27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 ARALIK 2011 PAZARTESİ 8 HABERLER PANKARTTAN TUTUKLANMIŞTI 19 Aralık 2000’de Türkiye tarihinin en büyük ve kanlı cezaevi operasyonu 32 yaşamı yok etti Hayata dönemediler ALPER TURGUT “Hayata Dönüş” adlı korkunç ironinin üzerinden tam 11 yıl geçti. Evet, sis dağılıyor ve katliamın ayrıntıları giderek daha da netleşiyor. “Hayat güzeldir” sloganıyla devlethükümet ve medya işbirliğiyle gerçekleştirilen, ikisi asker 32 yaşamın solmasına, 241 kişinin de yaralanmasına yol açan, Türkiye cezaevlerine yönelik bu en büyük operasyon, Kıbrıs çıkarmasından bu yana en çok askerin katıldığı harekât olarak da tarihe geçti. Arabulucularla tutuklu ve hükümlü temsilcilerinin görüşmeleri devam ediyordu, dışarıda da mahkum yakınları, anlaşmanın sağlanmasını büyük bir umutla bekliyorlardı. Ancak her şey önceden planlanmış ve siyasi tutuklu ve hükümlüler “Karşı Güç” olarak çoktan adlandırılmışlardı. Henüz mahkumiyet almasalar da, hâlâ yargılanıyor olsalar da içerdeki “teröristler” düşman idi ve daha bir yıl öncesinden savaşın adı konulmuştu: “Tufan.” Kanlı Tufan operasyonunu anlayabilmek için biraz daha öncesine dönelim. ? Cezaevlerine gazeteciler dahil kimse yaklaştırılmadı, televizyon helikopterlerinin uçuşuna izin verilmedi, askeri helikopterler alçak uçuşla operasyon bölgesini kontrol altına aldı. Duvarlar iş makineleriyle, çatılar balyozlarla kırıldı. ? Gaz maskeli komandolar, yüksek enerji ve uzun namlulu silahlar kullandı. Kömüre dönüşen cesetler, kurşun ve şarapnel parçalarıyla ölen gençler, uzuvlarını kaybeden kadınlar, erkekler. 12 yaşama mal olan 1996 ölüm orucu ve süresiz açlık grevini yine gazetemiz adına takip etmiştim. Devlet pazarlık yapmaz denir ya, yok öyle bir şey; pazarlık yapılmış ve anlaşma sağlanmıştı, hatta “Hüzünle sevinç iç içeydi” yazdığım izlenimin başlığı. Her şey anlaşma sağlanmasından sonra başladı. Devlet, o tarihte kendi yarattığı “koğuş” sistemini yıkmaya, Batı’nın dayattığı tecrit uygulamasına yani hücrelere geçişe karar vermişti. Diyarbakır Cezaevi’nde 10 tutuklunun öldüğü kanlı baskın, yine vahşete dönüşen Ulucanlar Cezaevi operasyonu, fırtınaların Tufan’a dönüşmesinin habercisiydi. 1997’de tutuklu ve hükümlü aileleri sıklıkla gazeteyi ziyaret etmeye başlamıştı. O tarihte adı “Oda Sistemi” olan yeni nesil cezaevleri nedeniyle çocuklarına yönelik baskı ve şiddet uygulamalarının arttığını haykırıyorlardı. Medya da görevini layıkıyla yapıyordu “5 Yıldızlı Cezaevleri” için. F tipi cezaevleri hızla inşa edildi, 1990’lı yılların ortasında sokakları mesken tutan toplumsal muhalefet susturulmuştu, sırada cezaevlerindeki muhalefet vardı. Operasyon hazırlıklarını gören tutuklu ve hükümlüler, 2000’de tecride karşı, “İçeride dışarıda hücreleri parçala” sloganıyla ölüm orucu eylemine başladılar. Cezaevleri dışında mahallelerde de tutuklu ve hükümlü yakınlarının ölüm orucu eylemi sürüyordu, bu bir ilkti. Ankara Jandarma Özel Asayiş Komando Birliği ile Elazığ Jandarma Komando Taburu, operasyonun en büyük hedefi Bayrampaşa Cezaevi baskınına katılmak için kargo uçaklarıyla İs tanbul’a getirildi. Seçkin birliklere, Halkalı Jandarma Taburu da katıldı. Adalet Bakanlığı’nın gözetiminde arabuluculuk görüşmeleri sürerken yaklaşık 10 bin asker, jandarmanın “Dost Kuvvetler” dediği binlerce polis ve yüzlerce infaz koruma memuru, 83 saat sürecek baskın için beklemeye geçmişti. 20 cezaevine yönelik eşzamanlı operasyonun başlama saati 05.00 ise günler öncesinden belirlenmişti. Arabulucu heyetinde yer alan eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu bu süreci, “Kullanıldık” diye özetliyor. Operasyon günü Bayrampaşa Cezaevi’ne giren araçları ömrüm boyunca bir daha görmedim; bilirkişinin bile bilemediği, İsrail menşeili kimyasalların kullanıldığı, 20 bini aşkın gaz bombasının atıldığı, kadın tutukluların “diri diri yakıldığı”, bir askerin anlatımıyla “yananlara benzinli battaniyelerin atıldığı”, yaşayanların bugün bile enkaz görüntüsünden kurtulamadığı bu baskın, devletin kendi çocuklarından intikam almasıydı; bunun adı vahşetti. Psikolojik savaş teknikleri de kullanıldı, medya da sürece katkı sağladı. Irak’ta kimyasal silah var iddiasıyla ABD oraya demokrasi götürmüştü; bir benzeri yaşandı ve cezaevinde bulunduğu söylenen el bombaları, LAW ve roketatarlar asla bulunamadı. Cezaevlerine gazeteciler dahil kimse yaklaştırılmadı, televizyon helikopterlerinin uçuşuna izin verilmedi, askeri helikopterler alçak uçuşla operasyon bölgesini kontrol altına aldı. Duvarlar iş makineleriyle, çatılar balyozlarla kırıldı. Gaz maskeli komandolar, yüksek enerji ve uzun namlulu silahlar kullandı. Kömüre dönüşen cesetler, kurşun ve şarapnel parçalarıyla ölen gençler, uzuvlarını kaybeden kadınlar, erkekler. “Düşman ölü ele geçirilmiş, esir alınan yaralı teröristler” ise hastane yerine F tipi cezaevlerine sevk edilmişti. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, “F tipi cezaevlerine sevk yok” demişti oysa. Medya “Devlet girdi”, “Sahte oruç kanlı iftar” diyerek operasyonu alkışlamakta gecikmedi, tam sekiz copla tecavüz ve yüzlerce işkence iddiasına karşın, “Eşek tıraşı oldular, uslu çocuklara döndüler” diye heyecanlandı üstelik. Dışarıda baskını protesto edenlerden 2 bin 145’i gözaltına alındı, 147 kişi tutuklandı, beş miting yasaklandı, 18 dernek ve kültür merkezi basıldı, 228 yayın toplatıldı. Hayata Dönüş’ü, ölüm orucu eylemini sonlandırmak için düzenlediklerini söylediler, ancak hücrelere nakiller, ölüm orucu eylemcilerinin sayısının artmasına neden oldu ve ardından 2007’ye dek tam 75 ay boyunca sürdü ölüm orucu eylem; asri zamanların en uzun süreli eylemi, İkinci Dünya Savaşı’ndan daha uzun bir süreye yayıldı. Eylem 90 can daha aldı, 600 kişi ise sakat kaldı.Tufan operasyonunun ardından kendi cezaevlerini yıkan devlet, baskın sırasında mağdur olanlara dava açtı. Hazine, “devleti zarara uğrattınız” diyerek mahkumlardan para istedi. İstanbul Valiliği üç kez, operasyona katılan askerlerin yargılanmasına izin vermedi; pek çok dava zamanaşımından düştü, Malatya’da tutuklu ve hükümlüler operasyonun ardından ikişer yıldan toplam 120 yıl ceza aldılar, Uşak Cezaevi’nde de mahkumlar, memura mukavemetten cezalandırıldılar. Çanakkale Cezaevi’nde dört kişinin öldürülmesi ve onlarca yaralanma nedeniyle açılan davada yargılanan 563 jandarma beraat etti. Şu an üç dava sürüyor, biri Ümraniye’de tutuklu ve hükümlülere, diğer ikisi ise Ümraniye ve Bayrampaşa’da güvenlik güçlerine açılan davalar. Hayata Dönüş’e rağmen hayatta kalanların psikolojileri ise darmadağın, arada bana ulaşıyorlar... Ne öyküler! İnanılmaz, çoğu özel, anlatılmaz. Âşık olduğu adam, kucağında can veren var; tepeden tırnağa insan dair öyküler bunlar. Umarım bir gün tüm travmalar atlatılır, herkes hikâyesini anlatır, romanlar yazılır, filmler çekilir. Çünkü onlar, Tufan’ı yaşayanlar, hâlâ hayata dönemediler. Umarım bir gün dönerler, susarak değil konuşarak elbette. İşte o gün eminim yaralarını sarar ve yeniden yaşamla kucaklaşırlar. Berna’ya bu kez de 1 yıl 8 ay ALİCAN ULUDAĞ Bilirkişi bile bilmiyordu Toplum susturulmuştu Ölenler Taksim’de anıldı Cezaevlerindeki ölüm oruçlarını sonlandırmak amacıyla 19 Aralık 2000 tarihinde Bayrampaşa ve Ümraniye Cezaevi’nde gerçekleştirilen eşzamanlı operasyonlarda yaşamını yitiren tutuklu hükümlüler Taksim’de düzenlenen yürüyüşle anıldı. Cezaevlerinde yaşamını yitiren tutuklu ve hükümlüleri anmak amacıyla Galatasaray Meydanı’nda “Zindanlar yıkılsın, tutsaklara özgürlük”, “11. yılında 19 Aralık katliamını unutmadık, unutturmayacağız” yazılı pankart ve dövizler taşıyan Mücadele Birliği üyeleri, Taksim Meydanı’na yürüdü. Burada grup adına yapılan açıklamada 19 Aralık’ta cezaevlerine yönelik gerçekleştirilen operasyonda 28 kişinin hayatını kaybettiği anımsatılarak, “F tiplerinin kapatılması ve zindanların yıkılması amacıyla tüm tutuklu yakınlarını, emekçileri, kadınları, gençleri mücadeleye çağırıyoruz” denildi. (Fotoğraf: KAYHAN AYHAN) ANKARA Başbakan Tayyip Erdoğan’ın konuşma yaptığı salonda “Parasız eğitim istiyoruz” yazılı pankart açan ve örgüt üyeliği suçlamasından yaklaşık 18 ay tutuklu kalan iki öğrenciden biri olan Berna Yılmaz, Ankara’da görülen bir davada 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. Berna Yılmaz’ın ceza almasına neden olan olay ise arkadaşlarıyla “8 Mart Dünya Kadınlar Günü” etkinliğine katılarak açtığı “pankart” ile “terör örgütü propagandası yapmak”. Gözler şimdi son kararı verecek Yargıtay’a çevrildi. Berna Yılmaz ve bir grup arkadaşı, 8 Mart 2008’de Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Sakarya Caddesi’nde bir araya geldi. Buradan Abdi İpekçi Parkı’na doğru yürüyüşe geçen grup, “HÖC” (Hak ve Özgürlükler Cephesi) ibareli “Kadın ne iktidarın ne erkeğin kölesidir”, “Türban iktidarın ve erkeğin isteğidir” yazan pankart açtı. Aralarında Berna Yılmaz’ın da bulunduğu 17 kişi hakkında “terör örgütü üyesi olmak ve propagandasını yapmak” iddiasıyla dava açıldı. Ankara 11. Ağır Mahkemesi’nde süren 3 yıllık yargılama 13 Aralık 2011’de sona erdi. Mahkeme, tüm sanıkların örgüt üyeliği suçlamasından beraatına karar verirken, Berna Yılmaz, Bilgehan Karpat, Didem Akman, Ezgi Şahin, Ebru Gürler ve Meliha Kulu’ya “terör örgütünün propagandasını yapmak” suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası verildi. AYKOL ‘SOL’U ANLATMIŞTI Şema Hopa’ya delil sayıldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gazeteci yazar Hüseyin Aykol’un Türkiye’deki sol hareketlerin tarihini ve sol parti ve örgütlerin gelişimini anlattığı “Türkiye’de Sol Örgütler: Bölüne Bölüne Büyümek” isimli kitabıyla birlikte verilen şema, Ankara’daki Hopa protestosu davası iddianamesine “terör delili” olarak girdi. Operasyonla evi basılan Demet Yılan, “Polisler şemayı tahrip edip Halkevleri ibaresini eklemişler” diye konuştu. Ankara Hopa protestosuyla ilgili açılan ilk davanın iddianamesinde bir skandal daha ortaya çıktı. 15 Haziran’da evleri basılarak gözaltına alınanlardan biri olan Demet Yılan’ın evinde bulunan bir kitapla birlikte verilen Türkiye soluna ilişkin tarihsel şemanın, iddianamedeki en ciddi “terör bağlantısı” olarak sunulduğu anlaşıldı. Özel yetkili savcılık tarafından hazırlanan iddianamede söz konusu şemadaki “halk evleri” ibaresi, terör örgütü THKP/C ile ilişkilendirildi. Cumhuriyet’e konuşan Demet Yılan, ilgili dokümanın bilimsel bir belge, söz konusu kitabın ise her kitabevinden satın alınabilen yasal bir yayın olduğunu belirtti. Yılan, “Evimde kitapla birlikte verilen şemayı bulmuşlar. Şema, sonradan iddianameye de girmiş. Rasgele bir yerden mavi kalemle ok çıkarılıp şemaya ‘Halkevleri’ ibaresi eklenmiş. Şemadaki bu tahribatı polislerin yaptığını düşünüyoruz. Bizim şemaya böyle bir not düşmüş olmamız son derece saçma. Bu tip ‘komik’ deliller yüzünden 6.5 ay hapis yattık” diye konuştu. Üniversite öğrencileri Kılıç ve Nayır, PKK üyesi oldukları gerekçesiyle yargılanıyor 2 gencin tutukluluk dramı HİLAL KÖSE Basın açıklamasına giderken gözaltına alınan Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) üyesi üniversite öğrencileri Ali Deniz Kılıç ve arkadaşı Baran Nayır, PKK üyesi oldukları ve molotofkokteyli bulundurdukları iddiasıyla iki yıldır tutuklu yargılanıyor. Ele geçirildiği söylenen 8 adet molotofkokteylinde, öğrencilerin parmak izinin olmadığı ise bir buçuk yıl sonra yapılan incelemeyle ortaya çıktı. Ali Deniz’in annesi Seher Kılıç, “Oğlumun tek böbreği yok, Baran kalp hastası. Davanın diğer sanıkları çoktan tahliye edildi. En çok da eğitimden geri kalmalarına üzülüyorum” dedi. Ümraniye Esenşehir’de 6 Aralık 2009’da, polisin kimlik kontrolünün ardından gözaltına alınıp tutuklanan öğrenciler, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor. Davanın 17 Mart 2011’de yapılan 3. oturumunda Cumhuriyet Savcısı Kasım İlimoğlu, Kılıç ve Nayır için tahliye istedi. Mahkeme, ikisi dışındaki diğer 5 sanığı tahliye etti. 28 Temmuz’daki son oturumda da olay ve yakalama tutanakları içeriği, kuvvetli suç şüphesinin varlığı gerekçesiyle tahliye kararı çıkmadı. Öğrenciler, 20 Aralık Salı günü 5. kez yargıç karşısına çıkacak. Anne Kılıç, çocuklarda molotofkokteyli olduğu yönündeki iddianın gerçekdışı olduğunu söyledi: “Mahkeme aylar sonra parmak izi incelemesi yaptırdı. Sonuç 28 Temmuz’da dosyaya geldi. Çocuklara ait iz bulunamadı ama yine tahliye çıkmadı. Bir anne olarak oğlumun suçunun ne olduğunu öğrenmek istiyorum. Her duruşmada hâkim değişikliği oldu. Tahliye isteyen savcı gitti. Üniversite öğrencisi oldukları için bırakılmadıklarını düşünüyorum.” Ali Deniz’in tutuklandığı için Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nden atıldığını belirten Kılıç, sözlerini şöyle sürdürdü: “İçerde hukuk okumaya karar verdi. Geçen yıl 1.75 puanla sınavı kaybetti. Baran, Yıldız Teknik Üniversitesi edebiyatı kazandı. Tutuklanmadan önce Marmara Üniversitesi’nde okuyordu. En çok eğitim hayatından geri kaldıklarına üzülüyorum.” Tek çocuğu Ali Deniz’in, doğar doğmaz tek böbreğini kaybettiğini, 4 aylıkken 4 operasyon geçirdiğini anlatan anne, “Büyüyünce, bize, açık yüreklilikle, SDP’de siyaset yapmak istediğini söyledi. Oldum olası haksızlığa karşı bir kafası var. Biz de ondan habersiz bu partiyi araştırdık. Birçok genç üyesi olan legal bir parti. Oğlumuzun yaşamını biliyoruz” dedi. Kılıç, Baran ve Ali Deniz’i gözaltına alan iki çevik kuvvet polisinin aylardır bulunup mahkemeye getirilmemesine tepki göstererek şunları söyledi: “Acaba tutukluluk polisler gelmedi diye mi uzuyor? Mahkemenin araştırdığı başka bir şey yok. Çocuklar aleyhine tek delil polis tutanağı. Ne bir görüntü ne de başka bir şey yok. Bütün iyi niyetimle bana iki sene ıstırap çektirmiş o polisleri bulmaya çalıştım. Duruşmaya gelmelerini istemek için…. Mümkün olmadı… İmkânım olsa bu ülkeyi terk ederim… Psikolojim bozulduğu için doktorum duruşmalara gitmemi istemiyor.” Kılıç, o gün, Kadıköy’de sabaha kadar sokak sokak oğlunu aramış. Emniyet’ten de gözaltında olmadığı söylenmiş. “Ertesi gün arkadaşlarından öğrenince Emniyet’e koştum. Polisler bana ‘Efendi çocuklar, savcıyla görüşüp bırakabiliriz ama her şeyi anlatmaları lazım’ dediler. Birçok kez otobüse molotofkokteyli atılması nedeniyle ölen lise öğrencisi Serap’ı sormuşlar. Onlar da ‘alakamız yok’ demişler… Sonra bir sivil polis, ‘Sevk ediyoruz, bilgi vermiyorlar’ dedi.” Öğrencilerin avukatı Murat Tok da şunları anlattı: “Aralık 2009 sıralarında Kürt açılımı süreci yaşanmakta ve İstanbul’da basın açıklamalarıyla bu süreç desteklenmekteydi. Ümraniye’deki basın açıklaması da bu şekilde düzenlenmiş ve polis müdahalesiyle başlamadan sona ermiştir. Gözaltına alınan 34 kişiden, 12 kişiye iki ayrı mahkemede dava açıldı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki beş kişi, on ay sonra tahliye edildi. Ali Denizler’le yargılanan 5 kişi de tahliye edildi. Üstelik Kürtçe savunma talep etmişlerdi. Ali Deniz ve Baran hâlâ tutuklu.” İki polis nerede? Ali Deniz’in (Altta sağda) annesi Seher Kılıç (Küçük fotoğraf), oğlunun bir böbreğinin olmadığını, Baran Nayır’ın (Altta solda) ise kalp hastası olduğunu söyledi. Ölüme yatan sayısı arttı ŞİMŞEK’İN ‘TUTUKLU’ YORUMU ‘Polisler bilgi istedi’ ‘Molotof iddiası yalan’ Demokraside İngiltere örneği ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) TBMM’de milletvekillerinin sorularını yanıtlayan Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, tutuklu gazetecilerin durumuna ilişkin, İngiltere’yi örnek vererek ilginç bir yorum yaptı. İngiltere’de son birkaç aydır 18 gazetecinin gözaltına alındığını söyleyen Şimşek, “İngiltere’de demokrasi yok mu, var. Suç işleyen gazeteci de başkası da olsa gözaltına alınması gerekiyorsa alınır” dedi. Şimşek, Türkiye’de yargı sürecinin uzadığını, bunu azaltmak için çalıştıklarını söyledi. CHP Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk ise İngiltere’de gazetecilerin, polise rüşvet vererek yasal olmayan dinleme yaptırmaları nedeniyle tutuklandığını ifade ederek Türkiye’de yasadışı dinleme yapanların tutuklanmadığına dikkat çekti. Bir soru üzerine Şimşek, hükümetin, Gümrük Birliği anlaşması nedeniyle, Fransız mallarına boykot kararı alamayacağını belirtti. Şimşek, elektrik faturalarına yansıyan kayıpkaçak kesintilerini de savunarak, bu uygulamanın “bugün başlamadığını” söyledi. İkisi neden tutuklu? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle