18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 KASIM 2011 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Arthur Miller’ın ‘Playing for Time’ adlı film senaryosundan sahneye aktarılan ‘Orkestra’ Ankara DT’de İnsanın insanlığa ihaneti 944 yılında tutuklanarak AuswichwitzBirkenau toplama kampına gönderilen Musevi asıllı Fransız şarkıcı Fania Fenelon’un anıları özellikle İstanbul yapımları olarak pek çok kez sahneye çıkartıldı. İlki Ali Poyrazoğlu’nun 1984’te yaptığı uyarlamaydı. Fania’yı Ayla Algan, Musevi orkestra şefi Alma Rose’yı Tijen Par, Nazi kadın gardiyan Mandel’i Zerrin Sümer canlandırıyordu. 20112012 tiyatro dönemi için hazırlanan Ankara DT yapımında Arthur Miller’ın aynı öyküyü işleyen “Playing for Time” başlıklı senaryosunun Yıldırım ? Ayşe Emel Mesci’nin Türker çevirisi kullanılmış. yönettiği oyun, II. Dünya Ayşe Emel Mesci, bu metni daha önce de Savaşı’nın sonlarına 2003’teki Bursa DT yapıdoğru Auschwitz mında değerlendirmişti. toplama kampında da sahneye geçilmesinden Bursa yapımının altyapısını oluşan “hareket düzeoluşturan başarılı ekibin yaşama savaşı veren ni ”nin yeni yapımda da (dekor Murat Gülmez, giykadınlardan kurulu bir korunduğu anlaşılıyor. Kısi Hale Eren, ışık Önder orkestrayı anlatıyor. sacası, Ankara yapımı, Arık) Ankara yapımında da Bursa’daki çalışmaya yaye aldığı, dahası, oyunun kın bir tasarım içermekte. fuayede başlayıp seyirciler Miller’ın senaryosundan yapılan sahne daha yerlerine oturamadan “insanlar yük aktarımı, sinemada belki “yakın çekim” vagonunda” tablosuyla sürmesi ve sonra Roman Okuruna Ne Oldu? Bir kitap fuarı daha sona erdi. Fuar mekânının şehir merkezine aşırı uzaklığı, servis aksamaları ve caydırıcı trafik bu yıl önceki yıllardan daha fazla yakınma konusu oldu. Pek çok kişiden fuardaki indirim koşullarının internet kitap sitelerinde de olduğu ve gelip gitme çilesi yerine bu kanaldan kitap edinmeyi yeğlediklerini duydum. Ancak kitap bayramı ve şenliğini zorluklara karşın yaşamak isteyenler de az değildi. Cumartesi günü ben de fuardaydım. Kalabalıktı. Yalnızca dolaşmak, yayın piyasasında olup biteni görmek, söyleşilere katılmak ve yazarlara kitap imzalatmak için gelenler vardı. Söyleşi ve imzadan geri kalan zamanda biraz dolaşma fırsatı buldum. Zenginliği ve çeşitliliği ile doyurucu bir yayın dünyamız olduğunu ama yerli romanlara ilginin azaldığını, roman seven kadın okurların bile çekimser kaldıklarını gözlemledim. Neden? Romanımız okurunu yitiriyor mu? Bir süredir roman okuyamadığını söyleyen pek çok insan var çevremde. Bazı yazarların elli yaşından sonra çok az roman okuduklarını da biliyorum. Zaman darlığı, kendi çalışmalarının yoğunluğu, dünyanın en iyi romanlarını genç yaşlarında zaten okuyup bitirmiş olmalarının getirdiği doygunluk ve beğeni düzeyi yüksekliği onları seçiciliğe zorluyor olabilir. Ya da yazma etkinliğini okuma etkinliğine dönüştürürken yazarda heyecan uyandıracak pek fazla roman yazılmıyor artık. Ancak genel okura bakıldığında da durum iç açıcı değil. Gençliğinde iyi okuyan erkeklerin çoğu kırkına bile varmadan, en azından, kurgu türü kitaplar okumaktan vazgeçmekte. Benim düşüncem günümüz romanının bugün bütün dünyada hayattan ve okurdan uzaklaştığı yönünde. Bunun öncelikli nedeni romanın bugün görselliğin ve buna bağlı sinema, dizi film, televizyon vb. dallarının çok çekici bir biçimde anlattığı konuların dışına çıkamıyor oluşu. Bu sanayinin de edebiyattan beslendiğini düşünmek avutucu olabilir belki ama pek az yazarın eseri, film ya da dizi olma şansına erişiyor. Bu arada yazarın da okurun da masumiyetini yitirdiği gerçeğinden de söz etmek gerekiyor. Örneğin aykırı bir söz, tavır, yazarın ürettiği şeyden daha önemli hale gelebiliyor. Çünkü satış ve pop kültür yozlaşmaya uygun biçimde işliyor. Buna direnen, hayatla yüzleşebilen, ve etiğe bağlı kalmaya çalışan yazar ise okura ulaşmakta zorlanıyor. İyi ya da kötü bir önem üretmek gündem yaratacak bir fikir öne sürerek tartışmaya zemin hazırlamak üzere yazılan romanlar ise inandırıcılığını hızla kaybetmekte. ??? Gençlere umut bağlamak istiyoruz ama onların büyük bölümü de sinema ve dizi film diliyle yazıyor. Hiçbir zaman çekilmeyecek bir filmi sözcüklerle anlatmaya çalışıyorlar sanki. Oysa yazarın esaslı bir fikri ve zengin bir düş gücü yoksa, söz bolluğu boşuna. Konusu modaya uygun, tekniği sağlam bile olsa romanı insani yönden yetersiz kalacaktır. Kahramanlar kartondan, ayrıntılar plastik, indirgemeci dar görüşlülük ise itici gelir nitelikli okura. Romanımız bugün ruhunu ve arzusunu yeniden kazanmak ve okuruyla barışmak için yaşadıklarımızın bilincinde olmak, hayatı yakalamak, açmazlarımızı sezmek, hissetmek zorunda. Yoksa hayatımızın inişteki rotasını değiştirebileceği umudu azaldıkça romanımızın da soluğu tükenmeye devam edecek. 1 olanağıyla elde edilebilecek dramatik yoğunluktan uzak. Daha çok, Auschwitz ölüm kampındaki varoluş/yok ediş düzenini, cellatları ve kurbanları, uzam koşullarını ve belgelenmiş tarihsel gerçeklerin genel bir görselişitsel teatrallık içinde sunulmasına olanak tanıyan tablolardan/episodlardan oluşuyor. Yönetmen Mesci de dörtbeş ayrı düz Ünlü gitarist Al di Meola, 40. sanat yılında Zülfü Livaneli için çalacak 40. yılda Di Meola’yla Kültür Servisi Zülfü Livaneli’nin 40. sanat yılında, dünyaca ünlü caz sanatçısı, gitarist Al di Meola, Livaneli’nin yapıtlarını seslendirecek. Bu akşam saat 20.00’de İş Sanat’taki konserde Livaneli, Al di Meola’nın performansına konserin sonlarına doğru eşlik edecek. Bugüne kadar Londra Filarmoni Orkestrası, Joan Baez, Maria Farandouri, Maria del Mar Bonet, Jocelyn B. Smith ve Leman Sam gibi pek çok sanatçı ve topluluk tarafından yorumlanan Livaneli’nin yapıtları, dünya müziğini caz ile harmanlayan çalışmalarıyla bir öncü olan Di Meola tarafından yorumlanacak. Konser öncesi düzenlenen basın toplantısında bir araya gelen Di Meola ile Livaneli, birlikteliklerinin kendilerini bir hayli heyecanlandırdığına dikkat çektiler. Livaneli, “Bugüne kadar şarkılarımı 24 değişik versiyonda dinleme imkânı buldum. Al di Meola, çağımızın en önemli gitaristlerinden biri ve benim yakın arkadaşım. Melodilerime sürekli farklı elbiseler giydiriliyor, şimdi de Latin kimliğiyle yeni bir anlam getirilmesi beni çok mutlu ediyor” diye konuştu. Livaneli’nin şarkılarını yorumlamaktan büyük bir keyif aldığını söyleyen Di Meola ise bugüne kadar Chic Corea başta olmak üzere, çok sayıda özel isimle sahnede olmanın kendisini heyecanlandırdığını ifade etti. Bu akşamki konserde Di Meola’ya ikinci gitarda Kevin Seddiki, akordeonda Fausto Beccalossi ve davulda Peter Kaszas eşlik edecek. lemde, sekizon giriş çıkış olanağıyla desteklediği sahnede bu genel manzarayı baskın kılıyor. Fania’da Zeynep Hürol’a, Alma Rose’de Funda Gökgücü’ye, Mandel’de Miraç Eronat’a ve öteki oyunculara, her biri için tipik olan ses tonu/jest/mimik kompozisyonunu giydirmekle yetiniyor ve sanatçıları yaşanan vahşetin topyekun anlatımını oluşturma yolunda seferber ediyor. Bu anlatımı, kusursuz bir enerjiyle ve disiplin anlayışıyla oluşturulmuş, hızlı ve tartımlı bir sahne düzenine oturtuyor. Havlayan köpekler, patlayan tabancalar, yankılanan çizme sesleri, fonda yansıtılan belgelerle de kanıtlanan işkence biçimleriyle, gaz odalarından ya da fırınlardan çıkan dumanlarla, demir kapıların şakırtısıyla yaratılan “karabasan ortamı” görselişitsel düzeyde grotesk bir sahne dili üretiyor. Nazi subaylarıyla ilişkilendirilen eylemlerin çoğunun “korkutucu bir teatrallık” içerdiğini zaten sinemada ve tiyatroda izlediğimiz birçok örnekten tanıyoruz. Nazizmin en sapkın “teatral” özelliklerinden biri de vahşete en yoğunlaşıldığı anlarda sarıldıkları “müzik tutkusu” değil midir? İşkence yaparken kurbanlarının çığlıklarını bastırsın diye opera müziği çalarken ya da aşağılık eylemlerinin küçültücülüğünü Alman bestecilerin yüceltici tınılarıyla gizlemeye çalışırken müziği kendilerine suç ortağı mı yapmaya çalışmaktadırlar? Ya da müzik tanrısal gücünün, insanlıklarını “şeytansı” güdülerinden arındırıp “meleksi” özelliklerine kavuşturabileceği inancıyla günah mı çıkartmaya çalışmaktadırlar? Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, o koşullarda yaşanan müzik tutkusu bir “travma”dır. Ölüm kamplarında tutuklulardan “orkestra” oluşturma eylemi de sapkınlık değilse nedir? “Orkestra” üyeleri, kendileri gibi “kurban”lar için çalmaya zorlanmaktadır. Onları ya gaz odalarına ya ağır çalışma koşullarına ya da başka kamplara uğurlarken… Böylece, orkestra üyeleri de “cellatlaşmak”tadır. Bu korkunç görevi sürdürebilme adına, Nazi efendilerini memnun edecek nitelikte müzik üretmeye çalışarak kendi ölümlerini ertelemek için, bir başka deyişle, “zaman kazanmak için” müzik yaparak… İnsana ilişkin değerlerin tümünün saf dışı kaldığı bir ortamda, “insanlığın sıfırı tüketmişliği” tüm açık seçikliği içinde yansıtılırken, “yaşamı sürdürme” güdüsünün hayvansı gücü de ön düzeye gelmektedir. ‘Müzik tutkusu’ VEDAT ARIK şimdi de Galata’da Kütüphane, arşiv, atölyeler, oditoryum ve sergi alanları bulunan kurumun ikinci mekânı da açıldı Kültür Servisi Garanti Bankası’nın kültür kurumu SALT’ın yaklaşık altı ay önce İstiklal Caddesi’nde açılan ilk binasının ardından ikinci binası SALT Galata da (Osmanlı Bankası Binası) dün açıldı. Kütüphane ve arşivi ile 100 bin basılı dijital kaynağı erişime açan SALT Araştırma, 219 kişi kapasiteli Oditoryum, yeniden tasarlanan Osmanlı Bankası Müzesi, arşiv malzemelerini gün ışığına çıkaran Açık Arşiv, kafe, restoran, dükkân, atölyeler ve üç sergi mekânından oluşan, mimar Alexandre Vallaury’den (1892) miras binanın yeniden işlevlendirme projesini ise Han Tümertekin üstlendi. “Tasarım bütünlüğünü destekleyici, savu ‘Foto Galatasaray’ projesi 1935 1985 yılları arasınrucu olmayan bir anlayış izledik” diyen Tü da Beyoğlu Galatasaray’daki stüdyosunda fotoğmertekin ayrıca binanın Bankalar Caddesi üze rafçılık yapan Maryam Şahinyan’ın arşivini içeriyor. rindeki cephesinin neoklasik, Haliç’e bakan cephesinin ise oryantal bir cephe olduğunu anımtoğrafçılık yapan Maryam Şahinyan’ın arşivini sattı. SALT’ın sabitleşmiş kalıplar yerine, araştırma, gün ışığına çıkaran sergiye “Geçmişe Hücum: Ospaylaşma ve birlikte yeni fikirler üretmeye odak manlı İmparatorluğu’nda Arkeolojinin Öylandığını ifade eden SALT Araştırma ve Programlar küsü, 1753 1914”, “Modern Denemeler 3” de Direktörü Vasıf Kortun açılış sergileri olarak eşise bu sayede binanın ilk lik ediyor. Girişlerin ückez kamulaştığını belirtti. retsiz olduğu SALT GaAçık Arşiv proje dizilata, salıdan cumartesiye sinin ilk sergisi ise “Foto 12:00 20:00, pazar günGalatasaray”. Araştırleri ise 10:30 18:00 samacı/sanatçı Tayfun atleri arasında hizmet veSerttaş’ın hazırladığı, İsrecek, açılış sergileri ise tanbul’da 1935’ten 1985’e 22 Ocak 2012’ye kadar kadar kesintisiz olarak fodevam edecek. Sivil toplum anlayışıyla müzik ? Kültür Servisi Müzikoloji Platformu, “STK Eliyle Müzik Eğitimi, Sivil Toplum Anlayışıyla Müzik Eğitimi Projeleri” üst başlıklı tartışmalar zinciri içinde bir panel düzenliyor. Caddebostan Kültür Merkezi A Salonu’nda 26 Kasım saat 14.30’da başlayacak panelin düzenleyici ve yöneticisi Ersin Antep, diğer konuşmacılar ise Güher Pekinel, Yeşim Gürer Oymak, Yeliz Yalın Baki, Mehmet Ali Özdemir. ‘Kusursuz’ Mesci, müzik olgusuna önemli düzeyde ağırlık tanıyan bir sahne anlatımı üstünde yoğunlaşmıştır. Yönetmen olarak başarısının bir boyutu da sahnedeki müzik olgusunu görsel ve işitsel kılarken teknik olarak da sanatsal açıdan da “kusursuz”a ulaşmış olmasıdır. Elli dolayında oyun kişisinin canlandırıldığı yapımda görev yapan herkesi anmak olanak dışı. Başrollerdeki Hürol, Gökgücü, Eronat’ın yanında; Özlem Gür, Mehmet Gökçer, Okan İrkören, Sahir Tamer, Özge Mirzalı, Cevat Duman, Mehtap Öztepe, Cem Balcı, Şeyda Akova Balcıoğlu, Aysun Işımer de öne çıkan rolleri paylaşıyor. Hitler Nazizminin üstünden neredeyse yetmiş yıl geçti. “İnsanın insanlığa ihaneti” ise dünyamızın dört bir yanında sürüyor. İbret ola! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle