19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 5 EK M 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Filenin Sultanları... Alev COŞKUN Anayasalar ve Baba Sorunlar GÖZ yummalar ve tutarsızlıklarla, yani yanlışlarla gelinen bir noktada doğru iş yapılmaz. Şimdi belleğinizi tazeleyin ve çok uzak olmayan geçmişte iktidar partisi aleyhine Anayasa Mahkemesi’nde açılmış bir parti kapatma davasını anımsayın. Parti’nin 68. maddedeki yasaklara aykırı davrandığı yüksek mahkemece saptanmış, ama suçun cezası olan temelli kapatmaya gitmeden para cezasıyla yetinilmişti. Bu tutarsızlığı kamuoyu pek beğenmiş ve akılcı bir demokrasi uygulaması diye alkışlamıştı. Şu sıra, o partinin öncülük ettiği bir girişimle yeni bir anayasa yapma seferberliği yaşanıyor. Büyük olasılıkla, parti kapatma cezası büsbütün kaldırılacak. u da bir yaklaşım. Hukukun alışılmış birtakım süreçleri kesmemesi ve sorunların doğru çözümüne engel olmaması istenir. İktidar partisinin o deneyimden ders alıp almadığı tartışması bir yana, geleceğe ve hatta bu günlere bakarak asıl sorulması gereken soru şudur: Büyük ya da öğrenci argosunun bir deyimiyle “baba” sorunların doğru ve çabuk çözülmesini güçleştiren önemli engel anayasa mıdır ki onun değiştirilmesi öne alınmış ve bütün partilerin dikkatini o noktaya çekecek bir süreç başlatılmıştır? O bakımdan, “ana” yasalar kavramına bir bakalım: Çok önemli sorunları düzenleyen tek metin anayasa mıdır? Seçim yasaları, siyasal partiler yasası az mı önemlidir? Onlarda kusur varsa, kusur gidermeye iktidar partisinin parlamenter gücü yetmez mi? Haydi, siyasal alanı bırakalım ve eğitim gibi sıradan ama herkesi ilgilendiren bir alana bakalım: Okulöncesinden uzmanlık aşamasına kadar bütün öğretimi “parasız”a çevirebilmenin önünde bir anayasa engeli mi var? yleyse o tür, hem de bir kısmı iktidarın yarattığı türden sorunlar yığılıyken, dipsiz kuyu bir anayasa alanına girmek gündem saptırma veya oyalama değildir de nedir? B oleybol milli takımımız, Avrupa’nın ortasında Belgrat’ta, birbirinden güzel maçlar çıkararak Bayanlar Avrupa Şampiyonası’nda 3. oldu. Bronz madalya kazanarak milli marşımızı çaldırdı ve Türk bayrağının onurla dalgalanmasını sağladı. Bu başarı küçümsenmeyecek, çok önemli, çok büyük bir başarıdır. Bayan voleybol takımımız rakiplerini birer birer devirerek bu noktaya geldi. Güçlü takım Sırbistan’ı kendi sahasında, hele çok etkin, heyecanlı Sırp seyircisinin önünde yenebilmek kolay değildir. Ama onlara da kök söktürdüler, Türk voleybol takımının çok güçlü olduğunu ispat ettiler. Son maçta, Avrupa 3.’lüğünü çok kuvvetli İtalyan milli takımından kopararak aldılar. Adeta İtalyan milli takımını eze eze bu başarıya ulaştılar. İşte tüm bunlar için bu efsane takıma “Filenin Sultanları” adı veriliyor. Cumhuriyet okuyucusu çok dikkatli ve duyarlıdır. İnanıyorum ki, spor sayfasında yer alması gereken bu yazı neden siyaset ve toplumsal sorunların tartışıldığı ikinci sayfada, olaylar ve görüşler sütununda yer alıyor sorusu sorulacaktır. V Evet, bu sorular doğrudur. Ancak kanımca bu yazının yeri spor sayfasından ziyade ikinci sayfadır. Çünkü “Filenin Sultanları” sadece Avrupa 3.’lüğünü kazanmadılar, aynı zamanda laik Türkiye Cumhuriyeti’nin gücünü ispat ettiler. Çünkü, Belgrat’ta rakiplerini yenerek 3.’lüğe ulaşan kızlarımız aynı zamanda, çağdaşlığın başarısını ortaya koydular... 88 yıl önce kurulan Türkiye Cumhuriyeti, sadece siyasal olarak cumhuriyet rejimini değil, Anadolu’da laik, uygar ve çağdaş bir toplumun yaratılmasını da öngörüyordu. Atatürk’ün temel amacı kadın ve erkeğin eşit olduğu çağdaş ve modern bir toplum yaratmaktı... Bu amaçlar bağlamında, kimi konularda tartışmalı durumların ortaya çıktığı günümüzde, voleybolcu kızlarımız çağdaş bir toplumun tartışılmaz simgesi olarak ortaya çıkmışlardır. Aşağıdaki sorular önemlidir ve yanıtları da kendi içerisindedir. Böylesi modern bir bayanlar voleybol takımını Ortadoğu’da başka bir Müslüman toplumu çıkarabiliyor mu? Böylesi uzun çalışmalar, antrenmanlar ve uğraşlardan sonra, takım olarak Avrupa’ya gidip çağdaş giysiler içerisinde oyun oynamalarına başka bir Ortadoğu ülkesinde izin verilebiliyor mu? Kadınların araba kullanmalarının bile tartışıldığı, kadınların sadece çocuk yetiştirmek için evlerde oturmaları gerektiği Ortadoğu ülkelerinde dayatılmıyor mu? Eğer, Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet rejimi olmasaydı, onun yarattığı fiziksel ve manevi ortam ve olanaklar olmasaydı, böylesi bir takım gerçekleştirilebilir miydi? Bu soruların yanıtları çok net ve açıktır. Öyleyse bayanlar voleybol takımımızın başarısı büyük ölçüde Atatürk cumhuriyetinin bir sonucudur. Bu nedenle voleybolcu, sporcu kızlarımız aynı zamanda, Atatürk’ün hedef koyduğu çağdaş Türkiye’nin kanıtlayıcıları olmuşlardır. Onlar sadece sporculuğu değil, çağdaşlığın ve uygarlığın başarısını simgeliyorlar. Laik ilkelere dayalı, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni içtenlikle alkışlıyorum. Türk toplumuna böylesi zaferleri tatmak olanaklarını verdiği için laik cumhuriyete inançlarımızı tazeliyorum. Avrupa 3.’lüğünü kazanan voleybolcularımızı Atatürk’ün kızları olarak kutluyorum. Türkiye Niye Batmaz?.. Her şeyi yabancılara sattıkları için, batınca onlar batıyor... Bize bir şey olmuyor... Diyelim ki telefon işletmesi batsa... Lübnan’da bir Arap “battım...” diye bağıracak... Limanlar batsa... Hong Konglu ile İsrailli bağırıyor... Bize yine bir şey olmuyor... Zaten şimdiye kadar batmış Türk zengini gören de yok... Batmazlar çünkü... Herkes “battı” dediğinde, o aslında çıkıyordur; Mayorka adasına... Doğrusunu isterseniz... Çevrenize bakın; çalışan, üreten, alın teri döken, hakkını vererek para kazanan, koşuşturan zor bulursunuz... Ama herkesin parası var... Herkesin cep telefonu var... Herkesin arabası var... “İşler nasıl” diye sorsanız, size “uğraşıyoruz” diyecektir... “Neyle uğraşıyorsun” diye sorun... Türkiye batmaz... Bankalar batsa, o zaman “battım” diye bağıranlara bakın: Yunanlı, Kuveytli, Fransız, Lübnanlı, Belçikalı, Kazak, İtalyan, Rus, İspanyol... Cam işletmesi batsa; Fransız batıyor... Market batsa; Hollandalı... Enerji sektörü batsa; Avusturyalı... Demir fabrikası batsa; Amerika’dan birisi bağıracak “battım” diye... Araba muayene şirketi iflas etse; Alman... Araba fabrikası battı diyelim; Japon batıyor... Yani bize bir şey olmuyor... Savaşacağınıza mayın tarlalarını İsraillilere verseydiniz ya... Bizimkiler döşediği için mayınları hayatta bulamayacakları gibi, altlarında patladığında da hem batacaklardı, hem uçacaklardı... Diyelim ki “Ne olacak bu yabancıların hali?” diye rakı içmeye kalktınız... Ama garson geldi “rakı yok” dedi... Batmış... Kim battı?.. Amerikalı... * “Ekonomik kriz bizi etkilemez” tezi doğru... Kimsenin çalışmadığı, ama herkesin para harcadığı millet ile her şeyini satmış devletin ortak eserinin adıdır aslında: “Türk mucizesi...” Asla batmaz... Orhan Kemal Müzesi’ni Gezerken… T Hikmet ALTINKAYNAK Ö TÜRK KALP VAKFI Yaşamınızı Şansa Bırakmayın Kalbinizi Koruyun 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: (212) 212 07 07 (pbx) http://www.tkv.org.tr ürk edebiyatının öykü ve roman ustası Orhan Kemal için ailesinin kurduğu Orhan Kemal Müzesi, 11 yaşında. Müzede onun anısını yaşatmak üzere pek çoğu fotoğraf ustası Ara Güler’in çektiği Orhan Kemal’in, ailesinin, ünlü edebiyatçıların 70 dolayında fotoğrafı, kitaplarının ilk basımları, özel mektupları, hakkında yapılan tezler, yazılan yazılar bulunuyor. Ayrıca yıllarını geçirdiği çalışma odası, yazı masası, daktilosu, yatağı, özel eşyaları ile yıllarca yaşamına eklediği İkbal Kahvesi adlı bir kahvehane de müzenin bir parçası olarak girişte yer alıyor. İşte bu müzeyi geçen günlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu gezdi. Ben de oradaydım. Bunu sizlerle de paylaşayım istedim. Öncelikle şunu söyleyeyim, Kılıçdaroğlu büyük bir basın ordusuyla karşılandı. Orhan Kemal ailesi şaşkındı. Keşke kuşaktaşı Oktay Akbal, keşke arkadaşı Fikret Otyam da olsaydı. Küçücük müzeye basın çalışanlarının yarısı giremedi. Ben giren şanslılardandım. Neredeyse omuz omuza müzeyi gez dik. Tek tek önünde durulan fotoğraflar, onlarla ilgili canlanan anılar, dokunulan kitaplar ve müze defterinin imzalanmasıyla, İkbal Kahvesi’nde içilen demli bir çayla ziyaret sona erdi. Kılıçdaroğlu müze defterine şunları yazdı: “ Orhan Kemal, edebiyat dünyamızın gururu ve onuru. Onu yaşatmak hepimizin ortak görevi. Onu saygıyla selamlıyorum. Saygılarımla,” Evet Orhan Kemal, Türk edebiyatının onuru ve gururu bir yazardır. Üstüne kitap yazma isteğim bundandır. Bu kitap müzede karşıma çıkmaz mı? 34 yıl önce çıkan bu kitabı görünce elbette çok sevindim. Orhan Kemal ustayı ve bana ‘Kitabı birlikte yazalım’ önerisi getiren Asım Bezirci’yi burada saygıyla anmak istiyorum. Daha sonra Asım Abi, “Orhan Kemal’in Romanları”nı, ben de “Orhan Kemal’in Hikâyeciliği”ni ayrı ayrı yayımladık. Ortaklıktan ayrıldık. Keşke öyle tek kitap olarak kalsaydı. Onun acıyla biten yaşamı herkesi olduğu gibi beni de elbette çok çok üzdü. Sözünü ettiğim kitabı “Orhan Kemal /Hayatı, Sanatı, Eserleri” adıyla 1977’de Cem Yayınları yayımlamıştı. Tüm bunları ve hiç tanışmadığım Orhan Kemal’i, müzeleri düşünmeye başladım. Yıllar önce bu müzede TV 8’de yayımlanan “Yıldız’da Sohbet” programı için çekim yapmıştık, on yıl geçmiş, Orhan Kemal’i yitirişimiz üstündense, 41 yıl… Bir müze… Yalnızca sergilediği fotoğraflarla, kitaplarla, eşyalarla mı anımsanır? Hayır! Müzeler öylesine geniş bir dünya sunarlar ki insana, insan düşünmeye başlayınca, içinde kaybolur. Doğasıyla, tarihsel eserleriyle bir açık hava müzesi gibi olan yurdumuzda 120 dolayında müze olduğu söyleniyor. Bunlardan kaçı şair, yazar, sanatçı müzesi? Sanırım 10’u geçmez. Oysa edebiyat dünyasında toplumu aydınlığa çıkarmak için hayatını adayan, büyük bedeller ödeyen yazarlarımızın her biri için birer müze gerekir. Orhan Kemal ailesi bunu başarmış, ama devletten katkı alamamış. Kuruluşundan bu yana sorunlar yaşamış, yeri küçülmüş. Oysa Orhan Kemal’e ve onun gibi kalemini toplumu aydınlatmaya adayan bu uğurda ömürlerini harcayan Pir Sultan’dan Namık Kemal’e, Nâzım Hikmet’ten Asım Bezirci’ye, Yaşar Kemal’den Mahmut Makal’a, Karacaoğlan’dan Dadaloğlu’na Metin Altıok’tan Hasan Âli Yücel’e, Tonguç’a müzeler kurmak, onları yaşatmak gerekmez mi? Hem müze kurmak hem de müzeleri müzelik olmaktan kurtarmak, desteklemek gerekir. Bunu da gerçekleştirecek olan elbette kültüre önem veren bir yönetimdir. Müzeleri geçmişimizi olduğu kadar geleceğimizi yansıtan kültür kurumları durumuna getirmek gerekir. Bunu gerçekleştirecek olan da sanırım sosyal demokrasinin gerektirdiği kültür politikalarını hayata geçirecek olan partiler ve liderlerdir. Bu anlamda CHP’ye ve Kılıçdaroğlu’na çok iş düşüyor. Orhan Kemal Müzesi’ni gezerken şunları da düşündüm: 2012 baharında bilim, eğitim, edebiyat, kitap, basın, sinema, tiyatro, fotoğraf, resim, karikatür.. alanlarında sempozyumlar düzenleyip ilgili alanın ustalarıyla sorunları ve çözüm önerilerini saptamak, tartışmak, kitaplaştırmak… Ülkemiz için, bilim, kültür ve sanat için bir yol haritası ortaya koymak... Güzel olmaz mı? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle