25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İleri Demokrasi ve Seçim Sistemi Hukukla Oynamanın Sonu HERHALDE hukuk ve özellikle anayasa hukuku, iktidarların hesaplarıyla kişilerin heveslerine göre sorumsuzca oynamak için düşünülmemiştir. Tam tersine, oynamaların topluma zarar vermesini önlemek için konur hukuk kuralları. Gelgelelim, hukuk devleti olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti’nde Sayın Sezer’in görev süresinin sona erişinden beri kurallarla öyle bir oynandı ki, arapsaçına dönen devlet yapısında hangi kurallara göre neyin, nasıl ve ne zaman yapılacağı hâlâ tartışılıp duruyor. Zaten bu yüzden o görev bile tam zamanında sona erememiş ve cumhurbaşkanı bir süre daha işbaşında kalmaya mecbur olmuştu. geçiş döneminde ve hemen sonrasında yazboz tahtasına nelerin niçin ve nasıl yazılıp bozulduğunu anlatmaya sayfalar yetmez. Konunun temelinde, AKP iktidarının rejim değiştirme ve devleti değişik bir temele ve farklı bir yönetim sistemine oturtma telaşı yatar. Büyük yanlış, biraz daha öncesinden, Evren döneminden beri devlet başkanını parlamenter sistemin felsefesinden uzaklaştırıp yasama organından ve organın denetiminden daha güçlü bir duruma getirme hevesiyle başlar. Bunda Fransa’daki General de Gaulle döneminin ve ABD ile sarmaş dolaş olmanın etkisi açıktır. Ama bundan daha da önemli olarak sözde devlet adamı olanlarımızın devlet yapısının araba modeli değiştirir gibi değiştirilebileceği, hatta her mekanizmaya herhangi bir parçanın rastgele eklenebileceği konusundaki saflıkları rol oynamıştır. Devlet başkanını doğrudan doğruya halka seçtirmek elbet çok “şık ve ileri” bir adım gibi gelir büyük halk yığınlarına. Hele altı buçuk yüzyıllık padişahlık döneminden geçmiş ülkede... ma durup düşünmek gerekir: Kurtardığı ülkedeki halkın, onu padişahlık tahtına oturtmaya hazır olduğu bir dönemin Mustafa Kemal’i bile, bırakın Amerikan modeli bir başkanlığı, cumhurbaşkanını halka seçtirmeyi kendisinden sonraki cumhuriyet için neden riskli görmüş ve Meclis hükümetiyle başlayıp sonrası için Meclis ağırlıklı bir parlamentarist sistemin yolunu açmıştır? Daha da önemli dersin ilk sorusu: Atlantik ötelerinde Türkiye’yi de aşıp bütün Müsümanlığın başına bir halife taslağı getirmenin hesapları yapılırken; 1870’lerden beri parlamentolu bir demokrasi kurmaya çabalayan bir halkın kafasını daha fazla karıştırmanın anlamı var mı? Galiba önümüzdeki yılların AKP açısından en çetin sorunu, Türkiye’yi ne idüğü belirsiz bir cemaatçiliğin olası karanlığından esirgeyip, cumhuriyetçiliği doğru dürüst ve saydam bir iktidarmuhalefet mekanizmasının kurallarına oturtmak olacak. Sayın Erdoğan bunun farkındadır herhalde. Seçim sistemimizde, son dönemlerdeki düzenlemeler bir tek değil milyonlarca sahte seçmen üretmenin yollarını açmıştır ve rakamlar üretildiği iddialarını kanıtlamaktadır. Dolayısıyla böyle bir seçim sistemiyle seçmen iradesinin sandığa yansıması olanaklı değildir. Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY 22. Dönem Ankara Milletvekili hedeflerin ve anayasal kurumlarının ükümet yetkilileri ve içeriğinin seçimler yoluyla bu ilkelere yandaş medya, demokrasi inanmış halkın istenci ve iradesiyle dışı uygulamalar arttıkça doldurulması demokratik sistemlerin en “ileri demokrasi” belirleyici özelliğidir. söylemlerine ağırlık veriyor. Hükümete göre ileri demokrasi Seçmenin özgür iradesinin sandığa her geçen gün kurumlaşmakta, tam anlamıyla yansımadığı durumlarda özgürlükler artmakta, adalet daha da iyi siyasal iradeyi eline geçiren güçler işlemekte. Bu görüşlere katılmayanlara laiklik anlayışını, anayasal kurumları ve göre ise hükümete bağımlı hale dolayısıyla demokrasiyi kendi anlayış getirilen adalet sistemi, demokratik ve inanışlarına göre istedikleri gibi düzenin sigortası güçler ayrılığının yok yorumlar ve kullanırlar. edilmesi, özgürlüğünü yitirmiş Peki seçim sistemimiz ne kadar üniversiteler, milliliği kalmamış eğitim şeffaf, dürüst ve sağlıklıdır? Bu soruyu sistemi ve iğdiş edilip çarpıtılmış bir aşağıdaki bilgilerle yanıtlayalım: laiklik anlayışı “ileri demokrasi” 17 Nisan 2008 tarihinde o dönem söylemleri ile uyuşmamaktadır. YSK Başkanı Muammer Aydın Doğrudur; demokrasinin olmazsa yaptığı açıklamada TC kimlik olmazları arasında tarafsız ve adil yargı numarasını saptayamadıkları 600 bin, sistemi, özgür düşünce ve elbette adresini bulamadıkları 3 milyon, diğer çağdaş bir laiklik anlayışı vardır. eksiklerle beraber 5 milyon dolayında Ancak demokrasinin en önemli seçmenin kayıp olduğunu belirtti. önkoşulu şeffaf, dürüst ve hukuksal Sonraki YSK Başkanı Ali Em ise güvencesi tam olan bir seçim Temmuz 2007 genel ve Mart 2009 sistemidir. Seçim sistemi özürlü olan yerel seçimleri arasındaki 2 yıldan az yani seçmen iradesinin sandığa girdiği sürede seçmen sayısında ‘Adrese gibi çıkamadığı ya da sistemdeki Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’nden aksaklıklar yüzünden önemli miktarda (ADNKS) kaynaklanan 5 milyon 478 seçmenin sandığa bile gidemediği bin 162 kişilik bir artış olduğunu rejimlerin demokratikliğinden söz açıkladı. edilemez. Öte yandan milyonlarca fazla Bu gibi rejimlerde, yasalar laiklik seçmene yol açan ADNKS anlayışını, adil adalet sistemini ve diğer çalışmalarını yürüten TÜİK Başkanı demokratik anayasal kurumları Ömer Toprak çalışmalar sonrası 81 tanımlasa bile demokrasi yaşama ilde kayıt formu, çizelge, liste gibi geçemez. Kâğıt üzerinde içeriği boş belgeleri talimatla imha ettirdi. kavramlar olarak kalırlar. Çünkü Böylelikle iyi ya da varsa kötü niyetli demokrasilerde kavramların içeriğini yanlışların da saptanması olanağı şeffaf, demokratik ve dürüst şekilde ortadan kaldırıldı. İmha işlemi yapılan seçimlerde halkın iradesi sonrasında Başkan Toprak sorulan bir doldurur. Yasalarda yazılı laiklik soruyu “Bazı kötü niyetli kişilerin anlayışının, tarafsız yargı, özgür başka adreslerde kayıtlı olmaları mümkün” ve “Cezayı göze alarak düşünce ve çağdaş eğitim gibi H O A biri sahte iki tane TC Kimlik numarası olması halinde mükerrer oy kullanmak mümkün olabilir” şeklinde yanıtladı. Bu açıklamalar nüfus idarelerinin art niyetli desteğiyle, farklı adreslerde, kayıtlı gösterilmiş birden çok sahte TC kimlik numarası ve nüfus cüzdanı alınabilmesinin mümkün olduğunu gösterdi. Son 2010 referandumu ve 12 Haziran 2011 seçiminde de çok sayıda mükerrer oy kullanıldığı basına yansıdı. Seçmenlerin adreslerinde kayıtlı olup olmadıkları muhtarlıklarda adres temelli listelerden kontrol edilirdi. Yapılan değişiklikle adres temeli kaldırıldı. Seçmen adresinde kayıtlı olup olmadığını ad ve soyadı temeline göre düzenlenmiş listelerden kontrol edebildi. Böylelikle de adresinde kendisinin olup olmadığını görebildi ancak başka birisinin kayıtlı olup olmadığını öğrenemedi. Tabloyu tamamlayan bir önemli nokta ise seçimlerde mükerrer oy kullanımını engelleyen parmak boyamasının kaldırılmasıdır. Bu bilgilere rağmen seçim sisteminin sağlıklı olduğunu iddia edenler vardır. Oysa demokrasilerde tek bir oy bile çok değerlidir. Bir oyun bile heba olması demokrasilere zarar verir. Seçim sistemimizde, son dönemlerdeki düzenlemeler bir tek değil milyonlarca sahte seçmen üretmenin yollarını açmıştır ve rakamlar üretildiği iddialarını kanıtlamaktadır. Dolayısıyla böyle bir seçim sistemiyle seçmen iradesinin sandığa yansıması olanaklı değildir. Seçmen iradesinin sandığa sağlıklı yansıtılamadığı sistemlere ise “demokrasi” hele hele “ileri demokrasi” demek hiç mümkün değildir. Bu seçim sisteminde muhalefet partileri ağızlarıyla kuş tutsalar bile olumlu sonuç alamazlar. Bu nedenle ülkemizde gerçek demokrasiyi yaşatmak istiyorsak öncelikle dürüst bir seçim sistemini yaşama geçirmek lazımdır. Rest... Restin “e”sini atıp “a” koyarsanız “rast” olur ki... Hamamda tellak makamıdır... Nitekim (Kızılca)hamam’daki kapalı toplantıda, nasıl olsa Amerika’dan duyulmaz diye seslendirmişti Davutoğlu: “Sayın Başbakanımız Toronto’da Obama’ya rest çekti...” Aradan geçmiş bir buçuk sene... ? Tabii ki yalaka atladı hemen... “Restin eskisi yenisi olmaz” diyerek manşetleri dayadılar gazel dinlemeye bayılan millete: “Erdoğan’dan Obama’ya rest...” ? “Geç oldu, temiz oldu” derken... Zaten film dünyasının merkezi Cannes’da ikisi sarılmazlar mı?.. Bu kez yalaka: “Sarıldılar...” “Kucaklaşma uzun sürdü...” “Obama kendine doğru çekti...” “Alttan ve üstten kavradı...” “Birbirlerini sıktılar...” Böylece “m” gelmiş ve rest olmuştu mest... ? Şimdi sıra Fransa’ya rest çekmekte... Fransa’nın bir düşünceyi ifade edenleri cezalandırmaya kalkması dahi utançları olmalı... Bu çağda insanların fikirlerini söylemesini hapisle cezalandırmaya kalkan bir ülke, ancak çağdışı ve ilkel sayılır... Ayrıca özgürlükler adına tehlikeli de... ? İyi de... Daha geçen gün: Bu ülkeyi kuran Atatürk ve arkadaşlarını, Dersim’de “kanlı katliam” yapmakla ve kitleleri yok etmekle suçlayan Başbakan’dı... Bangır bangır duyurdunuz dünyaya... “Süngünün ucunda çocuklar, ateşe atılan kadınlar...” Lüzum yok Ermeni’sine, Fransız’ına... Sırf Atatürk’ü yaralamak, Cumhuriyeti paralamak için... “Büyük katliamın” belgelerini Ermeniler değil, ülkenin Başbakanı TBMM kürsüsünden açıklarken... Sesiniz çıkmadı... Korktunuz çünkü... ? Şimdi “yalan” deyin... Anladılar anladılar... Yok anlamazlarsa... Bu sefer “r”sini değiştirin... “Hest...” dersiniz... Dikkat Sağlıkta da Güncelleme Var! Yakında yayımlanacak Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişikliğe göre, aile hekimlerinin yazdığı reçeteye de 3 lira ödeyeceğiz bundan sonra. Yani daha önce sadece devlet, üniversite ve özel hastanelerdeki doktorlara ilaç yazdırılması halinde verilen ücret, aile hekimleri için de geçerli olacak. Prof. Dr. Erdener ÖZER İzmir Tabip Odası Başkanı enel seçim sonrası gerçekler ile yüz yüze gelmeye başlıyoruz artık. Ekonomik veriler pek çok sektörde olduğu gibi sağlık alanında da açıkları işaret ediyor. Devletin sağlık giderleri 2009 yılında 27.5 milyar lira iken, geçen yıl 35 milyar lirayı buldu. Yapılan harcamalardan aslan payını özel sektör ve uluslararası sermaye aldı. Özel hastanelerin sayısı kamuya oranla 3 kat daha fazla arttı; orta ölçekli olanların bir kısmı, kendilerine çoktan yabancı ortaklar edindi. Kamu hastaneleri ise, görünen o ki, sözleşmeli personeli ile taşeronlaşma ile kârlılık üzerine kurulu verimliği ile ve de son olarak hastane birlikleri ile özel sektöre sunulmak üzere “kusursuz bir gelin” gibi hazırlanıyor. Harcamalarda 15 milyar liradan fazla payın ilaca gittiği dikkate alınırsa, tamamen Bu arada gözden kaçmasın; vatandaşın cebinden alınarak devletin kasasına yıllık 2 milyar liranın üzerinde katkı sağlayan muayene katılım payları da arttırılıyor. Bir başka deyişle Maliye Bakanı’nın söylediği gibi “güncelleniyor”. Devlet ve üniversite hastanelerinde 5 lira olan muayene katılım payı 6 liraya çıkacak. Özel hastanelerdeki katılım payı ise 14 liraya yükseliyor. Bu paylar emekli isek, maaşlarımızdan kesiliyor. Çalışan isek, eczanede ilaç alırken karşımıza çıkıyor. 3 TL olan reçete ücreti yine eczanelere ödeniyor. Hastalar, devlete ödenen bu paraların yanı sıra, eskiden olduğu gibi hastanelere sınıfına göre fark ücreti ödemeye devam edecek. Sigortalı hastalar, özel hastanelere tedavi ücretinin yüzde 30 ile yüzde 70 arasındaki kısmını cebinden vermeyi sürdürecek. Örneğin ortalama 30 lira fark alan özel hastanelerde, muayene olmanın bedeli 44 liraya yükselmiş olacak. Peki, günün sonunda ödeyeceğimiz fatura; dolmuşuyla, sıra beklerken yediğimiz simitiyle, içtiğimiz çayıyla, bize kim bilir kaç liraya mal olacak? G uluslararası sermayenin elinde olan ilaç endüstrisi bundan çok mutlu olsa gerek. Ya ulusal sermayenin yanına bile yaklaşamadığı tıbbi teknolojiye ne demeli? Öncelikle insanın sağlığını korumak yerine, sağlıklı insandan mutlaka hasta olacakmış gibi aşırı radyolojik ve laboratuvar tetkikler istemek, bir yandan da kestirmeden ilaç yazmak, gider kalemlerini şişiriyor. Sağlık çok para kazandırıyor birilerine. Bu tablo çok karmaşık. Memur, çiftçi, esnaf, emekli, işçi ve işsiz vatandaşa nasıl anlatsak acaba? İşin aslı, sözün özü bu açığın faturasını yine hep birlikte vatandaşlar olarak biz ödeyeceğiz. Bu küresel sistemde bu kaçınılmaz görünüyor. Bari farkında olalım. Üstelik Maliye Bakanı söyleyince öğrendik. Deprem vergisi şeklinde çaktırılmadan ödüyormuşuz da, haberimiz yokmuş. Sizlere bir haber; yakında yayımlanacak Sağlık Uygulama Tebliği’nde yapılan değişikliğe göre, aile hekimlerinin yazdığı reçeteye de 3 lira ödeyeceğiz bundan sonra. Yani daha önce sadece devlet, üniversite ve özel hastanelerdeki doktorlara ilaç yazdırılması halinde verilen ücret, aile hekimleri için de geçerli olacak. Ayrıca Meclis’e sunulan kanun ile ilaç kalemi ya da bir kutu ilaç başına 3 lira ödemeye ne demeli? İlaçların kutularının küçültülüp, içindeki hap sayısının azaltılması, diğer yandan ilacın ucuzlaştırılması, ilaç israfının ve masrafının önüne geçilmesi bir aldatmaca aslında. Aile hekimine neredeyse sadece ilaç yazdırmaya giden vatandaş, daha sık olarak ilaç yazdırmaya gidecek, böylece daha fazla katılım payı ödeyecek. Kimi zaman bunu ödemek yerine, cebinden para harcayarak, devletin yapması gereken ilaç harcamasını kendisi üstlenecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle