23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 ARALIK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Pierre Kilisesi’ne doğru uzayıp giden bir kuyruk görür. Bekleyenlerden birine, “Nedir bu kuyruk” diye sorduğunda, Vatikan’ın cenneti parça parça satışa çıkardığını ve 1000 dolar verenin cennetten bir parça satın alabildiğini öğrenir. Salomon, kuyruğu yandan dolanarak koşa koşa kilisenin önüne varır. Kapıdaki görevlilere, “Ben cehennemin tamamını satın almak istiyorum” der. Görevliler “Olmaz” derler. “Burada cehennem satışı yok. Cennetten bir parça satın almak istiyorsan, sıraya gir…” Salomon cehennemi almakta kararlıdır ve ısrarını sürdürür. ??? Kapıda Salomon’u ikna edemeyen görevliler, içerde Papa’ya durumu anlatırlar. Papa, Salomon’un girişimini eğlenceli bulur. “Gidip sorun bakalım, bu akılsız adam cehennemin tümüne ne kadar veriyormuş?” der. Görevliler, kilise kapısında bekleyen Salomon’a dönüp sorarlar. Salomon, “10 bin dolar veririm” diye yanıtlar. Papa, teklifi kabul eder. Salomon’u yanına çağırtır. Hazırlattığı satış evrakını imzalayıp Salomon’a teslim eder. 10 bin dolarını aldıktan sonra kıs kıs gülerek sırtını sıvazlayıp uğurlar. Dışarı çıkan Salomon, kapıda günlerdir cennetten bir parça satın almak için bekleyen binlerce kişiye elindeki belgeyi gösterip, müjdeyi verir: “Cehennemin tümünü ben satın aldım, artık cennet için uğraşmanıza gerek kalmadı, dağılabilirsiniz!” icaret dehası Salomon, T Kudüs’ten kalkıp Roma’ya turist gelir. Vatikan’ı gezerken Aziz Ama edebiyata ve sanata dönemedi. Teknisyen Yüksekokulu’nun ulaştırma ekonomisi bölümüne yazılıp, 2 yıl boyunca kaldırım taşı döşemesi ve yol yapımı eğitimi aldı. Zaten yazdığı ilk özgün metin de atomların yapısal özgünlüğüne ilişkin bir bilgilendirme broşürüydü. Yaptığı ilk proje ise ileriki yıllarda mimar olacak kardeşi İvan’la birlikte hayal edip çizdikleri bir fabrika planı! Derken Balustrade Tiyatrosu gişesinde bilet satan Olga’yla tanıştı, Vaclav Havel. Ve ilerde oyunlarının oynanacağı bu tiyatroda, önce makinist, elektrikçi, kalorifer ve su tesisatçılığı yaptı... Fıkra gibi değil mi? Ama yaşamın bu acı şakaları, yirmi yıl sonra çağının en etkin siyasal muhaliflerinden ve en yetkin tiyatro yazarı olacak Havel’in hem irade gücünü sınıyor, hem de onu yandan dolaştırarak merkeze yaklaştırıyor, ülkesinin tarihini değiştirecek sıra dışı misyonuna hazırlıyordu. ??? Başka bir deyişle, ister raslantı deyin, ister talih, koşullar Havel’in doğduğunda çizilmiş gibi görünen yazgısını tersyüz edip önce varsıllığını yoksulluğa çevirdi, ardından eğitimini engelledi ve onu “alaylı entelektüel” olmaya zorladı. Vaclav Havel, sistemin bir parçası olmadığı için özgür, özgür olduğu için muhalifti. İktidara boyun eğenlerin baskı rejiminden birer cennet parçası ya da mevki satın almak için kuyruğa girdikleri yerde, cehennem ya da demokrasi için pazarlığa oturdu. 5 yıl hapis yattı. Ciğerlerini verdi mücadelesine. Ama ülkesini kazandı ve 75 yaşında, bir kahraman olarak öldü. Umarım bir gün, bir Salomon Havel de bizim ellerde uzayıp giden cennet kuyruğundan çıkar. “Peki Tanrı, yaratmada n önce neyle meşguldü? ” SAMUEL BECKETT Her Şeye Rağmen Başkan, İstemeden Kahraman Sonra ne olur, derseniz… Parça parça cennet satışlarını sıfırlayan Papa ve adamları, 10 bin dolara sattıkları cehennemi Salomon’dan geri alabilmek için pazarlık etmeye başlarlar. Pazarlık hâlâ sürüyor ve Salomon, cehennemi geri satmak için istediği 10 milyon dolarda ısrarlı! ??? Yaşam, kimi kez bu fıkra kadar gerçeküstü sürprizlerle doludur ve kimi “seçilmiş” insanlar, fıkraları ciddi ciddi yaşarlar, sevgili okurlarım. Ölümü dünyada saygılı bir hüzün, ülkesinde derin bir keder yaratan eski Çek Cumhurbaşkanı, oyun yazarı ve ozan Vaclav Havel, yaşamı fıkra bir “seçilmiş”ti. Yaşamı fıkraydı, çünkü küçük bile değil, sanayici ve sayısız gayrimenkul sahibi düpedüz “büyük burjuva”, hem aydın, hem seçkin bir ailenin daha lisedeyken Kafka’yı devirmiş, yükseköğrenimde sanat tarihi ya da felsefe okumak isteyen çocuğuydu. Oysa komünist rejim ailesinin tüm varlığına el koyunca, babası büyükbabasının açtığı restorana garson olarak “memur atandı”. Hödük Sermaye aclav Havel, V savunduğu demokrasinin gerçekleşeceğinden asla kuşku duymamıştı. Ama zaferi göreceğini hiç ummadığı gibi, kendisini de ülkesinin bir numaralı kurtarıcısı olarak düşlememişti. En keskin muhalif gömleğini giydiği yıllarda bile iktidar hayalleri kurmadı, zaten istemediği devlet başkanlığına da adeta zorla seçildi. Varlığını önce tepetaklak dibe vurdurup ardından zirveye taşıyan tuhaf yazgısını şu sözlerle yorumlamıştı: “Yazmaya ve muhalif politikaya, sanırım sistemden dışlanmışlık, rahatsızlık, hatta saçma bir boşluk duygusuyla mücadele edebilmek için başladım. Ve sanırım, ömür boyu içime işleyen bu duygularla mücadele etmek zorundayım.” Bu yazının başlığını sevgili dostum Ali Sirmen’in pazar günkü yazısından esinlenerek koydum. Giderek azgınlaşıp saldırganlaşan sömürgenlerimize bir süredir uygun bir sıfat arıyordum, “hödük” sözcüğü cuk oturdu. Yine de bir yanlış yapmayayım diye Türk Dil Kurumu sözlüğüne baktım, karşılığında “kaba, görgüsüz, anlayışı kıt” yazıyor; “tamam” dedim, “bizimkilere tam uyuyor.” ??? Biliyorsunuz, Osmanlı Devleti’nde Batı’da olduğu gibi toprak üzerinde özel mülkiyet yoktu. Savaşlarda ya da yönetimde başarı gösterenlere payitaht tarafından ödül olarak toprak verilir, fakat bu topraklar kişinin mülkiyetine geçmezdi. Kişiler bir tür zilliyet hakkına sahip olurlar, bunun karşılığında devlete vergi öderler ve savaş dönemlerinde asker toplarlardı. Zilliyet sahipleri ellerindeki toprakları satamazlar, çocuklarına miras bırakamazlardı. Devletin çöküş döneminde merkezi yönetim zayıfladıkça zilliyet sahipleri kendilerine emanet edilen topraklara el koydular. Anadolu’da toprak üzerinde özel mülkiyet ilişkileri bu yoldan gelişti. Dolayısıyla “merkezi feodal” bir imparatorluk olan Osmanlı’da Batı’da örneklerini gördüğümüz türde bir “feodal aristokrasi” sınıfı oluşmadı. Bu sınıf, dar bir toplumsal katman olarak başta İstanbul olmak üzere bazı kentlerle sınırlı kaldı. Osmanlı’nın mülkiyet haklarına ilişkin bu özel durumu yerel feodal düzen içinde geleceğin burjuvazisini meydana getirecek kentsel/kentsoylu sermayenin de oluşumunu olanaksız kılıyordu. Bu bağlamda Anadolu toprakları çözülen aristokrasi ile gelişen burjuvazi arasında bir sınıf çatışmasına tanık olmadı. Bu nedenledir ki feodal ilişkiler zaman içinde büyük ölçüde çözülmekle birlikte günümüzde de varlığını sürdürüyor; kendisi için bir sınıf diyeceğimiz nitelikte bir burjuvazi ise hiç olamadı, burjuva özelliklerine sahip çok dar bir kesimi tenzih ederek söylüyorum ortaya bugün ülkenin de, toplumun da başına bela olan bir hödükler topluluğu çıktı. ??? Bir kesimi dedelerinin yağmaladıkları devlet topraklarından elde ettikleri rantı sanayiye yatırarak zenginleşen, bir kesimi de devlet eliyle zengin edilen bu topluluk, kendiliğinden bir sınıf olmaktan kendisi için bir sınıf olma aşamasına geçemedi. Bunun içindir ki kendine özgü bir sınıf ahlakına, bir estetik anlayışa, bir tarih bilincine, ortak değerleri koruma duygusuna sahip olamadı. Tam tersine kıyılarımızı, ormanlarımızı yağmaladı, göllerimizi kuruttu, derelerimize saldırdı, kentlerimizi beton mezarlıklarına dönüştürdü… Aydınlara düşman kesildi. Düşünenlere düşman kesildi. Sanata düşman kesildi. Gençlerimize düşman kesildi. Bu topluluğun çıkarlarını TBMM’de temsil eden partiler de aynı soydan geldiklerinden demokrasi nedir, özgürlük nedir, insan hakları nedir, işçi hakları nedir, sendika nedir, bilmek, öğrenmek istemediler. Bu ülkede hödük sermayenin çıkarları için darbeler yapıldı, milyonlar eziyet çekti, binlerce insan öldü. Bu sermaye adına insanlara bugün de eziyet ediliyor, bugün de acı çektiriliyor. ??? Hödük sermayenin bir belirgin özelliği de kendi kendini yönetme becerisinden yoksun olmasıdır. Bu nedenle hep bir üstün güce gereksinim duyar. Bu açıdan, ilk ortaya çıkışından bu yana beyninden ve midesinden emperyalizme bağlı olması bir rastlantı değildir. İşbirlikçidir. Bağımlıdır. Boyun eğicidir. Yarın bir gün “İlle de savaş!” diye çığlıklar atmaya başlarsa hiç şaşırmamak, şimdiden hazırlıklı olmak gerekir. Dış ticaret açığı da, cari açık da 100’er milyon dolara dayandı, enflasyon hızla tırmanıyor, yüzde 10’u devirdi, devirecek. Tepetaklak olmadan bir şeyler yapmak gerekiyor. Ödenecek bedel mi? Bırakın Tanrı aşkına, hödük kapitalizmin çıkarları uğruna acının, gözyaşının, ölümün lafı mı olur? Fotoğraf: VACLAV HAVEL Annesi sokaklarda kartpostal satmak zorunda kaldı. Liseden atılan Vaclav Havel de bir hastanede kan ve idrar tahlili yaparken buldu kendisini. ??? Laborant olarak çalıştığı beş yıl içinde liseyi dışardan bitirdi, Havel. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I behicak@yahoo.com.tr Divriği Evleri Kurtuluyor “Divriği” denince akla elbette ki ünlü “Ulucami”si ve “Darüşşifa”sı geliyor… Anadolu’daki Selçuklu ve Beylikler dönemi uygarlığının başyapıtlarından olan cami, Mengücekli Beyi Ahmed Şah, Darüşşifa ise karısı Turan Melek tarafından 122829’da Ahlatlı mimar Hürrem Şah’a yaptırılmış. Yurdumuzun ortaçağda Avrupa gibi karanlık değil, aydınlık bir dönem yaşadığının sanat tarihindeki kanıtı olan bu “heykelsi” mimarlık eseri, 1985’te UNESCO’nun “Dünya Mirası Listesi”ne alınmıştı. Ancak Divriği elbette ki sadece Ulucami’den ibaret değil. Sivas’ın bu alımlı ilçesi, kalesi yıprandıklarını ve hatta yıkılıp kaybolduklarını gördükçe, içlerini bir hüzün kaplıyor. İstanbul’da yayımlanan Divriği gazetesinin kasım sayısındaki bir haber, işte bu hüznün umuda dönüşmesine neden oldu. “Konaklar kurtarılacak” başlıklı haberin birinci sayfada sürmanşetten verilmemiş olmasına hayıflansam bile, ayrıntıları yüreğime su serpti. Divriği Kaymakamı Salih Ayhan AA muhabirine verdiği bilgide, “Mühürdarzade”, “Şeyhoğlu”, “Demiralay” ve “Sancaktar” konaklarının “yenileme” (restorasyon) işinin geçenlerde ihale edildiğini, onarımların ise bir yılda tamamlanacağını belirtiyor… Böylece özgün mimarileriyle yaşatılacak konaklarda 80 kişilik konaklama hizmetinin de Divriği’ye kazandırılacağını vurguluyor. Düşünün; tüm Anadolu’nun sanat şaheseri olan Ulucami ve Darüşşifası’nı görmeye gelen yerli ve yabancı turistler, o gece tarihi konaklarda kalarak geçmişle 24 saat buluşmuş olacaklar… Divriğililer de bugüne dek günübirlik ağırladıkları konuklarına daha uzun süreler evsahipliği yapacaklar. Kaymakamın, bu öncü projelerin ardından 130’a yakın konağın da yakın zamanlar içinde yenileneceğini söylemesini ise nasıl alkışlamalı bilmem ki... Eğer bu sadece güzel bir “hayal” değilse, Türkiye’ye örnek bir “kentsel koruma”nın eşiğindeyiz demektir. Hele, aynı konaklarla şenlenecek eski sokakların araç trafiğine kapatılacağını belirtmesi ise Divriği’nin önümüzdeki yıllarda ülkemizdeki “Yavaş Şehir”ler (Cittaslow) arasına girebileceği müjdesini de içeriyor… diyor ki; “Divriği’ye gelen bir daha gelmek için can atacak.” Okuyunca düşündüm; Divriği konakları acaba sadece turistler için değil, asıl Divriğililerin de özgün evlerine yeniden kavuşmaları hedeflenerek ayağa kaldırılamaz mı? Divriği’deki yıpranmış ve terk edilmiş eski evlerin sahiplerine de her türlü destek sağlanarak, kimliksiz beton yapılarda yaşamaktan kurtulmaları sağlanamaz mı? Bunun için asıl görev başta belediye yönetimi olmak üzere tüm Divriğililere düşüyor… Kaymakamın önderliğinin bu anıtsal kentimizde kalıcı bir “kültür ve kimlik seferberliği”ne dönüşmesini diliyorum. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Kentsel seferberlik Ne var ki son yıllarda ilçeyi ziyaret edenler, aynı armağanların nasıl tahrip olduklarını; metruk kalmalarından ötürü nasıl Hüzünden umuda C MY B C MY B Sancaktar Konağı. ve diğer anıtsal yapıları dışında, “sivil mimarlık tarihimiz”in de hem görkemli, hem insancıl “ev”lerini barındırıyor. O “ev”ler ki tarihten bugüne “demir madenleriyle” ün yapan kentte demirci ustalarının ince ve zarif hünerlerini sergiledikleri gibi, taş, kerpiç ve ahşabın “hımış” tekniğindeki mükemmel uyumuyla da insan aklının mucizevi yaratıcılığını kanıtlarlar. Genel olarak alt katlarında ahır, ambar, mutfak; üstte odalar, divanhane ve başodaları bulunur. “Toyhane” denilen özgün mekânları nice yaşanmışlıkların anılarını saklar. Barok çiçek desenlerine sanat tarihçilerini bile şaşırttığı halen var olan 300 kadar evden 200’ü tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Denebilir ki Divriği evleri, “hemşeri”leri olan Ulucami’nin mimari özeninin günlük yaşamda da asırlarca sürdürüldüğünü kanıtlayan bir kent kültürünü Anadolu’ya armağan ederler. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com 1/ Çukurova yö 1 resinin antik dönemlerdeki adı. 2/ 2 Doğu Anadolu’da 3 bir ırmak... Bayın 4 dır, mamur. 3/ 5 Halk dilinde temmuz ayına verilen 6 ad. 4/ Eski Türk 7 devletlerinde, yol 8 ları koruyup gözeten görevlilere ve 9 rilen ad. 5/ Hicap... Boş 1 2 3 4 5 6 7 8 9 lukta 300 000 km/sn’lik 1 Z I P Ç I K T I bir hızla yayılan ışık ta 2 O R A R A N Z A neciği. 6/ İskambilde bir 3 R A S T I K B R kâğıt... Marangozlukta 4 İ K L İ M F A K tahta üzerine boydan bo5 L A K B A N ya açılan kanal. 7/ AsD O ya’nın kuzeyinde yaşa 6 L A M İ S E 7 A T E A N G U T yan Türklerde, saygın 8 E N E K A T A ve sözü geçer kadınlara verilen ad... Bir nota. 8/ 9 E Ş M A A R Ğ Eti yenen bir deniz kabuklusu. 9/ “Sevgili, dost” anlamında kullanılan yerel bir sözcük... Yunan rakısı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Aydın ve Muğla illerini kapsayan yörenin antik dönemlerdeki adı... Büyük kardeş, ağabey. 2/ İridyum elementinin simgesi... Türk müziğinde bir makam. 3/ Asya’da bir ülke... Hintli kadınların ulusal giysisi. 4/ Savurganlık, tutumsuzluk... Dar, uzun ve hafif bir yarış kayığı. 5/ “Amerikaarmudu” da denilen ve yurdumuzda da yetiştirilen bir meyve. 6/ Erzurum kentinde, İlhanlılar döneminden kalma ünlü medrese. 7/ Düğme ve süs eşyası yapımında kullanılan bir deniz kabuklusu... Kenar süsü. 8/ Dünyamızın uydusu... Afrika’da bir ırmak. 9/ Bir üretim ya da kullanım süreci sonucunda arta kalan madde... Franz Kafka’nın bir romanı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle