23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER gerekleriyle sonuçları vatandaşların birbirine benzemesini, hatta “birbiri” olmasını hızlandıracaktır. Ama çok mu kötü ve korkulacak bir sonuç mudur bu? Hele etnik özellikler, bireysel özgürlük hakları olarak devletin güvencesiyle korunmaktaysa. aldı ki hukuk yalnız ulusal değil, uluslararası hukukta da zorunlu kılıyor bazı kuralları. Kürt vatandaşlar bir yabancı ülkeye girerken pasaport polisi uyrukluk sorunca “Türk” demiyorlar mı? Herkes devletinin kimliğini alır. En çapraşık yapılı devletlerde bile. Örneğin, bizim İngiltere dediğimiz devletin adı, UK (United Kingdom) diye özetlenen “Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı”dır; dolayısıyla vatandaşlarının resmi uyrukluğu “British”dir. İngilizi de İskoçu da pasaporttan geçerken “British” der. Ülkenin toplu adı coğrafyada bile “British Isles”, yani Britanya Adaları’dır. Yabancı bir devletin kapısından girerken “Türk’üm” demek, yani bir ulusun bireyi olmak çok mu küçük düşürücü geliyor bazı vatandaşlara? “Kürt’üm” deseler geçebilecekler mi o kapıdan? Bu konu, “Türkiyeli” gibi tuhaf sıfatlar aramadan, kırmadan, kırılmadan, bir ulusun bireyleri olarak akıllıca tartışılabilmeli. Ulus olmadık mı yoksa? Öyleyse fena, çok fena. CUMHURİYET 19 EKİM 2011 ÇARŞAMBA Beni İthal Hekimlere Emanet Ediniz (!) Bu ülkede Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı yıllardır uygulamakta olan iktidar, programın finansörü olan yabancı sermayenin sağlıktan daha fazla para kazanma hırsına, hekim sayısını arttırarak ve dolayısıyla emeğini ucuzlaştırarak hizmet etmek istiyor. Prof. Dr. Erdener ÖZER / İzmir Tabip Odası Başkanı lkemizde “hekim açığı” var mıdır? Bu sorunun yanıtı konusunda, Tabip Odaları ile Sağlık Bakanlığı arasındaki anlaşmazlık yıllardır sürüp gidiyor. Biz Tabip Odaları asıl sorunun hekimlerin bölgesel dağılımında olduğunu savunurken, Bakanlık inatla Türkiye’de hekim açığının bulunduğunu vurguluyor. Bugünlerde sağlık ile ilgili yeni mevzuatların hazırlandığını duyuyoruz. İktidar yine yangından mal kaçırırcasına bildiğini okuyarak ve hukukun arkasına dolanarak, biz hekimlerin boğazını daha fazla sıkacak anlaşılan. Bu arada Bakanlık daha önce veto edilmesi nedeniyle başaramadığı “ithal hekim” projesini, birçok söylemle tekrar gündeme taşıyor. Böylelikle bu ülkede hekimlik yapma konusunda, yabancı hekimlerin önüne konan yasal engelleri bir bir ortadan kaldıracak gibi görünüyor. Tıp eğitimi Bakanlık’ın hekim açığını kapatmak konusunda gözüne kestirdiği ilk müdahale alanı olarak dikkat çekiyor. İlginçtir ki Sağlık Bakanlığı, temel anayasal görevi olan sağlık hizmetinin düzenlenmesi alanının dışına çıkarak, kendini tıp eğitiminin düzenlenmesinde tek otorite olarak görüyor. Sonuçta tıp fakültelerinde liyakat, mesleki başarı, bilgi ve deneyiminizin hiçbir önemi olmayacaktır. Hekimlik yaparken size değer katacak tek ölçü, sadece göstereceğiniz performans ve verimlilik olacaktır. Yani ne kadar hızlı hasta bakarsanız ya da ameliyat yaparsanız, kurumunuza ne kadar çok kâr sağlarsanız, sistem içerisinde sizden o ölçüde memnun kalınacaktır. 2 Çalışmaya başladıktan sonra, elbet bir gün siz de bu ülkede artık alışılagelmiş olan hekime karşı şiddeti yaşayacaksınız. Bu ülkenin artı (!) değeri olan magandalardan biri, kesintisiz 32 saat çalıştığınız, can kurtarmak için canınızı dişinize taktığınız bir nöbet sonrası, arkanızdan gelip kolunuzu kırabilir. Hiç şaşırmayın! 3 İdari baskıya dayanıklı mısınız? Geçici görevlendirme yazısı ile bir anda kendinizi, çoluk çocuğunuzdan kilometrelerce uzak bir sağlık kurumunda bulabilirsiniz. Hiçbir meslek grubunda olmayan bir uygulama ile mecburi hizmet yükümlülüğünüz gereği diplomanıza el konabilir. Ancak 600 gün mecburi görev yaptıktan sonra, diplomanıza kavuşabilirsiniz. 4 Aman sakın örgütlenmeye kalkışmayın! Geldiğiniz ülkede hekimlik emeğinizi savunan bir sendikanız varsa, siz bunu burada hiç düşünmeyin. Mevcut mevzuat gereği tabip odasılarına üye olamazsınız. Zaten olsanız bile, bu ülkede bir günde, bir cümlelik bir KHK ile meslek örgütünüz de ortadan kaldırılabilir. Türkleşme Korkusu YENİ bir parti kurma çalışması var: Çekirdeğini BDP’nin oluşturduğu ve DTK ile başka küçük grupların oluşturduğu “Emek, Demokrasi, Özgürlük” adlı blokun birleşenleri yeni çatı partisi aramaktalarmış. Geçen günkü Milliyet’in haberine göre, program konuşulurken “Türk” ve “soykırım” sözcükleri yüzünden tartışma çıkmış. “Programda ‘Türk’ kelimesi yok” diyen başlığı okuyunca ister istemez ürperiyor ve “bu kadar da husumet olmaz” diyorsunuz. Bereket, konunun “asimilasyon” tartışması dolayısıyla gündeme geldiğini ve Demokratik Toplum Kongresi’ndeki delegelerden birinin bu kavramı “Türkleştirme” olarak açıklamasıyla tartışma başladığını öğrenince, biraz ferahlıyorsunuz. ine de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Türkleşmekten bu denli çekinmeleri biraz tuhaf geliyor insana. Doğrudur, geçmişte böyle bir asimilasyon, yani “kendimize dönüştürme” politikası izlendiği ve Kürtçe konuşma yasağının zorla uygulandığı oldu ama artık öyle sürdürülen bir politika var mı? Tabii, ister istemez bir devletin resmi adı, resmi dili ve bir “ulus”un bireyleri olarak birlikte yaşamanın K Ü Y okuyacak öğrenci sayısı, gerekli fiziksel altyapı hazırlanmadan arttırılıyor. Bu ülkede devlet hastaneleri bir anda tıp fakültesi hastanesi olabiliyor. Üniversite hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’na devri konuşuluyor. “Neden hekim sayısı konusunda bu kadar duyarlı ve arttırmaya yönelik bu kadar aceleci davranılıyor? Bunun arkasındaki gerçek niyeti okumak gerekiyor.” Bu ülkede Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı yıllardır uygulamakta olan iktidar, programın finansörü olan yabancı sermayenin sağlıktan daha fazla para kazanma hırsına, hekim sayısını arttırarak ve dolayısıyla emeğini ucuzlaştırarak hizmet etmek istiyor. Yabancı hekimlerin istihdamı dahil olmak üzere, hekim sayısını arttıracak her yöntemi denemek istiyor. Bir gün bu ülkede canımızı yabancı hekimlere emanet edebiliriz. Öyleyse mesleğe başlarken yaptığımız Hipokrat yemininde ırk, millet ve cinsiyet farkı gözetmeden tüm hekimleri kardeş olarak görme ilkemiz gereği, günün birinde bu ülkede “ithal hekim” olarak çalışmayı düşünecek yabancı meslektaşlarımıza şu önerilerimiz olacak: 1 Bu ülkede çalışırken, Güncelleştirilmiş Osman... Osman’ı gördüm... Güncelleştirilmiş... Porsche’ye binmek hayalinden vazgeçtiği gibi, ayağındaki makosenlerin kıymetini anlamış, onu da güncelleştirmesinler... Ucuzu var çünkü; terlik... “Güncelleştirmenin” tersi “güncelleştirmemek”tir... Israr edersin: “Bi daha bi daha...” Bizler, “Şu memleketi güncelleştirin... Böyle ilkel gitmesin...” dedikçe, peşlerinde deliler gibi zıpladı Osman... Sonunda “bi daha” oldu... Seçim geçti... Osman’ı güncelleştirdiler... Tam 35 lira maaşına zam yaptılar, telefondan 145 lirasını geri aldılar... Güzel oldu... Dünyanın en zengin ülkelerinde insanlar “Yüzde 1’in, yüzde 99’u sömürmesine ve soymasına artık katlanmayacaklarını” duyuruyorlar... Yollara çıktılar... Meydanlara döküldüler... Küresel ayaklanma “Wall Street hareketinin” başlama yeri, kişi başına gelirin 48 bin dolar, benzinin ise 0.65 dolar olduğu Amerika... AB ülkeleri ilk sırada olmak üzere tam 82 ülkede yaşayanlar, artık sömürüldüklerini bağırıp insan gibi yaşamak istiyorlar... Rastlantıya bakın; Türkiye refahta 83’üncü sırada... Ama insanca yaşam için bağıran 82 ülke arasında yok... Böyle gitsin istiyor... Bi daha... Dizi seyrediyor... Divana oturup bakıyor akşamları; pembe gömlekli adam hizmetçiyi becerdi mi, yoksa beceremedi mi?... Parayı alabilecek mi Münevver?.. Derken sonunda Osman’ı güncelleştirdiler... Dudakları uzadı sanki, telefon da güncelleştirildiğine göre, kendi kendine konuşmaktan... Eğilip bakıyor arada, makosen duruyor mu?.. Sonra sağ elinin başparmağını, işaret ve orta parmaklarının arasına sokup (siz de yapabilirsiniz) ileri doğru sallıyor, bence güncelleştirme işaretidir... Dört kazak giymiş, enerji güncelleştirmesine karşı... Pantolonun paçasından pijamasının altı gözüküyor, önlem olarak... Ki kıçını da güncelleştirmesinler... Öyle gitti... Güncelleştirilmiş Osman... Çizginin Rengi... Nusret ERTÜRK Rutkay Aziz’e, 48. Antalya Altın Portakal Onur Ödülü verildi. Bundan daha ses getireni, Rutkay Aziz’in törende yaptığı konuşma oldu. Günlerdir dillerde: “Ola ki, döneklik olursa, bu verdiğiniz ödülü geri alma hakkına sahipsiniz. Gerçek sanatçılar, ülkenin ve dünyanın gerçeklerine tanık olmakla yükümlüdür.” Bu sözlerin bir benzerini, birilerinden işittiniz mi? Peki, Rutkay Bey, bu sözleri söylemenin gereğini neden duydu? Döneklik çok mu yaygınlaştı? Hem, ödülü göğsünde taşı. Hem de ödül ilkelerine ters yönde git. İşte bu yakışmaz. Örneğin, hukuk ödülü al. Dön, hukukun canına oku! İşte, çizginin rengi burada ortaya çıkıyor. “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen”, Cumhuriyeti kuranların bir süreği olan anayasamızın ilk üç maddesi, “Kırmızı çizgilerdir. Onlara dokunamazsınız” deniyor. Kimileri ise çizgi mizgi tanımıyor. Nerde kaldı çizginin rengi! Bu topraklarda, kendilerinden başkası yok sayılıyor. Görünüm, ayrı bir çizgisizlik… Eğitimci, yazar Erhan Tığlı, günümüzün ağzı kilitli vatandaşına ‘susandaş’ adını önermesi, öyle bir cuk oturmuş ki fazlası var, eksiği yok. Vatandaş sözcüğünün anlamı, çoktan çürüdü, değerini yitirdi. Vatandaşın bir sorumluluğu vardı; araştıran, soran, ilgilenen, düşünen, konuşandı vatandaş. İnsanlar 16 Ekim 2011 günü 82 ülkede, 1400 merkezde yapılan zamları, zor yaşam koşullarını protesto ettiler. Son haftalarda, zamların en büyüğünü biz yemedik mi? Çıt çıktı mı bizde? Neden? Çünkü vatandaş gitti, yerine susandaş geldi! Çizgi nerede kaldı? Öğretmen örgütçülüğünün önderi, eğitimci, yazar Fakir Baykurt derdi ki: “Başı dumansız dağ olmaz. O duman da orada sürekli kalamaz. Bir rüzgâr gelir, o dumanı, sisi alır götürür...” Başımız dumanlansa da yeter ki çizgimizden, çizgimizin renginden ödün verilmesin... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle