelir. Sık sık da ‘Türkiye Eskişehir olsun’ derim. Derim demesine de pek de istemem aslında, çünkü o zaman bir ‘semt’ duygusuyla sevdiğim şehrim nice olur? Eskişehir’i yeterince övdükten sonra, gelelim Michael Skibbe’nin kim olduğuna. Kendisi bir Alman olup, daha geçen haftaya kadar Eskişehirspor’un çalıştırıcısıydı. Ve Eskişehirspor’un, nur içinde yatsın ilk çalıştırıcısı Abdullah Gegiç’ten beri gördüğü en iyi spor adamıydı. Birinci yarı sona erdi ve Eskişehirspor, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş’ın ardından dördüncü sırada. Hayır ‘dördüncü büyük’ olarak değil, sadece Eskişehirspor olarak. Biz öyle büyüklenmeyi filan sevmeyiz. İşte kendilerini dördüncü büyük sayanları görüyoruz, Bursaspor’a bakın, Trabzonspor’a bakın, ne olacak ki büyüklenip? Darbe yaptığı zaman Evren efendi Ankaragücü’nü emirle birinci kümeye çıkarmıştı, bak şimdi nerede; Evren’den Gökçek’e, kimlerin eline düştü! Ufaktan kinayeli bir şiir yazmışlığım bile vardır bu hususta: “Ankaragücü tepeden inme/Trabzonspor büyüklenme/Eskişehirspor diklenmedir.” İşte Skibbe, Berlin’e, bir başka takımı çalıştırmak üzere gidiyor. Oysa geçen yıl, acımı içime gömerek, tutmayı bıraktığım Eskişehirspor’u yeniden ve daha tutkuyla sevmemi sağlamıştı. Türlü oyunlarla takımın başına, Eskişehir’e ve Eskişehirspor’a hiç yakışmayacak Bülent Uygun getirildiğinde, tepki olarak bırakmıştım takımı. Şike soruşturması kapsamında tutuklandı. Ben de yeniden sevgili Es Es’ime döndüm. Şimdi Ersun Yanal’ın geleceği söyleniyor, umarım Skibbe’nin kaldığı yerden katkıda bulunur. Çünkü Münir Nurettin Selçuk’un şahane besteleyip söylediği, bizim de gençliğimizde ilk Timur Selçuk’tan duyduğumuz “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın/ Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın” şarkısını, şimdi Skibbe için, bizi ligin ortasında bırakıp gittiği için, söylemek istemem. Sözleri de Ümit Yaşar Oğuzcan’a aittir bu şarkının, ben de Ümit Yaşar şiirlerini şarkı olarak daha çok severmişim, onu öğrendim. Bu yazıyı yazmamın ardında başka bir şey aramayın sakın, kaç yıldır gazeteci toplama kampına dönen memlekette değinebileceğim en iyi konulardan biriydi. Ne olur ne olmaz! Gözde konularımdan biri Eskişehir ve Eskişehirspor’sa, bir diğeri de kedidir, haftaya da bir kedi yazısı yazarım. Daha sonraki haftaya ise Allah kerim! Skibbe’nin ayrılığıyla üzüldüğüm bu yeni yılda mutlu, sağlıklı, huzurlu, barış içinde, kimsenin düşüncelerinden dolayı özgürlüğünden edilmediği, yepyeni günler dilerim. ski bir söz vardır: “Gençler düşünebilse, yaşlılar yapabilse” diye… İlk başta doğru gibi gözükse de tartışma götürür bir sözdür bu. Çünkü “düşünme”nin, “düşünebilme”nin, dayatılan kalıpları, toplumsal suskunluk uzlaşmalarını kırıp onun dışında “düşünmeyi göze alabilme”nin kendisi muazzam bir eylemdir zaten. Örneğin 68 hareketinin, üzerine ölü toprağı serpilmiş sistemleri köklerinden sarsmasının altında, gençliğin farklı düşünmeyi ve buna göre davranmayı hem bireysel hem kitlesel ölçeklerde göze alması yatar. E Zeynep Kuray Amaç yarışmak değil, üretmek Kültür Servisi Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi tarafından düzenlenen “2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali” 15 Ocak’ta başlayacak. Yılmaz Güney Vakfı’nın çabalarıyla, Yılmaz Güney’in dijital ortama aktarılarak yenilenen ve aralarında “Sürü” ile “Arkadaş”ın da olduğu 11 filmi festival kapsamında gösterilecek. Elde edilecek gelir, Yılmaz Güney sinemasının geleceğe taşınmasına katkı sağlamak amacıyla Yılmaz Güney Vakfı’na bağışlanacak. Festival kapsamında sinema (kısa film, belgesel), öykü, şiir, karikatür ve fotoğraf dallarında yarışma düzenlenecek. Festival sorumlularından Mehmet Burak Şahin “Festivalin amacı yarışmak değil, Yılmaz Güney’in sanat anlayışında vücut bulan Etiketçiler Bugün televizyon ekranlarında sık sık boy gösteren “bir kısım” yorumcunun, 68’e duyulan genel ve yerleşik sempatiden rahatsız olmalarının altında da bu yenileyici/değiştirici güçten duyulan korku yatıyor. Onlar, günümüzün düşünmeyi engelleyen yaftalamalarının, etiketlerinin arkasından sadece bugünü değil tarihi de bombardıman etmeye çalışıyorlar; bu amaçla 12 Eylül, hatta 12 Mart döneminden devraldıkları bir mirası sürdürüyorlar. Bu memlekette düşünen insanlara çok etiket yapıştırıldı: “Komünist”, “anarşist”, “vatan haini”, “eşkıya”… Liste çok daha uzun, bunlar benim ilk aklıma gelenler. Üstelik 12 Mart’tan da öncesine uzanan bir tarihi var: Bakın, 1948’de faili belli ama meçhul bir cinayete kurban giden değerli yazarımız ve gazetecimiz Sabahattin Ali nasıl yorumlamış kendi devrindeki “etiket” listesini: “Biz demişiz ki: Bu memleketin istiklâli her şeyden üstündür. Milletin oluk gibi kan akıtarak kazandığı bu istiklâli siyasi oyunlara alet edip elden kaçırmayalım, sömürücü devletlerin elinde oyuncak olmayalım! Cevap vermişler: Hain, satılmış, Bolşevik ajanı! Biz demişiz ki: Yıllardan beri arkası gelmeyen dalavereler, arsa oyunları, memleket dışına para kaçırma rezaletleri, esrarı çözülmeyen cinayetler, millet malı soygunculukları alıp yürümüştür. Öte yanda, millet kara sabanın arkasında donsuz didiniyor. Bu gidişatın sonu hayra çıkmaz. Cevap vermişler: Müfsit, tezvirci, komünist!” 1938’de uydurulan “Donanma Davası” ile uzun yıllarını hapiste geçiren Nâzım Hikmet, gazetelerin kendisine “vatan haini” etiketi yapıştırmasına şu unutulmaz şiirle yanıt vermişti: “Vatan çiftliklerinizse,/ kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,/ vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,/ vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,/ fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,/ vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,/ vatan, mızraklı ilmühalse,/ vatan, polis copuysa,/ ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,/ vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,/ vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,/ ben vatan hainiyim./ Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla:/ Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.” gazeteci tutuklandı 20 Aralık 2011 tarihinde evim basıldı. Kızım, BirGün gazetesi muhabiri Zeynep Kuray evde yapılan uzunca bir aramanın ardından gözaltına alındı. O gün gözaltına alınan 48 gazeteciden biri olan Zeynep, bizim ve meslektaşlarının taktığı adıyla “Zeyno”, 24 Aralık 2011’de 35 meslektaşıyla birlikte tutuklanarak cezaevine 36 yollandı. Avukatlarından aldığım bilgiye göre, Zeyno’ya ve tutuklanan diğer gazetecilere esas olarak meslekleri ve yaptıkları haberlerle ilgili sorular yöneltildi. Onlar da, yine avukatların verdiği bilgiye göre, mesleklerinin onurunu, haber yapma ve halkı bilgilendirme haklarını savunan cevaplar verdiler. Peki, meslektaşlarıyla doğal bir dayanışma içinde olması gerekenler ne yaptılar? Yine “etiketleme kafası” çalıştı, yine masumiyet karinesini üstelik kendi meslektaşlarına karşı hiçe sayan manşetler atıldı, yine… Sözü uzatmaya ne gerek, Pir Sultan kadar güzelini söylemeye de imkân yok: “Şu ellerin taşı bana hiç değmez/ İlle de dostun bir tek gülü yareler beni.” Zeyno nasıl bir gazeteciydi? Bu konuda sözü bir meslektaşına bırakıyorum. “Ege’nin Sesi” adlı internet sitesinde Murat Sayan şöyle anlatmış Zeyno’nun gazeteciliğini: “Tutuklanan gazetecilerden biri de BirGün gazetesi muhabiri Zeynep (Kuray) arkadaşımız. İstanbul’da bulunduğum zamanlarda yanından hiç ayırmadığı not defteri ve fotoğraf makinesi ile Taksim civarında muhakkak görürüm Zeyno’yu. Nerede unutulmuş bir ses, nerede bir haksızlık varsa Zeyno oraya koşar, kıt kanaat imkânları ile haber yapmaya çalışır.” Evet, Zeynep’in ve daha birçok “özgür basın” mensubunun durumunu çok güzel özetliyor bu satırlar: Unutulmuş sesleri, haksızlıkları kıt kanaat imkânlarla duyurmaya çalışmak. Nâzım’ın sözleriyle “kokmuş karanlığımız”ı biraz olsun aydınlatmak, unutulmuşların sesi olmak için 24 saat çabalayan bu genç gazetecilere, her şey bir yana, hukuk ve demokrasi adına sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum. Ben, özgür habercilikten başka hiçbir kaygısı olmayan ve mesleğini inanılmaz bir tutkuyla yapan kızıma saygı duyuyorum. Zeyno çıkacak, yine yazacak diyorum. halktan yana sanat yapan amatör ya da profesyonel sanatçıları ortak bir platformda buluşturmak ve üretime teşvik etmek” diyor. 15 Mart tarihine kadar sürecek festivalin mekânları ve etkinlik takvimi 1 Ocak’ta duyurulacak. Festivalin yarışma bölümüne başvuru formu ile yarışma koşulları bilgisine www.yilmazguneyksf.org adresinden ulaşılabilir. Başvuru için son tarih 15 Ocak. ÖLÜMÜNÜN 35. YILINDA ‘SEVGİ SOYSAL SEMPOZYUMU’ ‘Ne Güzel Suçluyuz Biz Hepimiz’ Kültür Servisi Ölümünün 35. yılında edebiyatımızın güçlü yazarlarından Sevgi Sosyal’ı anmak ve edebiyatını konuşmak için dostları, yazarlar ve akademisyenler bir araya geliyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ), İletişim Yayınları ve Amargi’nin ortaklaşa düzenlediği “Ne Güzel Suçluyuz Biz Hepimiz” başlıklı “Sevgi Soysal Sempozyumu” 28 ve 29 Aralık’ta MSGSÜ Sedad Hakkı Eldem Oditorumu’nda gerçekleşecek. Sempozyumun başlama saati ise 10.00. Kitapları, yarattığı karakterleri, dili, hayata bakışının farklı oturumlarda farklı başlıklar altında ele alınacağı sempozyumda Süha Oğuzertem, Semih Gümüş, Ömer Türkeş gibi usta eleştirmenlerin ve Ayşe Gül Altınay, Fatih Altuğ gibi akademisyenlerin sunumlarının yanı sıra Murat Belge, İpek Çalışlar, Oya Baydar, Latife Tekin, Selim İleri, Hatice Meryem, Sema Kaygusuz, Buket Uzuner gibi pek çok yazar da Sevgi Soysal’ı anlatacak. Sempozyumda, Soysal’ın 12 Mart üzerine yaptığı konuşmadan bir kesit konuklara sunulacak ve yazarın romanından uyarlanan “Seni Seviyorum Rosa” filminin gösterimi yapılacak. Filmin yönetmeni Işıl Özgentürk ile film üzerine bir de söyleşi gerçekleşecek. Ege Brass ile klasikten tangoya Kültür Servisi Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası’nda Yılbaşı Konseri kapsamında yarın saat 20.00’de Ege Brass sahnede olacak. Trompette Tolga Bilgin ve Bahtiyar Matniyazov, kornoda Kerim Gürerk, trombonda Baki Onur, tubada Kenan Gökkaya ve perküsyonda Bora Peynirci’den oluşan grup konserde Bach, Vivaldi, Mozart, Handel ve Piazzola’dan eserler seslendirecek. Süreyya Operası’nda 4 Ocak’ta “Viyolonsel ve Piyano ile Fuaye Konseri”, 9 Ocak’ta ise Ramzi Yassa’nın “Beethoven’la Bir Akşam” konserleri izlenebilir. YAYINEVİNİ IŞIK TABAR GENCER VE FERRUH GENCER KURMUŞTU Pan Yayıncılık 25 yaşında Kültür Servisi Boğaziçi Üniversitesi mezunu iki mühendis; Işık Tabar Gencer ve Ferruh Gencer’in 1986’da başlattığı müzik yayıncılığı serüveni, Pan Yayıncılık adı altında 25. yılını, yazarları ve okur dostlarıyla kutladı. Kutlama kapsamında konuklara; “25 yıla 25 Besteci” adlı kitap, Alper Maral’ın “Elektronik Müzik”, Bora Ebeoğlu’nun “Bartok’un İzinde” ve Cengiz Onural’ın “Git Zaman Gel Zaman”ı ile “Pan Yayıncılık 25 Yaşında” CD’sinin yanı sıra notalı kartpostal albümü, tıpkı basım imzalı ayraç ve takvimden oluşan hediyeler armağan edildi. “Müziği Okuyabilirsiniz” sloganıyla ağırlıkla Türk müziğiyle evrensel müziğin her dalına kapılarını açan Pan Yayıncılık, İlhan Başgöz kitaplarıyla halk edebiyatına, “Sofi’nin Dünyası” ile rekora imza atmıştı. Pan Yayıncılık’ın ilk yayımladığı kitap, “Rauf Yekta Bey’in Hayatı ve Eserleri” olmuştu. ‘Dans adımlı’ tabloya 14 bin TL ? DUBLİN (A.A) İrlanda kökenli Amerikalı dansçı Michael Flatley’nin tuval üzerinde dans ederek yaptığı tablo, İrlanda’da açık artırmada 5 bin 600 avroya (yaklaşık 14 bin TL) alıcı buldu. Ekibiyle birlikte sahnelediği “Riverdance”, “Lord of the Dans”, “Feet of Flames” ve “Celtic Tiger” gösterileriyle tanınan Flatley, açık artırmada satılan eserini, tabanları boyalı dans ayakkabılarıyla, bir tuval üzerinde “Celtic Tiger” gösterisindeki “Al Capone” solosunun küçük bir bölümünü sergileyerek oluşturmuştu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle