19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 ARALIK 2011 PAZAR CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 Zeynep Tanbay Dans Projesi, Pina Bausch’un asistanı Daphnis Kokkinos’u ağırladı İstanbul’un ‘çağırdığı’ dansçı ? Kökleri Kapadokya’dan Yunanistan’a göç eden bir aileye uzansa da İstanbul ve Türkiye ile Pina Bausch sayesinde tanışmış Kokkinos. Defalarca ziyaret ettiği kentte geçen “Zenne” filminin koreografisi de ona ait. SİBEL ÇORBACIOĞLU Modern dans camiasını derinden etkileyen Pina Bausch, 2009 yılında hayata gözlerini kapadığında, geride pek çok unutulmaz koreografiyle birlikte, bir “aile” bıraktı: Pina Bausch Wuppertal Dans Tiyatrosu. Bu ailenin 20 yıllık üyesi Daphnis Kokkinos, Bausch’un asistanı olma şansını yakalamış ve onun dans derslerini, workshop’larını o hayattayken de verme yetkisine sahip özel bir dansçı. Geçen hafta Zeynep Tanbay Dans Projesi’nin konuğu olarak, dört günlük yoğun bir workshop için İstanbul’a gelen Kokkinos, Zeynep Tanbay ile, Pina Bausch topluluğunun üç yıl yöneticiliğini yapan Koza Tamdoğan aracılığıyla tanışmış. Pina Bausch’un “İstanbul”unu 2003 ve 2010 yılında “evinde” seyretme şansını yakalamış olanlar, onun gözünden kentin kadınsı, hareketli yapısına, suyla ilişkisine tanıklık eder. Kokkinos’un İstanbul’u ise sıcak, dopdolu ve dinamik. Kökleri Kapadokya’dan Yunanistan’a göç eden bir aileye uzansa da İstanbul ve Türkiye ile Pina Bausch sayesinde tanışmış Kokkinos. Defalarca ziyaret ettiği kentte bir de yönetmen Mehmet Binay’ın teklifiyle, 13 Ocak’ta gösterime girecek “Zenne” filminin koreografisini üstlenmiş. Pina’nın ona yeni bir pencere açtığını ve kendisini yeniden keşfettiğini söyleyen Kokkinos, bunu Pina’nın “açık” karakterine bağlıyor. Bu atölye çalışmalarıyla da dansçılara Pina’nın onlarla nasıl çalıştığını ve aralarındaki etkileşimi aktarmak istiyor. Pina’nın gidişiyle topluluğun “anne”sini kaybettiğini söylemek yanlış olmaz. Ama Kokkinos, bir arada kalıp, onun eserlerini en iyi şekilde sahnelemeye devam edeceklerini söylüyor. “Yeni koreografiler içinse çok erken” diyor. Yetiş Sultan Süleyman! Sene 1525. Fransa Kralı I. François, Alman imparatoruna esir düşmüştür. Kralın annesi Osmanlı Padişahı Kanuni’den yardım ister. Cevap tez gelir: “Ben ki, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Han oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko’sun…” Bakar mısınız şu dengesizliğe! Bir bizimkinin görkemine, şaşaasına bakın, bir de onlarınkinin zavallılığına! Sanki François, bizim imparatorluğun uç vilayetinin bir valisi… Önceki gün Başbakan kükreyerek mektubu anımsatıyordu. Çağrışım yaptı: Dengesizlik bu kadar olur! Bir Erdoğan’ın boylu boslu yiğit cüssesine bakın, bir de Sarkozy’nin çelimsiz, kısacık, kompleksli cüssesizliğine… Erdoğan kükremesin de kim kükresin! Kükremeler arasında “keşke”ler geldi yüreğime ve mideme oturdu: Keşke bunca yıl olayları yok sayıp, hiçbir şey olmamış gibi davranmasaydık. Keşke bugüne dek bu sorunu sorgulayanları hapse tıkmasaydık…. Keşke “Türklüğe hakaretten” dava açtığımız insanları yargılamak, hapse tıkmak, milleti aleyhlerine kışkırtmak ya da öldürtmek yerine, onları koruyabilseydik. Keşke bugün Fransa’ya karşı alınan önlemleri şimdi son anda değil de yıllar içinde yaptırım gücüyle kullanabilseydik. Keşke Sarkozy’nin tek amacının birkaç oy almanın ötesinde, Ortadoğu’daki güç paylaşımından rol kapmak olduğunu görebilseydik. Keşke Fransa’ya “düşünce özgürlüğü”, “ifade özgürlüğü” dersi verirken, kendi ülkemizde hapse tıktığımız gazetecileri, yazarları, protesto ettikleri için gözaltına alıp okuldan uzaklaştırdığımız, geleceğini çaldığımız öğrencileri aklımıza getirebilseydik. Biraz utanmamız olsaydı… Keşke sadece gösterişe dayalı büyük laflar, meydan okumalar ve milleti kışkırtma yerine istikrarlı bir dış politikanın önemini kavrayabilseydik… Belki o zaman, bugün Sultan Süleyman’dan medet ummazdık! Keşkeler çok... Ben en iyisi askeri olduğu kadar edebi dehasına da hayran olduğum Kanuni’nin bir başka mektubuna döneyim. (Her iki mektubu da “özlü söz” sitesinden aldım.) Mektup şöyle: “Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han’ım. Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım. Hemhudut olmaklığımız dolayısıyla, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali muvacehesinde namei hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat orduyu hümayunumla gelip men’e muktedirim!..” Rivayet o ki, Kanuni’nin bu mektubundan sonra Fransa’da yüz sene dans edilmemiş… Şimdi ister misiniz, Erdoğan da ülkemizde dans etmeyi yasaklasın! Not: Geçen pazar, Timur Selçuk yazımda, “1 Mayıs Marşı” da sanki onun bestesiymiş gibi bir anlamaya neden olmuşum. Oysa, Ruhi Su, Dostlar Korosu, Selda, Cem Karaca, Grup Yorum ve Timur Selçuk’un da seslendirdiği o çok popüler marşı, 1974’te AST’ın yorumladığı Brecht Gorki’nin “Ana” oyunu için Sarper Özhan bestelemişti. Bu yanlış anlaşılma için Özhan’dan, Selçuk’tan ve tüm okurlardan özür diler, beni uyaranlara teşekkür ederim. Tolga Örnek’in son filmi “Labirent”, Türkiye’de pek görmediğimiz kalitede bir aksiyon ve macera filmi Şirket, terör ve kör dövüşü ? Çekimleri Mardin, İstanbul ve Frankfurt’ta gerçekleşen filmin kilit rollerini Timuçin Esen, Meltem Cumbul, Sarp Akkaya, Rıza Kocaoğlu paylaşıyor. İnsan öykülerinin, merhamet, vicdan, acıma, kin, nefret gibi duygularla harmanlandığı film, hız kesmeyen temposuyla hikâyesini dengeye oturtmayı başarıyor. ALPER TURGUT Keşke… Ses getiren belgesellerin ardından kurmacada karar kılan Tolga Örnek, 2008 tarihli “Devrim Arabaları”nın ardından geçen yıl ve bu sene iki film çekti. “Kaybedenler Kulübü” ve “Labirent” gibi iki farklı yapım üreten Örnek, ülke sineması adına sürekli deneyen ve giderek deneyim kazanan bir yönetmen olacağının müjdesini veriyor. Örnek’in son filmi “Labirent”, vasatı hayli aşan, Türkiye’de pek görmediğimiz kalitede bir aksiyon ve macera filmi. Köktendincilik, sorunlu Ortadoğu, emperyalist Batı, Türk istihbaratı… Üstüne, CIA’ya şirket deniyor ya, bizim gizli ve yerli şirketimiz, ardından memleketi karıştıran yabancı ajanlar ve elbette İstanbul… Gerçekten İstanbul, labirent gibi bir kent, cazibe ötesi ve arzın merkezi olması, bu kozmopolit şehri hedef haline getiriyor. 15 Kasım ve 20 Kasım 2005’te gerçekleştirilen iki ayrı eşzamanlı “El Kaide” saldırısında güzelim İstanbul’da 67 yaşamın solduğunu, 700 kişinin de yaralandığını göz önüne alırsak, film kurmaca da olsa gerçekten uzak düştüğünü söylemek haliyle zor. Sorunlu Ortadoğu demiştik yukarıda, kapitalist ve emperyalistler rahat vermezse, yani kaşırsan bölgeyi sürekli, halkları birbirine düşürürsen, sonunda kör bir terör, masum, sivil tanımayan şiddet bölgeyi aşıp dünyayı sarar. İşte bu güzergâhtan yola çıkan bir film “Labirent”… İnsan öykülerini, merhamet, vicdan, acıma, kin, nefret ve çeşit çeşit duyguyla harmanlayan, görev aşkı, seçimler, etkiler ve tepkileri Oyuncu yönetimi konusunda başarılı bir sonuç alan Örnek’in ‘Labirent’inde başrolleri Meltem Cumbul ve Timuçin Esen paylaşıyor. İkiliye kalabalık bir oyuncu kadrosu eşlik ediyor. de yapıma katan “Labirent”, normal koşullarda çorbaya dönüşecek bu karmaşayı, bir çizgide tutmayı ve dengeye oturtmayı başarıyor, pek hız kesmeyen temponun eşliğinde… Tolga Örnek’in senaryosunu da yazdığı, çekimleri Mardin, İstanbul ve Frankfurt’ta gerçekleşen 123 dakikalık filmin kilit rollerini Timuçin Esen, Meltem Cumbul, Sarp Akkaya, Rıza Kocaoğlu, Ozan Bilen, Umut Kurt, Erdal Küçükkömürcü, Melike Güner, Yurdaer Okur ve Altan Gördüm üstleniyorlar. Konuk ve yardımcı oyuncu listesinde ise Amith Rahman, Aslıhan Gürbüz, Cem Ben der, Martin Turner, Alptekin Serdengeçti, Emre Melemez, Numan Acar, Giray Altınok ve Alize Gördüm var. Oyunculuk performansları gayet yerinde, bir iki aksilik dışında neredeyse aksama yok. Eski yönetmenlerimizin çoğu zaman beceremediği oyuncu yö netimi konusunda da Tolga Örnek’in başarılı olduğunu söyleyelim. Ama yine de vurgulamadan geçmeyeyim, klişe bulduğum bazı sahneler, bak şöyle olacak deyip gerçekleştiğini gördüğüm anlar var, filmi TV dizisi estetiğine yakın bulduğumu saklamayacağım üstelik. Ancak “Labirent”, izlenmeye değer, her şeye rağmen. Son söz: Tolga Örnek’ten saf ve özgün bir sinema bekliyorum, benim derdim tam olarak bu… Dans etmeyi de yasaklasak mı? İspanyol yazar Lucia Etxebarria’dan ekitabının yasadışı olarak indirilmesine protesto Korsana kızdı, yazmayı bıraktı Kültür Servisi 2004 yılında İspanya’nın en önemli edebiyat ödüllerinden Planeta Roman Ödülü’ne değer görülen Lucia Etxebarria, ekitaplarının yasadışı bir biçimde indirilmesi karşısında yazmayı bıraktığını açıkladı. Etxebarria, Facebook sayfasından yaptığı açıklamada, kitabının yasadışı bir biçimde indirilen kopyalarının sayısının satışından daha fazla olduğunu, bu durumda artık uzun bir süre kitap yayımlamamaya karar verdiğini belirtti. Etxebarria, müzikten film ve edebiyata çevrimiçi (online) korsanlığın hızla yayılması karşısında, İspanyol yazarları zor bir geleceğin beklediğini söyledi. Bask asıllı yazar, yasadışı eser indirme konusunda İspanya’nın Çin ve Rusya’dan sonra üçüncü sırada olduğunu, çevrimiçi korsanlıktan bazılarının milyonlar kazandıklarını, İspanya hükümetinin ise bununla ilgili bir yasa çıkarmaya cesaret edemediğini ileri sürdü. Etxebarria, kısa bir süre önce istifa eden José Luis Rodriguez Zapatero’nun sosyalist hükümetinin korsanlığa karşı bir yasa tasarısını geri çevirdiğini, yeni Başbakan Mariano Rajoy’un tutucu Halk Partisi hükümetinin de böyle bir yasayı çıkarabileceğine inanmadığını söyledi. Yazarın son romanı “Sessizliğin İçerdikleri” yasal ekitap olarak erişilebilir değil, ama çeşitli web sitelerinden pdf formatında indirilebiliyor. Basılı kitabın fiyatı ise 20 Avro’nun üstünde. Öte yandan, Etxebarria’nın yazmayı bırakacağı açıklaması, kitabı indirenlerin protestosuyla karşılaştı ve yazarın Facebook’taki sitesine hakaretler yağdı. Bazıları onun kitaplarını satın alabilecek kadar para kazanmadıklarını söylediler. Eleştirmen Kelly Sánchez de “Edebiyat kâr elde etmek için yapılan bir iş değil, bir tutkudur. Sizde bu tutku varsa, yazmaktan vazgeçmemelisiniz” dedi. Etxebarria’nın 2004’te kazandığı Planeta Ödülü’nün bugünkü tutarı 601 bin Avro; yine daha önce kazandığı Primavera Ödülü’nün bugünkü tutarı ise 200 bin Avro. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle