19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2011 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘İleri Demokrasi’ mi, ‘Otoriter Rejim’ mi? Günümüzde muhalefet güçlerine düşen görev, halkımızın gözünde AKP’nin ipliğini pazara çıkarmak ve bu hedefe koşut eylemlilik geliştirmektir. İçinde bulunduğumuz karanlık dönem, ancak böylesi bir yaklaşımla aşılabilir. Demagoji ve Demokrasi KISACA ve kabaca “halk yığınlarına yaranmak ve yaltaklanmak” diye tanımlanan demagoji, demokrasiyi yozlaştırıcı tutumların başında gelir; çünkü hep demokratlık kılığına bürünür. Şimdilerin Türkiyesi’nde “yeni anayasa” yapma sürecine, hem de başlangıç aşamasına halkı sokmak gibi. İşe başlarken asıl yetki sahibi Meclis’te partilerin eşit sayıda katıldığı bir komisyonla yetinilmedi ve Meclis Başkanı bütün ahaliyi internette bu konu için açılmış bir “site”ye görüş ve öneri göndermeye çağırdı. Bundan daha demokratik görünümlü başka yöntem olur mu? Üstelik, halkın da hoşuna giden ve gururunu okşayan. Çünkü, bu yöntemlerle adam yerine konduğuna inandırılır insan. aten, yalnız Türkiye’de değil, hemen hemen bütün ülkelerde halk yığınlarının sahip olmaya can attığı ve katılırken bayram ettiği iki süreç vardır; devlet başkanının seçimi ve anayasanın yapılışı. Aslında, klasik parlamenter sistem her iki süreci halk iradesine dayandırmak amacıyla dolaylı ve süzgeçli yollar öngörmüştür, ama halka yaranmak ve yaltaklanmak için bunlar yeterli sayılmaz, daha doğrudan ve görünürde daha göz kamaştırıcı yöntemler savunulur demagoglarca. Yani devlet başkanının seçimini yine halkın seçtiği, ama sayıca daha küçük bir çerçevede anlamlı ve sağduyulu biçimde yapmak yerine, bütün toplumu devreye sokmak gibi. Ya da kapalı kapılar ardında yazılmış ve pek demokratik olmayan bir meclis çoğunluğunca oluşturulmuş metinleri “halkoylaması” denen bir referandumdan geçirterek... Ekonomik ve sosyal güç sahiplerinin medyatik ve parasal etkilerine, tertiplerine ve oyunlarına kapıları ardına kadar açarak. Görüntü demokratik ya, yeter; halk aldatılıyormuş, kime ne? u tür oyunların, anayasa yapma gibi geniş çaplı süreçleri bir yana bırakın, düpedüz bireylere, hem de günlük yaşamlara ilişkin basit özgürlüklere dokunan sonuçları vardır, ama onları bütün ayrıntılarıyla açıklamaya bu sütunun çerçevesi yetmez. Şimdilik, başka güne, yarına bırakılmalı. Mehmet Şakir ÖRS ünümüzde ülkemiz; terörün, gerginliklerin, güvensizliklerin kol gezdiği bir ülke halinde... İşsizlik, ekonomik sorunlar, geçim kaygıları ise yurttaşımızın en büyük kâbusu... Emeğiyle geçinen insanların yaşam koşulları her geçen gün daha da ağırlaşıyor, zorlaşıyor. Yurtiçinde ve dışında insanımızın, halkımızın yüreğini dağlayan pek çok sorunla ve olumsuzlukla yüz yüzeyiz. Sözün özü, halkımız yorgun, insanımız mutsuz… Buna karşın, ülke yönetiminde bulunan AKP, insanımızı “ileri demokrasi” ninnileri ile uyutuyor. Uluslararası emperyal güçlerin Ortadoğu’da sahneye koydukları yeni oyunların aktörlüğü ile avutuyor. G A Z KP’nin sınıfsal ve sosyal konumu 2001 krizinin etkileri altında yapılan 2002 seçimlerinde, çoğunlukla dar gelirlilerin, yoksulların oyunu alarak iktidara gelen AKP, birçok çevreyi şaşırttı. Kimi çevreler, onun yalnızca muhafazakâr, tutucu ve “dinci parti” kimliğini öne çıkarırken bazıları da ona olmayan misyonlar yüklemeye kalktı. Başta bazı liberaller olmak üzere, demokrasi mücadelesini AKP’ye ihale edenlere, zaman zaman kimi eski “solcu”lar da katıldı. Aslında bu yanılsamanın temelinde, AKP’nin sınıfsal konumunu, üzerine oturduğu zemini ve uluslararası ilişkilerini, doğru ve sağlıklı şekilde çözümleyememek yatıyordu. Bu yanlışlık, kabaca iki önemli sonuca yol açtı. Kimileri, AKP’yi, ülkeyi yanlışlıklardan arındıracak, demokratikleştirecek bir “demokrasi havarisi” gibi görmeye başladılar. Onların öncelikle kendilerini meş rulaştırmak için ileri sürdükleri sözde “demokrasi” taleplerinin ardına düştüler. AKP’yle bağlaşıklık kurmaya çalıştılar. Kimileri de çok sığ biçimde AKP’yi yalnızca bir “dinci parti” olarak görüp eleştirilerini yalnızca bu boyutuyla sınırladılar. Kısacası hedef küçülttüler. Dolayısıyla da sadece laiklik üzerinden muhalefet yürüttüler. Oysa AKP, ne bizim anladığımız anlamda bir çağdaş demokrasinin peşindeydi; ne de sıradan, muhafazakâr, mütedeyyin insanların “saf ve masum” bir Anadolu partisiydi. Ortaya çıktığı dönemde, Anadolu’dan gelip büyük kentlerin köşe başlarını tutan ve hızla büyümek isteyen “kaptıkaçtı sermaye” çevrelerine dayanıyordu. Bu çevreler muhafazakâr, dinsel geleneklere bağlı bir yaşam biçiminin temsilcileriydiler. Büyük sermaye çevreleri ve onların örgütleri ile aralarında “post ve pasta kavgası” yaşanıyordu. Hayata ve dünyaya bakışlarında da belirgin farklılıklar vardı. AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte bu çevrelerin etkinliği, ağırlığı arttı. “Kaptıkaçtı sermayeciler”, sanayiye ve finans alanına da sıçradılar. Ekonomik hayatı ve onunla birlikte devlet çarkını da kendi amaçları ve çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye başladılar. Uluslararası sermaye ve çokuluslu güçlerle işbirliği yaptılar. Uluslararası siyasi ve ekonomik arenada kendilerine yeni dayanaklar buldular. AKP, iktidarında kendi sermayesini yarattı ve büyüttü. Şimdi de kendi kurumlarını yaratıyor. Devleti, kendisinin ve temsil ettiği kesimlerin çıkarları doğrultusunda yeniden biçimlendiriyor. Kanun hükmünde kararnamelerle, kendi başına buyruk biçimde ülkeyi yönetiyor. Medyayı “zapturapt” altına alı yor. Üniversitelere ve aydınlara gözdağı veriyor, gazetecileri içeride tutuyor. Muhalefet belediyelerine denetim adı altında artık taciz boyutuna varan baskılar uyguluyor. Yerel yönetimlere polis operasyonları düzenliyor. Son olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne yapılan uygulamalar, işin nerelere kadar vardırıldığının somut örneğini oluşturuyor. Kısacası siyasal iktidar, muhalefet güçlerini dağıtmaya ve suskun bir toplum yaratmaya çalışıyor. İşte bugünlerde ülkemizde yaşananların temelinde bu gerçekler yatıyor. 1000 Gün... Kimin için 1000 gün?.. Hücredeki Mustafa Balbay için mi?.. Dışarıdakiler için mi?.. ? 1000 gündür, hakkın, hukukun, adaletin artık olmadığını anlamadınız... 1000 gündür kendinizi kandırıyorsunuz dışarıda... 1000 gündür sanki hukuk varmış gibi yapıyorsunuz... 1000 gündür olmayan adaleti bekliyorsunuz... Ve 1000 gündür hukukun bittiğini bildiğiniz halde sesiniz çıkmıyor... ? 1000 günde minik bebekler yürümeyi, konuşmayı, saymayı, okumayı öğrendiler... Siz 1000 günde öğrenemediniz, başınıza geleni... ? Leylekler üç kuşak yavrularına, steplerden Nil deltasına gitmeyi ve şaşırmadan dönmeyi tam altı kez öğrettiler 1000 günde... Araplar... 50 günde öğrendiler diktatörlüğün kötü bir şey olduğunu... Hukuku istemeye başladılar, 400 gündür... Ayılar üç kez kış uykusundan uyandılar 1000 günde... ? Bu yazıyı özellikle geciktirdim; sıradan insanlar çırpınırken, medyanın, gazeteci örgütlerinin, bu ülke aydınlarının, siyasetin ne yapacağını görmek için... 1000 gündür hukuku bekliyor elit... Hangi hukuk?.. ? “Ne yapabiliriz?” diyorsunuz 1000 gündür... Bütün gazetelerin başlıkları siyah çıkar, gerekirse 1000 gün... Gazeteci Cemiyetleri, Basın Konseyi, Gazeteci Sendikaları, Federasyon, birlikler, tüm meslek kuruluşları... Hiçbir şey akıllarına gelmiyorsa kapılarını ve tabelalarını siyaha boyarlar, dünya 1000 gün görsün... Yollara düşer insan... Yırtınır, çığlık atar, bağırır... En yüce hak değil midir; bağışlanmayı değil, hukuku istemek?.. Hadi hiçbir şey yapamazsa, medya iktidarın hiçbir haberine, fotoğrafına, sözüne yer vermez... Onlar düşünsünler 1000 gün... ? Ama laf ola, 1000 gündür adaleti bekliyorsunuz... Olmadığını bile bile... Gelmeyeceğini göre göre... Eğer işlenen bu kadar hukuk ihlaline, önünüzde duran bu kadar adaletsizliğe, işlenen bu kadar hukuk cinayetine karşın hâlâ “1000 gün oldu” deyip, beklemeye devam edecekseniz... İkinci 1000 gün başladı bile... ? 1000 gündür dışarıdakiler hücrede aslında... Bugün 1002’nci gündür... Otoriter rejim yapılandırılıyor AKP’nin sınıfsal konumu, temsilcisi olduğu çevreler ve uluslararası bağlantıları; şimdi birçok kesim tarafından daha net görülmeye ve değerlendirilmeye başlandı. “İleri demokrasi” propagandalarının “takıyecilik”ten öteye gitmediği, hele emek ve emekçiyle hiç işinin olmadığı birçok olayda görüldü. Yazdıklarımızı toparlarsak; kısacası AKP, uluslararası ve çokuluslu emperyal güçlerle işbirliği yapan, onların taşeronluğuna soyunmuş, “yeni” sermayenin partisidir. Ekonomi alanında olduğu gibi toplumun sosyal yaşamında da ağırlığını ve örgütlülüğünü arttırmaya çalışmaktadır. Bunu yaparken de ilk yıllarındaki tedirginliğini, tereddütlerini artık bir kenara bırakmıştır. Son seçimlerde aldığı oy desteğinin de üstenciliğiyle, şimdi tüm gücüyle toplumsal hayata çullanmıştır. İşte bu çullanma da “otoriterlik” ve “sivil vesayet”le isimlendirilmektedir. Gidişat, “tek parti ve tek adam diktatörlüğü”dür. AKP’nin sınıfsal ve sosyal çözümlemesini net biçimde ortaya koymadan ve bu çözümlemeleri halkımızla etkili biçimde paylaşmadan, doğru pratikler geliştiremeyiz. Günümüzde muhalefet güçlerine düşen görev, halkımızın gözünde AKP’nin ipliğini pazara çıkarmak ve bu hedefe koşut eylemlilik geliştirmektir. İçinde bulunduğumuz karanlık dönem, ancak böylesi bir yaklaşımla aşılabilir. B arım yüzyıldır, hem de akademik ortamda tarihçilikle uğraşıyorum; “tarihle yüzleşmek” gibi bir savım olmadı; olamazdı; önemli saydığım tarihçilerden böyle bir hedef de sezinlemedim. “Tarih” ile (başlığa koyduğum iki sözcüğü ortaya atanlar herhalde “geçmiş” ile demek istiyorlar) yüzleşmenin doğa bilimlerinin dahi her zaman varsayımlarla geliştirildiği bir zamanda mümkün olamayacağını anımsatmak istiyorum. Ama, gelin görün ki, akademik dünyanın yerli yerine oturtmakta güçlük çektiği, sadece önerilerde bulunduğu bir bilimsel, bir o kadar da sanatsal ve felsefi dal için TBMM Başkanı ve bir önceki başkanı, tarih yöntemi öneriyorlar; geçmişin “tarih” adı altında işlenegelen biçimlerine el atıyorlar; tarihçilik yapıyorlar. Siyasiler, tarihin güncel beklentilerine merhem olabileceğini sanarak, bu “nazik” dalın sorunlarına karışıyorlar, tarihçiliğin sahip olduğuna inandığım bağımsız ve bilimsel yaklaşımlarına da ortak olmaya çalışıyorlar. Burada sorun, tarihçinin politikacılar nezdinde gösterebileceği etki sorunu değildir. Şüphesiz ki tarihçi politik kararlar veren organlara, çeşitli kuruluşlara ve kişilere elde ettikleri verileriyle ve hazırladıkları tarih söylem ve metinleriyle bilgilendirmede bulunacaktır doğal olarak. Özellikle politikacıların geleceğe yönelik öngörülerinden ve ideolojik beklentilerinden öte geçmişten gelen sorunları anlayabilmeleri, dolayısıyla da olay ve olguları za Y ‘Tarih’ ile Yüzleşmek! Salih ÖZBARAN man tünelindeki yerlerine oturtabilmeleri önem taşımaktadır. Onların bu bilgi dalından bu yönde yararlanmaları esastır. Nesnel olmaya çalışması gereken, beklenti ve bağımlılık içinde olmayan bir tarihçi, kendi amaçları doğrultusunda siyasal kararlar veren, önünde hedefleri bulunan ve bu hedefler için tarihi kullanan bir siyasetçi ile işbirliği yaptığında tarih yok olur orada; sultan için methiye/övgü yazan “şehnameci” çıkar orta yere. Bildiğim kadarıyla tarihçilik yüzyıllar önce o aşamalardan geçti; sonraları kendi otonomisini yarattı. Tarihçilerin erdemleri vardır; toplum için de görevleri. Geçmişteki gerçek peşine düşerken politik merkezlerin arzuları doğrultusunda hareket etmezler onlar. amacıyla Refah Partisi’nden bir milletvekilinin ve ona destek verenlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmak üzere hazırladıkları dilekçeye imza atan, sonra imzasını geri çeken Doğru Yol Partisi’nin Erzurum Milletvekili Abdülmelik Fırat’ın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş ile yaptığı görüşmeden cümlecikler aktarmış; Fırat’ın Güreş’e “Paşam, Türkiye artık tarihiyle barışsın” dediğini saptamış. Dedesi Şeyh Sait’in ailesinin zulüm gördüklerini bildirmiş Fırat, şimdi de tarihle barışık olmak istediğini dile getirmiş. 27 Şubat 1994 tarihli yazısına “Tarihle barışık olmak ne demek?” başlığını koyan İlhan Selçuk, “Tarihle Barışmak” sloganının günlük siyaset koktuğunu iyi yakalamış; tarihin bilimsel olarak ele alınmasının, belgelere dayandırılmasının gereğine değinmiş; tarihle barışık ya da ona küs olmanın, böyle bir hedefin, anlamsızlığını vurgulamış. Çok yerinde bir yaklaşım. 994’ten bir değerlendirme Bu konuyu Cumhuriyet’te 7 Nisan 1994 tarihinde yayımlanan bir yazımda da ele almıştım; o yazımdan aktardığım aşağıdaki sözcükler, sorunun sadece çok yakın günlerin bir sorunu olmadığını, tarihin siyaset ortamına nasıl taşınabildiğini göstermektedir; yinelenmesinde yarar görüyorum: 26 Şubat 1994 tarihinde Cumhuriyet’te Mustafa Balbay, Atatürk’ü İzmir’de öldürme girişiminde bulunanların aklanması 1 umhuriyet, Osmanlı değildir Tarih, bir Meclis başkanının işaretiyle yol almaz; tarihçi, mesleği gereği dik durur; inceler, yorum yapar, yazar; eleştirir ya da eleştirilir. Unutmamak gerekir; kişiler, süreçler, olaylar, olgular, kurumlar, siyaset içine sürüklenmeye çalışıldığı bir ortamda, C geçmişin sözcüsü sayılan “tarih”in nasıl bir çağrı yapacağı, hangi güçlerin ekmeğine yağ süreceği karmaşaya yol açar, serüvene itilir, katışalır; dostdüşman ikilemi yaratır, böler, tehlikeli hal alır. Tarihle barışmak veya tarihle yüzleşmek gibi bir hedefi yoktur tarihçinin. O çaba gösterir, geçmişin küllerini tolayıp bir araya getirmeye çalışır. Olguların, olayların ne olduklarını, güçlükle de olsa anlamaya çalışır. Onlara ilişkin kaynakların ışıklandırması ve çağında yakaladığı yöntem ve yaklaşımların yardımıyla geçmişteki gerçekliğe yaklaşır. Tarihçiler geçmişe ilişkin kesin ve keskin söylemleri ihtiyatla karşılarlar; hele hele bir Meclis başkanının söylemlerini iki kat önlem alarak dinlerler. Sultan Abdülmecid’in ölümün 150. yıldönümünde anılması ve değerlendirilmesi olağan sayılabilir; ancak TBMM’ce törene dönüştürülmesi, onun üzerinden Osmanlı ile Cumhuriyeti aynı kefeye koyup politik kaygılarla tarih tasarlanması tarihçilik sayılamaz; Cumhuriyet sürecini Osmanlı asırlarıyla karıştırmak, hiç sayılamaz. Osmanlı, görkemiyle/ihtişamıyla ya da hastalıklarıyla tarih(çi)nin malıdır artık. Ve bizler Doğu Roma’nın, Anadolu beyliklerinin, sınır ötelerinden gelen ve Osmanlıların sürükleyip getirdiği pek çok mirasın da sahipleriyiz. Ama şimdi, tüm bunları da içeren, çağdaş olmaya çalışan bir Cumhuriyetin temsilcileriyiz. Tarihin filmi geriye sarılmaz; yenileriyle donatır kendini. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle