19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 KASIM 2011 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Dünyanın 129’uncu, Türkiye’nin ilk mimarlık bienali 2629 Ekim’de Antalya’da gerçekleştirildi Mimarlık bienalimizin ardından 1 4 Ne zaman “uygarlık” ve “mimarlık tarihimiz”den söz açılsa, Nâzım Hikmet’in ünlü dizeleri aklıma gelir: “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan, Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, bu memleket bizim...” Öyle bir memleket ki Balkanlar’dan Kafkasya’ya, hatta Orta Asya’dan Avrupa’ya uzanan büyük kültür coğrafyasının eşsiz mimarlık zenginliğine beşiklik etmiş... Buna rağmen dünyada 129’uncu Mimarlık Bienalini (yılaşırı) düzenleyebildiğimizi öğrendiğimde içim burkulmuştu. Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin işte böylesi “Anadolu’ya yakışmayan” eksikliğimizi gidermek için 2629 Ekim’de düzenlediği “1. Uluslararası Mimarlık Bienali”ni (IABA2011) hem anlam hem de sorumluluk açısından taşıdığı tarihsel önemiyle yaşadık... Bundan böyle adına ve dünya kurallarına uygun olarak yılaşırı (iki yılda bir) düzenlenecek bienalin ilkinde “Mimarlıkta Kesişmeler” teması irdelenirken bin yılların uygarlık sanatındaki etkileşimlerinden dersler çıkartmaya çalıştık. Hele Van’daki deprem yıkımlarının temelinde, ülkemizi sarmalayan “mimarsız yapılaşma”nın bulunduğu bir kez daha açığa çıktığında, bienalin yaşam mekânlarımızın esenliği için de önem kazandığı kanıtlanmıştı... Nitekim Mimarlar Odası Antalya Şube Başkanı Osman Aydın, “davet”inde demişti ki: “Bienal ile farklı kültür ve sanat alanlarının ve de toplumun mimarlıkla birlikteliğinin öne1. Bienal Karikatür yarışması 1’incisi.. Ömer Çam 2. Bienal Karikatür yarışması 2’ncisi Mehmet Zeber 3. Bienal Karikatür yarışması 3’üncüsü Kürşat Zaman 4 Bienalin logosu kından tanıdığını belirterek, her iki sanatın birbirlerini tamamladığını vurguladı. Bendenizse “mimarlık ve medya” konusunu işlerken “gazeteciliğin medyalaşması” ile “mimarlığın kente yabancılaşması” arasında koşutluk bulunduğundan söz ettim. Gelecek Ne Kadar Uzun Sürecek? Esin Afşar… Yeteneğiyle, yaratıcılığıyla, kendine özgü duruşuyla, eşsiz birikimiyle, sonsuz çalışkanlığıyla, yaptığı seçimlerle, ilkelerinden hiç ama hiç ödün vermeyen bir sanatçı… Şu yukarıdaki her sözcüğü düşüne taşına, bilinçle seçtim… Bunlar ve daha çoğunu içinde barındırırken hep niteliği kolladı; hep kendinden verdi, hep toplumsal bilinçle bütünledi… Işık içinde yatsın. Tüm yakınlarına ve sevdiklerine Tanrı’dan sabır diliyorum… ??? “Gelecek Uzun Sürer” Özcan Alper’in ikinci filmi… İlk filmi “Sonbahar”ı birkaç yıl önce izlediğimde, neye uğradığımı şaşırmış, adeta çarpılmıştım. Bundan böyle hiçbir filmini kaçırmayacağımı biliyordum. Geçen hafta vizyona giren, yurtiçi ve yurtdışında ödüller kazanan filmle ilgili eleştiriyi Sungu Çapan’dan okumuştunuz. Ben filmin eleştirisine girmeden sadece ve sadece gidin bu filmi görün diyeceğim. Bir an önce gidin izleyin filmi, çünkü sinemalarda ne kadar tutunur, ne kadar oynar hiç belli olmaz… Filmin baş kişisi “Sumru”nun peşine takılıp onun gittiği yollardan gidin, Diyarbakır’a, Hakkâri’ye ulaşın. Yaşar Kemal’in bir kitabındaki “Anadolu’da her insan ağıtını kendi dilinde söyleyebilse” cümlesinin peşine takılmış Sumru… Duyduğu tüm seslere duyarlı mı duyarlı, üniversiteli genç bir kadın. Doktora tezi için ağıtlar topluyor… Yitirdiği aşkını özlüyor… Biraz Kürtçe, biraz da Hemşince biliyor. Ama en çok en çok dinlemeyi biliyor… (Filmin konusuyla ilgili başka ipucu beklemeyin benden, vermeyeceğim!) Zaman zaman belgesel bir niteliğe de bürünen bu filmi neden mi görmenizi istiyorum? Öncelik sıralaması gözetmeden derhal nedenleri alt alta yazıyorum: Nasıl bir ülkede yaşadığımızı anlamak için… Kulaklarımızın pasını silmek, farklı seslerin de olduğunu fark etmek ve bunları da duyabilmek için… Hem ülke coğrafyasında, hem kendi kişisel yaşamınızda bir yolculuğa çıkabilmek için… “Ötekileri” anlamayı denemek için… Sinema sanatındaki, edebiyattaki, doğadaki, insanın içindeki şiirselliği yakalamak için… Kenti daha önceden bilin ya da bilmeyin, bugüne dek hiç görmediğiniz bir Diyarbakır görüp sokaklarında gezinmek, dar labirent sokaklarında yeni keşiflere çıkmak için… Hakkâri ve çevresinin hiç ama hiç görmediğiniz büyülü coğrafyasına bakmak ve içinizdeki yangını hissetmek için… Dünü bilerek, öğrenerek, bugün yapmamız gerekene kafa yormamız için… Şiddet yüklü söylemleri ve eylemleri bırakma zamanının çoktan gelip geçtiğini kavramak için… Artık şiddeti kışkırtmaktan vazgeçmek için… Geleceği düşleyebilmek için ne çok sevgiye, ne çok şefkate gereksinimiz olduğunu kavramak için… Sevginin ve umudun gücüne inanmak için… Aksi halde çok geç olacağını anlamak için… Aksi halde geriye sadece ve sadece ölüler kalacağı için… Ve kendimize “Savaş bir gün biterse kendimize şunu sormalıyız: Peki, ölüleri ne yapacağız, neden öldüler” sorusunu sormak için… Zaten “Gelecek Uzun Sürer” filmi de Cesare Pavese’nin bu sözüyle açılıyor… Görün filmi ve yanıtlamaya çalışın bakalım… Savaşa sürüklenmemek için her nedenimiz var. Sürüklenmek için de… Seçim yapmak bizim elimizde! minin bir kez daha vurgulanması amaçlanmaktadır. Bu bienal, sistem dışı duruşuyla böylesi bir amacın gerçekleşmesine geniş anlamda ve serbestçe olanak sağlayacaktır.” Bienal Başkanı Prof. Dr. Zekai Görgülü de açılış konuşmasında şunları ekliyordu: “Kesişme, mimarlığın birçok sanat ve meslekle yan yana zenginleşmesini ve bu birliktelikle farklı okunmasını ifade ediyor.” Etkinliği destekleyen Kepez Belediye Başkanı Hakan Tütüncü teşekkür plaketini alırken şunları söyledi: “Şehirlere ruh veren ve onları yaşanabilir kılan mimarların bienalini çok anlamlı buluyorum.” Uluslararası Mimarlar Birliği Genel Sekreteri Micheil Barmaki de dünya mimarları adına bienali kutlarken ev sahibi kentin Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın şunları belirtti: “Van felaketi de gösterdi ki mi Heykeltıraş Mehmet Aksoy sözüne şöyle girdi: “Plastik sanatlar ile mimarlığın kesişmesi önemli, ama bir türlü kesişemiyoruz, daha çok iktidarla kesişiyoruz!” Her mimari büroda bir heykeltıraşın olması gerektiğini belirten Aksoy’un, ülkemizde mekânlar yaratıldıktan sonra “şu köşeye de bir heykel koyalım” mantığının bulunduğunu, oysa heykel ve mimarinin yapıda ve kentte bir2 likte tasarlanması gerektiğini anımsattı. Av. Turgut Kazan, kente ve çevreye marlığa çok daha fazla uyumsuz yapılaşmanın aynı zamanda hukuka da değer vermemiz gerekiaykırı olmasının “toplum yararı” ilkesinden yor.” kaynaklandığını anlattı… Uygunsuz yapılara verilen izinleri hâkimler beğenmedikleri için deurgulamalar Bienal temasının farklı ğil, hukukun buna karşı olmasından ötürü mahsanat dalları açısından de kemelerin iptal ettiklerini anımsatan Kazan, depremlerde yaşanan yıkımların da hukuk dışı yağerlendirildiği paneli İstanpılaşma ve kentleşmenin ürünü olduğunu vurbulBeşiktaş Belediye Baş guladı. kanı mimar İsmail Ünsal Yönetmen Hasan Özgen, özellikle belgesel yönetti. İlk sözü ise sinemanın beslenme kaynakları arasında mi3 MSGSÜ’nün önceki rek marinin önde geldiğini anlattı... Örneğin ülketörü, heykeltıraş Prof. Dr. mizdeki koruma bilincinin gelişmesinde 70’lerRahmi Aksungur aldı. deki “Safranbolu’da Zaman” gibi belgeselle“Plastik Sanatlar ile Mimarlık”ın, kesişmenin rin etkisi olduğunu belirten Özgen, mimarlar ve ötesinde iç içe girdiğini vurgulayan Aksungur, sinemacılardaki tasarım yetilerinin yakınlığını örneğin mimarlığın da, heykelin de kütle ve me vurguladı. kânla uğraştığını, bu iki sanatın aynı kökten gelKüratörlüğünü Prof. Dr. Tülin Görgülü’nün diğini ve her ikisinin de insan psikolojisi üze yürüttüğü IABA2011, ana temayla ilgili bildirinde etkili, hatta kentlilik kültüründe belirleyici rilerin sunulması, sergiler, yarışmalar, belgesel olduğunu anlattı. film gösterileri ve “workshop” denilen “topluca Fotoğrafçı mimar Prof. Dr. Reha Günay, fo fikir üretme” çalışmalarıyla örnek bir bienal olatoğraf çekerken yapıları ve kentleri daha ya rak geride kaldı. İkincisi 2013’te... ‘İktidar’la kesişmek! V Neden mutlak görülmeli Kısa ama etkileyici bir konser Rus asıllı Amerikalı Zola Jesus kariyerinin en parlak döneminde Babylon’daydı görüntüsünü izledim ve hakkında yazılar okudum. Hepsinden de 22 yaşındaki Rus asıllı AmeriDanilova’nın sahnede adeta bir tür kalı Zola Jesus’ın Babylon’da duygusal boşalma yaşadığı, gözlekonser vereceği açıklandığında ri kapalı bir şekilde kendine heyecan duyanait ayrı bir dünyadaymış gilardan biri de bi şarkı söyleyerek derin t y s ta bendim. Asıl adı ? Zola Jesu a bir atmosfer yarattığı izleNika Roza Daninimini edindim. ve açıldığınd ı rın a lova olan bu genç ll Bu izlenim, bir yerde o k a s ra a y kadın, müzik dünonun müziğini de tanımandıran gri yasında 2011’de en lıyordu. Bu yıl çıkan ğı çok öne çıkan isimüstüyle çıktı “Conatus” adlı üçüncü lerden birisi. Ama o, albümünü sadece dinlesahnede, ı pop yıldızları gibi rk yip, hiçbir görsele baka ş k a y a n yalı masanız da aynı çıkare ser n söyledi. Kon ısa samayı yapabilirsiniz. k yazık ki çok a Synth, davul ve elekakik tronik seslerle yapısürdü. 50 d . landırılan ve nihilist e iz b i d e yetm felsefeye referans veren sözlerle kurgulanan o dramatik müziğin ancak böyle bir şekilde sahneye taşınabileceğini düşünürsünüz. Babylon’daki performansı bu anlamda düşündüğüm gibi değildi. Zola Jesus, bir ara duvarlara tırmandı, dinleyicilerin arasına karıştı ve “Vessel” adlı muhteşem şarkıda kabile danslarını andıracak biçimde kendinden geçercesine dans etti ama açıkçası ben daha karanlık ve yoğun bir sunum bekliyordum. “Gözüm açık mikrofonun önünde durup şarkı söylemek bana göre değil. O zaman şarkı sözlerini de unutabiliyorum” demişti bir röportajında. Ama Babylon’da çoğunlukla gözü açık, mikrofonun önündeydi. Müziğin sunumu hakkında iddialı konuşan bir sanatçı olduğu gösterişli fiziği ya da skandallaiçin bu konuya özellikle dikkat etrıyla değil, dinleyeni sarsan güçlü tim. Yoksa Zola Jesus’ın sesi ve alto sesiyle dikkatleri çekti. yorumu mükemmeldi. Albümde Öyle ki, “2000’lerin Siouxsie duyduğumuz o müthiş ses, bu deSioux’u” diye anılır oldu. Tahmin fa salonu inletiyordu. edilebileceği gibi adını, en sevdiği Boyu tahminimce 1.50 civarınyazar Emile Zola ile Jesus’ı birda, çok ufak tefek bir kadın Danileştirerek oluşturmuş. Opera eğiti lova. Tayt ve açıldığında yarasa mi alan, genç yaşına karşın üç alkollarını andıran gri üstüyle çıktıbüm yayımlayan Danilova, ğı sahnede, yalınayak şarkı söyle2011’de birçok festivale katıldı. di. Konser ne yazık ki çok kısa Kariyerinin bu parlak döneminde sürdü. 50 dakika yetmedi bize. İstanbul’da konser vermesi sevinUmarım yine ağırlarız Zola Jedirici. sus’ı. Zola Jesus’ın pek çok konser (www.zulalkalkandelen.com) ZÜLAL KALKANDELEN ESİN AFŞAR’A OĞLU AYDINCAN ARAL’IN MEKTUBUYLA VEDA ‘Sevgili Anneciğim Nereye?’ Kültür Servisi 14 Kasım’da yitirdiğimiz ses sanatçısı, tiyatro oyuncusu Esin Afşar, bugün sonsuzluğa uğurlanıyor. Afşar için bugün saat 9.30’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda bir tören düzenlenecek. Tören sonrasında Afşar’ın naaşı Teşvikiye Camisi’nde kılınacak öğle namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verilecek. Biz de Esin Afşar’ı oğlu Aydıncan Aral’ın ona seslendiği mektuptan bir bölümle uğurluyoruz: “Sevgili Anneciğime, Cumhuriyet tarihi boyunca ilk ve tek olarak Devlet Sanatçısı unvanını alan, Asya’dan, Amerika’ya, Avustralya’dan Avrupa’ya ülkesini gururla temsil eden, Gilbert Becaud’ya Türkleri tanıtan, Monaco Prensesi Grace Kelly huzurunda Jacques Brell ile ödül alan Theâtre de la Ville Paris sahnesinde ilk ve tek konser verebilen Türk sanatçısı olan, Türk Yunan Dostluk Derneği kurucu üyesi olan Patrik Bartholomeos ile birlikte dostluk için çalışan ÇYDD ve ADD aktif üyelerinden olan, her zaman barışı ve sanatı temsil eden, Atatürk’ün ideallerini düstur edinmiş sen, caz yorumu ile Âşık Veysel ve Nâzım Hikmet şiirlerinin besteleri projelerine imza atan sen, Yunus Emre ve Mevlana eserlerini besteleyen sen, kendi deyiminle “çekmeden, çektirmeden” gitmeye hazırlanan sen, Sevgili Anneciğim nereye?.. Oğlun Aydıncan”. 12.Bienal’e 110 bin ziyaretçi ? Kültür Servisi İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından düzenlenen 12. İstanbul Bienali, 13 Kasım Pazar günü sona erdi. 17 Eylül 2011 tarihinden itibaren iki ay boyunca açık kalan Bienal sergilerini yaklaşık 110 bin kişi gezdi. Adriano Pedrosa ve Jens Hoffmann küratörlüğünde İsimsiz (12. İstanbul Bienali), 2011 başlığıyla gerçekleşen bienalde Antrepo 3 ve 5’te, beş karma sergi ve 50’den fazla kişisel sunum kapsamında 500’ü aşkın yapıt sergilendi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle