28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 KASIM 2011 SALI 2 İşte TV’lerdeki Kanuni, Hürrem, İbrahim Paşa... Yetmez, saltanat günlerinin aşk serüvenleri, gizlice çevrilen haince dolapları anlatmak... Padişahlık, cumhuriyetle birlikte kaldırıldı. Vahdettin’le tüm Osmanlı döküntüleri yurtdışına sürüldü. Türk cumhuriyetinde artık padişah yok, padişahlık yok, haremler bilmem neler yok!.. ??? Ama yavaş yavaş var oluyor mu? Tek başına on yıldır yurdun yönetimini, adaletini, askerini, bilimini, bilmem daha nelerini elinde tutan “tek adam” kendini sahiden Abdülmecit’lerin varisi mi sayıyor? En iyisi seçime meçime gerek yok. “Birinci Tayyip” olarak tahta çıkmak... Dolmabahçe Sarayı’nda yerleşmek (zaten daha şimdiden bir köşesini kapmadı mı?), ülkeyi daha güçle, sağlamlıkla yönetmek, demokrasi diye diye hepimizi de bu yeni padişahlık özlemine alıştırmak!.. ??? Gülünç şeyler mi? Ama daha ne kadar gülünç saydığımız işler yaşandı! Bu gidişle, bir de bakmışsınız olmayacak şeyler de oluvermiş!.. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ‘Sürdürülebilir’in Geleceği Bozkurt GÜVENÇ ki dünya savaşını ve nükleer bir barışı geride bırakan dünya, yeni bir yüzyıl ve binyıla çelişkilerle girmişti. Bildik dünya sona eriyordu ama gelecek belirsizdi. Süper güç Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla rakipsiz kalan ABD, “Küreselleşen dünya” sloganıyla, barış ve refah getirecek bir gelecek umudu yayıyordu. Yaşanan “İletişim devrimi” ile Dünya köyünde sınırlar kalkacak, savaşlar sona erecek, böylece bir bilgi toplumu yaratılacaktı. Tüketim ekonomisinin vitrini göz kamaştırıcıydı; ama 20082011 krizleri, “Küreselleşen dünya” söylemi, Adam Smith’in “Serbest pazar” ya da “Pazar ekonomisi” tasarımından pek farklı olmadığını sergileyince, “Küreselleşen dünya” söylemi yerini “Küresel krizden çıkış” arayışına bıraktı. Çıktık, çıkıyoruz derken ulusal borçlar ve iflaslar AB’yi sarstı; bu, ülkemizi de etkiledi. Küreselleşmenin yerini “sürdürülebilirlik” aldı. Hangi soruna ya da çözüme el atılsa, sürdürülebilirlik çıkıyor altından: Ekonominin, üretimin, tüketimin ve büyümenin, barışın, dengelerin, iklimlerin, doğal ve kentsel çevrelerin, ulusal ve tarihi mirasın; özetle, kurulu düzenin ve “yaşamın” sürdürülmesi! Son olarak da, “sürdürülenin sürdürülmesi” çıkarıldı manşetlere. Özetle, üretimtüketim sürdürülmezse yaşam nasıl sürdürülebilirdi ki? Kemerler sıkılsa da tüketime bağımlı toplumlar, alıştıkları ‘Padişahım Çok Yaşa’ mı? “İki seçim mi kazanmışlar? Bir on yıl daha işbaşında kalmak niyetindeymişler!.. Yetmezmiş gibi, Türk’ü, Türklüğü de anayasadan çıkarmak, giderek Osmanlı’yı yeniden kurmak, belki de padişahlığa benzer bir yönetimi, ardından da halifeliği yeniden oluşturmak.” Bu benim 13 Kasım tarihli yazımdan bir parça... Boşuna yazmamışım!.. İçime mi doğmuş, yoksa iktidarın nereye doğru koştuğunu önceden sezmek mi? Böyle böyle başlar!.. ??? Abdülmecit’i anma sempozyumu durup dururken nerden mi çıktı? Başta Tayyip Bey’in ve ona sımsıkı bağlı arkadaşlarının, daha yirmiotuz yıl önceki gençliklerinden beri içlerinde sakladıkları gizli duygunun fışkırması mı? Erbakan’ın yetiştirdiği gençler sonunda iktidarı ele geçirdiler. Diyeceksiniz, seçim kazandılar, her şeyi yapmak ellerinde!.. Kalkmışlar, padişahları yeni kuşaklara tanıtmak, sevdirmek istiyorlar. İ nın azına razı olamıyordu. rturo Ui’nin Önlenemeyen Yükselişi Brecht’in oyunu, büyük katillere hayran küçük burjuvaları uyandıramamıştı. Yazarın kahramanları “politik suçlular değil, suçlu politikacılardı”. Günümüzün tükenişinde geleceği görenler de çaresizdi; “küreselleşme” yanılsamasını aşamıyorlardı. Şöyle ki, çağdaş medeniyetin sürdürülmesiyle sürdürülememesi arasında 2 santigratlık dar bir sınır kalmıştı. Ortalama ısı 15 dereceye yaklaşıyordu; 17 derece, bütün canlıların sonu olacaktı. Enerji tüketimi ve sera (CO2) gazının salınım hızıyla, sadece 2030 yılımız kalmıştı kıyamete; oysa tüketim toplumu, uzay kentlerdeki kule konutlarda yaşamaya özendiriliyordu. Yükseklerden mi izleyeceklerdi tükenişi? Küresel ölçekli sorunun adını koyamayan çaresiz yönetim uyarıyordu: “Dünya çok karıştı, her şey olabilir. İhtiyatlı olun!” A ünya’nın sonu: Savaş mı barış mı? Arthur Spengler, “Batı’nın Çöküşü” (1926) eserinde, yakıp yıkıcılığa “Sezarizm” adını koymuş; umudunu kesmemişti. Hayatta kalanlar doğal yaşamdan kültür ve medeniyete doğru ataların açtığı yolları izleyeceklerdi. Günümüzün bilginleri iyimser değildi. Bu kez, yalnız Batı değil, ‘D “Yaşamküre” çöküyordu. Bazı canlı türler hayatta kalsalar bile “Yaşamküre”nin ikinci bir serüvene el verip vermeyeceği bilinemiyordu. Doğal çevre, su, hava ve ısı, bilim ve teknolojinin onaramayacağı ölçüde hasara uğramış olabilirdi. Uzayda ışık hızıyla dolanan yeni kuşak “Atılgan”ların acelesi vardı. Mavi gezegenin er geç tükeneceğini biliyor; yaşama elverişli yeni dünyalar bulma ya da inşa etme umudunu canlı tutuyorlardı. TÜSİAD “büyüme”, TEMA Vakfı “yaşam” diyor; kıyametten söz etmektense, “sürdürülenin sürdürülmesi” kulağa sanki daha hoş geliyordu. Einstein geçmişten sesleniyordu: “Kurtuluş yalnız bilime değil, hakça (etik) bir düzenin kurulup ‘sürdürülmesi’ne bağlıdır” (CBT 11.11.11). Asıl zor olan, bu hakça düzendi! Hele şu 12 Aralık’ta(?) sona erecek Maya takvimini ya da 12.12.12. şifreli kehanetleri hayırlısıyla bir atlatalım da, sonrası Allah Kerim, denebilir mi? Bir tsunami, iki artçı deprem yeterli olur mu aklımızı başımıza toplamaya? Van felaketinden sonra, sanal İstanbul’ları unutup emektar İstanbul’u kurtarmak için nasıl çırpınıyoruz! “Sürdürülen düzenin artık sürdürülemeyeceği” galiba anlaşılıyor. Bütün bunlar barış için. Oysa Ahmet Altan Türkiye’deki bir iç çatışmanın 3. dünya savaşına yol açacağından emin görünüyordu (Gazetem.net 7 Mayıs 2007). Ülkemiz, olası bir çatışmayı önleyebilir mi? Bilmiyorum. Umudumu korumaya çalışıyorum. Dersim’iz: Atatürk’ü Tekmelemek... Dün de havaalanının tabelasından “Sabiha Gökçen” adının çıkartılmasını istediler... Yeni adı şöyle olsun: “Derviş Mehmet Havaalanı...” Dedelerinin adıdır ne de olsa... ? Türkiye örtülü faşizmin hukuksuzluğunda debelenirken “Dersim katliamının sorumlusu CHP ve devlettir” diyerek tartışmayı ne yazık ki bir CHP milletvekili başlattı... Bülent Arınç duydu... Bunu unutmuştu aslında... Hatırlatılınca yuvarlak gözleri döndü... Düğüne geç kalmış gibi kurbağalama yetişip “Dersim katliamı ortaya çıkartılmalı ve gerçeklerle yüzleşilmelidir” dedi... ? Arkasından Cumhurbaşkanı... Aynı kafanın “siyaset üstü ve tarafsız Cumhurbaşkanı” olduğu için dedi ki: “Tartışılsın ama ölçüsü iyi bilinsin.” Ölçüsü?.. Diyelim ki devletin tepesine uzanan “kayıp trilyon” dosyası açılamıyor... “Evrakta sahtecilik” dosyasına dokunulamıyor... “Deniz Feneri” dosyasının Türkiye ayağına bakılamıyor... “Cemaat yapılanmasına” bakan savcıyı hapse attılar... “Kayseri başta olmak üzere belediyelerdeki hırsızlık” dosyalarını Kılıçdaroğlu hazırlayıp önlerine koydu, açmadılar... Ama gidiyorlar; yıl 1938... “Dersim dosyasına” bakacaklar... ? Ve dün... AKP Milletvekili Mehmet Metiner yetişti... Çok bulunmaz bir adam olduğu için, onun değerli görüşlerinden burada söz etmeden geçemeyeceğiz... “Sabiha Gökçen Havaalanı’ndan, Sabiha Gökçen adı çıkartılsın” dedi... Dersim isyanının bastırılmasına savaş pilotu olarak katıldığı için... ? Çıkartılsın... Hatay’ı vermek istemeyen Fransız heyetine “Hatay bizim canımız” diye haykırıp salonda havaya kurşun sıkan kadın... Dünyanın ilk kadın savaş pilotu... 1996’da ABD’nin açıkladığı “dünyanın 20 büyük pilotu” afişinde yer alan tek Türk... Cumhuriyet’in simgelerinden... Atatürk’ün manevi kızı... ? Anlıyoruz aslında; Dersim’iz Atatürk’ü tekmelemek... Havaalanının adını “Derviş Mehmet Havaalanı” koyarsınız... Kubilay’ın başını kesen dedeniz ne de olsa... Bu Toprak ve Ürünleri Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR S evgilisini öldürüp parçalara bölerek çöp bidonuna atan adamın, karısını 21 yerinden bıçaklayıp öldüren katilin iyi hal indiriminden yararlanıp hapiste yatacağı yılların sayısı azaltılınca bunu çok haksız, çok yersiz buluyoruz, adalet duygumuz inciniyor değil mi? Acaba bir de şöyle düşünebilir miyiz? Nerede, nasıl, hangi koşullarda yetişiyor bu insanlarımız? Nasıl bu kadar kolaylıkla ve vahşice öldürüyorlar? Evinde 3 aylık ikiz çocuklarını ve oğlunu öldüren adamın çılgınlığı nereden geliyor? Kızını bıçaklayıp öldüren baba, günde birkaç kadın cinayeti... Ya da “büyük annemden kalan paradan hakkımı vermedi” diye annesini kesen genç çocuk... Molotof atan çocukları anında vurmalı diyen emniyet müdürü... Van’daki depremzedelerin eşyasını çalan hırsızlar... Milli maçta rakip takımın mili marşını yuhalayıp ıslıklayan, futbol maçına gelirken rakip takım oyuncularını taşıyan otobüsü taşlayan gençlerimiz... “Biz Atatürk’ü değil Humeyni’yi seviyoruz, Atatürk bir vatan kurtarıcısı ama biz sömürgede dinimizi daha iyi yaşardık” diyen genç kızlarımız... Benzer örnekler ne kadar çok bu ülkede. Bir akademisyenimizin sözleri ile bağlayalım: “Atatürkçülük bir tür cehaleti, kifayetsizliği, ilme ve fikre uzaklığı ve bağnazlığı gizlemek için icat edilmiş bir maskedir.” Bu insanlarımızın nerede, nasıl bir ailede, nasıl bir ortamda, hangi koşullarda ve hangi gelişen yozlaşma içinde yetiştiğini, onları yaratan ve üreten bu toprağı önemle, ciddiyetle düşünmeliyiz. Psikiyatri ve psikopatoloji eğitimi almış ve olup bitenleri toplumbilim açısından düşünmeye çalışan bir insan olarak ben, olaylara duyduğumuz tepkilerimizin yanı sıra, bu toprağı nadaslayanları ve bu feci, bu iç karartan olayları yaratan tüm faktörleri iyice analiz edebilmeli ve önlemlerin alınması için çalışmalıyız, diyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle