19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA [email protected] 14 Paramount 100 yaşında KÜLTÜR Paul McCartney’den yeni albüm ? Kültür Servisi Gösteri dünyasındaki 100. yılını kutlayan Paramount Pictures, yeni logosunu kullanmaya başlıyor. Logo ilk kez Tom Cruise’un başrol oynadığı “Mission: Impossible Ghost Protocol” filminde görülecek. Film, Türkiye’de 23 Aralık Cuma günü gösterimde olacak. Stüdyonun, Wasatch dağ sırasından kayalık, karla kaplı bir tepeyi simgeleyen ilk logosu 1916 yılında yaratılmıştı. Paramount, logoyu şirketin 100. yıldönümü olan 2012 yılı boyunca kullanacak. ? Kültür Servisi Beatles’ın eski üyelerinden Paul McCartney’nin yeni bir albüm çıkaracağı açıklandı. 7 Şubat 2012 tarihinde piyasaya sunulacak olan albümde, bilinen standart parçaların yeni düzenlemelerinin dışında McCartney’nin iki yeni şarkısının da yer alacağı belirtildi. Albümün adının henüz belirlenmediği öğrenildi. Diana Krall ve orkestrasıyla birlikte kaydedilen albümde Eric Clapton ve Stevie Wonder’ın da yer aldığı bildirildi. ? Kültür Servisi Yönetmenliğini Tilbe Saran’ın yaptığı “Düğün”, aralık ve ocak aylarında da sahnelenmeye devam ediyor. Bugün Maltepe Belediyesi’nde saat 20.30’da izleyici ile buluşacak olan oyun, yarın yine saat 20.30’da Profilo Kültür Merkezi’nde. Ocak ayı programı ise şöyle: 8 Ocak Biga, 9 Ocak Çanakkale, 11 Ocak Kozyatağı Kozzy, 15 Ocak ODTÜ Kemal Kurdaş Salonu, 18 Ocak İstanbul Robert Koleji, 25 Ocak İstanbul Profilo Kültür Merkezi, 31 Ocak Caddebostan Kültür Merkezi. ‘Düğün’ devam ediyor ? Kültür Servisi Ayşe Kulin’in çok satan romanından esinlenerek çekilen ve Türkan Saylan’ın son dönemlerini anlatan “Türkan” filminin DVD’si artık raflarda. Senaryosunu Oya Yüce ve Ayça Mutlugil’in kaleme aldığı filmin oyuncu kadrosu arasında ise şu isimler yer alıyor: Ragıp Savaş, Altan Erkekli, Özge Özder, İsmail Hacıoğlu, Şebnem Sönmez, Selin Demiratar, Burçin Oraloğlu, Binnur Kaya, Şevket Çoruh, Tanju Tuncel, Yurdaer Okur. ‘Türkan’ın DVD’si çıktı Serkan Acar’ın Türkiye’deki sol mücadelenin 90’lardaki sürecini anlatan ‘Aşk ve Devrim’ filmi gösterimde diği somut il b in iz im p e h insanların orlu koşulları ? “90’ların z bu gerçeğin öznesi olan sonra, n en gerçekler. Be ilgilendim. 80 darbesind Türkiye den itibaren ruh halleriyle n ü ş lü ü z i ö ç min e hapsettiğin y li o k n reel sosyaliz la e m nin disini bir bu melankoli iz solunun ken B . m ru o y uç olarak düşünü yarattığı son ldık.” ütopyasız ka 18. İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ Yerli projeler için son iki hafta Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından (İKSV) düzenlenen “18. İstanbul Tiyatro Festivali” 1031 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilecek. İstanbul Tiyatro Festivali’ne katılmak isteyen yerli topluluklar, proje dosyalarıyla 30 Aralık Cuma günü saat 18.00’e kadar İstanbul Tiyatro Festivali Merkezi’ne başvurabilir. İstanbul Tiyatro Festivali’ne başvuracak yapımların daha önce İstanbul’da sahnelenmemiş olması gerekiyor. Festival’e başvurular; İKSV’nin Şişhane’de bulunan Nejat Eczacıbaşı Binası’ndan (Sadi Konuralp Cad. No: 5 Şişhane) yapılabilir. (www.iksv.org/tiyatro) ‘Ütopyasız kaldık’ da. Ama doğrudan devrimcilere odaklanan, örgüt içini, örgütsel ilişkileri anlatan film pek hatırlamıyorum” diyor. Hemen baştan söyleyelim, filmin adıyla gelen güçlü etki, anlatılan küçük hikâyeyle tersyüz oluyor. Acar da baştan teslim ediyor bu filmin bir “özeleştiri” olduğunu izleyenlere. Darbe sonrasının sert ortamında faili meçhuller, işkenceler, baskıları fonda eriterek Kemal’in mikro dünyasındaki iki tutku dolu “özlem”ine odaklanıyor. Leyla’ya olan aşkı ve devrime olan inancını “sınadığı” hikâyesini izliyoruz onun. Issız, izole, Acar’ın deyimiyle melankolinin hâkim olduğu bir ruhu var filmin. “Dönemin zorlu koşulları hepimizin bildiği somut gerçekler. Ben bu gerçeğin öznesi olan insanlar nasıl bir ruh halindeydi bununla ilgilenmek istedim. 80 darbesinden sonra, reel sosyalizmin çözülüşünden itibaren Türkiye solunun kendisini bir melankoliye hapsettiğini düşünüyorum. Melankoli patolojik bir ruh hali. Biz bu melankolinin yarattığı sonuç olarak ütopyasız kaldık. Yüzyılların mirası eşit, özgür toplum ideali, 70 yılda kötü komünist partiler tarafından mahvedildi. Biz ancak bunu kabul edersek bu melankoliden kurtulacağız” diyor Acar. Peki bu film bir anlamda “cüret” değil mi, ona nasıl bir sorumluluk yüklüyor? “Netameli bir konu, orası kesin” diyor, “Çünkü sosyalistler, devrimciler, özel hayatlarının fazla konuşulması, eleştirilmesine hep kapalı oldu. Belki de bu yüzden şimdiye kadar devrimcilerin acıları üzerinden güzellemeler yapan ya da bir melodramın yan unsuru olarak bir devrimci karaktere yer veren filmler gördük”. Tüm bu özeleştiri, hesaplaşma çabası elbette umutsuzluğu getirmiyor beraberinde; tam tersi: “Tamam darbe bizi çok yıprattı ama görkemli bir işçi sınıfı direnişinden geldik, Gültepe’yi, 1 Mayıs mahallesini solcular kurdu diye övünürüz de, o mahallelerin 10 yıl içinde nasıl İslamcılara teslim edildiğini düşünmeyiz. Biz nerede hata yaptık, devleti bir kenara bırakıp kendi payımıza düşenin hesabını vermemiz lazım.” Aynı zamanda Özcan Alper’in “Sonbahar” filminin de yapımcısı olan Acar’ın bir üçleme olarak düşündüğü serinin ilki “Aşk ve Devrim”. Türkiyeli devrimcilerin son 30 yılını anlatan diğer iki filmi de çekmeyi planlıyor ve elbette günün birinde sosyalistlerin iktidar olduğu bir Türkiye görmek istiyor. ÖZLEM ALTUNOK Serkan Acar İki genç adam, İstanbul Üniversitesi’nin o görkemli giriş kapısına doğru bakarak sosyalist bir ülkede yaşadıklarını tasavvur ediyorlar. Dalga dalga bir marş yayılıyor önce ve ardından kamera bizi üniversiteli gençlerin de destek verdiği sendikal bir eyleme taşıyor… İşte “kahramanımız” o hayalin de, mücadelenin de parçası Kemal, yani 90’lı yıllarda örgütlü bir üniversiteli solcu; bir yandan Leyla’yı kollayıp bir yandan slogan atıyor… Senaryosunu M. Serkan Turhan’ın yazdığı Serkan Acar’ın ilk filmi “Aşk ve Devrim” işte böyle başlıyor. Adana Altın Koza’dan dört ödülle dönen, Gün Koper, Deniz Denker, Bedir Bedir, Ayberk Pekcan’ın rol aldığı, yönetmenin bu ilk filmi bir başka “ilk”i de sahipleniyor. 90’lı yıllarda üniversitede sol mücadelenin içinde yer almış, sendikal harekete destek vermiş, 75 doğumlu Acar, 80 darbesi sonrasında, tam da filmin başında radyodan duyduğumuz Berlin Duvarı’nın yıkılış haberiyle “ütopyasız” kalmış bir kuşağın hikâyesini, “içeriden”, Kemal’in gözünden anlatıyor. “Devrimcilerin yan karakter olarak ya da hapisten çıktıktan sonraki süreçlerini anlatan filmler bolca var Türkiye sinemasın Nuri Harun Ateş’in gösterisi Hayal Bistro’da ‘Kafası Karışık Kontrtenor’ kıyor bir süredir. Ayda birkaç kez Hayal Kahvesi Bistro’da ismini repetuvarının ve kafasının karışıklığından alan gösterisinde, bu yüzden Carmen’den aryalara da yer var, Seyyal Taner şarkısına da caz standartlarına da, Ajda Pekkan’a da... “Kalp Kırmayan Erkekler Orkestrası” eşliğinde konserden öte bir şov bu. İçinde farklı kişilikleri barındıran güçlü sesine ek olarak anlattığı hikâyeler, sahne kostümleri de renk katıyor. (‘Kafası Karışık Kontrtenor’ bu akşam ve 26 Ocak’ta Topağacı Mahalle’de ve 27 Ocak’ta Hayal Kahvesi Bistro’da / 0 212 245 10 48) Bir dönemin ünlü rock topluluğu The Smiths’in davulcusu Mike Joyce, topluluğu ve ‘The Queen Is Dead’ albümünü anlattı Kültür Servisi Geçen yıl Garajistanbul’da “yeni opera” örneği “Darül Love”la zihinlere kazınmıştı ismi Nuri Harun Ateş’in. Kendi hikâyesinin peşinde bir kontrtenor olarak konservatuvardan umudunu kesmişken Garajistanbul ekibiyle yolları kesişince onların “Neos Cosmos”, “Aşura” ve “Oyunu Bozuyorum” gibi projelerinde yer almıştı. Kendini oyuncu, operacıdan önce şarkıcı olarak tanımlayan, adı üstünde “Kafası Karışık Kontrtenor” olan Harun Ateş, şarkıcılık serüveninde rol oynamış şarkılardan bir repertuvarla izleyici karşısına çı ‘O müzik hâlâ geçerli’ ZÜLAL KALKANDELEN Bu yıl The Smiths grubunun modern rock tarihinin klasikleri arasında yer alan “The Queen Is Dead” albümünün 25. yıldönümü kutlanıyor. Grubun davulcusu Mike Joyce, hafta sonunda Beyoğlu’ndaki Indigo’da düzenlenen kutlama gecesinde bir DJ performansı gerçekleştirdi. Joyce ile kaldığı otelin lobisinde buluşup müzik ve The Smiths üzerine konuştuk. “The Queen Is Dead” albümü yayımlandığında 23 yaşındaydınız. Bugün o albümü dinlediğinizde neler hissediyorsunuz? Anılarım canlanıyor. Bana göre The Smiths’in her albümü ayrı bir başarıydı. Çünkü hepsi birbirinden farklı müzik tarzlarını barındırıyor. Kariyerimiz boyunca giderek birbirinden daha iyi olan albümler kaydettik. 25 yıl önce yaptığımız müzik günümüzde de geçerli. The Smiths, sizce neden hâlâ farklı kuşaktan insanların kalbinde yer alıyor? Şarkı yazarlığı o kadar iyi ki, zamanı aşan bir kalitesi var. 60’lar, 70’ler, 80’ler dönemine ya da günümüze bakarsak, davul, bas, gitar ve vokalden oluşan geleneksel şarkı yazarlığı aynıdır. Çok basit görünür Mike Joyce ama değildir. Johnny Marr’ın şarkı yazarlığı Morrissey’in olağanüstü şarkı sözleriyle birleşince, Andy Rourke ve benim için işler kolaylaştı. “Meat Is Murder”, benim veganlığı tercih etmemde çok etkili olan bir albüm. Çok güçlü bir mesajı var. Kayıttan önce grup içinde bu konuda konuştunuz mu? Şarkıyı kaydettikten sonra bir araya gelip konuştuk. O sırada vejetaryen değildim. Ama Morrissey’in hayvanlara yapılan muamele konusundaki sözleri öyle sarsıcı ki, o şarkıyı kaydettikten sonra vejetaryen oldum. 1985’ten bu yana vejetaryenim, üç çocuğumu da vejetaryen yetiştirdim. O şarkının gücü bu. Morrissey’in, Norveç katliamı sırasında hayvanlara uygulanan zulümle ilgili sözleri konusunda yorumunuz ne? Net olarak kullandığı sözcükleri bilmiyorum ama zor bir zamanda çok direkt konuştu. Ben o şekilde davranmayacak olsam bile, düşüncem onunla aynı paralelde. Morrissey, bu tür görüşleri dile getirmek için daha avantajlı bir konumda. O, Norveç’te olanı savunmuyordu; sadece bu tür bir katliamın masum hayvanlara her gün uygulandığını söylüyordu ama yanlış anlaşıldı. İngiltere Başbakanı David Cameron The Smiths’i sevdiğini söyleyince, Marr ve Morrissey sert bir yanıt verip, grubun müziğinden hoşlanmaması için uyarmışlardı... Haklılar bence. Cameron, bizim ait olduğumuz gruptan değil. Müziğimiz, hiçbir zaman onun temsil ettiği değerlerle ilgili olmadı. Elbette müzik, dinlemek isteyen herkes için. Fakat bizim söylediğimiz sözler, yaptığımız müzik, onun gibilere yönelik değil. Bana göre yaptığı, hoş gözükmek adına The Smiths’i kullanmak... Marr, bir röportajında Morrissey’in The Smiths’i dünyadan intikam alma yöntemi olarak gördüğünü anlatmıştı. Siz de 80’lerde Morrissey kadar öfkeli miydiniz? Hayır, değildim. Ben sadece davul çalmayı seviyorum. Morrissey’in belagati çok özel. The Smiths’i bu yönünü ortaya koyacak bir araç olarak kullanıyordu. Bence bunun hiçbir sakıncası yok. Şarkıcıların yaptığı da budur zaten. Ayrıca işini çok iyi yapıyordu. Birçok grubun hiç değinmediği konuları işleyip, kamuoyunun dikkatini çekti. O dönemlerde popüler müzik bu tür meseleleri gündeme getirmek için en iyi araçtı. Morrissey, bu yolu çok etkili bir şekilde kullandı. Bu soruyu sormak zorundayım. The Smiths’in yeniden bir araya gelmesi için umut var mı? Her zaman böyle bir olasılık var. Çünkü hepimiz hâlâ yaşıyoruz. Şu bir gerçek ki, ancak hepimiz sağ olursak bir gün aynı yerde buluşabiliriz... (www.zulalkalkandelen.com) C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle