27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 ARALIK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 13 1978’den bu yana ekonomi sabit fiyatlarla 3.5 kat, dolar bazında 5 kat büyümesine rağmen gerçek asgari ücret yerinde saydı Büyüme asgariye yaramadı ? Asgari ücretin, işçinin ailesiyle birlikte tüm zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde tespit edilmesi gerektiğine işaret eden DİSKAR, asgari ücret üzerinden alınan vergilerin kaldırılmasını istedi. Ekonomi Servisi Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Enstitüsü’ne (DİSKAR) göre verimlilik ve ekonomik büyüme asgari ücrete yansımadı. DİSKAR ‘Asgari Ücret ve Ekonomik Büyüme’ raporuna, 1978’den bu yana ekonominin sabit fiyatlarla 3.5 kat, dolar bazında yaklaşık 5 kat büyümesine rağmen gerçek asgari ücretin yerinde saydığı ifade edildi. Asgari ücretin gelişme seyrinin, ekonomik büyümeyle paralel gitmesi halin ‘İnsan onuruna yaraşır düzeye getirin’ Sosyal Güvenlik Kurumu verilerine göre, sigortalı ücretlilerin yaklaşık yarısının asgari ücret düzeyinde gelire sahip olduğunun belirtildiği raporda, asgari ücret zammının aileleriyle birlikte 20 milyon kişiyi doğrudan etkilediği vurgulandı. Raporda asgari ücrete ilişkin şu ifadelere yer verildi: L Asgari ücret, işçinin ailesiyle birlikte tüm zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde tespit edilmeli. L Asgari Ücret Tespit Komisyonu işçilerin ağırlığı arttırılarak demokratikleştirilmeli, emek örgütlerinin katılımı konusundaki sınırlandırmalar kaldırılmalı. L Görüşmeler kamuoyuna açık hale getirilmeli, anlaşmazlık durumunda işçilerin üretimden gelen güçlerini kullanabilecekleri yasal zeminler oluşturulmalı. L Asgari ücret net olarak belirlenmeli. Asgari ücret üzerinden alınan vergiler kaldırılmalı. L Asgari ücretin herkese bölge, yaş, işkolu vb. ayrımı yapılmaksızın aynı oranda belirlenmesi esas alınmalı, bölgesel asgari ücrete uygulanması yolundaki girişimlerden uzak durulmalı. L Asgari ücret gelir dağılımını düzenleyici yönde belirlenmeli ve ekonomik büyümeden pay almalı. de 34 yılda net 1973 TL’ye ulaşması gerektiğinin vurgulandığı raporda, asgari ücretin mevcut haliyle Yunanistan’daki rakamın yüzde 40’ı düzeyinde kaldığına dikkat çekildi. 1999’a kadar 1978’deki ekonomik gücüne ulaşmayan asgari üc ret, bu yılda ulaştığı düzeyi, yüksek enflasyon ortamında yaşanan iki krizle ciddi bir biçimde kaybetti. 1978 ve 1999 seviyesine ancak 2004’te yeniden ulaşabilen reel asgari ücret 2005’ten bu yana ise ciddi bir gelişme gösteremedi. 20052010 arasında krize rağmen çalışan kişi başına verimlilik yüzde 14 oranında artarken asgari ücretin reel olarak yıl sonu tahminleriyle sadece yüzde 4 gelişme göstereceğinin beklendiği, aynı dönem için ekonomik büyümenin yüzde 26 olacağının tahmin edildiği ifade edildi. Rapora göre bu hesapla sadece 2005 yılından bu yana ekonomik büyümenin asgari ücrete yansımamasının işçilere bedeli net 138 TL’lik gelir kaybına denk geliyor. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişmişlik Endeksi’ne göre Türkiye’nin, insani gelişmişlik açısından 187 ülke içerisinde 92. sırada olduğunun ifade edildiği raporda, buna karşın dünyanın en büyük ekonomisine sahip ilk 20 ülke arasında olmaktan gurur duyulduğuna dikkat çekiliyor. Gündem 11/12 Yeni yıla girerken ülkenin iç siyaset gündemi de yeniden biçimleniyor. Gündem üç noktada toplanıyor: AKPcemaat ilişkileri; sosyalizm ve Cumhurbaşkanı’nın görev süresi. Ekonominin girdiği dalgalı okyanuslar ve bunun emeğiyle geçinenlere etkileri; hak ve özgürlüklerin daraltılması ve dış politikanın tıkanması ise bir türlü hak ettikleri ölçüde siyasetin gündemine gelmiyor. ??? Siyaset tartışmaları, çok büyük ölçüde AKP’nin lider kadrosucemaat ilişkileri ekseninde yapılıyor. Ancak gerek AKP içi gelişmelerle ilgili haber ve yorumlar, gerekse bunların cemaat ile ilişkilendirilmesi, somut olgulara değil, papatya falı açarcasına belirsizliklere dayandırılıyor. Bundan daha da ileri gidilerek, önümüzdeki yıllarla ilgili siyasal çözümlemeler, cemaatAKP çelişkisine indirgeniyor; o kadar ki AKP’ye karşı muhalefetin de bu çelişkiden doğacağı sonucuna ulaşılıyor. Oysa AKP, çok partili yaşama geçildikten sonra uygulamaya konulan ve giderek hız kazanan İslamın siyasallaşması sürecinin, düşe kalka, onca deneyim ve birikimden geçerek doğurduğu ve kendi çizgisinde başarılı olmuş olan bir davanın çocuğudur. Bu nedenle de aynı davanın en güçlü cemaatiyle çelişkiye düşeceğini düşlemek, düşten öteye gitmez. Üstelik mele girişiminin ya da Cumhurbaşkanı’nın Atatürk Dil ve Tarih Kurumu’na yapılan son atamaların bir kez daha kanıtladığı gibi, AKP, gerçek niteliğini hâlâ bir türlü kavrayamayanlara şaşırtıcı gelen hızlı uygulamalarıyla yoluna devam ediyor. ??? Siyaset, AKP cemaat çelişkisine indirgenince, çelişkileri açıklamanın en güçlü aracı olan sosyalizm, bugünlerde Türkiye siyasetinin gündeminden tümüyle çıkarılmak, unutturulmak isteniyor. Bu ülkede sosyalizm ne kuramsal, yani teorik öğretisiyle, ne de başka ülkelerdeki uygulamalara getirdiği yorumlarıyla, sağlıklı doğup gelişemedi; düşünce özgürlüğünün doğal ortamında enine boyuna serpilme ve kitleselleşme olanağı bulamadı. Kuramsal kaynakları tam olarak özümsenmeden, Sovyetler Birliği ve Çin gibi öznel uygulamalarının farklılıklarının nedenlerini bile tam olarak tartışmadan iç kargaşa ve çatışmaya sürüklendi. Bu tarihsel sakatlık, 1990 sonrasında da, ülkenin düşünsel yapısının sığlığı nedeniyle varlığını sürdürdü. Bu yetersizlikle başlangıçta AKP’yi özgürlüklerin kurtarıcısı sanan kimi sol çevreler, her nedense (!) 2011’in sonunda, sosyalizmin tümüyle tarihe karıştığını ısrarla dile getiriyor; yok olduğu üzerine düşünceler döktürüyor. Evreni ve toplumları, bilimsel yöntemi; sağlam kuramsal kurgusu ve ders çıkarılması gereken uygulama deneyimleriyle çok farklı algılama olanağı sağlayan sosyalizm, bunları bir bütünlük içinde göremeyen günlük, yüzeysel yazı ve yorumlara konu oluyor. Sosyalizmin tümüyle reddi, ilginçtir, siyasal İslamın bu ülkedeki düşünce dünyasının her hücresini sarmaya çalıştığı ve denetlediği bir ortamda yapılıyor; böylelikle AKP’nin ekmeğine yağ sürülüyor! ??? İç siyasetin üçüncü gündemi, Cumhurbaşkanı’nın görev süresinde kilitleniyor. Şimdiki Cumhurbaşkanı yedi yıl için seçilmiş olduğuna göre, hiçbir sağlam hukuk mantığına dayanmadan süre beş yıldır diye ısrar etmek, siyaseti sığlaştırarak daraltmaktan başka bir sonuç vermez. Daha özelde ise sormak gerekiyor, 2012’de yapılacak bir cumhurbaşkanı seçimi için, AKP dışındaki partiler, örneğin CHP ne kadar hazırdır? Hiç kuşkusuz, yoğun ve eşgüdüm içinde bir çalışma ve atılacak somut adımlarla, ülkenin ufkunu giderek karartan özelliği artık saklanamayan AKP iktidarı, 2014’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilk seçim yenilgisini alabilir. AKP’nin seçim yenilgisi, CHP’nin, AKP’ye benzemekten vazgeçip, Cumhuriyetçi artı sol kimliğine sahip çıkmasına; kendi içinde demokratikleşerek güçlenmesine; topluma çağdaş, aydınlık geleceğin güvencesini vererek ülkenin AKP karşısındaki tüm güçlerini geniş bir çatı altında bir araya getirmesine ve güçlü bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarma becerisine bağlıdır. Hepinize mutlu yıllar dilerim... Türk anneleri çok stresli Numil’in Paris’te düzenlenen basın toplantısında verilen bilgilere göre, Türkiye’de 1.3 milyon bebekten sadece yüzde 10’u sağlıklı besleniyor. L Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 6. aydan sonra bebeklerin günlük 500 ml. anne sütü alması gerekirken Türkiye’de bu oran 300 ml. L Türk anne çok stresli. Kocasının iş durumunu düşünüyor. Ortalama 3.5 çocuğu var. İyi beslenemediği için çocuğu da iyi besleyemiyor. L Bebek hastalanmadığı sürece aileler doktora götürmüyor. L Annelerin yüzde 43’ü bebeklerde ek gıdaya erken geçiyor. İkinci ayda başlayanlar bile var. L Annelerin yüzde 47’si anne sütünü erken kesiyor. Türkiye’de çocuklar için ek gıda olarak geleneksel ürünler olan inek sütü, pirinç unu ve bisküvi tercih ediliyor. L Türkiye’de 5 anneden 1’i 6. aydan sonra bebeğine yeterli anne sütü verebiliyor. L “Bebeğime benim sütüm yaramıyor” inanışı bilimsel gerçek değil. L Türkiye’de aileler erkek bebekleri daha çok önemsiyor. Erkek çocuklar mama ile beslenirken kız çocuklar inek sütüyle besleniyor. ‘Çocuk maması için Türkiye’de organik meyve bulamadık’ ? Çocuk maması üreticisi Numil, çocuklar için meyve suyu üretimini Türkiye’de deneme yoluna gitti ancak standartlara uygun organik ürün bulamadığı için bundan vazgeçti. ŞEHRİBAN KIRAÇ PARİS Milupa, Bebelac ve Aptamil çocuk markalarını bünyesinde barındıran Numil, Türkiye’de bebek başına 10 kilo olan mama tüketimi iki katına çıktığında Türkiye’de fabrika kuracak. Numil Gıda Genel Müdürü Gamze Çuhadaroğlu, “Türkiye’de iki yıl üst üste yüzde 40 büyüdüğümüz taktirde bebek maması alanında yatırım yapabilecek konuma geliriz. Bu da Türkiye’deki 01 yaşındaki bebeklerin yüzde 7585’inin bebek maması kullanabilir duruma gelmesi demektir. Biberon maması üreten bir fabrika açacağız. Ülkemizde bebek mamaları alanı hâlâ bebek aşamasında. Yatırım için teşviklere bakıyoruz” dedi. Türkiye’de bebekler için meyve suyu üretimini fason yaptırdıklarını anlatan Çuhadaroğlu, çocuklar için meyve suyu üretimini Türkiye’de üretmek için girişimleri olduğunu ancak organik meyve bulamadıklarını ifade etti. Çuhadaroğlu, “Organik meyve çok aradık ama bulamadık. Ananas, muz, ahududu... Hangi ürünleri incelediysek bizim standartlarımıza uymadı. Hepsinde kimsayal ürün çıktı. Türkiye’de sadece organik elma standartlarımıza uygun çıktı. Diğer meyveleri Polonya, Çek Cumhuriyeti, Hollanda’dan alıyoruz” diye konuştu. Numil Gıda Genel Müdürü Gamze Çuhadaroğlu, Türkiye’de bebek beslenme ürünlerindeki yüzde 8 KDV oranının Avrupa’daki pek çok ülkede sadece yüzde 1 olduğunu veya hiç olmadığını hatırlatarak “Türkiye’de de olması gereken bu. Eğer KDV düşerse biz de fiyatları düşürmeyi taahhüt ediyoruz” dedi. İsrail üzerindeki basıncı azaltacak hem de ona Arap dünyası içinde, geçici de olsa yeni ilişkiler kurma olanağı sağlayacaktır. Geçen hafta, ekonomik krizin 2012’de yeniden hızlanacağını düşündüren gelişmelere dikkat çekmiştim. Yıl boyunca gelişen siyasi kriz dinamiklerinin de önümüzdeki aylarda hızlanacağı anlaşılıyor. Bu iki sürecin kesişerek 2012 yılında, çok kritik “siyasiaskeri” fırtınaları tetikleme olasılığı giderek artıyor. “Kemer sıkma” önlemlerine, finans kapitale karşı “demokrasi” mücadeleleri bağlamında Avrupa Birliği’nin, ABDÇin dengeleri ve Kuzey Kore bağlamında Güneydoğu Asya’nın, İran ve Suriye bağlamında Ortadoğu’nun bu “fırtınaları” yaşamaya aday bölgeler olduğu kolaylıkla söylenebilir. Ancak, geçen iki hafta içinde yaşanan gelişmeler, olasılıklar yelpazesi içinde öncelikle Ortadoğu’yu, tetikleyici etken olarak da Irak’ı işaret ediyordu. Tahtası’nda son durum Ekonomik ve kriz dinamiklerinin “fırtına” yaratma kapasitelerini anlamaya çalışırken ABD hegemonyasının gerileme, yeni güçlerin yükselme dinamiklerinin, Brzezinski’nin ünlü kavramını ödünç alırsak “Büyük Satranç Tahtası”nda gündeme getireceği olası hamleleri düşünerek başlamak gerekiyor. Bu bağlamda, Brzezisnki’nin, Council on Foreign Relations’un yayımladığı Foreign Affaires dergisinin 90. yıl özel sayısında (Ocak/Şubat 2012) yer alan “Doğu’yu Dengelemek, Batı’yı Yenilemek” (Balancing the East, Upgrading the West) başlıklı denemesi, bize yardımcı olabilir. Derginin, ABD için yeni bir “Büyük Strateji” arayışı olarak sunduğu bu denemede, Prof. Klare’nin daha önce bu köşede aktardığım (12 Aralık Pazartesi) “Yeni Soğuk Savaş” ‘Büyük Satranç savına temel oluşturan varsayımlar etrafında yazılmış: ABD’nin dikkati giderek artan ölçüde Çin’i dengeleme paradigması, ekonomik siyasi kaynakları Uzakdoğu’ya kaydırma hesapları üzerinde yoğunlaşıyor. Bu bağlamda, Brzezinski, öncelikle Batı ittifakının, Rusya ve Türkiye’yi de içerecek biçimde, Japonya’ya ve Güney Kore’ye kadar uzanacak biçimde, geliştirilerek genişletilmesini öneriyor. İkincisi, ABD’nin Uzakdoğu’da kendisine, büyük güçler arasında, uzlaştırıcı ve dengeleyici bir konum inşa etmesi gerektiğini düşünüyor. Brzezinski, denemesinde ABD’nin, bu süreci, ideolojik olarak Çin’i doğrudan hedef almadan “yapıcı işbirliği” kavramına uygun biçimde yönetebilmesinin olanaklarını tartışıyor. Brzezinski’nin bu denemesi üzerinde daha fazla durmak istemiyorum; bir başka yazıda tekrar döneriz. Benim için bu noktada önemli olan, bu denemenin, ABD’de bir “Yeni Büyük Strateji” arayışlarına ilişkin tartışmalarda, Uzakdoğu’nun önemine yapılan vurgular artarken Ortadoğu’nun öneminin azalmakta olduğunu vurgulayan savları destekler nitelikte olması. Bu saptamalardan sonra, ABD Irak’tan “çıkarken”, Avrasya’nın hemen altında, bir stratejik enerji kaynakları bölgesi olarak Ortadoğu’nun kendi kaderine terk edilmesinin söz konusu olamayacağı varsayımından hareketle kimi sorular sorarak düşünmeye devam edebiliriz: Bu bölgede, güçler dengesine ilişkin nasıl bir “denklem” ABD’nin ve “Genişletilmiş Batı”nın çıkarlarını korumaya devam 2012: Fırtınanın Merkezinde... etmesine izin verebilir? Bu çıkarlar en genelde nasıl tanımlanabilir? Düşünce sürecimize maddi bir zemin sağlaması açısından önce ikinci sorudan başlarsak, bu çıkarları “Bölgenin, başta enerji olmak üzere doğal kaynaklarının, piyasalarının Batı’nın kullanımına, etkilerine ekonomik, siyasi, kültürel olarak açık kalması” olarak tanımlayabiliriz. Bu çıkarları koruyacak denklemi düşünmeye başlayınca, andaki “durum” içinde üç fonksiyon hemen öne çıkıyor: 1) Toplumsal muhalefet dalgasının, devrimci atılımların, durdurulması ya da önceki paragrafta değindiğim “amaç” doğrultusunda saptırılması. 2) Bu amacın güvenceye alınmasını engelleyebilecek güçlerin bölgede hegemonya kurmasının engellenmesi. 3) İsrail’in güvenliğinin sağlanması. üyük Ortadoğu – ‘Büyük Oyun’ Amacım, tabii ki ABD’nin “Büyük Strateji” arayışı tartışmalarına katkı yapmak değil. Ama ‘Büyük Ortadoğu’ alanındaki ana öğelere bakınca olası bir “Büyük Strateji”yi şu senaryolar bağlamında düşünebiliyorum: B Toplumsal muhalefet dalgasının ve devrimci atılımların açtığı kapıdan, bölgedeki en örgütlü, “postkolonyal” (Batı/emperyalizm yapıntısı) devletlerle uzlaşmaya hazır, kapitalizmle barışık güç olan SünniMüslüman Kardeşler akımının (Suudi parasının, Körfez ülkelerinin askeri desteğinin de yardımıyla) geçerek siyasi iktidarı almasıyla birinci fonksiyon yaratılabilir. İkinci fonksiyonun inşa edilebilmesi için öncelikle, ABD’nin Irak işgalinin yan ürünü olarak yükselen İran’ın etkisinin kırılması, bu ülkenin Batı projelerini aksatıcı bir parametre olmaktan çıkarılması gerekir. İkinci aşamada, İran etkeni giderilirken birlikte davranan güçlerden birinin, İran’ın geriletilmesiyle oluşacak boşluğun doldurulmasına fırsat vermemek gerekir. Bu amaçların gerçekleşmesine olanak sağlayacak fonksiyonun, bir SünniŞii kamplaşması üzerinden, İranSuriyeHizbullah eksenine karşı Suudi Arabistan, Müslüman Kardeşler “enternasyonalizmi”, Türkiye ekseni üzerinden kurulabilir. İran geriletildikten sonra oluşacak boşluğu bu üç güçten birinin doldurmasını engelleyecek güçler dengesi, SünniSelefi ekseniyle, Müslüman Kardeşler arasındaki çelişkiler, TürkiyeMısır rekabeti, Kürt sorununun Türkiye Devleti üzerindeki etkileri, Suudi Kırallığı’nın Türkiye ekonomisi içindeki mali etkisi, “Yeni Osmanlı projesi”nden rahatsızlığı üzerinde kurulabilir. İsrail’in güvenliğinin sağlanmasına gelince; aslında 1 ve 2 numaralı fonksiyonların işlemeye başlamasıyla bölgede hızlanan dinamikler, hem ay hattının üzerindeki ülke: Irak ABD çıkarken Irak’ta patlayan bombalar, sömürgecilik tarihinin, jenosit ve yıkımdan sonraki en tipik dinamiğinin yine işlemekte olduğunu gösteriyor. Yine bir sömürgeci güç, çıkarken arkasında parçalanmış, parçaları birbiriyle savaş halinde bir ülke enkazı bırakıyor. SünniŞii bloklarının arasındaki fay hattı, Irak’ın temelinden geçiyordu. ABD işgalinin bir aşamasında, direniş bu fay hattının enerjisi devşirilerek bir iç savaş senaryosu bağlamında etkisizleştirilmişti. Şimdi ABD “çıkarken” bu fay hattı bu kez ülkeyi üç parçaya bölecek biçimde enerji üretmeye başlıyor. Böylece Irak, yukarıda değindiğim üç fonksiyonun, İran’ın geriletilmesi çabalarının, İran’ın yerine aday güçler arası rekabetin yaşanacağı sahne haline geliyor. Dahası Irak, bu özelliğiyle Suudi Arabistan’ı, Müslüman Kardeşler’i (ve Hamas’ı), Lübnan’ı (Hizbullah), Suriye’yi, İran’ı, Türkiye’yi, “Büyük Kürt Coğrafyası”nı birbirine bağlayan bir düğüm noktası olarak karşımıza çıkıyor. Özetle, ABD stratejik dikkatini, Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya kaydırırken bu bölgede giderek genişleme potansiyeli taşıyan bir yangın ve parçalanma süreci yeniden hızlanıyor. Türkiye’nin de bu sürecin, dolayısıyla fırtınanın, merkezine çok yakın olduğu görülüyor. F Iraklı, Türk birası içiyor ANKARA (A.A) Geçen yıl gerçekleştirilen 68.4 milyon dolarlık bira ihracatının 27.5 milyon dolarlık bölümü Irak’a yapıldı. Bu rakam, Türkiye bira ihracatının neredeyse yarısını ifade ediyor. İhracatta birinci sırada yer alan Irak’ı, 6.5 milyon dolarla KKTC, 5.8 milyon dolarla Azerbaycan ve 4.9 milyon dolarla Birleşik Arap Emirlikleri izledi. Türkiye, geçen yıl 98.9 milyon dolarlık alkollü içki ihracatı yaptı. KKTC’ye 9.3 milyon, Almanya’ya 8.8 milyon, Irak’a 1.2 milyon, ABD’ye de 676 bin dolarlık rakı sattı. Alkollü içkiler ithalatında ise ilk sırada viski geldi. 21.4 milyon dolarlık viski ithalatının yarısından çoğu İngiltere’den yapıldı. Şarapta 2.3 milyon dolarlık ithalatla Fransa tercih edildi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle