25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 20 KASIM 2011 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR İstanbul Sanat Fuarı ‘Koleksiyoner Onur Ödülü’nün sahibi Münir Ekonomi’yle koleksiyonerlik üzerine Tutkulu bir birliktelik ZEYNEP ALTAY Prof. Dr. Münir Ekonomi, anayasa ve ticaret hukuku konusunda çalışmaları ve birçok kuruma verdiği desteğin yanı sıra sanat ve arkeolojiye yönelik sorumluluğuyla da tanınan bir isim. 21. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’nda “Koleksiyoner Onur Ödülü”ne değer görülen Münir Ekonomi’nin koleksiyonundan bir bölüm de fuar süresince “Prof. Dr. Münir Ekonomi Koleksiyonu’ndan Bir Kesit: Arkeolojide Sanat” başlığı altında sergileniyor. Koleksiyonlarınızın bir kısmını toplu görme şansını biraz da bu ödüle mi borçluyuz? Koleksiyonum ile uzun yıllar baş başa kalmıştım, sadece yakın dostlarım koleksiyonumun bir kısmını görmekteydiler. Ancak koleksiyonu oluşturan değerlerin, topluma açılması, hatta bu açılmaya süreklilik kazandırılması çok önemli. Ödül vesilesi ile koleksiyonlarımın bir kısmının dahi olsa sergilenmesine imkân verilmesinden dola ? Koleksiyonlar, toplayan ile eşya arasında adeta “bütünleşen” şekilde bir birliktelik oluşturur. Koleksiyonerliğin insanı en eski uygarlıklara kadar götüren eserleri inceleyebilecek ve anlamaya çalışacak hale getirmesinin verdiği doyum, kolay vazgeçilecek bir duygu değil. yı mutluyum. Koleksiyonunuzda hangi eserler öne çıkıyor? Koleksiyonlar, toplayan ile eşya arasında adeta “bütünleşen” şekilde bir birliktelik oluşturur. Ayrıca koleksiyonerlik bilinçli yapıldığında insana çok yönlü bilgi birikimi sağlar. Değişik konularda koleksiyon yapıyorum, ancak bunlar içinde resim ve arkeolojik eserler önde geliyor. Koleksiyonculuk dışarıdan bakınca zevkli bir iş gibi görünse de kendi içinde zorlukları da olan bir alan. Ne tür zorluklar yaşıyorsunuz? Büyük bir zorlukla karşılaşmadım, ama koleksiyon yaparken tutku ile bütçe çatışmasının sonucu tutku galip geldiğinde, kaynak için bütün imkânları zorlamak gerekebiliyor. En büyük güçlükse resimleri koruyabileceğim, asılı görebileceğim yer konusunda çıkıyor. Resim sayısı arttıkça, önce duvarda asılan resimler sıkıştırıldı, nihayetinde konut sayılarının artışına kadar işi götürmem kaçınılmaz oldu. Arkeolojik eser koleksiyonu sanırım bunlar arasında en zahmetlisi... Çünkü resim koleksiyonculuğundan çok daha pahalı, hukuki sorumluluğu çok fazla ve koruma şartları için alınacak önlemler daha fazla yükümlülük taşıyor. Her şeyden önce koleksiyoner olarak kabul edilebilmeniz için eserleri koruyacağınız yerlerin, bağlı olacağınız müze tarafından uygun görülmesi gerekir. İkinci olarak da sahip olduğunuz her arkeolojik eserin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan sağlanacak envanter defterlerine kaydedilmesi, belirtilen işlemler için kısmi süreli bir arkeologtan danışmanlık hizmeti almanız kaçınılmaz. Bir de bunlara yılda en az bir kez, bağlı olunan müze tarafından yapılan denetimleri eklediğinizde, gerçek zorluklar daha da belirgin hale geliyor. Ne var ki insanı en eski uygarlıklara kadar götüren eserleri inceleyebilecek ve anlamaya çalışacak hale getirmesinin verdiği doyum, kolay vazgeçilecek bir duygu değil. ‘İyi Hal’lerle Cinayet İşlenir! Yakında şu yukarıdaki başlık gibi bir ilan görürseniz kitle iletişim araçlarında hiç şaşırmayın! Herif eski sevgilisini öldürmüş, parçalara ayırıp çöp tenekelerine atmış. Mahkemede de “iyi halden” kurtarıyor. 15 yılda çıkacak… Herif sevgilisiyle arabada kavga ediyor: Kadın otomobilden inip benzin istasyonuna kaçarken arkasından iki kurşun; ya yetmediyse diye, yanına gelip iki kurşun da beynine… Ama mahkemede herifte bir iyi hal, bir iyi hal… Cezası “iyi halden” indiriliyor… Herif, eski karısını on üç yerinden bıçaklamış; son duruşmada pişmanım demiş, cezası “iyi hal” göz önüne alınarak 15 yıla bağlanıyor… Bu üç karar da üç gün öncesinden. Ve kadınları öldürmeye devam… Savcılar, hâkimler, yargıçlar! Özellikle mi yapıyorsunuz? Alay mı ediyorsunuz? Bir sonraki cinayete davetiye mi? Teşvik mi? Ceza yasasının değiştiğini bilmiyor musunuz??? ??? Yukarıdaki durumlarda nedir “iyi hal”? Herif mahkemede olay çıkarmamış. Önüne bakmış. Suçu kabul etmiş. Pişmanım demiş. Hapiste başkasını öldürmeye kalkışmamış… Bu kadar! İşte bu kadar kolay! Çıktığı an yine kesere, silaha, baltaya sarılacaktır! Ama sırtından bıçaklanan, beyninden kurşunlanan ölü canlar, ölü bedenler “iyi hal” gösterecek durumda olmadıklarından, ne yapsanız boşuna, yaşama dönemez! Savcılar, yargıçlar bunu bilmez mi? Erkek yazarlar, köşebaşçıları bunu görmez mi? Sorun yalnız kadınların mı? Bu ülkeyi yönetenler bu durumun hiç mi farkında değil… Her konuda kükreyen Başbakan’ın bu konuda sesi çıkmıyor. Neden dersiniz!? ??? Ama durun! Cumhuriyet ilkelerinden vazgeçildiği her gün… Cumhuriyet kazanımlarının, Atatürk reformlarının ha bire geriye çekildiği bir ortamda… Belki de böylesi kararlara şaşmamak gerek… Kadınlara karşı, tüm “ötekilere” karşı, ATATÜRK HAFTASI’NDA İDSO KONSERİ EGEMEN BERKÖZ 2. Uluslararası Malatya Film Festivali başladı İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın yöneticilerini önceki akşam Fulya Sanat Merkezi’ndeki “Atatürk Haftası” konserinin izlencesi için kutluyorum. Polonyalı şef Marek Pijarowski’nin yönettiği orkestranın, ikinci bölümde geniş bir kadroyla seslendirdiği Richard Strauss’un senfonik yapıtı “Bir Kahramanın Yaşamı”nı, sanırım salonu dolduran tüm müzikseverler Atatürk’le özdeşleştirerek dinlemişlerdir. Konserin başlangıç yapıtı olan Brahms’ın “Trajik Uvertür”ünün ise, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin 88 yıllık yaşamındaki trajik dönüşümü düşündürmemesi olanaksızdı. Gençlere güvenini “Gençliğe Sesleniş”te dile getiren Atatürk’e adanan bu kon Piyanoda bir Atatürk genci sere solist olarak genç bir yeteneğin seçilmesi de çok doğru. Henüz on yedi yaşında olan ve müzik eğitimini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda Doç. Hülya Barut’un öğrencisi olarak sürdüren piyanist Orçun Yıldıran, Liszt’in “Macar Halk Ezgileri Üzerine Fantezi” adlı yapıtını orkestranın titiz eşliğinde, coşkulu bir yorumla seslendirdi. Çarşamba akşamı Saim Akçıl yönetimindeki Tefken Filarmoni ile Liszt’in 2. Piyano Konçertosu’nu yorumlayan İdil Biret ve perşembe akşamı Sascha Goetzel yönetimindeki Borusan Filarmoni ile Saygun’un 1. Piyano Konçertosu’nu yorumlayan Gülsin Onay gibi iki ustadan sonra dinlediğim bu genç piyanist, gelecekte adından çok söz ettirecek diyorum. Malatya’ya sinema ‘göç’ü SELAHATTİN GÖKATALAY MALATYA 2. Uluslararası Malatya Film Festivali, önceki akşam Atatürk Kültür Kongre ve Kültür Merkezi’ndeki açılış töreni ile başladı. Törende, sinemamızın usta sanatçıları Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit ve Ediz Hun’a Yaşam Boyu Başarı Ödülü ve Onur Ödülleri verildi. Ediz Hun ödülünü “Antalya’nın portakalı, Adana’nın kozası varsa Malatya’nın da kayısısı var. Tiyatrocu oynarken alkışı alır anında. Bizi alkışımız ise sizin yüreğinizde beslediğiniz sevgidir” diyerek alırken Cüneyt Arkın da “Türk sineması bir halk sinemasıdır. Halk için sinema yaptık ama halk la birlikte yaptık” dedi. Aynı zamanda festivalin Onursal Başkanı da olan Malatya Valisi Ulvi Saran da Malatya’yı sanat ve kültür alanında bölgenin cazibe merkezi haline getirmeyi amaçladıklarını söyledi. Gece, arp sanatçısı Şirin Pancaroğlu’nun mini bir arp resitali ile son buldu. Almanya ile Türkiye arasında yapılan işçi anlaşmasının 50. yılı nedeniyle ‘Göç’ temasının işleneceği festival 24 Kasım’da sona erecek. toptan her itiraza karşı ayırımcılığın ve şiddetin arttığı bir düzende yaşıyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliği anayasada var, ama hükümet politikalarında bu eşitliğe muhalefet eden anlayış, söylem ve eylemler egemen… Uluslararası antlaşmalara tarafız, imzalamışız, ama yine de gereğini yerine getirmiyoruz. Bu saydıklarım, katillerin “iyi” halleriyle birleşti mi, birkaç kadın daha ölmüş ne fark eder… ??? Anımsayın, bir süre önce, bir kadına saldıran gözü dönmüş herife, hâkim neden diye sorduğunda, “Etekleri kısaydı da ondan” diye yanıt vermişti! Birkaç gün önce bir Emniyet Müdürü, “Molotofkokteyli atanı, anında vurmalı, öldürmeli” diye buyurdu… Bunu duyduğum an, “Kısa etek giymişti, ondan saldırdım, bıçakladım Hâkim Bey” diyen “iyi halli” adamı düşündüm. İki kafa arasında pek fark yoktu bence… ??? Odatv davası sanığı Kâşif Kozinoğlu’nu tanımıyorum. Ölüm haberinin geldiği güne dek adını duymamıştım, kim olduğunu bilmiyordum. Peki, ölümünden neden bunca etkilendim? Hapisteki her ölüm, bence, hunharca işlenmiş bir cinayet olduğu için… Bundan böyle hapisteki tüm dostlarımın hayatlarından endişe ettiğim için… Tanıdığım ya da tanımadığım, hapiste iddianamenin yazılmasını beklerken, “suçları” var mı yok mu belli olmayan; uzun tutukluluk nedeniyle yine de cezalandırılmış olanların yaşamları tehlikede olduğu için… Adil yargıdan vazgeçtim; adil hayatta kalabilme süreci tehdit edildiği için… Hüküm giymemiş ama hapiste… Devlet onu korumakla yükümlü… Ama koruyamıyor…. Söylesenize, “Asmayalım da besleyelim mi” zihniyetinden ne farkı var bunun… Nedir bu? 12 Eylül rejimi mi? Sıkıyönetim mi? OHAL mi? Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni kaldırmamış mıydık? “Sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diye buyurmuştu biri bir zamanlar… Acaba “Devlet adam öldürüyor” denebilir mi? Şiddetin “iyi hali” olabilir mi??? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle