23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 ARALIK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 Yedi Yıl Olursa... umhurbaşkanı’nın C görev süresinin yedi yıldan beş yıla Sarıhan’ın mektubu Öğretmen Dünyası dergisindeki görevlerinden ayrılıp yerini arkadaşlarına bıraktı. Dostlarına gönderdiği veda mektubunda, üç türlü insanın varlığından söz etmiş: “Birinciler bu topluma bir şey vermeden ondan almak isteyenler. İkinciler topluma bir şeyler verenler ve bunun karşılığını para, unvan veya saygınlık olarak almak isteyenler, üçüncülerse eki Sarıhan, uzun yıllardır Z yürüttüğü Ulusal Eğitim Derneği Başkanlığı’ndan ve topluma bir şeyler verenler, fakat hiçbir karşılık beklemeyenler. Bu üçüncüleri tatmin eden tek şey vicdanlarına karşı sorumluluktur. Henüz 67 yaşındayım. Sesim çıktığı, elim kalem tuttuğu sürece yurdumuza ve halkımıza yapılan haksızlıklara karşı çıkmanın ödenmesi gereken bir borç olduğunu biliyorum.” Yurt işleri; çetin direnç ister, korkusuz bilinç ister. Zeki öğretmenin yüreği, işte tam da orada atıyor. Korkuyorum sahibi Sahir Erozan, İstanbul’daki evinde bir gece düzenlemiş. Geceye katılan gazetecilerden BD Başkan Yardımcısı Joe Biden Türkiye’ye A geldiğinde, otel ve restoran Cengiz Çandar, Biden’a “Artık yazmaya korkuyorum, bir sabah alınıp götürülürüm diye” demiş. Çandar bile böyle diyorsa, halimizi anlayın artık... düşürülmesine yönelik anayasa değişikliğiyle birlikte Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının 2012’de sona ereceğine ilişkin hukuksal yorumu eski CHP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Süha Okay yaptı: “Kanun koyucu bir statüyü yeniden düzenlerken önceki statünün uygulanacağını ifade etmediği sürece kazanılmış haktan söz edilemez. Bu da doğrudan doğruya statü hukukunu ilgilendirir. O nedenle hukuk temelinde artık yedi yıllık sürenin konuşulması dahi söz konusu değildir. Bu yönde bir geçici madde ransa Meclisi, “Ermeni soykırımı iddiasının F reddedilmesini suç sayan yasa ilgili anayasa değişikliğiyle konulsaydı bu konu o zaman değerlendirilebilirdi. Cumhurbaşkanlığı süresi beş yıldır.” Olayın siyasi yanı da var kuşkusuz. Gül’ün görev süresi yedi yılda tamamlanırsa neler olabileceğini şöyle bir aklımızdan geçirelim: Anayasa değişikliği yapılmış, “tam bağımlı, piyasasever ılımlı İslam federasyonu” kurumsallaşmış, yenilenen genel seçimle AKP yine büyük çoğunlukla iktidarı bir kez daha ele geçirmiş, Recep Tayyip Erdoğan da Çankaya’ya tam yetkiyle taşınmış olacak! Gül’ün görev süresinin beş yıl olduğunu kesin bir dille kamuoyuna açıklayan CHP ve MHP, hem hukuken hem de siyaseten doğrusunu yapmış oldu. MUHABBETİN MEHABETİ BMM’nin AKP’li T Başkanvekili Sadık Yakut’un, salondan GÖRÜŞ İRFAN O. HATİPOĞLU gelen “çüş” sesi üzerine “Bu söz, hiç Meclis’in muhabbetine yakışıyor mu” dediğine tanık olan TİHAK kurucularından Ö. Faruk Yenigün, bir düzeltme yapma gereği duyuyor: “Sözün aslı ‘Meclis’in mehabeti’dir. Mehabet; Osmanlıca bir kelimedir ve anlamı kısaca ‘saygı duygusu’ olarak tanımlanabilir. Yani Meclis’in saygınlığı... Muhabbetse; sohbet, sevgi, aşk vb anlamları ifade eder.” Bilimin Siyasallaşması Ülkemizde uzunca süredir topumu ayakta tutan, birleştiren kurumları itibarsızlaştırma, binlerce yıldır ortak ürettiğimiz kültürel değerleri aşındırma uğraşı verilmektedir. Yapılan çalışmalar “neoliberal” bir grup aydın tarafından yüksek sesle demokratikleşme, özgürleşme ve seçkinlerin sindirilmesi olarak değerlendiriliyor. Endişelenen yurtsever aydınlarsa olanları şaşkınlık içinde izlemekte, oldubittiler karşısında sessiz kalmaktadırlar. Siyasal iktidar yurtsever aydınların sessizliğinden, ürkekliğinden yararlanarak yayımladığı kanun hükmündeki kararname ile “bilimi siyasallaştırma” girişiminin ilk adımını attı. Tarih boyunca bilimin siyasallaşmasının insanlık üzerinde büyük yıkımlar yaptığının, derin üzüntüler oluşturduğunun öykülerini biliyoruz. Bilim insanları özgür olmadığı ve siyasallaştığı sürece ürettikleri bilgi insanlığın gelişimi, gönenci yönünde kullanılmamıştır. Bilim insanlarının kurdukları bilim örgütleri de siyasal iktidarın istenci yönünde kararlar almış ya da sessiz kalmıştır. Bugün bilim tarihindeki acı öykülerin bir tanesi de ülkemizde yazılmaya çalışılıyor. Siyasal iktidar yayımladığı kararname ile seçkin bilim insanlarının bulunduğu/üye kabul edildiği Türkiye Bilimler Akademisi’ni (TÜBA) siyasallaştırma sürecini başlattı. Artık akademi üyeleri iktidar ve kontrol ettiği kurumlar tarafından seçilecektir. Bilimi siyasal iktidarın kontrolüne veren kanun hükmündeki kararnameye karşı bilim insanlarından ve üniversitelerden yeterince tepki gelmedi. Daha doğrusu sessiz kalmayı seçtiler. Sessizlik üniversitelerimizin siyasal iktidarın düşüncesiyle aynı izdüşümünde olduğunu ve bilimin siyasallaşmasının boyutlarını göstermesi açısından öğreticidir. Bilimin siyasallaşmasında TÜBA’nın başına gelenler ulaşılabilecek en son aşamadır. Bilimin siyasallaşmasında ana kırılma noktası, üniversitelerin 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası ile Yükseköğretim Kurulu’nun yönetimine bırakılmasıdır. Yükseköğretim Kurulu üniversitelerde özgürlükleri, bilimsel gelenekleri aşındırarak üniversiteleri itibarsızlaştırdı, kimliksizleştirdi ve duyarsız hale getirdi. Siyasal iktidar Yükseköğretim Kurulu’nun getirdiği noktayı daha ileri düzeye taşıyarak; hiçbir ölçütü dikkate almadan tüm illerimizde üniversite açarak, üniversiteleri “yüksek sanat okulu” düzeyine, bilim insanlarını da “yüksek öğretmen/usta öğretici” konumuna getirdi. Üniversitelerin siyasallaşmasının ana nedeni rektörlerin atanmasında uygulanan yöntemdir. Atama yöntemi üniversiteleri siyasallaştırdığı gibi cemaatlerin de kontrolüne girmesini sağlamıştır. Bir üniversitede, bir öğretim üyesi rektör adayı olmak için çalışmalarına başlamadan cemaat içindeki konumunu sorguluyor, iktidar partisinin yerel örgütleri ve milletvekilleri ile ilişki içine giriyor. Seçim çalışmalarını sürdürürken üniversiteyi nasıl geliştireceğinden önce cemaat ve siyasal ilişkilerini öne çıkarıyor. Son rektör atamalarında görüldüğü gibi siyasal ve cemaat ilişkileri etkili oluyor. Sonuç olarak yerel politikacılar, milletvekilleri, üniversiteleri Tarım İl Müdürlüğü, Milli Eğitim İl Müdürlüğü’nden farklı görmüyor. Yerel parti örgütlerinin önerileri doğrultusunda ilçelerde/beldelerde yüksekokullar açılıyor. Akademik yükselmelerde, atanacak personeller üzerinde müdahil oluyorlar. Üniversitelerimizin siyasallaşmasının sonuçlarını günlük yaşamımızda görüyoruz. Üniversitelerde yaratılan korku nedeniyle bilim insanları ülke ve dünya sorunlarına duyarsız kalmakta, görüşlerini ifade edememektedir. Buna karşılık kayırmacılık ve yandaşlık kurumsallaşmıştır. Üniversitenin temel görevleri olan bilim üretme ve öğretme işlevi sıradanlaşmıştır. Bilim hırsızlığı (intihal), hayali bilimsel araştırma projeleri çalışmaları yaygınlaşmıştır. Türkiye Bilimler Akademisi çürümenin dışında kalamazdı. Bugün bilim insanı TÜBA üyesi olmak için siyasal iktidarın yerel yöneticileri ile ilişkiye girmiş durumdadır. Artık akademide çağdaş bilim insanları yerine dogmalara saplanmış, çağdaş bilime öfkeli, ön yargılı sözde bilim insanları üye bulunacaktır. Akademi günlük politikanın içine çekilerek kaynakları nasıl kayırmacı şekilde kullanabiliriz arayışına girilecektir. Kısacası binbir emekle büyütülen, örülen saygınlığı, üniversitelerde olduğu gibi yok edilecektir. Malta yargılaması soruşturmaya atıf yapılarak dava açılması halinde ilgili mahkemenin nasıl kurulacağı ayrıntılarıyla konuşulmuştur. İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, Malta’daki Türk tutuklular hakkında ‘kovuşturma’ kararı verip dava açmış olsaydı, Ermenilerin ‘katledildikleri’ yolundaki iddialarının Milletler Cemiyeti tarafından yetkilendirilen bir uluslararası mahkeme tarafından ele alınması gündeme gelebilecekti.” Oysa gelmemiş. Neden? Çünkü, Dirsek teması ski CHP Genel Başkanı E Deniz Baykal’ın son İzmir gezisini değerlendirenler; belediye başkanları, milletvekilleri, il genel meclis üyeleri, il ve ilçe parti yöneticilerinin orada olduklarından söz ederek Baykal’ın “nicelikli değil, nitelikli bir kalabalık” tarafından karşılandığını söylüyorlar. Geziye ilişkin yapılan bir saptama daha: Baykal ve Önder Sav ekipleri, ilk kez İzmir gezisi dolayısıyla dirsek teması kurmuşlar... önerisi”ni gündemine aldı. Uluç Gürkan, “Ermeni Sorununu Anlamak” adlı kitabında çok önemli bir tez geliştirmiş. 100’ü aşkın İttihat ve Terakki yöneticisinin Müttefikler tarafından Malta’ya götürülmesinin “sürgün” değil, bir “yargılama” olduğunu savunuyor Gürkan: “Burada Ermeni iddialarıyla ilgili soruşturmayı Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı yürütmüştür. Milletler Cemiyeti’nin çeşitli oturumlarında Malta’da İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü “Malta yargılaması”, İngiliz Kraliyet Başsavcılığı’nın İttihatçılar hakkında “kovuşturmaya yer olmadığı” kararıyla son bulmuş. Savcı, bir suçlamada bile bulunmamış yani. Uluç Gürkan’ın dediği gibi: “Malta’da, bugün ‘soykırım’ olduğu iddia edilen olaylar soruşturulmuştur. Malta yargılaması, sonucu itibarıyla ‘Ermeni soykırımı’ iddialarının geçersizliğini hem hukuksal hem de tarihsel açıdan açıkça ortaya koymaktadır.” Fransa Meclisi, önündeki yasayı onaylarsa, bir anlamda Türklerden nefret ettiğini ilan etmiş olacak! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ‘Uluslararası Sözleşmeler’ Güvencesindeki ‘Kadın ve Çocuk Hakları’ Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun 50. yıldönümü olan Eylül 1995’te Çin’in Pekin kentinde yapılan Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’na katılan 189 (yüz seksen dokuz) ülke, Birleşmiş Milletler Pekin Deklarasyonu’nu kabul ederek imzalamış. “1. Biz, Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’na katılan hükümetler, 3. Bütün insanlığın yararı için her yerdeki bütün kadınlar adına eşitlik, kalkınma ve barış hedeflerini ileri götürmeye kararlı olarak, 4. Her yerdeki bütün kadınların sesine kulak veren ve kadınların, rollerinin ve koşullarının farklılığını dikkate alan, dünya gençliğinde var olan umuttan güç alan ve bu yolu açan kadınları saygıyla anarak, 5. Son on yılda kadınların statüsünde bazı önemli konularda ilerleme kaydedildiğini ama gelişmenin eşit olmadığını, kadınlaerkek arasındaki eşitsizliğin devam ettiğini ve bütün insanların iyiliği için ciddi sonuçlar doğurabilecek başlıca engellerin varlığını sürdürdüğünü kabul ederek, 29. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her türden şiddeti önlemeye ve ortadan kaldırmaya, 31. Kadınların ve kız çocuklarının insan haklarını yaygınlaştırmaya ve korumaya, 33. Özellikle kadınları ve kız çocuklarını korumak için insani hukukun dahil olduğu, uluslararası hukuka saygıyı temin etmeye; 38. Biz, hükümetler olarak cinsiyete dayalı bir bakış açısının bütün politika ve programlarımızda yansıtılacağını garanti ederek bu Eylem Platformu’nu uygulamayı kabul ve taahhüt ediyoruz. Birleşmiş Milletler sistemini, bölgesel ve uluslararası mali kuruluşları, diğer ilgili bölgesel ve uluslararası kuruluşları ve bütün kadınları ve erkekleri, hükümet dışı kuruluşları, özerkliklerine tamamıyla saygı duyarak ve sivil toplumun bütün sektörlerini, hükümetlerle işbirliği yaparak kendilerini tamamen bu Eylem Platformu’nun uygulanmasına adamaya ve katkıda bulunmaya davet ediyoruz. (…)” Pekin Deklarasyonu’nda yer alan, kadın ve çocuklara verilen hakların “gerçek yaşamda” nasıl uygulandığı konusunu da yetkin uzmanlara bırakıyoruz.. UNICEF’in çocuk hakları danışmanlığını yapan Prof. Dr. Oğuz Polat’ın 2006 yılında hazırlamış olduğu rapordan alıntılar: “(…) Dünyada, her sene ortalama 1 milyon çocuk seks ticaretine kurban gitmektedir, parayla alınıp satılarak veya kaçırılarak seks turizminin, pornografinin ve fuhuşun bir parçası haline getirilmektedirler. 5 yıl öncesine kadar çocuk seks turizminin yaşandığı yerler Tayland, Kamboçya, Hindistan ve Filipinler iken, çocuk seks turizmi şimdi Kostarika, Brezilya, Meksika ve Orta Amerika’da da yaygınlaşmıştır. Araştırmalara ve tahminlere göre Kamboçya’daki 800.000 fahişenin üçte birini çocuklar oluşturuyor. Çocuk fahişelerin sayısı Tayland’da 800.000, Endonezya’da 400.000, Hindistan ve Filipinler’de 100.000, Brezilya’da ise 500.0002.000.000 gibi korkunç sayılarla ifade ediliyor. Çocuk seks ticaretini, dünyadaki çatışmalardan, savaşlardan ve insan kaçakçılığından ayrı düşünmek mümkün değildir. Örneğin Kosova savaşından sonra, çeteler ailelerden 1000 Amerikan Doları’na aldıkları çocukları Yunanistan ve İtalya’da iki katına satmışlardır. Araştırmalara göre, çocuk seks ticareti gittikçe artarken istismara uğrayan çocukların yaşları da gittikçe azalmaktadır. Hindistan’da fuhuş yapan çocukların yaşları 1416 yaşları arasındayken, günümüzde 1014’e kadar düşmüştür. Kamboçya’da köylerde 78 yaşındaki kızlar çocuk İngilizceleriyle oral seks ve cinsel ilişki pazarlığı yapmakta, Sri Lanka’daki genelevlerde 6 yaşındaki çocuklara rastlanmaktadır. Bu ülkelerin hepsi kulağa çok uzak geliyor; peki ya ülkemizde yanı başımızda belki bir cadde ötemizdeki otelde ya da arka sokağımızdaki evde yaşananlar? Özellikle son 5 senede yapılan araştırmalara göre, her ne kadar hâlâ çocuk ticareti ve çocuk fuhuşu ile ilgili çok az istatistik bilgi bulunsa da çocuk mağdurların organize şebekelerce değil de yerel satıcılar tarafından fuhuşa zorlandığı ortaya çıkmıştır; yetişkin erkeklere pazarlanmaktadır.(…)” “Bütün bahçeler kilitli; Anahtar Tanrı’da kaldı” (Cahit Sıtkı Tarancı ) HARBİ SEMİH POROY BULMACA HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Sesin yankı 1 sını ve gücünü ölçme bilgisi. 2 2/ Bir işte yar 3 dımcı olarak 4 çalışan erkek... Muğla’nın bir 5 ilçesi. 3/ Türki 6 ye’nin plaka 7 imi... Bir tiyatro oyuncusu 8 nun, karşısın 9 dakinin sözüne 1 2 3 4 5 6 7 8 9 gerekli karşılığı vermesi. 4/ Argoda çok 1 B A D M İ N T O N çalışan öğrenciye ve 2 E R İ E B A B A rilen ad... ABD’de, 3 K A R N İ O R A boşanmanın kolay 4 E O K A U T oluşuyla ünlü bir 5 A K R İ L İ K kent. 5/ Güzel, za6A R A L İ T rif... Parlak bir pa7 R A Y İ B İ Z A muklu kumaş. 6/ Bir E L A N yerde oturma... İlgi 8 A C U N eki. 7/ Osmanlı saray 9 S I Ğ L A Y A Ğ I ve konaklarında haremle selamlık daireleri arasındaki bölüm. 8/ Dinsel tören ve kuralları... “İskoç çoban köpeği” de denilen, uzun tüylü bir köpek cinsi. 9/ İpek gibi düz ve parlak bir kumaşın üzerinde bulunan tel tel iplik... Güneş doğmadan önceki alaca karanlık. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Diyalektik. 2/ Börülceye verilen bir başka ad. 3/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Kendini beğenmiş kimseler için kullanılan bir alay sözü. 4/ Sıkılmış üzümün cibresinden yapılan sert bir Fransız içkisi...“Marifet iltifata tabidir / Müşterisiz zayidir” (Muallim Naci). 5/ Kurnaz, açıkgöz... Ankara’nın Kızılcahamam ilçesinde bir kaplıca. 6/ Kolaylıkla uygulanabilir, kullanışlı. 7/ Bir kumar aracı... Kısa yazı. 8/ Bir nesneye zorunlu olarak bağlı olmayan ve onun özünde bulunmayan nitelik... Bir nota. 9/ Boğanotundan elde edilerek hekimlikte kullanılan zehirli bir madde. C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle